Kitabı oku: «Paris’te Bir Türk», sayfa 5
Onuncu Bölüm
Söz bu nihayete erinceye kadar kıç üzerinde bulunan beyler, madam ve matmazeller, yalnız bir tiyatro temaşa eder gibi değil bilakis dinler gibi, özel bir dikkatle sohbeti dinlemişlerdi. Eğer Mister James ile Monsieur Autrans onların arkası sıra Lehli Gardiyanski dahi kıç üzerine çıkmamış olsalardı, ihtimal ki bu sohbet daha ziyade uzardı. Ancak onların gelişi bahse son verdi. Mister James’in: “Gerçekten, Monsieur Autrans hakkınız varmış. Siz beni Fransız edemediniz fakat ben sizi İngiliz ettim. Çünkü gemiye gireli üç güne vardığı hâlde ben henüz dışarıdan kamaraya çıkmadığım… Şey! Dışarıdan kamaraya demişim! Kamaradan dışarıya çıktığım gibi siz de çıkmadınız.” diye gelmesi herkesin nazarıdikkatini o tarafa çevirdi. Zira filhakika Mister James ile Autrans henüz güverte üzerinde görülmemiş olduklarından bunların orada görülmeleri yolcular için yeni bir şey yerine geçmişti.
Gardiyanski ise kıç üzerine çıkıp da etrafa nazar atarak Nasuh, Cartrisse ve Catherine’i baş başa görünce tabii onlar tarafına yöneldi. Cartrisse “Nasuh Efendi’yi arıyorsunuz, öyle değil mi Monsieur Gardiyanski? Arkadaşınızı elinizden aldığımız için bize gücenmediniz ya?” diye onu karşılayarak ve bu nazikane muameleye Gardiyanski dahi mukabele ettikten sonra, Nasuh’u Catherine’e nasıl takdim etmiş idiyse Gardiyanski’yi dahi öyle takdim etti.
Fakat Catherine, Gardiyanski’yi âdeta bir soğuk muamele ile karşıladı. Bunun sebebi ise zahirî hâlden anlaşıldığına göre, Nasuh ile olan sohbetindeki mağlubiyeti olup hâlbuki Nasuh bu dakikaya vâkıf olduğundan tam dereden tepeden laflar açılarak oldukça bir hararet dahi geldikten sonra bir münasebet düşürdü ve kadınlardan izin kopararak aşağıya kamarasına indi. Nasuh gittikten sonra Catherine’in şevki, neşesi birazcık daha artmış olmasını garip görürsünüz zannındayız. Bu hâl değişikliği dahi hakikat-i emrden Cartrisse’i haberdar eylediği cihetle, Cartrisse, Catherine’i ya bütün bütün deşmek veyahut Nasuh aleyhinde olan olumsuz hissinden çevirmek için dolaştıra dolaştıra getirdiği sözü yine Nasuh Efendi üzerinde karar kıldırdı. Cartrisse’in, Nasuh hakkında başlamış olduğu övgülerde, Gardiyanski’nin dahi kendisine uymaktan geri kalmayacağını bilirsiniz. Cartrisse, genç Osmanlı’nın ilmî faziletlerinden bahsettikçe Gardiyanski güzel ahlakını ve tabiatında olan mertçe yiğitliği metheder ve buna mukabil Cartrisse, onun daha arz ve beyana şayan başka bir hâlini zikrettikçe Gardiyanski dahi ona münasebet olacak bir fazilet daha bulup söylerdi. Hatta Catherine artık tahammül edemeyerek “Canım! Nasuh Efendi hakkında bunca övgüyü önceden ezberleyip hazırlamış mıydınız?” dediği zaman Gardiyanski “Hayır mademoiselle! Önceden hazırlamamıştık. Fakat şakayı bir tarafa bırakıp da pek ciddi bir cevap vermeme müsaade ederseniz şunu da arz ederim ki Nasuh Efendi’nin her muamelesinde görülen bir fevkaladelik, bizi her muamelesini ezberletmeye mecbur ediyor!” cevabını vermiştir.
Sabahleyin güverteye çıkılmış olduğunu haber verdiğimiz yerden buraya kadar hikâye ettiğimiz ahval oluncaya kadar kuşluk vakti dahi gelmişti. Binaenaleyh Catherine’in arkadaşları mecburen kendisiyle veda ederek kamaralarına geldiler. Hatta Mister James yemeğe davet olunup da davete icabet mecburiyetini görünce “O! Yemeğe değil mi? Elbet gideceğiz. Vakıa daha etrafa layıkıyla bir nazar edememiş isem de ben yemeğin bu aceleye getirilmesi üzerine kendimden ziyade şu hanımlara (Catherine takımına) acıdım. Zira pek tatlı sohbet ediyorlardı.” demişti.
