Sadece LitRes`te okuyun

Kitap dosya olarak indirilemez ancak uygulamamız üzerinden veya online olarak web sitemizden okunabilir.

Kitabı oku: «Üç Silahşörler», sayfa 3

Yazı tipi:

Dartanyan, her ne kadar saray kaidelerine yabancı olsa da bu teklifteki ufak soğukluğu fark etti.

“Maalesef beyefendi.” dedi. “Babamın size sunmam için bana verdiği tavsiye mektubunu kaybettim. Bunun için çok üzgünüm.”

“Buna gerçekten şaşırdım.” diye cevap verdi Treville. “Böylesi bir yolculuğa gereken belgeler olmadan çıkmana şaşırdım yani. Bizim gibi fakir Bearnlülerin elinde başka ne vardır ki?”

“Elimde bir mektup vardı efendim. Tanrı’ya şükür tam da istediğim gibiydi hem de!” diye haykırdı Dartanyan. “Fakat kalleşçe çaldılar onu benden.”

Daha sonra Meung’da başından geçenleri anlattı, orada tanıdığı beyefendiyi en ufak ayrıntısına kadar, Treville’i memnun eden bir sıcaklık ve dürüstlükle tarif etti.

“Bu çok tuhaf.” dedi Mösyö de Treville bir dakika kadar düşündükten sonra. “Demek adımı yüksek sesle söyledin.”

“Evet, efendim. Bu akılsızlığı yaptım. Ama neden yapmayayım ki? Sizinki gibi bir isim bana yolculuğumda kalkan olur. Bu korumayı istiyor olmamı anlayabilirsiniz.”

Bu sözler Treville’in hoşuna gitmişti. Pohpohlanmayı o da Kral, hatta Kardinal kadar severdi. Memnuniyetini ortaya koyan tebessümü saklayamadı bile. Ne var ki bu tebessüm kısa süre sonra yok oldu. Ve konu Meung’da yaşananlara geldi.

“Söyleyin bana.” diye devam etti. “Bu adamın yanağında hafif bir yara izi var mıydı?”

“Evet.”

“Yakışıklı mıydı?”

“Evet.”

“İri yarıydı?”

“Evet.”

“Açık tenli ve kumraldı?”

“Evet, evet. Bu o! Peki bu adamı nereden tanıyorsunuz efendim? Eğer onu bir kez daha bulacak olursam ki bulacağım. Yemin ederim onu bulacağım, cehennemde olsa bile.”

“Bir kadını mı bekliyordu?” diye devam etti Treville.

“Beklediği kişiyle bir dakika kadar konuştuktan sonra derhâl oradan ayrıldı.”

“Konuşmanın konusunu biliyor musun?”

“Ona bir kutu verdi ve Londra’ya ulaşmadan açmamasını söyledi.”

“Kadın İngiliz miydi?”

“Ona ‘Milady’ diyordu.”

“O zaman bu o. Bu o olmalı!” diye homurdandı Treville. “Ben onun hâlâ Brüksel’de olduğunu zannediyordum.”

“Efendim, eğer bu adamın kim olduğunu biliyorsanız. Lütfen bana söyleyin. Nerede olduğunu da söyleyin. Sizden olan bütün ricalarımdan vazgeçerim. Hatta silahşor olma istediğimden bile vazgeçerim. Her şeyden önce intikam almak istiyorum çünkü.”

“Dikkatli ol genç adam!” diye haykırdı Treville. “Eğer yolda onun karşıdan geldiğini görürsen yolunu değiştir. Kendini böyle bir kayanın üzerine atma. Seni cam misali kırar.”

“Bu bana engel olamaz.” diye cevap verdi Dartanyan. “Eğer onu bulursam…”

“Bu arada…” dedi Treville. “Onu arama derim. Eğer sana nasihatte bulunma hakkım varsa.”

