Kitabı oku: «Genç Tulpar Hareketi», sayfa 2
Sovyetler Birliği’nde, hükümet ile emekçi halk arasındaki ilk silahlı çatışma, 1959 yılında Kazakistan’ın Temirtav şehrinde meydana geldi. Bu başkaldırıya, çelik fabrikası inşaatında çalışan tüm Kazak gençleri katılmıştı. Özgürlük içinde ömür sürmeye alışmış; bağımsızlık isteği ruhunda yer etmiş bozkır insanı, yönetimin adaletsizliklerine korkmadan karşı çıktı. Böylelikle Vatan Savaşı’ndan9 sonra, Sovyetler Birliği’ndeki Komünist Parti politikasına karşı ilk silahlı başkaldırı, enternasyonalist toplum modeli olarak örnek gösterilen Kazak topraklarında vuku buldu.
Ne var ki, toplumsal hareketlerle ortaya konulan meselelere yönetim tarafından kulak asılmadı, çözüm bulunmadı. Çünkü bu hareketlerin tüm talepleri, eninde sonunda, egemenliğe, milli meselelere gelip dayanıyordu. Milli kültürün, ana dilin geliştirilmesi, yerleşmiş adet-ananeleri koruma komünist sistemin ilkelerine aykırı görülüyordu…
Vatan Savaşı’nın ardından, “sınıf düşmanları”nı yok etme siyaseti farklı bir boyutta yeniden zemin buldu. Ülkesini, halkını düşünen aydınlar, sosyalist ideoloji tarafından şüpheli kişiler haline getirildiler. Komünist Parti yönetimindeki Sovyet hükümeti, halkları milliyetsizleştirme politikasında yeni bir aşama başlattı.
Kazak milliyetçilerinin kimliklerini güç zoruyla açığa çıkarma çabaları, 1951 yılı ekim ayında yapılan “Kazakistan Cumhuriyeti Parti Örgütündeki İdeolojik İşlerin Durumu ve Onu İyileştirme” konulu genel toplantı sonrası daha da yoğunlaştı. Bu bağlamda, örneğin, burjuva milliyetçisi olarak suçlanıp tutuklanan tarihçi bilim adamları E. Bekmahanov ile B. Süleymenov’u destekleyenler, kovuşturma ve baskı altına alındılar. Bekmahanov’un derslerini takip eden Kazak Devlet Üniversitesi Tarih Bölümü öğrencilerinin tümü, Kenesarı Kasımov’un milli kurtuluş hareketini eleştirel şekilde incelemek, tarih dersini yeniden alarak bir kez daha sınavlara girmek zorunda bırakıldılar. Parti yetkilileri ile sosyal bilimler fakülteleri arasında yapılan toplantıların sıklığı arttırıldı.
1954 yılında yapılan Yazarlar Birliği III. Kongresi’nde Komünist Parti ideologu N. D. Jandildin yoldaş, K. Bekhojin, K. Amanjolov ve K. Şangıtbayev’in eserlerini milliyetçi, zararlı olarak nitelendirdi. Aynı şekilde K. Satıbaldin’in “Aliya”, M. Hakimjanova’nın “Manşuk” şiirleri, milliyetçilikle suçlandı. Sözünü kaybeden yurdun kendisinin de kaybolacağı kuşkusuzdur. 1959’da, Kazakistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti (Kazak SSC) Yüksek Sovyeti tarafından, “Yükseköğrenime giriş imtihanları sadece Rus dilinde yapılsın” şeklinde gizli bir karar alınarak hayata geçirildi. Bunun sonucunda Kazakça okuyan bir çocuk üniversite kazanamaz hale geldi, kazansa da okuyabilmesi zorlaştı. İnsanlar, bu güçlük karşısında çocuklarını Rus okuluna göndermeye mecbur kaldılar. Kazaklar, öz ana dillerinden kaçar hale geldiler. İnsan hangi milletin dilinde konuşursa, hangi dilin kültürünü benimseyip, örf-âdetini devam ettirirse, o millete benzer. Nitekim Çarlık Rusyası döneminde, 1897 genel nüfus sayımında, kim hangi dilde konuşuyorsa o dilin ait olduğu millete dâhil edilmişti. Böylece ülke, yeniden elemin koyu kara bulutlarına bürünmeye başladı.
“Kruşçev Ilımlılığı”, beklenen neticeyi vermeyince sistemce dışlanan vatandaşlar, kendi imkân ve güçlerine, siyasi bilinç düzeylerine göre sosyalist sistemle mücadelelerini arttırdılar. Düşüncelerini açıkça dile getirmeye, bildiriler dağıtıp sosyalist sistemin eksikliklerini ortaya dökmeye başladılar. Başka cumhuriyetlerde olduğu gibi Kazakistan’da da, başka çıkar yol bulamayıp çaresiz kalan insanlar, milli çıkarlarını korumak amacıyla Sovyet iktidarına karşı mücadele için harekete geçmeye başladılar. 1962 yılında Kostanay’ın Rudnıy kenti sakini Mahmet Kulmağambetov, siyasi düşüncelerinden dolayı, Ceza Kanunu’nun 58. maddesine göre 10 yıla mahkûm edildi. Kulmağambetov, Alaş aydınlarının ardından, yeni nesil arasında, milliyetçi olduğu gerekçesiyle tutuklanan ilk Kazak vatandaşı oldu ve adı, Helsinki’deki siyasi mahkûmlar listesine alındı.