Sofra başında Gardiyanski, Cartrisse ve Nasuh sabahtan beri Catherine ile aralarında cereyan eden konular üzerine söz söylemişlerdir diye hülya eder iseniz bu hülyanız boşa çıkar. O konuda tek harf söylenmemiş olduğuna sizi temin edebiliriz. Ama sebebini katiyen tayin edemeyiz. Sofrada Gardiyanski, Monsieur Autrans’ın bazı zevzekçesine sözleriyle meşgul ve Nasuh Efendi ise Gabrielle ile derin bir meşguliyet içinde olup Cartrisse dahi havanın ilerisi için kaptanın verdiği teminatı dinlerdi. Böyle yerlerin ve meşguliyetlerin birbirinden uzaklığı, sabahki konuşma üzerine söz söylenememesine bir sebep ve illet olabilir ise de işin içinde bir mülahaza daha vardır ki o da buna sebep olabilir. Ya Cartrisse “Dur bakalım Nasuh, Catherine hakkındaki fikir ve düşüncesini ne yolda gösterecek!..” diye adamı imtihan etmek istiyor ise? Ya Nasuh dahi bunun farkına varmış olduğundan bu konuda Cartrisse’e mağlup olmamaya karar vermiş ise?
Böyle belirsiz olan görüşmelerin başlangıçlarında bu gibi ihtiyatlar hiçbir vakitte ve hiçbir yerde eksik olamaz.
Sofradan kalkıldıktan sonra Mister James’in yeniden tasvir ettiği ve çizdiği birkaç parça şeyin temaşasıyla vakit geçirilirken bir de birinci kamaranın hizmetçilerinden birisi gelip Cartrisse’i davet etti. Bu davetin Catherine tarafından gelmiş olduğuna şüphe etmezsiniz. Eğer Catherine’in Nasuh hakkında ne fikir peyda ettiğini anlamak merakında iseniz tez fikrinizi Cartrisse ile beraber birinci mevkiye gönderiniz. Catherine’in, Cartrisse’i nasıl karşıladığını görenler o saklanılmayacak derecede olan alaycı tavırlara şaşar kalırdı.
Catherine: “Buyurunuz bakalım müdekkik19 Cartrisse! İnsanları birer birer imtihandan geçirip sınıf sınıf ayırmak sanatını icat etmiş olan Cartrisse! Genç Türk’ünüzden sizi ayırmış olduğuma üzülür isem de…”
Cartrisse: “Sanki bu başlangıçların neticesi ne olacak?”
Catherine: “Ne mi olacak? Hiç! Bir Türk ile bir de Lehliye aldanacak kadar safdil olduğunu bilmezdim.”
Cartrisse: “Eğer hakikaten aldanmış olduğuma beni vâkıf eder isen bana pek büyük bir hizmet görmüş olursun. Çünkü şimdiye kadar hemen hiç görmediğim bir şeyi bana göstermiş olacaksın?”
Catherine: “Öyle ise memnun ol. Zira gerçekten aldanmış olduğunu ispat edeceğim. Hiç şunu tecrübe ettiğin var mıdır ki bazı erkekler kadınperesliği, müşterek surette ederler!..”
Cartrisse: “Müşterek surette mi? Aman Catherine!.. Bu sözü senden işittiğime teessüf edeceğim gelir. Bu durum, taaddüd-i zevcata20 mukabil bir taaddüd-i ezvac21 mı olacaktır?”
Catherine: “Hayır! Sen muradımı anlamadın diyemem. Fakat ben anlatamadım. Müşterek hovardalık o değildir. Bak nasıldır: İki erkek ittifak ederler. Ağa düşürmek istedikleri karılar yanında birbirini methetmeye, yarandırmaya çalışırlar. Ettikleri düelloları vukuya gelen gayet insaniyetkârane ve merdane hâl ve hareketlerini hikâye ederler. Lakin herkes kendi hâlini hikâye etmez. Ondan temeddüh22 çıkacağını bilirler. Yekdiğerinin ahvalini hikâye ederler. Bu suretle o kadar büyük komedyalar oynanmıştır ki hikâye etseler gülmekten kırılırsın. Böylece bu suretle o kadar dramlar, trajediler oynanmıştır ki nakletseler ağlamaktan kendini tutamazsın!.. Yüzüme ne bakıyorsun ya? Dediğim lakırtıyı anlayamadın mı?”
Cartrisse: “Nasuh’un hakkı varmış ya!”
Catherine: “Hangi hakkı?”
Cartrisse: “Sana pek körpecik demesinde. Gerçekten pek körpecikmişsin.”
Catherine: “Çocuk diyeceksin öyle mi?”
Cartrisse: “Tamam öyle! Zira yirmi beş senedir her cemiyeti görmüş, her nevi adamın hile tuzağından yemilmeyi düşürmüşüm. Bunu ben fark edemez isem kim fark eder? Sen Allah bilir ama böyle bir aldatmaya bir kerecik tesadüf ettiğin hâlde beni mi haberdar etmeye çalışıyorsun ki ben bana bu yolda hile etmek isteyenlere karşı hile bulmuş, yapmış ve muvaffak da olmuş bir Cartrisse’im.”
Catherine: “Ya!..”
Cartrisse: “O kadar şaşırmaya da gerek yoktur. Yalnız şunu mülahaza etmek kifayet eder ki Gardiyanski Lehlidir, Nasuh Türk. Gardiyanski Katolik’tir, Nasuh Müslüman. Gardiyanski ile Nasuh henüz üç günden beri arkadaş olmuşlar. Hepimiz birbirimizi ne kadar tanımakta isek bunlar da birbirini o kadar tanırlar.”