Kumandan ani bir şüpheye kapılmışçasına durakladı. Bu delikanlının adama karşı ilan ettiği – çok da muhtemel olmayan – nefret, babasının verdiği mektubu çalmış olması. Acaba bu nefretin altında yatan bir kalleşlik mi vardı. Yoksa bu genç adam Kardinal hazretlerinin mi adamıydı? Kendisine tuzak kurma amacı mı vardı acaba? Bu sözde Dartanyan, Kardinal’in evine soktuğu bir casus muydu? Acaba güvenini kazanıp kendisini mahvetmek miydi amacı? Dartanyan’ı daha bir dikkatli incelemeye koyuldu. Zeki yüzü ve sahte alçak gönüllülüğü ona pek de güven vermedi. “Gasconlu olduğunu biliyorum.” diye düşündü. “Yine de Kardinal’in adamı olması mümkün. Onu bir sınayayım hele.”

“Dostum!” dedi yavaşça. “Mektubu kaybettiğine inanıyorum ve eski bir arkadaşımın oğlu olarak seni kabul etmemdeki soğukluğu telafi etmek istiyorum. Bu yüzden sana siyasi sırlarımızdan bahsedeceğim. Kral ve Kardinal birbirlerinin en iyi dostudurlar. Görünen anlaşmazlıkları sadece aptalları kandırmak içindir. Senin gibi bir hem-şehrimin, yakışıklı bir süvarinin, cesur bir delikanlının, istikbali parlak bir adamın, birçoklarının düştüğü yanılgıya düşüp aldanmasını istemem. Emin ol ki ben bu güçlü efendilere sadık biriyim. Bütün samimi çabalarım Kral’a ve Kardinal’e hizmet etmek için. O Kardinal ki Fransa’nın gelmiş geçmiş en büyük dehalarından biridir.”

“Şimdi genç adam, kendini buna göre ayarla. Eğer ailende, akrabalarında ya da sen de Kardinal’e karşı bir düşmanlık varsa bana veda et ve yolumuza gidelim. Sana birçok konuda yardımcı olurum ama seninle bağ kurmadan. En azından samimiyetimin seni benim dostum yapacağına inanıyorum. Çünkü bugüne kadar hiçbir genç adamla seninle konuştuğum gibi konuşmadım.”

Treville kendi kendine şöyle düşündü, “Eğer ki Kardinal bu genç tilkiyi üzerime saldıysa bana yaklaşmanın tek yolunun kendisine saldırmaktan geçtiğini mutlaka söylemiştir. Kendisinden ne kadar iğrendiğimi biliyor çünkü. Bu sebepten eğer şüphelendiğim gibiyse kurnaz dedikoducum Kardinal hazretleriyle ilgili kötü şeyler söyleyecektir.”

Durum tam aksiydi, Dartanyan büyük bir sadelikle cevap verdi. “Ben de Paris’e bu niyetlerle geldim. Babam bana Kral’ın, Kardinal’in ve sizin dışında hiç kimsenin önünde eğilmememi söyledi. Bu üç kişi ona göre Fransa’nın en önemli insanlarıdır.”

Dartanyan diğer ikisine Treville’i da eklemekte sakınca bulmadı.

“Kardinal’e derin bir saygım var.” diye devam etti. “En çok da yaptığı işlere saygı duyuyorum. Bu sebepten eğer iddia ettiğiniz gibi sözlerinizde samimiyseniz bana da aynı samimiyetle konuşma şerefini vermişsiniz demektir. Lakin eğer haklı olarak azıcık da olsa şüpheye kapıldıysanız doğruları söyleyerek kendime zarar verdiğimi düşünüyorum. Yine de bana saygınızın azalmadığına inanıyorum. Her şeyden önce benim için önemli olan bu.”

Mösyö de Treville, fazlasıyla şaşırmıştı. Böylesi bir zekâ ve samimiyete hayran olmamak mümkün değildi. Yine de şüpheleri tamamen sona ermemişti. Bu adamın diğerlerinden daha üstün olması kendisini kandırması tehlikesini devam ettiriyordu. Yine de Dartanyan’ın elini sıktı ve şöyle dedi: “Sen dürüst bir delikanlısın. Fakat şu an senin için yapabileceklerim az önce teklif ettiğim şeyle sınırlı. Otelim her zaman sana açık. Bundan sonra istediğin her vakit görüşme talebinde bulunabilir, her türlü imkândan yararlanabilirsin. Muhtemelen istediğine ulaşacaksın.”