Mahmet Kulmağambetov, cezasını çekip çıkınca Batı Almanya’ya kaçtı ve Azatlık Radyosu (Radio Liberty)’de çalışmaya başladı. Mahmet Kulmağambetov, Mustafa Çokay’ın “Bütün Türkistan” görüşünü kendine rehber edinip, Azatlık Radyosu’nun Türkistan redaksiyonunu kuran Karıs Kanatbay, Mavlikeş Kayboldıulı, Davlet Tağiberdi, Jakebay Bapış ve Hasan Oraltay’larla birlikte çalıştı, halkının dertleriyle dertlendi. O, Almanya’da Alman dilinde yayınlanan “Cennetten Jetken Jansavğa Üni” romanının müellifi, filozof-yazar Mavlikeş Kayboldıulı’yla birlikte Ahmet Baytursınulı, Alihan Bökeyhanulı, Mağcan Jumabayulı, Jusipbek Aymavıtulı ve diğer Alaş aydınlarının eserlerini radyo aracılığıyla tanıtıp, kamuoyuna mal etti. Azatlık Radyosu Türkistan redaksiyonunun ilk başkanı olan Mavlikeş Kayboldıulı ile çok yakın dost olmuşlardı. Mavlikeş Kayboldıulu (Asan Kaygı), Leningrad Üniversitesi Felsefe Bölümü’nü tamamlayan yetenekli bir şair, milliyetçi bir insan idi. Onun 1969 yılında Münih kentinde kimliği belirsiz kişiler eliyle öldürülmesi de Şakarim, Amire, Estay’ların ölümleri gibi muammalı bir olaydır. O, Kazakistan’daki zulmü Batı ülkelerine duyurup, haberdar olmaları için çalışıyordu. Alaş aydınlarının sesi olmuştu.
İnsanın fert olarak değeri, manevi gelişimine bağlıdır diye kabul edilir. Komünizmin denetimi altındaki sosyalist ideoloji, “halkların hapishanesi”ne dönüşen Sovyetler Birliği’nde yaşayan halkların maneviyatlarını planlı şekilde zayıflattı. Bu hücuma en çok maruz kalanlar ise Kazaklar oldu. Sosyalist ideolojinin bu başarısı, mankurtluk zihniyetinin zemin bulmasına ortam hazırladı. Açlık ve savaştan bezgin düşüp gücü tükenen, aydınlarının hemen hepsini kaybeden ve kendi de soykırıma maruz kalan Kazak halkının manevi gelişimi, onlarca yıl boyu sürecek bir kesintiye uğradı. Milli değerleri korumak zorlaştı.
Komünist Parti, ilk olarak geçmişini bilen, bugününü araştırıp inceleyebilen dirayetli aydınlara karşı bir kampanya başlattı. Alaş aydınlarının keskin zekâsına, çok yönlü bilgilerine, milli ruhuna karşı duramayan Sovyet yönetimi, onların hepsini katletti. Amaç, yedi ceddini, soy-sopunu tanıyıp büyüyen, neslini bilerek yaşayan, dost canlısı Kazak halkını açmaza düşürüp, çaresizliğe duçar ederek birlik ve beraberlikten ayırmaktı. Bunda belli bir başarıya da ulaştı. Bir süre sonra geçmişini unutan, bugününü anlayamayan, geleceğini göremeyen yeni bir nesil vücut bulmaya başladı. Bilimsel komünizm eğitiminin sonucu olarak, yalan olduğunu bilse de, öğretilenlere, Kur’an’a inanır gibi inanan yeni bir insan tipi inşa edildi. Geçmişinin zenginliğinin farkına varamayan, yiyip-içip, yüzeysel bir şekilde yaşayarak, hallerinden memnun olanların sayısı arttı. Tarihi hafızası, vicdanı olmayan; fakat, enternasyonalist düşünceyi benimsemiş yarı cahillere geniş meydan açıldı. Ülke yönetimine; korkak, dönek, ruhsuz ve halkına yabancılaşmış insanlar getirildi. İhtilalci sosyalizm düşüncesini destekleyenlerin sayısı arttı. Dil, bozulmaya; kültür, harap olmaya başladı. Geçmiş tarihimiz, tümüyle, feodalizm kalıntısı olarak nitelendi. Ata geleneklerinden iğrenenler ortaya çıktı.
Bir zamanlar Türkistan’a Turan denirdi,
Yiğit Türk’üm Turan’da doğup büyüdü.
Turan’ın dolambaçlı yazgısı var,
Başından geçmişti nice güzel zamanlar.
diye seslenen Mağcan Cumabayev’in tüm Türk dünyası halklarının milli marşına dönüşen “Türkistan” şiirinin dizeleri unutuldu. Totaliter sosyalist sistem, Kazak halkını, giyecek giysisi, karnının tokluğu ile savaş olmaması düşüncesinden öteye geçirmedi. Kazak, yalandan sırtının sıvazlanmasından, yalan övgüden mest olur hale geldi.