Catherine: “Öyle ise şu iki kelimeciği dahi arz etmeme müsaade et ki senin bunca senelik tecrübelerin hiçbir netice hasıl etmemiş demektir. Zira hovardalık yolunda arkadaş olacak iki erkeğin ikisi bir din, bir mezhep ve milletten olmak ve öteden beri bu işte ittifak ve ittihat etmiş bulunmak lazımdır zannediyorsun. Demek oluyor ki şehvani bir maksat uğrunda iki erkeğin derhâl ittifak edebileceklerini mümkün olmayan şeylerden addediyorsun.”
Cartrisse: (biraz düşündükten sonra) “Haydi bu sözde sana hak verebileyim. Lakin Nasuh’un tehlikeli bir adam olabileceği hakkındaki fikrini teslim etmeye bence ihtimal ve imkân yoktur.”
İki münazaracı kadınların konuşma ve sohbetlerinden bundan aşağısı âdeta inatlaşma suretini giymiş olduğundan, böyle bir konuşmayı sayfaya doldurmaya ne bir yazar lüzum görür ne de okuyucular okumaya tenezzül eder.
Biz yalnız şunu söyleyelim ki nasılsa ilk görüşmede Catherine ile Nasuh’un yıldızları barışmamış olduğundan Cartrisse davasında ne kadar sebat etmiş ise kadını ikna etmeye bir türlü muvaffak olamamıştı.
Catherine ile Nasuh’un yıldızları barışmamış olduğunun sebebini meçhul gibi gösterdik. Acaba zihnimizi biraz yoracak olsak bunun sebebini bulup çıkaramaz mıyız?
Bize kalır ise bu konuda o kadar kafa yormaya dahi lüzum görülmez. Vakıa Catherine ikiyüzlülükten hoşlanmaz, yılışık adamları sevmez kâmil bir kadın olmak üzere görülmüş idiyse de insan ne kadar kâmil olur ise olsun özellikle kadın olduğu için kendi fikir ve mütalaasına itiraz eden ve itirazında da hak kazanan adamı iyi bir göz ile göremez. Bu sebepten ötürü ki iki akıllı, iki sanatkâr, iki güzel vesair bu takımda ikiler asla ittifak edemezler. Dost olamazlar. Daima bir akıllı hikmetfüruşluk etmek için bir ahmağı arar. Bunun gibi her nevi dahi kendisini göstermek için enva-ı şaire efradına müracaat eder. Ama bir akıllı görseniz ki daima ukala ile görüşmeyi tercih ediyor, onu fevkalade bir adam olmak üzere telakki edebilirsiniz.
Hasılı Nasuh, Catherine ile olan sohbetinde biraz daha aşağıdan davranmış, yani hem kendi zekâsının keskinliğini gösterip hem de galibiyet gururuyla mağrur ve mütelezziz olması için genç kadına meydan vermiş olsaydı, kendisini ziyadesiyle sevdirebileceği beklenirdi demek isteriz
Catherine’in, Nasuh’u telakki keyfiyetini gördüğünüz gibi Nasuh’un dahi kadını ne suretle telakki etmiş olduğunu görmeye merakınız var ise belki akşam yemeğinde, sofrada buna dair bir söz açılır diye hemen ikinci mevkiye geçmeyiniz. Akşam yemeğinden sonra şu kıç üzerinde bir kenara oturmuş ve baş başa vererek konuşmakta bulunmuş olan bir kadın ile bir de erkeği gördünüz mü? İşte onlar Nasuh ile Cartrisse’dir ki merakınızı halletmek isterseniz hemen yanlarına yanaşıp sözüne kulak veriniz.
On Birinci Bölüm
Bu hâlde Nasuh ile Cartrisse’e kulak verenlerin işitecekleri sözler şunlardan ibaretti:
Cartrisse: “Catherine’i nasıl buldunuz Monsieur Nasuh?”
Nasuh: “Pek güzel!”
Cartrisse: “Bunu bundan önce dahi itiraf ettiniz. Maksadım yine güzelliği hakkındaki fikrinizi anlamak değildir. Zekâsını, fikrini, filanı…”
Nasuh: “Pek zeki.”
Cartrisse: “Yalnız bu kadar mı?”
Nasuh: “Pek zeki olanlarda sair ne gibi hâller bulunur ise cümlesini Catherine’de mevcut gördüm.”
Cartrisse: “Ama öyle dolambaçlı söz istemem. Fikrinizi izah etmelisiniz. Pek zeki olan adamlarda sair ne gibi hâller olabilir?”