“O zaman…” dedi Dartanyan. “Size kendimi kanıtlayacağım zamana kadar bekleyeceksiniz. Şuna emin olun ki…” diye ekledi Gasconluların bilinen samimiyetiyle, “Çok fazla beklemeyeceksiniz.” Daha sonra eğilerek oradan ayrıldı. Geleceğinin kendisine bağlı olduğunu biliyor gibiydi.

“Dur bir dakika.” dedi Treville. “Sana Kraliyet Akademisi müdürüne verilmek üzere bir mektup yazacağıma söz vermiştim. Bu mektubu kabul edemeyecek kadar mağrur musunuz genç delikanlı?”

“Hayır efendim. Üstelik mektubu o kadar iyi koruyacağım ki adresine muhakkak ulaşacak. Onu benden almaya teşebbüs edecek olana yazıklar olsun.”

Mösyö de Treville, bu abartılı tepki karşısında gülümsedi. Sonra da bir masaya oturdu ve delikanlıya vaat ettiği mektubu yazdı. Bu arada yapacak başka bir şeyi olmayan Dartanyan pencereden silahşorleri izlemeye koyuldu.

Mektubu yazıp mühürledikten sonra kalkan Treville, delikanlıya yaklaştı. Bu sırada mektubu almak üzere elini uzatan Dartanyan, öfkeden kızarmış bir hâlde aniden çalışma odasına fırladığını hayretler içinde izledi.

“Lanet herif. Bu kez kaçamayacaksın benden.”

“Kim?” diye sordu Treville.

“O. Hırsız.” diye cevap verdi Dartanyan. “Adi herif!” dedi ve oradan kayboldu.

“Deli adam!” diye homurdandı Treville. “Belki de hedefine ulaşamadığı için kurnazca kaçıyor!”

4
Athos’un Omzu, Porthos’un Kayışı, Aramis’in Mendili

Öfkeli Dartanyan giriş salonunu geçti ve dörder dörder inmeyi planladığı merdivenlere doğru fırladı. Ne var ki dikkatsiz hareket ettiğinden silahşorlerden biriyle çarpıştı. Adamın omzuna aldığı darbe bağırmasına daha doğrusu kükremesine sebep oldu.

“Afedersiniz.” dedi yoluna devam etmeye çalışan Dartanyan. “Kusuruma bakmayın ama acelem var.”

Daha henüz merdivenden aşağı bir adım atmamıştı ki çelik bir bilek onu yakalayarak durdurdu.

“Acelen var öyle mi?” dedi solgun yüzlü bir silahşor. “Bu bahaneyle de bana çarpıyorsun yani. ‘Afedersiniz’ diyorsun ve bunun yeterli olduğuna inanıyorsun. Öyle bir dünya yok genç adam. Mösyö de Treville’in bizimle rahat bir üslupla konuştuğunu işittin diye herkesin bize onun gibi davrandığını mı zannettin? Kendine gel dostum, sen Mösyö de Treville değilsin.”

Dartanyan, kendisiyle konuşan kişinin pansuman yapılmış Athos olduğunu fark etmişti.

“Emin olun ki bunu isteyerek yapmadım. Size ‘Afedersiniz’ dedim. Anladığım kadarıyla bu yeterli değil. Tekrar ediyorum ve bu kez şerefim üzerine söz veriyorum. Sanırım bazen çok aceleci davranıyorum. Beni bırakmanızı rica ediyorum. Bırakın da beni bekleyen işimle meşgul olayım.”

Onu bırakan Athos, “Beyefendi, siz kibar değilsiniz. Uzaklardan geldiğinizi anlamak kolay.” dedi.

Athos son sözünü söylediğinde üç ya da dört basamak inen delikanlı kısa bir süre için durdu.

“Beyefendi!” dedi. “Ne kadar uzaktan gelmiş olsam da bana terbiye dersi vermek sizin işiniz değil. Sizi uyarıyorum.”

“Belki de.” dedi Athos.

“Acelem olmasaydı ve yakalamam gereken biri olmasaydı.” dedi Dartanyan.

“Bay aceleci, beni koşmadan da bulabilirsiniz. Anladınız mı?”

“Peki nerede bulabilirim acaba?

“Carmes-Deschaux yakınlarında.”

