Kitabı oku: «Altaylardan Tunaya»
TAKDİM
Şair Ali Akbaş’ın, şiirleri arasında Saha Yeri’nden (Yakut) Bosna’ya kadar geniş coğrafyaları yurt tutmuş Türk halkları, onların değerleri, meseleleri, acıları ve sevinçleriyle ilgili eserlere rastlanır. Onun eserlerini okurken, Saha Yerinin büyük kültür ve devlet adamı, trajik bir sonla hayata veda eden Platon Oyinkii için bir poemin yanında Bosnalı bir annenin dramını anlatan şiir çıkar karşımıza. Aral Denizi’nin kurumasıyla oluşan çevre felaketi için ağıt olan mısralar, Kerkük için yas tutarlar. Azerbaycan’da Göygöl adının vesile edilip anlatılan sıkıntılar, güzellikler Balkanlarda Ohri Gölüne uzanır.
Türk Dünyasının hemen her köşesine, Türk halklarının acılarına, sevinçlerine yazılmış şiirleriyle Ali Akbaş, edebiyatımızda Türk Dünyası şairi olarak anılmayı hak etmektedir.
Kendi yazdığı her biri birbirinden kıymetli şiirlerinin yanı sıra Ali Akbaş’ın Türk halklarının önde gelen şairlerinden yaptığı şiir çevirileri de onun Türk Dünyası Şairi olma özelliğini perçinlemektedir.
Altaylardan Tuna’ya Türk Dünyasından Şiir Aktarmaları kitabı, farklı coğrafyalardan şairlere ait şiirlerin çevirileriyle, Ali Akbaş’ın rehberliğinde bizleri geniş ufuklarda yolculuğa davet etmektedir.
Ali Akbaş, yalnızca Türk halkları için yazdığı şiirlerle değil oralardan yaptığı şiir çevirileriyle de Türk Dünyası Şairidir. Yazılan ve çevrilen şiirler, hayatın olağan akışı içerisinde, onun Türk Dünyasını bir hayat tarzı olarak yaşamasının neticesi olarak zaman içerisinde oluşmuş incilerdir.
Kitapta yer alan şiir çevirilerin bir bölümü onun Türk Dünyasının Ortak Edebiyat Dergisi Kardeş Kalemler’de değişik tarihlerde yayınlanmış eserlerden oluşmaktadır. Mağcan Kitabı ve Tukay Kitabı bölümlerinde ise Türk Dünyasının büyük şairlerinin anma yıl dönümleri dolayısı ile hazırlanmış şiir çevirileri yer almaktadır.
Edebî çeviriyle ilgilenenlerin bilecekleri gibi şiir çevirileri, mutlaka bir şair tarafından yapılmalıdır. Türk Dünyasından şiir aktarmalarında maalesef çoğu zaman bu temel ilkeye uyulmamaktadır.
Altaylardan Tuna’ya Türk Dünyasından Şiir Aktarmaları, bir şairin kaleminden Türk Dünyasından yapılan şiir aktarmalarından oluşan kitap olması özelliği ile de edebiyatımızda bir ilktir.
Yüce dağların, engin bozkırların çiçeklerinden derlenen bu güzel demetin, Türk Dünyası edebiyatına ilgi duyanlar tarafından zevkle okunmasını dileklerimle.
Yakup Ömeroğlu
1
ALTAYLARDAN TUNA'YA
AD İSTERİM 1
MAGTUMKULU FIRÂKÎ
Kerem etse kadir Allah
Dünyalıktan taht isterim
Talihim uykuya dalmış
Bir açılmış baht isterim
Yoksulluk bir yaman yoldur
Ben fakirim kolum kaldır
Helâl rızık verip güldür
Kimya adlı od isterim
Yalan dünyada yörmeye
Devlet ver devran sürmeye
Ömr ekleyip gün görmeye
Seksen yıl fırsat isterim
Firakî ışka uğraşdım
Derya girdim mövce düşdüm
Hor kalmasın puştba puştum
Devamlı devlet isterim.