Nasuh: “Her şeyde itidal lazım olduğu gibi madame zekâda dahi itidal fazlasıyla lazımdır. Eğer lüzumundan fazla olur ise bir kere insanı inatçı eder. Çünkü zeki olan, zekâsının kuvvetine güvenmekle herkese ilanıharpten geri durmaz. İkinci olarak zekânın ifradı insanı cahil bırakır. Çünkü zeki olan, bir ilme başlar başlamaz zihnini o ilmin gayesine kadar göründürdükten başka tatbikatına dahi yeltenip hâlbuki o ilmin âlimi olmadan, faydalı neticesini husule getirmek mümkün olamayacağından o dahi aciz kalınca ‘Adam sen de! Bunun bir faydası olacak mı? Ben aklımla onun daha iyi bir kolay yolunu bulabilirim.’ der. Üçüncüsü, lüzumundan fazla zeki olan bir adamın zihni bu âlemde sükûnet ve huzur bulamaz. Zira bir kere saadetin hangi derecesi kendisine teveccüh edecek olsa o dereceyi kendi zekâsının derecesinin lazım gelen mükâfatını bulamaz. Ondan sonra elindeki saadet sebeplerini dahi her gün bir suretle istimale karar verip her verdiği kararın dahi neticesini görmeden sair suretlere müracaat ederek daima mahrumiyet yüzünden başka bir şey göremez.”
Cartrisse: “Öyle ise Catherine hakkında fikriniz pek iyi değildir demek.”
Nasuh: “Siz bana fikrimi izah etmemi emrettiniz. Ben de izah ettim. Böyle iken Catherine hakkındaki fikrim pek de fena değildir. Eğer Catherine bu filozofluğu hiç olmaz ise otuz yaşından sonra ele almış olsaydı yaraşırdı. Ancak henüz pek körpe iken ona çalışmak istiyor, bu tabiata uygun değildir. Bildiği şeyi bilir. Bilmediğini de bilirim zanneder. Binaenaleyh tecrübesini, kuvvetli bir mücerrib23 gibi arz eder. Hiç tecrübe etmemiş olduğu şeyleri dahi kırk yıldan beri tecrübe etmişçesine fikrine katıp hatta inat bile eder.”
Cartrisse: “Ya!.. Böyle ha?”
Nasuh: “Yok ama bana darılmanızı istemem. Eğer benim yüze gülen bir zendost24 olmamı arzu eder iseniz size Catherine’in güzel vasıflarını anlatmaya başlayayım.”
Cartrisse: “Ey böyle zeki yaramazları, akıllı çılgınları yola getirmenin ihtimali yok mudur?”
Nasuh: “Vardır ama güç ve tehlikelidir. Güç ve tehlikeli olması, bizimle bütün bütün görüşmeyi kesmenin lazım geleceği korkusundan ibarettir. Yoksa asla nezaket göstermeyip de fikrinde olan yanlışlık daima yüzüne vurulur ise her hatasına vâkıf oldukça fikrini düzeltmeye zekâsı gereği muktedir olacağından pek çabuk yola gelebilir. O zaman ise her söylediği hakikatin ta kendisi olacağında ayak diremeye gerek kalmaz ki inatçı olsun. Cehli kalmaz ki tahsile ihtiyacı baki kalsın.”
Cartrisse: “Yola gelir vesselam! Öyle mi?”
Nasuh: “Evet.”
Cartrisse: “Öyle ise o hâlde fikrine bir itidal gelerek dünyasından lezzet almaya da başlar ha?”
Nasuh: “Evet. (tebessümle) Şimdiki hâlde dünyaca hiçbir zevk ve lezzet bulamayan hanım o zaman âlemin lezzetine doyamamaya başlar.”
Nasuh’un işbu son sözünden sonra Madame yahut Mademoiselle Cartrisse’e garip bir dalgınlık geldi. Nasuh dahi Cartrisse’in sükûtunu bozmamayı lüzumlu gördü. Ama öyle bir dalgınlık ki güya bir savaşı ilan etmek veya bir barışı akdetmek için imza koyacak olan en muktedir diplomatmış da memleketinin menfaatlerini aramak yolunda düşüne düşüne kendisini kaybedip gitmiş gibi.
Bu aralık ikinci kamara yolcularından birkaçı daha yukarıya geldi. Ezcümle Mister James ile Autrans dahi gelip batı cihetinde ve ufka yakın bir yükseklikte birbiri üzerine yığılmış ve uzaktan dağ gibi görünmekte bulunmuş olan bulutları, Messina Boğazı’nı teşkil eden Sicilya Dağları’dır diye hükmederek derhâl kara kalem ile resmi alınmaya başlamıştı ki bunun altına dahi “Şu kadar mesafeden Messina Boğazı’nın tayini. Meşhur İngiliz ressamı Mister James” ibaresi yazılacağı malumdur. Hâlbuki bunlar olsa olsa Messina Boğazı’nı o gece sabaha karşı geçeceklerdi.
O gece hava biraz müsaadelice olduğundan birinci kamaradaki İngiliz lordları dahi kıç üzerine çıktılar. Zekâ ile Madame de Trouville bile çıkmış ve karşıda görünen şeyler dağ olmayıp bulut oldukları cümlesi tarafından James’e ispat edilmeye başlanmış idiyse bunların Sicilya Dağları olduğuna bir kere inanmış olan deli İngiliz’i fikrinden caydırmaya imkân bulunamamıştı.
Bu kadar gürültü patırtı Cartrisse’i bîdar25 edememiş ise hayret eder misiniz?
Madame Cartrisse, olduğu yerde dünyasını değiştirmiş gibi hareketsiz bir hâldeydi. Ta üzerinden bir saate yakın zaman geçtikten sonra başını kaldırıp dedi ki:
Cartrisse: “Catherine’i dünya lezzetinden faydalandırmak mümkündür ha? Monsieur Nasuh!”
