Kitabı oku: «Kalbe Meydan Okuma»

Yazı tipi:

Kalbe Meydan Okuma

Koruyucu Kalp Kristali Serisi

Amy Blankenship

Translated by betül öztürk

Telif Hakkı © 2010 Amy Blankenship

English Edition Published by Amy Blankenship

Turkish Edition Published by TEKTIME

All rights reserved.


Zamanın Kalbi Efsanesi Dünyalar değişebilir... ama gerçek efsaneler asla kaybolmaz. Karanlık ve aydınlık, zamanın başından beri sürekli savaşageldi. Dünyalar yaratıcılarının ayakları altında şekil aldı ve parçalandı, yine de süregelen iyi ve kötü ihtiyacı sorgulanmadı. Bununla beraber, bazen bu karışıma yeni bir unsur katıldı... iki tarafın da istediği ama yalnızca birinin sahip olabileceği tek şey. Doğası mantık dışı olsa da, iki tarafın da ulaşmak için mücadele ettiği değişmez tek şey, Koruyucu Kalp Kristali. Kristal taş, bilinen evreni yaratma ve yok etme gücüne sahip olup hala tek bir nefesle tüm acı ve anlaşmazlıkları sonlandırabilecek durumda. Bazıları kristalin kendisine ait bir aklı olduğunu söylüyor... bazıları arkasında tanrıların olduğunu. Koruyucuları, her ortaya çıkışında, onu bencilce kullanacaklara karşı kristali savunmaya her zaman hazırdı. Bu koruyucuların kimlikleri değişmeden kaldı ve dünya ya da zaman fark etmeksizin aynı acımasızlıkla sevdiler.

Bu kadim koruyucuların merkezinde bir kız bulunuyor ve sevgilerinin nesnesi de o. İçinde kristalin kendi gücünü tutuyor. Kristalin taşıyıcısı ve gücünün kaynağı bu. Çizgiler sıkça bulanıklaşıyor ve kristali korumak yavaş yavaş rahibeyi diğer koruyuculardan korumaya dönüşüyor.

Karanlığın kalbini içtiği şarap bu. Kristalin koruyucularını, saldırılara karşı zayıflatıp etki altında bırakma fırsatı. Karanlık hem kristalin gücünü hem de aynı zamanda bir erkeğin isteyebileceği gibi kızı istiyor.

Bu boyutlar ve gerçekliklerin içinde, Zamanın Kalbi diye bilinen gizli bir bahçe bulacaksınız. Orada genç bir rahibenin heykeli diz çöküyor. Gizli hazinesini saklı tutan ve iyi koruyan çok eski bir sihirle kuşatılmış. Kızın elleri, değerli bir şeyin verilmesini bekler gibi ileriye uzanmış.

Efsaneye göre, Koruyucu Kalp Kristali diye bilinen güçlü bir taşın, kendisine geri verilmesini bekliyor.

Heykelin arkasındaki gerçek sırları ve nasıl var olduğunu yalnızca Koruyucular biliyor. Beş kardeş, zamanın kalbini atalarından ilk nefeslerini almadan önce, karanlık tarihi boyunca, Tadamichi ve ikiz kardeşi Hyakuhei koruyordu. İkizler, insanların dünyasının iblisler alemiyle bir araya gelmesini engelleyen mührü yüzyıllar boyunca korudu. Bu kutsal bir görevdi ve hem insanların hem de iblislerin hayatlarının, korunup birbirinden saklı tutulması gerekiyordu.

İnsanlardan oluşan küçük bir grup beklenmedik bir şekilde, hükümdarlıkları döneminde kutsal kristal yüzünden yanlışlıkla iblisler dünyasına geçti. Bir kargaşa esnasında kristalin güçleri, mühürde boyutları ayıran bir yarığa neden oldu. Grubun lideri ve Tadamichi mühürdeki yarığı kapatmak ve iki dünyayı birbirinden sonsuza dek uzakta kilitli tutmak için bir anlaşma yaparak hemen müttefik oldular.

Ama bu esnada Hem Hyakuhei hem Tadamichi insan liderinin kızına aşık oldu.

Hyakuhei’nin isteklerine karşın, yarık Tadamichi ve kızın babası tarafından onarıldı. Mührün gücü, tehlikeli aşk üçgenini sonsuza dek ayırarak on kat arttırıldı. Hyakuhei’nin kalbi parçalanmıştı. Kendi kanından olan kardeşi Tadamichi bile o ve rahibenin ebediyen ayrıldığından emin olarak ona ihanet etmişti.

Aşk bir kez kaybedildiğinde en şeytani şeylere dönüşebilir. Hyakuhei’nin kırık kalbi ikiz kardeşler arasında Tadamichi’nin hayatını sonlandıran ve ölümsüz ruhlarını ayıran bir savaşa neden olan kötücül bir öfke ve kıskançlığa dönüşmüştü. Bu ölümsüzlük şeritleri mührün muhafızlığını alacak ve onu kötüler alemindeki iblislere katılan Hyakuhei’den koruyacak beş yeni koruyucu yarattı.