ANACAN 2
MIRPOLAT MIRZA
Dün hasta anamın yanından döndüm
Yüreğimi ezer bir kaygı aman
Durup bakıyorum bahar göğüne
Karanlık bir kubbe olmuş asumân
Yönümü çevirdim ıssız bahçeye
Gönül kaygılardan kurtulmak diler
Kaldım yol üstünde yapayalnız
Beni karşılıyor kapkara güller
Ne hâl bu kapkara nereye baksam
Herkes kara giymiş, kederden yastan
Hayal hazinemde çınlıyor bu ses
Bu kara telefon ediyor ilan
Telefon nolursun dinle bir sefer
Bana köyümüzden getir bir haber
Yazık gerçekleşti işte müthiş an
Telefon bu gece getirdi haber
Ansızın yarıldı yıldızlı âsmân
Ettiğim feryatla karardı seher
Anladım bu alem bilmiyor serhat
Bağrımı kuşattı onulmaz bir yas
Yarılıp açıldı hüzünle heyhat
Sandıkta saklanan o kara libas
Nedir bu ettiğin ey zâlim felek
Anamı aldı da doymadı toprak
Çırpına çırpına olmuşum helâk
Kavuşmak isterim nerde yol-yolak
Ah şimdi gönlümde şiirimde her dem
Bir kere dilimden düşmüyor annem
Dermansız, takatsiz kaldım günlerce
Gönlümü dağladı annemin yası
Sonbahar hüznüyle inliyor gece
Derdime tercüman rüzgârın sesi
Garip çıralardı gökte yıldızlar
Onların bağrından yasıyor derdim
Nerede o günler yüreğim sızlar
Ben annemin kucağına sinerdim
Gece gökyüzünde hûri, melekler
Vaatler ededi, bu ne saadet
Ebediyyet sahnesiydi felekler
Gelirdi semâya sonsuz terâvet
Sevincin fazlası dertti kederdi
Annem bu sevinci teskin ederdi
Bir bah, dört tarafın vekarlı dağlar
Şifalar dağıtan lacivert hava
Annemin hiç ayak basmadığı yer
Derbeder gönlüme olur mu deva
Dikkat et bu pınar avuç avuç nur
Ondan içenlere dert bela çatmaz
Fakat bence nasıl muteber olur
Madem ki suyundan validem tatmaz
Bak bu, ne azamet, yarlar dibinden
Yol bulup gidiyor kıvrılan çaylar
Gitmiyor gönlümden asla keder gam
Eğlemiyor beni bahçeler bağlar
Nideyim gönlüme bulunmaz merhem
Anamın nazarı değmemiş bir dem
(Mirpolat Mirza. Anacan. Taşkent “Yazuvçi”, 1999 kitabından alındı)
OSMAN NASIR’IN ANASI HALAMBİBİ’NİN SÖZLERİ 3
TÖRE MIRZA
Hani Osman’ım hani?
Cân ü cânânım hani?
Issız kaldı kara yer
Hasta âsmanım hani?