Bu suale Nasuh yalnız bir “Evet!” ile mukabele edip havanın serinliğinden bahisle Cartrisse’i aşağıya, yerine indirmeye teşvik etti. O da buna uymaya lüzum görmüştü. İndiler. Kabine kapısı önünde gece vedasını icra ettiler.
Eğer Nasuh Efendi biraz daha aşağıya inmeyip de yukarıda kalmış olsaydı, tuhaf bir şey temaşa edecekti. Şöyle ki:
Türlü türlü renkler ile bezenmiş bir kelebek kadar süslü olan Zekâ Bey, yine aynen bir kelebek gibi çiçekten çiçeğe uçmak yaradılışında bulunmak hasebiyle, Madame de Trouville’den fırsat buldukça tiyatrocu Mademoiselle Gabrielle’e dahi yaranmaya yeltenirdi. Nasıl ki buna dair bir gün evvel ikinci kamarada bazı uygunsuz hâller dahi temaşa edilmişti.
Bu akşam ise kıç üzerinde Madame de Trouville’in, Mister James ile eğlenmekte bulunduğunu fırsat ittihaz eden Zekâ Beyefendi bir kenarda dinlenen Gabrielle’in yanına sokulup o zamana kadar peyda etmiş olduğu hususiyetin müsaadesi dâhilinde, hatta o hududun pek çok haricinde olarak bile ilanıaşka ve muaşaka çarkının hareketini hızlandırmaya başlayıp nihayet bahsi o akşam kabinenin anahtarı kendisine teslim olunmak niyazına kadar getirdi.
Böyle vapurlar içinde kamaranın anahtarını vermenin ne demek olduğu pek açık bulunduğundan izaha ihtiyaç yoktur. Vakıa Gabrielle için bu tarz bir teklifin ilk defa olarak arz edilmiş şeylerden olmadığını hükmedebiliriz. Ancak bu kadar serbestçe ve âdeta hayvanca edilecek tekliflerin bu birincisi olduğuna Gabrielle’i tanıyan bir adamın hiç şüphesi kalmaz.
Gabrielle’i tanıyan bir adam, onu nasıl tanır bilir misiniz? Sözü uzatmaya gerek yoktur. O yaşta ve o sanatta bulunan bir delikanlıyı nasıl tanır ise öyle. Bu gibi kadınların alışverişi akçe ile olmaz. Onlara gönül parasını vermelidir ama Zekâ Bey gibi bu alışverişin inceliklerini bilmeyerek değil.
Zaten şu sebep Gabrielle’i yüz çevirmeye kâfi olduğu cihetle, Zekâ’nın teklifini şiddetle reddetmekte ve galebe hususunda pek ziyade müşkülat görmekte iken bir de Madame de Trouville’in, Mister James ile olan latifesini bitirerek ve etrafa meraklı nazarlarla, Zekâ’yı Gabrielle ile baş başa görerek sırlarına vâkıf olmak için yavaş yavaş gelip yanı başlarına oturduğunu Gabrielle görmesin mi?
Artık güzel bir komedya oynamak zamanı gelip çattığına hükmetti. Çılgın zamparaya hem ümit verecek cilveli hâllerini gizleyemeyerek ve menedemeyerek hem de teklifini kabul etmekte o kadar inat gösterdi ve Zekâ Bey dahi hırsına ve hevesine galebe ile o derece saldırdı ki daha oracıkta öpücük almak küstahlığına bile kalkıştı. Binaenaleyh Gabrielle “Benim tarafımdan bundan sonra hiçbir şeye nail olamazsın!..” diye öyle ilahi bir silleyi süslü beyin sol yanağına bir indiriş indirdi ki fişek gibi patladı. Mutlaka bu fişek sillesinin ateşi, beyin gözlerinden fırlamıştır. Hâlbuki kıskançlığın icabatına bu zamana kadar hiddetinden titreye titreye güç hâlle sabretmiş olan De Trouville dahi ortaya fırlamıştı. Bir muharebe ki maazallah!..
Durum birinci kaptana arz olundu. Gemi içinde umumi adaba muhalif hâl ve harekette bulunanların, ilk iskeleye çıkarılıp terk edileceğine dair nizamname fıkrası beyefendiye gösterilip vakıa vapur Messina’dan başka yere uğramayacak ise de bir daha bu gibi hareketi görülür ise bir [daha] kabineden dışarı çıkmasına müsaade edilemeyeceği dahi kendisine anlatıldı.
Bu durum, Sena Bey’e iki cihetten dokunmuştu. Birincisi kendisi gibi bir Osmanlı’nın dost ve düşmana karşı bu gibi uygun olmayan muameleler görülerek tekdir edilmesi ve ikincisi de Gabrielle’e olan samimiyetini Zekâ Bey’den ziyade arttırmış bulunmasıyla bir bakıma himayesi altında demek olan bir kadına taarruz olunmasıdır. Ancak bu çocuk, gençliğiyle beraber ağırbaşlı mahcup bir şey olduğundan rezilliği bir kat daha arttırmamak için hiddetini yine içinde yenerek sabır ve sükûtu vacip gördü.