“Saat kaçta?”

“Öğlen civarı.”

“Öğlen civarı. Bu olur. Orada olacağım.”

“Beni bekletmeyin. Saat on ikiyi çeyrek geçe siz kaçarken kulaklarınızı kesiyor olacağım.”

“İyi! Saat on ikiye on kala orada olacağım.” diyen Dartanyan, içine şeytan kaçmışçasına koşmaya başladı. Hâlâ Yabancı’yı yakalama ümidindeydi. Yavaş adımları onu çok uzağa götürmüş olamazdı.

Ne var ki Porthos, sokak kapısında bir muhafızla konuşmaktaydı. Aralarında bir adamın geçebileceği kadar mesafe ancak vardı. Dartanyan bunun kendisi için yeterli olacağını düşündü ve ok gibi fırladı. Fakat rüzgârı hesaplamamıştı. Tam da geçmek üzereyken rüzgâr Porthos’un uzun pelerinini havalandırınca delikanlı pelerinin içinde kaldı. Kıyafetine ait bu parçadan vazgeçmek istemeyen Port-hos pelerinini çekmeye başladı. Böylece Dartanyan pelerinin içinde dönmeye başladı.

Silahşorün küfrettiğini işiten Dartanyan kendisini kör eden pelerinden kaçmak istedi. Pelerinin kıvrımları arasından kurtulmaya çalışıyordu. Hepimizin pek iyi tanıdığı kılıç kayışından uzak durmak istiyordu. Ne var ki ürkek bir şekilde gözlerini açtığında Porthos’un kayışını burnunun dibinde buldu.

Görüntüsü dışında hiçbir faydası olmayan birçok şey gibi kılıç kayışının sadece önü altın kaplamaydı. Geri kalanı ise basit deriydi. Mağrur Porthos tamamen altın olan bir kayışa güç yetirememiş, yarı altın bir kayış alabilmişti. Nezle olmasının sebebi de pelerinin gerekliliği de şimdi anlaşılabilir.

Kendisini kıvranan Dartanyan’dan kurtarmak için büyük mücadele veren Porthos, “Kahretsin! İnsanlara bu şekilde çarptığınıza göre çıldırmış olmalısınız.”

“Kusura bakmayın.” dedi Dartanyan. “Ama acelem var. Birini kovalıyordum ve…”

“Koştuğunuz zamanlarda gözlerinizi mi unutursunuz?”

“Hayır.” dedi kendisiyle alay edildiğini düşünen Dartanyan. “Gözlerim sayesinde başka insanların göremediklerini görebiliyorum.”

Onu anlasa da anlamasa da öfkesine yenik düşen Porthos, “Eğer silahşorlere bu şekilde bulaşırsanız sonunuz sopa yemek olur.”

“Sopa yemek mi mösyö?” dedi Dartanyan. “Bu çok kuvvetli bir ifade!”

“Düşmanlarının yüzüne bakan adama layık olan budur.”

“Aman aman! Sizin de düşmanlarınıza arkanızı dönmediğinizi biliyorum.”

Yaptığı espriden hoşlanan genç adam yüksek sesle gülmeye başladı.

Öfkeden köpüren Porthos ise Dartanyan’a bir hareket yaptı.

“Belki sonra!” diye bağırdı delikanlı. “Üzerinizde pelerin yokken.”

“Saat birde, Lüksemburg Sarayı’nın arkasında.”

“Pekâlâ saat birde o zaman.” diye cevap verdi Dartanyan caddenin köşesinden geçerken.

Ne var ki Dartanyan ne geçtiği caddede ne de ilerisinde hiç kimseyi göremedi. Yabancı çok yavaş yürüyor olsa bile çoktan kaybolmuştu. Belki de bir evden içeri girmişti. Dartanyan karşısına çıkan herkese sordu. İskeleye indi. Seine Caddesi ve Croix-Rouge boyunca ilerledi. Ama hiçbir şey bulamadı. Yine de bu kovalamacanın bir faydası olmuştu. Alnından dökülen terler yüreğini soğutuyordu.