Kuzeyden gelen kuşlar
Onmaz gördüğüm düşler
Tabutumu taşısın
Evladım olsun kuşlar
Gitti hep oğullarım
Nasıl geçti yıllarım
Koptu gönül güllerim
Yitti erkim, yollarım
Uzak düştün yurdundan
Mezarın nerde kaldı
Gün doğar gamlı gönlüm
Koç yiğide derde kaldı
Kabrini bulabilsem
Kucaklar “Allah!” derim
Defnolan dertlerini
Alır yurda dönerdi
Gurbet elde yalnız yatan yiğidim
Nazlıydın erken gittin yiğidim
“Allah!” derim gece gündüz uykusuz
Kara yere giren göksel şairim
Şiirin üstünde kuzgun dönüyor
Tutsak şiirlerin zindan sanılır
Perişan saçlarımın her teline
Yer ve gök bağlanır Osman bağlanır
Gözler kendini inkar ediyor
Bağrından bir pınar kanıyor
Gökyüzü takına göğü asardım
Nolaydı saçlarım kement olaydı
İMÂN 4
ŞÜKRULLAH
Şeytan ölür dense inanma asla
İnsanlar ölür de ölmez kör şeytan
Nerede o günler, bu mümkün olsa
Ona mekan olmuş bu güzel cihan
Âlemi dolaşır gezer serseri
Kim zafer kazansa düşmanıdır o
Ormana sıçrayan ateş misali
Sevginin, kıvancın tırpanıdır o
Hayır şeytan ölmez ölmeden insan
Kalbimizde riya, haset ve garaz
Nerde iman susar, nerede bühtan
Hazır ve nâzırdır ebedî maraz
Bîgünah bebeği katleder cellat
Gelinler horlanır, asılır insan
Yangınlardan olur şehirler berbat
Ama asla ölmez, ölemez şeytan
Ondan kaçmak olmuş şanım şöhretim
Nefsime, hırsıma gem vurup bir dem
Okşarım bir garip, yetim başını
Kurtulurum o an hep kinlerimden
Gâh ünvanı altın mücevher olur
Cilvesiyle girer kalbime şeytan
O hiç ölmeyecek ey ulu Tanrım
Kalbime imandan eyle bir kalkan
ÖLÜM
Şu ölüm haberi ne kadar dehşet
Gâh matem gâh müjde bu iki hece
Sınırsız kaygı ve çifte saâdet
İnsan kalbi tılsım, girift bilmece
İnsanoğlu ölür, arzular ölmez
Matem unutulur, hevesler kalır
Yazık bitme bilmez dünya hevesi
Sultanlar da ölür tahtlar boşalır
5.12. 2005
GÜNAH
Dostum haset etme bu benim işim
Bilmem sana ulaşır mı ateşim
O da senin işin, pervan yok asla
Kılıçlar üşüşse bile başına
Ah ne çare dostum bana gücenme
Gün olur feryadım taşı parçalar
Ben sana sırdaşım, onmaz dertlerim
Seni de gafletten çekip alsalar
Âhir ağaçları uyarır rüzgâr
Âhir çörü çöpü götürür nehir
Rüzgâr, nehir suskun; sen, ben suskunuz
Batıp kalmaz mı ki günaha dünya
GEL KABUL EYLE 5
OĞULMAYA SEMİZADE SAPAROVA
Yolum düşüp geldim senin karşına
Veli Bektaş bizi gel kabul eyle.
Merhamet et gözden akan yaşıma
Veliler bezmine kul kabul eyle.
Erenler yolunda yiğit pirimiz
Düşman karşısında bağlı belimiz
Senin ile şakır Türkmen dilimiz
Hacı Bektaş bizi gel kabul eyle
Veliler velisi iman çerağı
Hakikat iyesi İslam direği
Rumda Kayserde ilin sorağı
Babam Bektaş bizi gel kabul eyle
Eline diline sahip ol deyip
Erenler izinde Hakk’ı bul deyip
Şeriat marifet doğru yol deyip
Hak senalı babam gel kabul eyle.
Ozanlar sözünde bagşı sazında
Dervişlerin seher yaşlı gözünde
Evliya ummanı Rumun düzünde
Pirim Bektaş bizi gel kabul eyle.
BUGÜN 6
ŞERYAN ALI
Bugün deniz savrulur
Sanki yutacak
Yüreciğim hep kavrulur,
Gönlüm gür ocak!..
Ufkumda tutuşan kızıl alın,
Sinemde ateş.
Sen fırtınasın, bense yalım,
Dün yoldaştık!..
Sel gibi yolumu kessen bile,
Sabrederim dayanırım!