İşte Nasuh Efendi’nin yukarıda bulunmuş olsaydı görmüş olacağı vaka şundan ibaretti. Bari aşağıya indiğine göre başka bir kadın olsa. Madame Cartrisse’i yerine bıraktıktan sonra Lehli Gardiyanski ile birkaç çift söz söyleşmek için onun yanına vardı ise de Gardiyanski okumakta olduğu bir Rusya tarihi muhakematıyla pek ziyade meşgul olduğundan sohbet için itizar etmiş ve binaenaleyh Nasuh dahi eline bir kitap alarak yatağına girip perdeyi çekmiştir.
On İkinci Bölüm
Erken yatmış bulunmak hasebiyle ertesi sabah dahi erkenden kalkmış olan Nasuh, vapurun Reggio şehriyle Messina Burnu arasından geçerek Sardunya Denizi’ne girmekte bulunduğunu görmüştü. Bir gün evvelki havanın, Messina’da ziyadece fırtına yapacağı, yolcular tarafından hesap edilip kaptanın o konuda verdiği teminatı kabul etmemekte oldukları hâlde, havanın hemen limanlık diye hükmolunacak mertebede olması Nasuh için epeyce bir memnuniyete vesile oldu.
Bir sigara yaktı. Bir de alaturka kahve ısmarlayıp iki tarafı temaşa ederek sabah keyfini sürmeye başladı.
Nasuh bu hâlde iken bir de merdiven cihetinden Mademoiselle Catherine’in başı görünmesin mi? Sonra omuzları, nihayet tüm vücudu meydana çıktı. Ama buna Nasuh’un hayali manasını vermeyiniz. O dakikada Catherine’in, Nasuh’un hayalinde bile olmadığına emin olunuz. Bu gelen bir hayal olmadığı gibi, o kadar hakikat idi ki Nasuh’u gördüğü zaman birdenbire irkilip âdeta dönüp gidecek gibi bir tavır gösterdiği hâlde yine pişman olarak ilk azminde devam etti.
Evet! Mademoiselle Catherine idi. Zira dünkü gün, kuşluk yemeğinden beri âdeta kabinesinden salona bile çıkmamış olduğundan ve sabah erkenden güvertenin tenha olacağını da hesap etmiş bulunduğundan hava almak, gam dağıtmak için oraya çıkmıştı.
Kabinesinden niçin çıkmadığını ve güverteye çıkmak için böyle bir tenha vakti niçin aradığını mülahaza etmek lazım gelir ise de sormak icap etmez.
Nasuh kadını görünce sigarasını denize atıp yarıya kadar içmiş olduğu kahvesini dahi yanı başına koyarak ayağa kalkıp onu karşıladı. Catherine başıyla selam verdi. Verdi ama verdiği selam yekdiğerine müştak olan iki dostun verdikleri selamlardan olmayacağı malumdur. Pek soğuk bir selamdı. Nasuh ise aynen, dünkü gün gösterdiği tevazu ve nezaket derecesinde bir iltifatla selama karşılık vererek, aralarında henüz yedi sekiz adım mesafe olduğu hâlde Catherine’in yanına varmayıp kadın kendi yanına mı gelecektir yoksa başka bir tarafa gidip yalnız mı oturacaktır, emeli ne ise onun icrasında kendisini serbest bırakmaya lüzum gördü.
Hâlbuki bu düşüncenin Catherine’de dahi var olduğu görülüyordu. Zira ayakları Nasuh tarafına istemeye istemeye yürüyüp teveccühü ise başka taraflara idi. Ne ise istesin istemesin geldi, ağzından dökülürcesine birkaç iltifatlı kelime ile Nasuh’un yanına oturdu.
Birkaç dakika geçtiği hâlde henüz bir lakırtının ucunu tutamadılar. Catherine iç sıkıntısından esnemeye başlamıştı. Hatta Nasuh “Sizde bir sıkıntı görünüyor. Benim huzurumdan sıkılıyor iseniz çekileyim gideyim.” hükmünü tasvir eder mahsus bir tavırla yerinden kımıldandığı zaman bile Catherine hiçbir ilişik etmemişti. Nasuh nihayet ayağa kalkıp da ilk adımını dahi attıktan sonra:
Catherine: “Nereye savuşuyorsunuz monsieur?”
Nasuh: “Sizi şu gördüğüm iç sıkıntısından kurtarmak için ilaç aramaya!”
Catherine: (alaycı bir tebessümle) “Bu belli bir hastalık mıdır ki onun ilacı da belli olsun? Tıp…”
Nasuh: “Bu hastalıklar tıbbın bahsedeceği şeyler değildir mademoiselle. Bunlar güzel terbiye dershanesinde bahsedilir hastalıklardandır. İlacı elbette ki bellidir.”
Catherine: “Nedir?”
Nasuh: “İç sıkıntısını veren ne ise veyahut kim ise onun defi!”
Catherine: (mecburen) “Estağfurullah! Sizin gibi terbiyeli bir adam insana iç sıkıntısı verir mi ki?”
Nasuh: “Böyle bir teveccühünüze mazhar olmuş isem kendimi mesut addederim.”