Başına gelen çok sayıda uğursuz hadiseyi düşünmeye başladı. Saat daha on bir bile olmadığı hâlde çoktan Mösyö de Treville’in gözünden düşmüştü. Dartanyan adamın yanından az biraz saygısızca ayrıldığını düşünmekten kendini alamadı.

Dahası her biri üç tane Dartanyan’ı öldürme kapasitesinde olan iki iyi adamla düelloya tutuşacaktı. Büyük saygı duyduğu iki silahşorle yani…

Durum vahimdi. Athos’un kendisini öldüreceğinden emin olduğundan Porthos konusunda çok da huzursuz değildi. Ne var ki ümit bir insanın kalbinde yok olan son şey olduğundan büyük yaralar alarak olsa dahi hayatta kalabileceğine dair inancı hâlâ vardı. Olur da yaşamaya devam ederse diye kendini şu şekilde eleştirmeye başladı:

“Nasıl da deli, nasıl da ahmak bir adamım ben! Cesur ve talihsiz Athos’un yaralı omzuna çarptım. Beni şaşırtan şey ise tek bir darbe ile beni öldürmemiş olması. Bunu yapmak için çok makul bir sebebi vardı hâlbuki. Kim bilir ona nasıl bir acı yaşatırım. Porthos’a gelince. Ah Porthos… Gerçekten de bu tuhaf bir durum…”

Genç adam kendini kontrol edemeyerek sesli kahkahalar atmaya başladı. Daha sonra dikkatlice etrafını inceledi. Gülüşünün kimseyi rahatsız etmediğinden emin olmak istiyordu.

“Porthos’a gelince, bu gerçekten gülünç bir durum olsa da ben de az aptal değilim. İnsanlara uyarmadan çarpmak da ne. Hem pelerininin altında ne olduğuna bakmak benim ne haddime! Eğer o lanet kayışla ilgili o belirsiz sözleri söylemeseydim beni muhtemelen affederdi. Ben nasıl da lanetlenmiş bir Gasconluyum öyle! Bir beladan kurtulup başkasına kapılıyorum. Dostum Dartanyan…” diye devam etti. Kendisine hak ettiğini düşündüğü bir tatlılıkla hitap ediyordu. “Yüksek ihtimal olmasa da kaçmayı başarırsan geleceğin için kibar olmanı tavsiye ederim sana. Bundan sonra sana bu özelliğinle hayran olmalılar. Nezaketinle örnek olmalısın. Nazik ve kibar olmak bir adamı korkak yapmaz. Aramis’e baksana. Kendisi yumuşak ve ince. Şimdiye kadar herhangi bir kimse ona korkak demeyi aklına getirmiş midir acaba? Hayır, kesinlikle hayır… Bu andan itibaren kendime onu örnek alacağım. A! Ne tuhaf… Kendisi de burada.

Kendi kendine konuşurken yürüyen Dartanyan, de Arguillon Oteli’nin yakınına gelmişti. Otelin önünde ise Aramis’in üç adamla neşe içinde konuştuğunu gördü. Ne var ki Mösyö de Treville’in kendisinin yanında öfkelendiğini unutmamıştı. Silahşorlerin işittiği azar hoşa giden bir şey olmadığından Aramis görmezden geldi. Ne var ki uzlaşmacı ve nazik bir insan olma kararı alan Dartanyan genç adamlara yaklaştı ve yüzünde kibar bir gülümseme ile eğilerek selam verdi. Hepsi de konuşmayı kestiler.

Dartanyan haddini aştığını anlayacak kadar akıllı olsa da kendini içine düşürdüğü tuhaf durumlardan uygun bir şekilde çıkarabilecek kadar ince biri değildi. Doğru düzgün tanımadığı insanların arasına karışıp kendisini ilgilendirmeyen bir konuşmadan nazikçe nasıl kurtulabileceğini bilemiyordu. Geri çekilmenin en az tuhaf yolunu düşündüğü sırada Aramis’in yere düşmüş mendilinin üzerine bastığını söyledi. Bu durumu uygunsuz davranışını telafi etmek üzere bir fırsat olarak gördüğünden eğildi. Takınabildiği en nazik tavıra bürünüp silahşorün ayağının altında tutmaya çalıştığı mendili çekti ve

“Öyle sanıyorum ki bu mendili kaybetmek sizi üzerdi beyefendi.” dedi.