Milletinin geleceği kaygısıyla onun tarihini araştırıp, eğitimleri için ders kitapları yazıp, milli kimliği inşa etmeye başlayan Alaş aydınlarının ortadan kaldırılmasıyla, halk, sahipsiz kaldı. Mağcan Cumabayev gibi şairler, Kazakları bir bütün olarak dizelerine konu ederlerken; devrimin yalan rüzgârına kapılmış, düzenin adamı şair ve yazarlar ortaya çıkıp, sosyalist-enternasyonalist düşüncenin borazanlarına dönüştüler. “Halk şairleri”, Kazak halkını elemin kanında boğan Komünist Parti lideri Stalin’i övebilmek için kelime bulmakta zorlandılar.
Sovyet yönetimi, siyasetle hiç ilgisi olmayan, Kazak kültürünün halk arasındaki temsilcilerini de sürgüne mahkûm etti. Karıncayı bile incitemeyecek kadar narin ruha sahip Amire Kaşavbayev (Kaşaubayev)’in ölümü, halk tarafından sevilen şair Estay’ın kimliği meçhul kişilerce katledilmesi can yakıcıydı. Amire Kaşavbayev’in, 1925 yılında Paris’e yaptığı çok ilgi uyandıran seferi sırasında Mustafa Çokay ile görüştüğü gerekçesiyle gizli polis teşkilatı NKVD’ce sorguya alınıp, bir gece içinde aniden ortadan kaybolması hiç sorgulanamadı. Amire’nin cesedi, ancak 1974’te bulunabildi. 1931 yılında kurşuna dizilen halkımızın ünlü şairi Şakarim’in kemikleri de aradan otuz yıl geçtikten sonra, 1961’de toplanıp, toprağa verilebilmişti.
Kazak halkı, Komünist Parti Kazak Bölge Komitesi Sekreteri F. Goloşekin10 yönetiminin kıyımıyla 70 bin aydınını kaybetti. Fransızlarda, “bir âliminden vakitsiz ayrılan memleket, bir asır geride kalır” denilen söz varmış; biz ise, tüm âlimlerimizi, aydınlarımızı aynı anda kaybettik. Bunun sebebi maruz kalınan sömürgeci siyasetti. XX. asrın 20’li yıllarına kadar, Kazakların öz tarihi adlarıyla değil, 200 yıldan fazla, “Kırgız” olarak adlandırılmalarının bizatihi kendisi de sömürgeci siyasetin bir sonucuydu.
Sosyalist ideoloji, Sovyetler Birliği döneminde Kazak halkının zevk ve alışkanlıklarını kökten değiştirdi. Halkın idrak ve dünya görüşü, Sovyet ideolojisi çemberi ile sınırlandı. Göçebe hayat tarzının getirdiği serbestlik, Kazakların başka ülkelerin değerlerini çabuk benimsemesini kolaylaştırdı. Başka bir medeniyet biçimini benimseyen herhangi bir toplumun, belli başarılar elde etse de, kendi kutsal değerlerini kaybedeceği muhakkaktır. Sovyetler Birliği’ndeki diğer milletlerle karşılaştırıldığında, Kazaklar, kendi gelenek-görenekleri ve kültürel miraslarını daha çok kaybettiler. Buna dayatılan sınıf mücadelesi de eklenince, milli şuur zayıfladı. Art arda gelen çetin zamanların çokluğu, Kazakların milli varlığını türlü sıkıntılı dönemlerden geçirdi. Başkasına bağımlılık, Kazak kavmini köklerinden uzaklaştırarak ağır eziyetlere karşı karşıya bıraktı. Ne var ki, milli ruh zayıflamasına rağmen tarihi devamlılık bilinci tamamen yok olmamıştı.
Kazak halkı, başından onca zorluklarla dolu zamanlar geçirse de, bağımsız devlet olma özlemini hep yaşattı. Hürriyetini, ata mekânını, toprağı ile mülkünü korumayı bildi. Kazak kadınları, yüzlerle binlerle, yurda sahip çıkacak yiğitler, düşmanına karşı at sürecek baturlar dünyaya getirdi. XVIII. yüzyılın ilk kırk yılı içerisinde Kazak halkına, Cungarlar, İdil Kalmukları ve Başkurtlar dört bir yandan saldırarak halkın üçte ikisini kırdılar. Ne var ki Kazakların topraklarına sahip olamadılar, bu yerlerde kalıcı olamadılar. Kazakların; ülkelerini, ata topraklarını korumaya her zaman kudretleri, güçleri yetti.