Tufan olup kudursan da
Sözlerim ulaşacak
Bugün deniz savrulur
Sanki yutacak!..
27.01.2008
KÂİNATIN MİHVERİDİR MUHABBET 7
MECIT GAFURÎ
Aşka dâir yazdığım bunca şiir
İlhamıma hız veren sır sendedir
AŞK
Ben senin esirinim yar kalbim aşkına medâr
Bir ölüyüm sorma hâlim odam oldu bir mezâr
Âh ü zârım, sarı yüzüm dâvâma kâfi benim,
Yandı aşka gül gibi soldu yazık ak pak tenim
Dahil ettin âşık-ı zârı esâret tahtına,
Kurban olsam zâyi olmaz bir nigârın bahtına.
Mesut ol sen sevgilim olsun bütün arzum tamâm
Dünyada koymaz beni hiç bitmek bilmez hüzn ü gam
Derdime derman kavuşmak, lâkin imkânsız hayâl
Bizlere ülfet rüyâdır, vuslat ülfetten muhâl
İki can aynı bedende sevgilim mihmân isek
Ben nasıl sabr eylerim sensiz eğer bir cân isek
1909
MECLİS
Bir gün şenlik oldu, meclis kuruldu
Bu dâvete cümle dostlar derildi
Şarkılar söylendi, sazlar vuruldu
Mest oldum bir kızın billur sesiyle
Onu duyan herkes kulak kesildi
Gönlümüzden gamı kederi sildi
Bu ses ile büyülendik hepimiz
Şimdi dünya eski dünya değildi
Kulağımda yalnız bu güzel âvaz
Gönlümde canlanan bir kız bir de saz
Bu neşeyle kendi kendimden geçtim
Zira bu güzellik idrake sığmaz
Bu saz, bu billur ses dertli mi dertli
İkisi de birbirinden kasvetli
Bu kız nazik edasıyla anbean
Sanki bizi delirtmeye niyetli
Bir de baktım her şey değişiverdi
Kız ve saz usulca göğe yükseldi
Herkes benim gibi hayran, perişan
Gördüğüm manzara aklımı çeldi
Şaşkınlıktan güç kalmadı dizlerde
Kız da baktı renk kalmamış yüzlerde
Bir anda saz ve söz sustu nihayet
Şükür kendimize geldik bizler de
BAHÇEDE
Bilmem bugün niçin mahzun gönüller
Gönül bahçesinde açmıyor güller
Karşıma dizilse huri kızları
Sanmayın ki beni mesut ederler
Bülbül nağmesiyle doldu bütün yamaçlar
Onları avutur dallar ağaçlar
Belki bu feryadın asıl sebebi
Servi boylu kızlar, o samur saçlar
Her şeyden habersiz sorsak bülbüle
Bülbülün sevdası bir gonca güle
Beni mecnun eden sevgili yarin
Çiçek kadar değeri yok nafile
Sevgi tektir, fakat yol başka başka
Birinin düşmanı, birinin dostu
Sahibine geri döner kötü söz
İnsan umursamaz düşerse aşka
Ağırdır herkese kendi şeleği
Bilemezsin kim kötüdür, kim iyi
Farkında olmadan kapıyı çalar
Aşık olan suya atar keçeyi.
1909
HARAP BAHÇE
Bir zamanlar bu bahçede gonca güller açardı
Dallarında bülbül öter, ruha neşe saçardı
İçin için fısıldaşan billur sular rüyada
Cennet diye bir yer varsa burasıdır dünyada
Bu bahçeye kim girerse unuturdu kendini
Çünkü asla hiçbir yerde görmemiştir dengini
Attığımız her adımda her taraf pür nûr olur
Rüzgâr eser rayihâdan gönüller mesrûr olur
Bu dünya cennetini ben de gördüm
Saf havayı soludum gitti derdim
Can dayanmaz sararan yapraklara
Kırılıp yere serilmiş dallara bak kapkara
Hazan ermiş ne bülbül ne çiçek var
Bülbül öten o mimbere tünemiş bet kargalar
Fanî dünya böyledir hep bahçe tarumar olur
Gül solar, bülbül ölür kargalar serdar olur
1910
ALDANAN ÂŞIK
Yürek güp güp vurur bilmem neyim var
Akıl mağlup, canevinde kıyım var
Harap oldum ben bu aşka düşeli
Nere kaçsam bulur feleğin eli
Gönül verdim güzel sakın unutma
Beni bırakıp da elleri tutma!