Mendil özenle işlenmişti ve köşelerinde armalar vardı. Fazlasıyla kızaran Aramis, mendili delikanlının elinden almak yerine âdeta kapıverdi.

Bu arada muhafızlardan biri, “Aman aman… Sizin gibi ketum biri Madame de Bois-Tracy ile arasını iyi tuttuğunu inkâr mı edecek yani? Hem de bu asil hanım mendillerinden birini size verdiği hâlde.”

Aramis, Dartanyan’a ölümcül bir düşman kazandığını ilan eden bir bakış fırlattı. Sonra da yumuşak tavrına tekrar bürünerek. “Yanılıyorsunuz beyler.” dedi. “Bu mendil bana ait değil. Bu beyefendinin mendili sizden birine değil de bana vermesine anlam veremiyorum doğrusu. Bu söylediklerime delil olarak cebimdeki mendilimi göstereceğim.”

Aramis dediğini yaptı ve mendilini çıkardı. O zamanlar pek popüler olan patiskadan yapılma mendil diğeri gibi çok şıktı. Fakat bu mendilde işlemeler ya da armalar yoktu. Üzerinde sadece sahibinin kim olduğuna işaret eden bir işleme vardı.

Dartanyan bu kez aceleci davranmadı ve hatasını anladı. Ne var ki Aramis’in arkadaşları pek ikna olmamışlardı. İçlerinden biri sahte bir ciddiyetle şöyle dedi, “Eğer dediğiniz gibiyse Sevgili Aramis, onu kendim alacağım. Çünkü pekâlâ biliyorsunuz ki Bois-Tracy yakın bir dostumdur. Karısına ait bir eşyaya ödül muamelesi yapılmasına müsaade edemem.”

“Bu talebini hoş bir şekilde dile getirmedin.” diye cevap verdi Aramis. “Sözlerinde haklı olduğunu kabul etsem de az önce söylediğim sebepten dolayı dediğini yapmayacağım.”

Dartanyan ürkerek şunları söyleme riskine girdi: “Mendilin Mösyö Aramis’in cebinden düştüğünü görmedi. Ayağını üzerine basmıştı. Bu sebepten mendilin ona ait olduğunu zannettim.”

“Ve yanılıyorsunuz Sayın Beyefendi.” diye soğukça cevap veren Aramis, bu kurtarma teşebbüsüne kayıtsız kalmıştı.

Daha sonra Bois-Tracy’nin arkadaşı olduğunu iddia eden muhafıza döndü ve şöyle dedi:

“Ayrıca ben de Bois-Tracy’nin en az sizin olduğunuz kadar arkadaşıyım. Bu mendilin benim cebimden düştüğünü varsayabilirsiniz.”

“Hayır, şerefim üzerine hayır!” diye haykırdı saray muhafızı.

“Sen şerefin üzerine yemin etmek üzeresin. Ben de sözümü söyledim. Bu durumda ikimizden birinin yalan söylediği aşikar. En iyisi ikimiz de bir parçasını alalım.”

“Mendilin mi?”

“Evet.”

“Son derece adil.” dedi diğer iki muhafız. “Kral Süleyman’ın adaleti. Aramis, gerçekten de bilgelikle dolusun!”

Genç adamlar kahkahalar patlattılar. Tahmin edilebileceği gibi olayın devamı gelmedi. Bir müddet sonra sohbet sona erince üç muhafız ve silahşorler içtenlikle el sıkışıp yollarına gittiler.

“Şimdi sıra bu cesur adamla aramı düzeltmeye geldi.” dedi Dartanyan kendi kendine. Sohbetin son kısmı boyunca kenarda beklemişti. İşte bu iyi hislerle kendisine aldırmadan yanından ayrılan Aramis’in yanını gitti. “Beyefendi” dedi. “Umarım beni affedersiniz.”

“Ah beyefendi!” diye sözünü kesti Aramis. “Bu olayda nazik bir beyefendinin davranması gerektiği gibi davranmadığınızı söylememe müsaade edin.”

“Ne diyorsunuz beyefendi. Ne sanıyorsunuz?” diye haykırdı Dartanyan.