Halka, her yüzyılda bir, yaşantılarında parlak bir dönem, “alplar dönemi” hediye edilir. Kazaklara XVIII. asırda, yurdum için savaşacağım diye attan inmeyen baturlar bağışlandıysa, XX. asrın başında da bir “aydınlar grubu” bağışlandı, dünyaya Alaş mensupları geldi. Manevi ihtiyaçların, milli karakteri tarih sahnesine çıkarması da bir diyalektik kanundur. Bunun gereği olarak, halkın yarını söz konusu olduğunda, onun ar-namusu, ülkenin geleceği için mücadeleye hazır, milliyetçi, cesur, bilgili ve kahraman insanlar gün yüzüne çıkar.
Kazaklar, “Atanın sanatı, oğula mirastır” derler. Kazak halkı, sadece ata-baba yolunu devam ettirmede değil, yıllar boyu felakete maruz kaldığında bile, toprağını korumayı, ileri görüşlülüğü ile gelecek nesle örnek olabilmeyi başardı.
XX. yüzyılın 60’lı yıllarında Kruşçev Ilımlılığı ile imkân bulup uyanan milli mizaç, milli şuuru her yönüyle harekete geçirdi. Sovyet cumhuriyetlerinde milliyetçilik büyük bir yükseliş gösterdi. Özellikle, milli entelijansiya ile öğrenci gençlerin teşkilatlanmaları, milli kurtuluş hareketlerinin itici gücüne dönüştü.
Atalarından kalan namları, ana-baba gelenekleri, başkalarına örnek olacak örf-âdetleri ile heybetli güç-kuvvet sahibi olan halkın o yıllarda içine düştüğü durum karşısında, Kazakistan dışında eğitim gören gençler umursamazlık gösteremediler. Geçen yüzyılın 60’lı yıllarında bin dört yüzden fazla Kazak genci, aynı anda Moskova’da eğitim alıyordu. Ruhu yüce insanlar, nerede yaşarlarsa yaşasınlar uyum içinde olurlar, sesleri birlikte çıkar. Kazak gençleri, her ne kadar Sovyetler Birliği’nin dört bir yanında, uzak mesafelerdeki çeşitli cumhuriyetlerde yaşasalar da, birbirlerini görmeden, işitmeden de aynı hedeflere yönelmeyi bildiler. Milletlerine olan sevgileri, onları çok işleri halletmeye, faydalı işler yapmaya yöneltti. Ülke dışında eğitim almakta olan gençlerin bir araya gelme arzuları, zamanın talebinden, var olabilme kaygısından doğmuştur dersek hata etmiş olmayız.
Büyük yazar Muhtar Magavin, XX. yüzyılın 60’lı yıllarının ortasında Kazak maneviyatında yeni bir uyanış başladığını ifade eder. O sıralarda milli anlayışa, manevi hayata sahih bir bakış ortaya çıkmıştı. Kültür, edebiyat ve tarih alanlarında Kazak kavmi hakkında değerli eserler ortaya konuluyor, milli kimlik görünür hale geliyordu. Açlık ile savaştan ancak kendine gelip, toparlanıp, yaşantısı düzelmeye başlayan ülkede millilik, vatanseverlik şuuru uyanayım demeye başlamıştı.
Tarihin akışı, her bir halka kendini geliştirebilmesi için fırsatlar sunar. Tarihte “nazik zaman” olarak vasıflanan dönemler olur. Bu dönemlerde, milli şuur uyanıp, serpilmeye başlar. Böyle bir tarihi fırsatı iyi değerlendirebilen, bundan dürüst ve etkili şekilde faydalanabilen milletler büyük başarılara erişirler. Eğitim ve diğer alanlar da yoluna girer. Milletin sahip olduğu iyi nitelikler ortaya çıkar. Aydın, eğitimli ve milliyetçi insanların yıldızları parlayıp, yükselir. Bu sırada gelişme seviyesi, düşüncesi, karakteri, zihniyet ve motivasyonu yüksek, gayreti güçlü olursa, halk da kendi isteklerine ulaşır. Bağımsız devlet olup, gönlündeki arzular gerçekleşir; ekonomisi gelişir, geçim durumu iyileşir. En önemlisi de, milli ruh uyanır, halk kollarını sıvayıp önüne büyük-büyük hedefler koymaya başlar.
Arzu Geçitleri
Genç Tulparlılarda kurtuluş hareketi ile ilgili fikirler, işte söz konusu bu 1960’lı yıllarda uyandı. Sovyetler Birliği’ndeki siyasi değişim, milletini seven genç kadın ve erkekler üzerinde etkisini gösterdi. Özellikle Genç Tulpar Cemiyeti’nin gelecekteki lideri Murat Avezov, toplumdaki siyasi değişmelerin özünü çok iyi kavramıştı. Bu noktada, Alaş aydınlarının topyekün katliamından kurtulabilen tek kişi olan (babası) Muhtar Omarhanulı Avezov’un tarihi bir rolü vardır.
Büyük yazarın görkemli tarihî eserleri, özellikle de “Kıylı Zaman” (Zorlu Zaman) hikâyesi, gençlerin düşünceleri üzerinde büyük etkide bulundu. Muhtar Avezov ile oğlu Murat arasında yapılan ülkedeki hayat, halkın geleceği, kültür ve dilin kaderi hakkındaki konuşmalar, Genç Tulpar Hareketi’nin fikri ön şartlarını hazırladı. Muhtar Avezov, 1961 yılı temmuzunda dünyadan göçene kadar, Alaş düşüncesinin beslenme kaynaklarını oğlu Murat’a aktarıp, onu yetiştirdi.