Gurûrundan beni hiç kâle almaz
Sabret gönül, sabreden yolda kalmaz.
Cemâl onda, fakat ilham bendedir
Yüzünü gördükçe figân bendedir
Gönlümü süsleyen senin cemâlin
Gözlerimden gitmez oldu hayâlin
Onun nazınadır benim niyazım
Niyazımdan başka geçmiyor nazım
O yardan dileğim birazcık neşe
Kabul etse kalmaz başka endişe
Muhabbet düğümü aslâ çözülmez
Ben ölürüm, fakat bu sevda ölmez
Benim aşkım bilinse herkes ağlar
Ağaçlar, gökte kuşlar, karlı dağlar
Tanışlık vermedi el gibi geçti
Bakmadı yüzüme yel gibi geçti
Beni sever diye hep aldanmışım
Meğer aşk oduna boşa yanmışım
Muhabbet bu, metâ değil satılmaz
Gönüldür bu, zorla güzellik olmaz
Ömür geçti oldum bendeye bende
Hiç bilmedim o yarin gönlü kimde
Yakın durma hiç vefâ yok onlarda
Durmadan vefâdan dem vursalar da
Suçlu ben değilim kendisi heyhat
Vefâsızlığıyla ediyor ispat
1909
HOCA AHMET YESEVÎ DERGÂHINDA BİR KÜÇÜK SERÇE 8
ESENGALI RAVŞANOV
Tık tık tık…
“Bir düzen ver yeryüzüne
Dergâhından çık!” diye
Babasına nazlanan bir çocuk gibi
Sabah sabah, dövüyordu Yesevî’nin kapısını
Minicik gagasıyla bir küçük serçe…
O damlacık gövdesine
Ateşten bir gömlek giyen derviş kuş,
“Niçin çıkmıyorsun dergâhından
Hakkı seven böyle eder mi?” diye
Gün boyu, durup dinlenmeden
Çaldı durdurdu kapıyı…
Heybetle tan atarken,
“Nerdesin, evde misin?” diye soruyordu o
Mağrip’ten Maşrık’tan
İnsanlar hep buraya koşuyordu.
Ey hür kuşum,
Sen ulu Türkistan’ın uğurusun
Bırak artık, boşa nefes harcama
Git rahatına bak,
Evde yok baban senin,
Duyuyor musun!..
PARS VE KEDİ
Çobanın evi
Dağlar başındadır
Şimdi alev almış üvez ağaçları arasında
İşte bu kayalıkta geziniyor pars
“Uzaklarda yaşa, ok ulaşmaz” diyor
Tepe bitti birden, işte koca dağ
Mağrur, rengârenk otlu yamaçlar
Yüksekte sandığımız Almatı hey
Bu kadar alçakta mıydın sen
Uyukluyordu kedi mırıldanarak
Ama çizgili benekli sırtı parsa benziyordu
Bir zamanlar belki bunun da
Parstı ilk atası
Şafak sökerken homurdandı pars
Bir ihtiyar gibi, yiğit günlerini hatırlayarak
Belki de kediyi çağırıyordu
Biz aynı soydanız diyerek
Yalnız kendi gezerdi çalımla doruklarda
Açlık ve soğuk onu yorsa da
Kediye miyavlayarak
Aşağılara in diyordu, in aşağılara
Doymuştu o süte sabahleyin
Pekâlâ ne desin bundan başka
Sıcak ocak, yumuşak döşek
Nasıl gitsin uzağa…
Pars olmak istemezdi.