Vakıa Nasuh bu söz üzerine, fakat bir iki metre kadar uzak olmak üzere Catherine’in yanına oturdu ise de üç dakikada bir kelimecik konuşulmak üzere Messina’nın geçilip geçilmediğine ve havanın yine bozulup bozulmayacağına dair yavan sözlerden başka bir zamana kadar söz söylenmedi. Eğer uzaktan bir yerden gizlice bakmış olsa idiniz, bunları gayet mahcup ve âdeta miskin bir yeni gelin ve güveyi zannederdiniz. Çünkü ağızlarından dökülen sözler öyle bir surette dökülürdü ki zihinlerinde bir başka şey olduğu hâlde ağızlarından başka sözler çıktığını her kime olsa anlatabilirdi. Bir de bu aralık pek muvafık bir konuşma vesilesi uç göstermesin mi? Nasuh bu ucu uzatmak fırsatını asla elden kaçırmadı. Şöyle ki:
Catherine: “Madame Cartrisse’i İstanbul’da iken tanıdınız mı Monsieur Nasuh?”
Nasuh: “Neden sordunuz efendim?”
Catherine: “Birbirinize olan samimiyetinizi ziyadece gördüm de ondan.”
Nasuh: (bahsi uzatmak için) “Samimiyetimize dair kuvvetli bir emare mi gördünüz?”
Catherine: “Birbirinize tarafgirlik etmenize bakılır ise.”
Nasuh: “Ne zaman? Hangi bahiste?”
Catherine: “Canım dünkü gün edilen bahiste…”
Nasuh: “Hata etmez isem biz dün yalnız zatıaliniz ile görüştük Cartrisse ise hemen üç lakırtı söylemedi.”
Catherine: “Demek oluyor ki Cartrisse ile olan samimi münasebetinizi inkâr etmek istiyorsunuz.”
Nasuh: “Ben kendim, hiçbir vakitte kendimi küfranınimette görmek istemem efendim. Eğer Cartrisse gibi melek huylu bir kadın ile samimi münasebet peyda edebilmiş olduğumu görsem, bunu bir büyük nimet bilerek teşekkürle itiraf ederdim. Fakat henüz böyle bir münasebeti akdeylediğimizi bilmiyorum. Vakıa biraz iltifatına mazhar oldum ama onu bana samimi bir lütuf olmak üzere etti. Çünkü ben kendimi Cartrisse gibi bir kadının iltifatına şayan görecek kadar mütekebbir değilim.”
Catherine: “Acayip! Bir söz söylüyorsunuz ki cihet cihet meraklara sebep oluyor. Cartrisse melek huylu bir kadın mıdır ki?”
Nasuh: “Bu davamı nazarımda iptal edecek henüz hiçbir şey görmedim. İlk sohbetinde ise hüsn-i nazar ve hüsn-i zan, akıllı ve terbiyeli olan bir adamın kârıdır.”
Catherine: (biraz bozularak) “İlk defa olarak sohbet edilen insan hakkında, hüsn-i nazar ve hüsn-i kabulde bulunmak akıl kârı olduğu bir yerde mukayyet midir?”
Nasuh: “Evet!”
Catherine: “Nerede?”
Nasuh: “Kin ve nefretten uzak saf yüreklerde.”
Catherine: (bu sözden daha ziyade üzülerek güya mukabele için) “Öyle ama pek de güvenilir olmayan bir kimseye, böyle hüsn-i kabul gösterip de sonra aldanmak?”
Nasuh: “Bunda yanılan için bir ayıp yoktur. Belki aldatan melunlar sınıfında kalır. Birisi kalpazandır. Sahte olan parasıyla beni aldatmış. Kanun hangimizi cezalandırır?”
Catherine: “Bu siyasi bir maddedir.”
Nasuh: “Kanunların cümlesi bir nokta-i nazardan bakıp ahvali değerlendirirler. Siyasi kanunlar ise sırf medeniyet ve insaniyet kanunları doğurmuştur.”
Nasuh bu sözleri söylerken Dizier ailesi halkı takımıyla yukarıya çıktıkları gibi Angeline tarafından görmekte bulunduğu sert ve soğuk muamelelerle beraber hâlâ ümidini kesmemiş bulunan Remzi Efendi dahi hiç olmaz ise uzaktan perestiş emeliyle arkalarına düşüp gelmişti. Ortalığın tenhalığı o suretle kalabalıklaştıktan sonra Catherine oturduğu yerden ayağa kalkıp güya gezinmek vaziyetini aldıysa da bu hâlde kolunu takdim etmek vazifesini kendisine teveccüh eden ve binaenaleyh kolunu arz eden Nasuh’a bir veda selamı vererek aşağıya indi ki bu muamele Catherine için Nasuh’a bir hakaret addolunarak reva görüldüğü anlaşılmakla beraber Nasuh katiyen üzülmedi. “Ben vazifeyi ifada kusur etmemiş olayım da o kibirli kadın benim bu nazikane muameleme, güzel mukabele etmemek ayıbı altında kalsın. Daha kârlı çıkarım.” dedi.