Kazakistan’ın iktisadi gelişiminin karanlıklar içinde olması yanında, sadece kültür ve dilinin kaybedilmesi değil, Kazak halkının tüm değerleriyle birlikte tarih sahnesinden yokolması tehlikesi vardı. Dili ile milli hasletlerinden ayrılmaya başlayan Kazakların kadim kültürü de, sosyalist ideolojinin tesiriyle enternasyonalist, milli kimlikten yoksun bir mahiyet almıştı.
Böyle bir ahvalde, Muhtar Avezov’un, oğlu Murat’tan ne kadar ümitli olduğunu, ondan ne çok şey beklediğini, milletine yararlı işler yapacağına gönülden inandığını, yazarın, memleketindeki dostu Kamen Orazalin’e yazdığı mektupta görmek mümkündür. Semey şehrindeki dostlarına, oğlu Murat’ı halkla tanıştırmalarını rica etmesinde büyük bir siyasi öngörü de bulunmaktaydı.
Hakikat, ancak halkla gerçekten karışıp, onun taleplerini, ihtiyaçlarını kendi gözlerinle gördüğünde anlaşılır. Ayrıca Semey, Alaş aydınlarının şehriydi. Ulu Abay’ın ruhunun korunduğu, aydın, emsal olma vasfı taşıyan bir yerdi; ülkenin kaderinde her zaman örnek olacak bir geçmişe sahipti.
Babası Muhtar Avezov hayattayken aktardığı hatıralar, fikirler, onunla yaptığı bire bir sohbetler, ondan edindiği engin tecrübeler, şimdi, genç Murat için bir öğüt, bir vasiyet haline gelmişti ve onu harekete geçmeye yöneltti. 1961-62 yılları, Murat Avezov’un, babasının ülkülerini gerçekleştirmenin yollarını aradığı yıllar oldu. Moskova’daki sosyal ortam, ülkede gerçekleştirilen siyasi reformlar da bu arayışa girişini kolaylaştırdı. Diğer yandan Sovyet başkentindeki gençlerin kendi aralarındaki müşavere ve fikir alışverişleri de onları, giderek somut faaliyetlerde bulunmaya sevketti. Ülkeleri (Kazakistan) ile bağlantı kurup, propaganda faaliyetlerinde bulunabilmeleri için fırsatlar doğurdu. Bunları yaparken, Abay11 ve Mahambet’in12 şiirleri gençlere güç veriyordu.
50’li yılların sonunda, Kazak medeniyetinin göğünde parlak bir yıldız belirdi. Bu, Olcas Süleymanov idi. Onun “Argımaktar” adlı şiir külliyatı, Kazakistan dışındaki gençlerin başucu kitabına dönüştü. Moskova’daki Murat Avezov liderliğindeki Kazak gençlerinin Olcas Süleymanov ile sıcak şekilde yakınlaşmaları, onların milli ruhunu güçlendirdi, özgüvenlerini yükseltti.
Gençler, “Kazakistan, ne zaman büyük ülke olup, çağdaş uygarlık sahibi devletlerin arasına girebilecek; başını kaldırıp insanlığın ilerleme kervanına katılabilecek; Kazak ülkesi niçin geri kaldı” gibi sorulara cevap aramaya başladılar. İçine düştükleri çaresizlikten çıkaracak yollar araştırdılar. “Batur ataların torunları, nasıl oldu da, az sayıdaki komünistlerin, onun cüce temsilcilerinden biri olan F. İ. Goloşekin’in, halkın yarısını açlıktan kırmasına seyirci kalabildiler? Oğlu, babasına bakıp ok yontan, kızı anasına bakıp elbise biçen, atalarının ruhuna saygı gösterip manen güçlenen er yürekli halkı bu kadar zulme tahammül gösterip oturmaya sevk eden ne oldu? İnsanları, akrabaları, kardeşleri açlıktan kırılıp giderken ülke yönetimindeki Kazakların kursaklarından nasıl yemek geçebildi; biz, kadim bir medeniyetin mirasçısları olarak, neden tarihin akışının gerisinde kalıyoruz?” gibi düşünceler, Genç Tulparlılara, yatarken de dururken de rahat vermedi…
Kendi fikri olmayan adam, milli değerleri tanıyamaz, onları bilip, koruyamaz. Maneviyatı zayıf olanların iç dünyaları da zayıf olur. İşte bu husus, komünistlerin niye ana dili, dini, milli değerleri yok etmeye tüm güçlerini sarfettiklerinin cevabıdır. Milli benliğini kaybeden insan, hami olup kendi halkına hizmet edemez.
Alaş aydınları, eski zaman kahramanlarının yiğitliklerini boşuna anlatmıyorlar, halka nasıl hizmet yapılması gerektiğinden boş yere konuşmuyorlardı. Onlar, kendi milletini seviyor, özgüvenini güçlendiriyorlardı. Kazaklara, gözü kapalı kahramanlığı değil, ulus olup bir araya gelebilmenin yollarını gösteriyorlardı.