“Aptal olmadığınızı sanıyorum beyefendi. Bunu da pekâlâ biliyorsunuz. Her ne kadar Gaskonya’dan da gelmiş olsanız insanların mendillere sebepsiz yere basmayacağını bilirsiniz. Lanet olsun! Paris patiskalarla mı kaplı sanki?”

“Beni utandırmaya çalışarak yanlış yapıyorsunuz beyefendi.” dedi Dartanyan. Doğuştan gelen kavgacı ruhu, barışçıl olma kararını bastırıyordu. “Gaskonyalı olduğum doğrudur. Mademki bunu biliyorsunuz Gascon insanının çok sabırlı olmadığını size söylememe gerek de yok. Aptalca davrandıkları için dahi olsa özür dilediklerinde yapabileceklerinin en iyisini yapmış olduklarından emindirler.”

“Beyefendi size konuyla ilgili söylediklerimin amacı kavga başlatmak değil. Şükürler olsun ki ben bir haydut değilim ve sadece geçici bir süre için silahşorlük yapıyorum. Sadece mecbur olduğum zamanlarda kavga ederim ve bundan nefret ederim. Fakat bu kez durum ciddi. Sizin yüzünüzden bir hanımefendinin itibarı zedelendi.”

“Bizim yüzümüzden demek istiyorsunuz!” diye haykırdı Dartanyan.

“Neden bu şekilde mendili vermek istediniz acaba?”

“Neden tuhaf bir şekilde mendili düşürdünüz?”

“Dediğim gibi beyefendi, tekrar ediyorum, mendil benim cebimden düşmedi.”

“İşte şimdi iki kez yalan söylemiş oldunuz. Mendilin düştüğünü gördüm.”

“Demek bu ses tonuyla konuşacaksınız Gasconlu Efendi. Pekâlâ, size nasıl davranacağınızı öğreteceğim.”

“Ben de sizi ayine yollayacağım Papaz Efendi. İsterseniz kılıcınızı çekin şimdi.”

“Hayır, müsaade ederseniz değerli dostum. En azından burada olmaz. De Arguillon Oteli’nin karşısında olduğumuzu görmüyor musunuz? Burası Kardinal’in yaratıklarıyla doludur. Sizi, kellemi almak üzere onun yollamadığından nasıl emin olabilirim? Kelleme özel bir bağlılığım vardır. Omuzlarımın üzerine pek yakışıyor. Sizi öldürmek isterim, buna emin olun. Ama bunu sessiz ve rahat bir şekilde uzak bir yerde yapmak isterim. Ölümünüzle kimseye övünemeyeceğiniz bir yerde yani.”

“Peki ama çok da emin olmayın beyefendi. Size ait olan ya da olmayan mendili alın. Belki de ihtiyacınız olur.”

“Beyefendi Gaskonlu mu?” diye sordu Aramis.

“Evet, beyefendi ihtiyatlı davranıp randevu vermeyecek mi?”

“İhtiyat, beyefendi, silahşorlerin işine yaramayacak bir erdemdir. Bir din adamı için gerekli olduğunun farkındayım. Ben de geçici bir silahşor olduğumdan ihtiyatlı davranmanın önemine inanırım. Saat ikide Mösyö de Treville’in otelinde sizi bekleme şerefine erişmiş olacağım. Orada size yeri ve zamanı gösteririm.”

İki genç adam eğilerek selam verdiler. Aramis Lüksemburg’a çıkan caddeye yürüdü. Randevu saati yaklaştığı için Carmes-Deschaux Caddesi’ne doğru ilerledi. Kendi kendine, “Kesinlikle geri çekilemem. Ama en azından öldürülsem bile bir silahşor tarafından öldürülmüş olacağım.”

₺63,47

Türler ve etiketler

Yaş sınırı:
0+
Litres'teki yayın tarihi:
09 ağustos 2023
ISBN:
978-605-121-893-9
Yayıncı:
Telif hakkı:
Elips Kitap
Metin PDF
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 5, 1 oylamaya göre
Metin PDF
Ortalama puan 5, 1 oylamaya göre
Ses
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Ses
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin PDF
Ortalama puan 5, 1 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 3,8, 4 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin PDF
Ortalama puan 5, 1 oylamaya göre