Yukarıda Remzi Efendi’nin Angeline’e göstermekte olduğu edepsiz olan âşıkane hâlleri görmek mi istersiniz? Yoksa zihninizi Nasuh ve Catherine ile beraber göndermek mi? Bize kalır ise ikinci suretin daha müreccah olacağına şüphe yoktur. Hatta şüphemiz olmadığı için biz kalbimizi bunların ardından sevk edeceğiz. Evvela Catherine’i ele alalım:
Kadın, kıç üzeri merdivenden aşağıya ininceye kadar hareket ve tavrında bir güne değişiklik göstermemek için kendini zorlayıp fakat tam birinci kamaranın salonuna gireceği zaman, artık içinde kaynayıp kabaran hiddetin tesirat-ı dahliyesine o kadar mağlup oldu ve o derece gazap ve hiddetle içeriye girdi ki kendisini karşılayan “Sabah kahvenizi içmeden çıktınız madam, burada salonda mı içeceksiniz? Yoksa yine kabinenize mi götürelim?” diyen kamarotu tanıyamayarak ve biçareyi Nasuh zannederek “Efendi efendi! Ettiğiniz hakaretler lazım derecesini ziyadesiyle aştı! Ya beni kendi hâlime terk ediniz veyahut ben kendimi sizin tasallutlarınızdan kurtarmak için ne iktidara malik isem ona müracaat etmeme müsaade buyurunuz!” diye kamarot ile âdeta kavgaya başladı.
Vakıa kamarotun “Aman efendim! Ben size ne hakaret ettim?!” diye itiraza başlaması üzerine, Catherine aklını başına topladığı zaman gayriihtiyari oynadığı bu komedyaya kendisinin dahi yine gayriihtiyari kahkahalar ile gülmesi lazım gelir idiyse de bu kere dahi bir Türk’ün muamelesinin heybeti, kendisini oraya kadar takip edecek derecede kuvvetli bulunmasına ve buna mukabil kendisinin pek aciz ve zayıf kalmış olmasına hiddet ederek kamarota, “Sözüm sana değil! Ben bu sabah kahve de istemem!..” cevabını vererek kendisini kabinesine attı.
Bereket versin ki Catherine’in bu gazap hâlinde, Cartrisse yanında bulunmadı. Bulunmuş olsaydı saç saça, baş başa bir güzel kavga edeceklerine hiç şüphe edilemezdi. Zira Catherine hiddetinden âdeta çıldırmışa dönüp kavga edecek hiçbir kimse bulamadığı hâlde, kendi nefsiyle kavgaya başlayıp “Ben de Cartrisse gibi bir budalanın sözlerine baktım da yabanın terbiyesiz, edepsiz Türkleriyle tanışıp görüşme peyda eyledim. Müstahakım! Müstahakım zahir! Böyle sözünü, sohbetini bilmez ve söylediği sözün bir ucu nereye dokunma ihtimali olduğunu düşünmez kaba heriflerin hakaretamiz hitap ve suçlamalarına müstahakım! Zira Cartrisse’in hikmetlerine kulak vermek gibi eşeklik derecesindeki bir ahmaklığın cezası olsa olsa bu olabilir. Akıllı ve terbiyeli ve nazik olanlar bir adamla ilk defa olmak üzere sohbet ettikleri zaman hüsn-i zan ve hüsn-i kabulde bulunurlarmış! Demek oluyor ki ben kendisiyle ilk sohbette hüsn-i nazarda bulunmadığım için akılsız, terbiyesiz ve nezaketsiz imişim!.. Ama sonra aldanır ise herkes aldatanı ayıplarmış! Çok yaşa koca Türk! Sen bu hikmetlerinle bin yaşa! Eğer ben bu gibi ağızlara kulak vermiş olsaydım, şimdiye kadar çoktan rezil olmuş gitmiştim! Bu düstur, saflık ve sadakatle dolu olan mahkuk26 imiş! Aman etme Allah’ı seversen Türk Efendi! Bu kadar yüksekten uçma! Sonra yuvarlandığın zaman boynunu kırarsın!” yollu muhakemeler ile sözün nakaratı olarak dahi hep “Böyle Cartrisse gibi zevzeğin sözüne kulak verdiğim için, Türklerin dahi edepsiz hakaretlerine müstahakım!” diye kendini suçlamada karar kılardı.
Catherine’in, Cartrisse aleyhine bu kadar şiddet göstermesi, Nasuh hakkındaki olumsuz fikrini, Cartrisse’in Nasuh’a hikâye etmiş bulunması ve buna dayanmak üzere dahi Nasuh’un zımnen kendisini akılsız ve terbiyesiz eylemiş olması hesabından doğardı. Ancak siz de bilirsiniz ki Cartrisse böyle bir münafıklıkta bulunmamıştır. Hatta Nasuh dahi bu sözleri, kötü düşünce ile söylemeyip yalnız dünyada her gördüğü şeye ve zata nefret göstermekte olan bir kadının fikrini gıcıklamak için söylemiş olduğuna güvenimiz tamdır. Lakin bu hakikati o gazap hâlinde iken Catherine’e anlatma ihtimali olabilir mi? Kadın düşündükçe kızar ve kızdıkça düşünür ve bazı kere olurdu ki hemen yukarıya çıkıp Türk’e bunca halk içinde bir şamar atmaya karar vermek derecelerini bulurdu.