Genç Tulparlılar, Alaş aydınlarını işte böyle öngörülü, sağlıklı bakış açıları, geleceği doğru tahmin edebilme becerilerinden dolayı kendilerine pir yaptılar. Onlar yoluyla, manen güçlü olamayanların geleceklerinin şüpheli olacaklarını iyi kavramışlardı; bu amaçla, manen güçlü olabilmenin kaynağını kendi medeniyet ve tarihlerinde aradılar.
Kazak gençleri, Moskova’da yaşarlarken, milli bakış açılarına uygun olarak milli müziğe çok önem verdiler. Medeniyet kaynağı olarak türkü ile destan, milli bir haslet halini alarak Kazakların kanına sinmiştir. Türkü; vatana, doğulan yere özlemdir. Öğrenciler, elde ettikleri fırsatları boşa harcamayıp, birbirlerini arayıp sorup bir araya geldiklerinde, ülkeleri hakkındaki sohbetlerini şarkı-türkülerle sürdürüyorlardı. Türkü ve ezgiler, vatana olan özlemi de dindiriyordu…
Vatan özlemi, Kazak için hayatın bir nimetidir… Bu duygu ebedidir. Öldüğünde bile mezarına birlikte girer…
Gençler, genellikle Abay’ın türkülerini söyleyip, şiirlerini okuyarak, “Abay Yolu” destanından parçalar söyleyerek Kazakça öğrenip konuşmayı da alışkanlık haline getirdiler. Darmen13’in monologlarını, İlyas Jansügirov (Cansügirov)’un “Gimalay (Himalaya)” şiirini ezberlediler. Kazak gençleri, Moskova’nın dışına çıkıp, Pravdinskoye Gölü’nün, Pahra Irmağı’nın kıyısında gezintiler yapıp, “Ak Süyek (kemik)” oyunu oynuyorlar; atasözü ve özdeyiş yarışmaları düzenleyip, sofralar serip, şiir ve türkü ile hasret gideriyorlardı.
Diğer yandan gençler arasında ülkelerinin geleceğiyle ilgili sohbetler, ülkelerinin kültürünü tanıtmaya yönelik faaliyetler de yaygınlaşmaya başlamıştı. Şehir dışından elektrikli trenle Moskova’ya gelirlerken, Asiya Muhambetova, Korlan Rahimbekova gibi kızlar, yol boyu Kazak şarkıları söylediklerinde, vagon içindeki insanların onlara eşlik edip, Kazak gençlerine iltifat etmeleri artık alışkanlık olmuştu.
Yeniden Murat Avezov’a dönersek, onun siyasi kişiliğinin erken yaşlarda gelişmesinde anası Fatima Gabitovna’nın da emeği çok büyüktür. Fatima Gabitova, çok bilgili bir insandı. Kazakların üç seçkin kişisinin eşi olmuş olan Fatima Ana,14 ömür yolculuğunda birçok kez sürgüne uğramış ama hiç kimseye onurunu çiğnetmemiş, güçlü bir medeni dünya görüşüne sahip bir insandı. Kazak halkının asil nesli Alaşlıların yaşadıklarının tam ortasında yer almış, onlara layık bir duruş sergilemiş, zor zamanlarda onları cesaretlendirmeyi bilmiş bir kişiydi. O, oğlu Murat’a da hep cesaret aşılamış, her adımını yakından takip ederek siyasi dünya görüşünü, faaliyetlerini destekleyici bir tutum takınmıştır. Moskova’daki Kazak gençlerinin atasözü-özdeyiş yarışması düzenleyeceklerini duyan Fatima Ana’nın, 100 atasözünü, daktiloyla 5 kopya olarak yazıp göndermesi de buna delildir.
Genç Tulparlılar, siyasi reformların verdiği sosyal imkânlardan kendi amaçları için doğru şekilde faydalanmayı bildiler. Bu bağlamda Moskova Devlet Üniversitesi Fizik Fakültesi öğrencisi Galım Abilseitov’tan da bahsetmek gerekir.
O, sözkonusu yıllarda Sovyetler Birliği Öğrenciler İnşaat Kolu Lideri idi. Öğrenci inşaat kollarının yanında gençlik kültür grupları de kurulmuştu. Bu tür kültürel propaganda birlikleri, yarışmalara katılmak suretiyle, başka yerlere gidip gösteri yapabilmeye “yol belgesi” alabiliyorlardı. Bunun için kültürel faaliyetlerin, bu sırada verilecek derslerin gerek nitelik gerekse içerik bakımından yüksek seviyede olması gerekiyordu.