TAKVİMİ TASHİH
Yeni yıl olamaz bence bir ocak
Nevruzla da başlayamaz yeni yıl
Güzün başlamalı yeni yıl bence
Gökten lapa lapa kar yağabilir
Ve otlar yeşerse şaşmamak gerek
Bence güzün başlamalı yeni yıl
İstersen gül
Güzün hava her an değişebilir
Üstünüze kâbus abanabilir
Bence güzün başlamalı yeni yıl
Ama niçin dersen ben de bilemem
İDİL KIYISINDA 9
VASLEY MITTA
Ne güzeldi ah, İvanov Bulvarı10
Bal kokulu ıhlamur ağaçları
Her nereye gitsem unutmam aslâ
Beyazlara bürünmüş Şubaşkar’ı11
Yıldızlı astralar12, narin dalyalar
Al benekli sarı Latin çiçeği
Gençlik yıllarında goncaydık belki
Ah yeni anladım ben bu gerçeği
İdil boylarında gezdik dolaştık
Gençlik bu ya, çığır açtık, yol açtık
Nerde ömrümüzün o altın çağı
Şimdi yolun menziline ulaştık
ANA DİLİM
Kutsal ateş ana dilim
Çılgın canım kurban sana
Doğruluk, güzellik, ilim
Hürriyet aşkı ver bana
Yolda yorulanlar için
Sen oldun umut yıldızı
Buhranlı gecede çın çın
Zil çalıp uyandır bizi
Gençlere kanat olursun
Ak saçlılara sığınak
Bu dil öldü sanacaklar
Külünden tekrar doğacak
Yurdumu kurtar yasından
Bir mutlu bahara çevir
Işıklı çiy damlasından
Bir yudum da bana içir
Senin verdiğin iksirden
İçip şahin olurum ben
Şarkı söyleye söyleye
Yükselirim mavi göğe
KİTÂBE 13
Ömür boyu görmesem de îtibar
Kardeşlerim yükseltip seslerini,
Söylesinler bin şarkımdan birini
Olacağım mezarımda bahtiyar
ESKİ DOST 14
TAHIR KAHHAR
Hirat`lı Özbeğ`in Türküsü
Kaygı basmış, gözde yaşım bir pınar gel eski dost
Ağlarım hep merhamet kıl hâlime gel eski dost
Ayrılıp gitmiş nice kardeş kavim kandaş uruk
Bir dönüp bakmazlar asla el güler gel eski dost
Tutmuyor asla sözüm ah neyleyim geçmez nazım
Kalmadı insaf ü izân gayrıda gel eski dost
Koştular bahtın peşinden çâresiz kayboldular
Baktılar köprü yıkık yollar bozuk gel eski dost
Dinleyin etrâfı bir kez var mı bir insan diyen
Kendine gel, gökten in bak hâline bir eski dost
Bindiğin sandal delik, yoktur kürek, kaptan çolak
Vah ne zâlim imtihandır girdiğin gel eski dost
Her iki sâhili tutmuş iki dünya uğrusu
Sorsalar hâmiyiz derler cümlesi gel eski dost
Eski devrin özlemiyle yalvarırlar anbean
Gündüzün kandil yakarlar boş yere gel eski dost
Şîr Muhammet, Baykara, Babür, Timur Han gelmese
Gel Oğuz Han, Tonyukuk gel, gel Şırak gel eski dost
ŞİİR YAZMAK CESARETTİR
Uzun olsun bu ömrüm der ümit bağlarlar âdettir
Avunmak böyle gayretle ömür sürmek saâdettir
Sözün dostlar sevindirsin ve düşmanlar üzülsünler
Hayat cenktir, can âhenktir, şiir yazmak cesarettir
Bu yağmur, kar ve âfetten yürek burkan hayâllerden