Nihayet 1963 yılı baharında, Galım Abilseyitov’un tavsiyesi ile geleceğin Genç Tulparlıları, “Genç Tulpar” adıyla bir topluluk kurarak yol belgesi alabilmek için yarışmaya katıldılar. Moskova Halk Sanatevi yetkililerinden oluşan komisyon üyeleri, programlarında birçok ulusun şarkılarının yer aldığı, yetenekli gençlerden oluşan bu topluluğu, oybirliğiyle birinci seçtiler. Konser sunucusu Abdilda Botbayev ile solistleri Korlan Rahimbekova, N. Baybulayeva, Yersayın Tapenov, Jambıl Baspayev, Jenis Koyşıbayev, Mırzağali Şotbayev, Aldar Tungışbayev, Marat Seydalin ve diğer gençler kalabalığın gönlünü fethettiler. Bu, Genç Tulparlıların ilk başarısıydı ve hükümetten destek bulmaya, maddi meselelerinin çözülmesi imkânı sağladı. Bu sayede, konser programlarının dışında dersler verme, propaganda yürütme imkânı elde ettiler.
Genç Tulparlılar konser programlarına, (Kazakistan’ın) Jambıl (Cambıl) Bölgesi’nden başladılar. Orada, aralarına Taşkent’ten gelen şarkıcı Pulatİldarov da katıldı. Asiya Muhambetova o ilk başarı günlerini bugün de unutmuyor:
“… Bizim Moskova’da devlet üniversitelerinde okuyan 14 öğrencimizden oluşan temsil ekibimiz, Komsomol15ilçe komitesi tarafından düzenlenen eleme yarışmasında birincilik kazandı, -bizim o zaman nasıl sevindiğimizi, diğer grupların şaşkın hallerini bir görseydiniz!– ve yol izin belgesini aldı. O heyecan verici günü, tüm ayrıntılarıyla hayatım boyunca unutmayacağım. Konser programında Kazak ve Rus dillerinde şarkıların yanı sıra İngilizce romantik şarkılar da vardı; ben, ekibe, çok hızlı öğrendiğim yedi telli gitarla eşlik ettim. Ayrıca basit dille yapılan hicivler sahnelendi, şiirler okundu; Mırzagerey, dombırada “küyler” çaldı. Bu program, amatör bir grup tarafından sahnelenmiş olsa da çok samimi ve neşeliydi.
Bizi, Jambıl Bölgesi’ne yönlendirdiler. Orada köy gençleri ile sohbet ettik, gündüz futbol, voleybol ve şehirde adını duymadığımız Kazak milli oyunlarını oynadık. Konserler, akşamları düzenleniyordu ve halk bizi çok iyi karşılıyorlardı.
Murat, konserden sonra kendinin hazırladığı dersler veriyordu. Onun dersleri çok büyük ilgi görüyor, derslere, her yaş grubundan insanlar katılıyordu. Neredeyse tüm köy sakinleri, 7’den 77’ye herkes geliyor, sohbet saatlerce sürüyordu.
Ve böylece, onun neden bu programı düzenlediği ortaya çıktı. İnsanlara, uluslararası durumu ve o sırada resmi olarak açıklanmamış olan Çin ile ilişkilerin kesilmesi hakkındaki gelişmeleri de anlatıyordu ama vaktinin asıl kısmını bambaşka meselelere ayırıyordu. Mesela, 1961’de çiftçilere pasaport verme yasağı kaldırılmıştı. Buna rağmen yetkililer, gençleri köylerde tutmaya çalışıyor, onlara pasaport vermiyorlardı.16 Murat, gençlere, pasaport almanın yasal hakları olduğunu, kimseden korkmamalarını, amaçlarına ulaşmaktan vazgeçmemelerini, mutlaka şehre gitmeleri ve eğitimlerine üniversitelerde devam etmelerini öğütlüyordu.
Ve bu öğütler de etkisini hemen gösteriyordu. Gençler, okumak için nereye gitmeleri gerektiği konusunda tavsiye almak için geliyorlar, yetişkinler de onunla kendi sorunlarını görüşüyorlardı. Bir defasında çocukluğundan itibaren dedesinden Arapça öğrenen ama eğitimine nasıl devam edeceğini bilemeyen bir genç geldi. Murat, o gencin Moskova Devlet Üniversitesi Şarkiyat Araştırmaları Fakültesi’ne girmesine yardım etti. İşte o günlerde Amangeldi Sembin ile karşılaştık. Benzersiz güzellikte bir tenora sahip bu genç, bizim yardımımızla Moskova Konservatuvarı’na kayıt yaptırdı. Her ne kadar konservatuvarı tamamladıktan sonraki sanat kariyeri çok erken sona ermiş olsa da, pek çok insan, onun nadir sesi ve şarkı söyleyiş tarzını hâlâ unutamıyor.
Murat, çok kişiye buna benzer, kaderlerini değiştirecek konularda yardımcı oldu. O, daha yirmi yaşındayken bile, bilinçli şekilde, insanlarına hizmet etme misyonunu üstlenmişti.”
Kazak halkının “nazik dönemi”nde, Moskova’da “Genç Tulpar Uyumu” yani “Genç Tulpar Cemiyeti”nin 1963 yılının kasım ayında resmen kurulup tarih sahnesine çıkması, işte böyle bir süreçteki ihtiyaçtan doğdu. Genç Tulparlılar, Sovyet iktidarının dayattığı “enternasyonalizm” ideolojisinin Kazak halkının can damarını baltalamakta olduğunun farkına varmış ve buna duyarsız kalamamışlardı. Enternasyonalizme ise ancak milli değerlerle, Kazak sanatıyla karşı koyulabileceğini anlamışlardı. Çünkü hayatta karşılaştıkları dert tasaları, düşüncelerini sanatın bediî dünyası vasıtasıyla geniş kitlelere ulaştırmak, Kazakların iliklerine işlemiş bir ata mirasıydı.
Cemiyetin kuruluş günlerini Aymukan Tavcanov şöyle hatırlıyor:
“1963 yılı 6 kasımında, bizim enstitünün (Moskova Enerji Endüstrisi Enstitüsü) yemekhanesinde Kazakistanlı öğrencilerin ilk kez bir araya geldikleri bir gece düzenlendi. Bu gecede, Genç Tulpar Cemiyeti kurulup, başkanlığına Murat Muhtar oğlu Avezov seçildi. Ben cemiyetin eğitim bölümünün -Moskova’daki Kazak gençlerin okuduğu birkaç enstitünün- sorumlusu tayin edildim.
O zamanlar Kazakistanlı gençler, farkına bile varamadan, eğitim kurumlarının yöneticileri tarafından okullarından çok kolay atılabiliyorlardı. Kazak öğrencilerinin kaderi, onların elinde oyuncağa dönüşmüştü. Benim görevim bu meseleyle ilgilenmek, uğraşıp çözmek idi. Çabalarımız sonuçsuz kalmadı. Moskova’daki Kazakistan Temsilciliği’ne gidip, orada çalışan Galım Süleymanov adlı ağabeyimize danıştım. Kazakistanlı öğrencilerin kaderi sözkonusu olduğunda Temsilciliğin de bu işe dâhil olmasını, devreye girmesini rica ettim.
Ağabeylerimiz bu öneriyi desteklediler. Sonuç olarak, bu tür girişimlerimiz sonucu, Kazakistanlı öğrencilerin Temsilciliğin haberi olmadan okuldan atılamayacakları konusu, hukuki bir zemine kavuştu; diğer yandan biz de, Temsilcilikle sıkı iletişim kurma imkânı elde ettik. Bu arada, Genç Tulpar teşkilatı adına düşük gelirli öğrencilere maddi yardım talep etme hakkındaki başvuru belgelerini Temsilciliğe ulaştırma işi de benim sorumluluğuma verildi.
Sevindirici olan ise Temsilcilikte çalışanların Kazak gençlerine oldukça samimi bir yakınlık gösteriyor olmalarıydı. Temsilciliğin yerleştiği bina, küçük Kazakistan haline gelmişti. Orada bizim “Genç Tulpar” adını taşıyan duvar gazetemiz de sürekli asılı dururdu.”
Bağımsızlık özlemiyle ortaya çıkan bu ilk gençlik hareketinin öncüleri Murat Avezov, Bolathan Taycan, Altay Kadırcanov, Anvar Sartbayev, Bolat Hisarov, Temirhan Bektibayev, Serik Baykenov, Makaş Tatimov, Sovyetkazı Akatayev, Marat Baltabayev, Bazar Damitov, Cenis Ömirbekov, Beken Duysebayev, Kutcan Kunapina, Jemile Avhadiyeva, Kalkaman Tilevhanov, Ömirserik Kasenov, Aldar Tunğışbayev, Asiya Muhambetova, Ağlaş Jaldıbayeva, Rahima Maşşanova, Arlop Ahmetov, Sara Tınıştığulova, Dameş Belesarova, Roza Süleymenova, Amangeldi Sembin, Mukan Orınbekov, Bekeş Şakirbayev, Aymukan Tavcanov, Ravşanbek Avsattarov, Roza Berdiğaliyeva, Nurlan Abişev, Sagıntay Toytanbayev, Şuga Aldabergenova, Şarapat Japarov, Kazbek Tattibayev, Marat Seydalin, Mırzağali Şotkaliyev, Roza Japparova, Meriyem Bekeşova gibi gençler oldu. Genç Tulparlıların hemen hepsi, Rusya’da okuyan, düşüncelerini iyi ifade edebilen, konuşmaları keskin, lider ruhlu ama mütevazı Kazak oğul ve kızları idi.
Nasıl ki, Alaş aydınları; Korkut Ata (Dede Korkut), Asan Ata,17 Buhar Jırav18 gibi milletimizin altın cevherlerinin devamı iseler, Alaşlıların ülkü ve düşüncelerini kendilerine bayrak yapan yeni kuşaklar da, “Ben Kazak’ım!” diyerek onların izinde tarih sahnesine atıldılar. Yerinde olan düzelir; tevekkülün gemisi batmaz ve risksiz yol alınmaz. Geçmişten aldıkları güç-kuvvet ve şeref duygusuyla göğüsleri kabaran Kazak gençleri, mücadeleye atılmadan duramadılar. Genç Tulparlılar da, Alaş aydınları gibi, önderlerin bilgili olacağı, toplumun güçlü ve başı dik, halkın mutluluk içinde yaşayacağı bir dönem tasavvur ediyorlardı.