Ümit kıl ki yürek coşsun ümit her an harârettir
“Hayat nîmet” demiş hatta esârette hür insanlar
Bir âfettir ümitsizlik, ümit üzmek esârettir
Ümit nîmet, ümit devlet, Muhammet hem bu meşreptir
Ümitsizlik felâkettir, ümitvâr ol selâmettir
YURDUM
O sürgün bulutlar geldi yanıma
Ağlayıp sızlaştı derdini duydum
Semâvî sancılar düştü canıma
Ben de yağmur gibi yağıp savruldum
O yabancı kuşlar geldi yanıma
Kafesi övdüler durup dinledim
Toz toprak bulaştı nurlu canıma
Sanki duman oldum uçtum inledim
Uçarken bir bulut geldi yanıma
Altında ağlayan milleti sordum
Bu boynu bükülen mazlum halkıma
Ah canım diyerek ağlayıp durdum
Savrulan bir tozdum yandım tutuştum
Dayandım alevden kanatlarıma
Bu alev sendin ey sevgili yurdum
Kavuştum böylece öz diyarıma
ÖĞÜT
Sevgili kardeşim oğlum ve kızım
Nerde doğdun, o vatanı unutma
Türkmen’im, Özbek’im, Kazak, Kırgız’ım
Ata yurdun Türkistan’ı unutma
Aldanma rakibin tatlı diline
Silahsız gidilmez yaban eline
Alper Tunga bile düşmüş alına
Adı Kir’dir o düşmanı unutma
Hainler, zalimler tarihin kiri
Milletin belası ezelden beri
Öcünü almayı unutma bari
Düşmanın döktüğü kanı unutma
SAHİPSİZ ÖLÜYE AĞIT
“Bugün şovenistlerin saldırısına uğrayan iki Özbek’ten biri öldü, biri ağır yaralandı.”
15.11.2004 Rusya TV haberi.
Ramazan ayının ilk gecesinde
Rusya’nın yağmurlu bir köşesinde
Ölüsü sahipsiz kalan Özbek’im
Hiç bilmedik adın nedir, atan kim?
Ne ararsın ta şimâlde uzakta?
Kolay para, kuşyemidir tuzakta?
Eroin, kokain, esrar mı sattın?
Yoksa perperişan işsiz mi yattın?
Niçin öz yurdundan gittin uzağa?
Bir ekmek uğruna düştün tuzağa
Ne sattın orada meyve mi, gül mü?
Altın mı, kadın mı, bîçâre dul mu?
Belki bir harami eline düştün
Borç ödemek için kaç yıl çalıştın?
Yüz yıldır kul oldun yetmez mi daha?
Çiğnendin yol oldun yetmez mi daha?
Pasaportun yoktu, ondan mı kaçtın?
Belli ki kaçarken canından geçtin
Seninle ölümü seçen dostun kim?
Yaralanıp yere düşen kaçkın kim?
Belki de ticaret yoldaşındı o
Yad elde son damla göz yaşındı o
Acep niçin gittin yaban ülkeye?
Burda da doyardın yavan ekmeğe
Yaşamak uğruna yurdu terk ettin
Dünya sağır, dilsiz, kendine ettin
Böyle yapmasaydın olmaz mıydı hiç?
Ağlayan talihin gülmez miydi hiç?
Belki de borçların yüzünden kaçtın
Ar namus uğruna canından geçtin
Kimseler duymadı o son sözünü
Belki gelin edecektin kızını
Belki de oğlunu düşünüyordun
Son nefeste ne söyledin, ne sordun?
Ramazan ayının ilk gecesinde
Gurbetin yağmurlu bir köşesinde
Ölüsü sahipsiz kalan Özbek’im
Hiç bilmedik adın nedir, atan kim?
Seni bu ölüme kimler yolladı?
Dilsiz katilleri kimler kolladı?
Bu işe baş koşan şeytana lânet
Şeytana yaklaşan insana lânet
RESUL RIZA’YA SORULAR 15
RINAT HARIS
Kudurur döver dalgalar
Oyar kayanın bağrını
Denizde sonsuz dalga var
Ya gözyaşında az mı?
Dağlar yarılır, kayalar parçalanır
Derin vadiler oluşur yeryüzünde
Dağlarda dipsiz çukurlar açılır
Ya gözlerin altında olmaz mı?
Bin bir renkte nur saçılır
Kuruyan gözyaşının tuzundan
Her renk, bin bir manaya bürünür
Bütün bunlar bir duyguya sığar mı?
Sevinçten de, kederden de
Hep çukurlar açar gözyaşı
Dalgayı da gözyaşı say
Öyle oyulur kaya
Ne zaman dinse dalgalar,
Ümitsizlik başlar
Galip gelir hırçın dağ
Öfkeyle taşlar atar
Tekrar uyanır dalgalar
Kayadan ateş çıkarır
Ya gözden düşen damlada
Az mı şiir gücü var?
ŞİİRLERİNDEN ÖRNEKLER 16
MIXAIL SINELNIKOV
xxxxx
Çok katmanlı bir sözün uzak derinliğinde
Kapalı manaların en can alan yerinde
Ve hayat akışında düzenleri yıkarak,
Mânâ ardınca mânâ, katmanlardan çıkarak
Sonra zaman içinde sese dönüşür fikir
Hantal ayrılıkları egale eder bir bir
Bu müzik eşliğinde sonsuz dünya nizamı
Fuzulî ve Nizamî!
TÜRK OĞLU
Ey Türk oğlu ne zaman yayıldın yer yüzüne
Yayıldın kurt çağrısı ve kaçan av iziyle.
Steplerde ulaştın deli rüzgâr hızına
Yurtların, ovaların gecesi gündüzüyle.
Bozkırlar değil, denizler yolunu bekler daha
Nice kavmi ruhunla toparladın bir yere.
Putlardan yüz çevirip tapındın tek Allah’a
Bu da böyle bir geçit atlardan, gemilere…
Camileri ebedî güneşe doğru bakar
Gün oldu ki haremi güzelliği bitirdi.
Annelerin elinden koparılmış çocuklar
Kavuştuğu yerlere vahşi gayret getirdi.
Pazar sıcaklığında gelir verdiği vâde
Bu nasıl bir rüyadır ballanır uykusunda:
Ve orda çoban çocuk, bir nehir kıyısında
Bir kamışın içine nağmeler üflemede…
AZERBAYCAN
Dağların boğazında devasa kahkahalar
Sis içindedir her yan
Ruhunda bir kocaman davul kükremesi var,
Azerbaycan!
Şeffaf su akışında bir çakıl taşısın sen,
Ya da muhteşem meşe.
Düğün tut sevenlere yine canı gönülden
Bakır borularınla yönelerek güneşe.
ALEVLER ÜLKESİ
Memmed İsmail için
Orada, tepsilerde alev servis edilir,
Taçlandırır meclisi eve vuran ışını.
Sıcak kanlı insanlar görüp hissedebilir
Gaz yağının öfkeli altın kâlp atışını.
Arasan her diyarın kendi geleneği var,
Erkekler kötü gözle görülmüyorsa eğer
Kâh samimi ve kâh da, parlak, koyu ışıklar
Akşamdan sabaha dek coşan meclisi süsler.
Ordaki kadınların gücü ölçüye gelmez,
Onlara bu hayatın özü desek yeridir
Hiç bitip tükenmeyen alev gibi bir heves
Sevenleri uğruna hayatını eritir…
Yanan güçlü hayatta bir ateş çemberi var
Güzellik mi diyorsun sonunda bu güzellik
Bazen zarif utangaç, bazen de acımasız
Odlu çiçekler gibi etrafa ışık saçar.
Ücretsiz ön izlemeyi tamamladınız.