Hyakuhei karanlığın içine hapsolarak zamanın kalbini korumaya dair bütün düşünceleri boşa çıkardı… bunun yerine enerjisini mührü tamamen ortadan kaldırmaya yöneltti. Dizlerini geçen uzun gece yarısı bukleleri ve en çekici kişilere ait bir yüz, meleksi görünüşünün altında saklı gerçek şeytanı maskeliyordu.

Aydınlık ve karanlık güçlerin arasındaki savaş başlarken kutsal heykelden, rahibenin tekrar doğduğuna ve kristalin diğer tarafta yeniden ortaya çıktığına işaret eden kör edici, mavi bir ışık yayıldı.

Koruyucular ona yönelip muhafızları olurken, iyi ve kötü arasındaki savaş gerçekten başlıyordu. Böylelikle de karanlığın, ışığın dünyasına hakim olduğu başka bir dünyaya giriş.

Bu, çok sayıdaki destansı maceralarından biri…


Bölüm 1 "Gizli Aşk"

Hyakuhei, rahibenin hala diğer tarafta, kendi dünyasında olduğunu bilirken, zamanın kalbine bakarak dikildi. Kanatları yumuşak çimlerde rüzgar oluşturarak açılırken, gece yarısı rengindeki saçları koyu bir örtü gibi bedeninden aşağı döküldü. Mükemmel dudakları bilmiş bir gülümsemeyle kıvrıldı. Yerde, heykeli çevreleyerek ona ürkütücü bir görünüm veren kirli bir parlaklık oluştu.

Adam, bilinmez bir güç tarafından çekilir gibi, ondan bir şey istermişçesine ellerini uzatmış halde duran kız heykeline doğru kaydı. Gözleri, heykelin benzediği kızı hatırlayarak yalnızca bir an için yumuşadı. Yani koruyucular güçlerini birleştirip kızı ondan uzak tutabileceklerini mi sanıyorlardı?

Elini öfkeli bir hareketiyle parlak çimenler, uğursuz bir aurayla parıldarcasına tıslamış gibi göründü ve sonra sihrin aldatıcılığını uzun yapraklarının derinliklerine sakladılar.

*****

"Lanet olsun! Kyoko nerede? Saatler önce dönmesi gerekiyordu,” Toya, son yarım saatte onuncu kez homurdandı. Elini, gece yarısı rengi saçlarına karışmış gümüş rengi gölgelerden tedirgin bir şekilde geçirerek açık pencereden tapınağa doğru baktı. Kimsenin göremeyeceği bir yere dönerek, altın rengi gözlerine endişe dolmasına izin verdi.

Suki, süngüsünü cilalarken bir kaşını kaldırarak baktı, “Toya, çok açık ki Kyoko bu gece geri gelmiyor. Bir şey çıkmış olmalı, bu yüzden vazgeç ve bize biraz rahat ver.” Yanında oturan Kamui’ye döndü, “Tanrım, hiç çenesini kapattığı oluyor mu?”

Kamui, yüksek sesle bir şey söylemektense susmanın daha iyi olduğunu bilerek gülümsedi. Yıldız tozu rengindeki gözleri, Toya’nın şikayet etmesinin ardındaki gerçeği gizliyordu. En genç koruyucu olması onu saf yapmıyordu. İnsanların zamanına göre, kardeşleri gibi o da yaşlanmıyordu. Toya’nın yalnızca endişeli olduğu gerçeğini gizlemek için öfkeli davrandığını biliyordu. Kendisi bile endişelenmeye başlamıştı. Bu, Kyoko onları bekletiyormuş gibi değildi. Kararan gökyüzünü görüp yüzünü pencereye çevirirken Kamui’nin saçlarındaki mor gölgeler parıldadı.

Toya volta atmaya devam ederek, “Kyoko sabah dönse daha iyi olur, yoksa yemin ederim onun dünyasına gidip onu kendim geri getireceğim” dedi. Kyoko’nun bu kadar uzun süre uzakta kalmasına dayanamıyordu. Günler geçmişti ve her dakika daha da öfkeli… ve endişeli hale geliyordu. “Aptal kız,” deyip, Suki onu uyaran bir şekilde kaşını kaldırınca ağzını tekrar kapattı.

Shinbe’nin uzun, sessiz bedeni, bir saattir durduğu duvarın karşısında dikiliyordu. Mavimsi-gri renkteki yağmurluğu, saklamaya çalıştığı tedirgin bir hareketle hafifçe aniden kıpırdadı. Toya’nın, Kyoko’nun gecikmesiyle ilgili lakırdılarını yeterince dinlemişti. Toya’ya yalnızca çenesini kapamasını söylemekten kendini alıkoymak için ametist gözlerini kapattı. Shinbe, Kyoko dönene kadar Toya’nın büyük ihtimalle kimseye rahat vermeyeceğini bilerek kardeşinin öfkesini daha kötü hale getirmemek için dilini ısırdı.

Ametist koruyucu, keşişlik öğretilerini takip edip her zamanki gibi meditasyon yaparak sakin kalmaya çalıştı. Aslında sinirleri şu anda o kadar hassastı ki meditasyon bile işe yaramıyordu. Tam o anda, Toya’yı boğası geldi ve hatta bunu yaparken gülümseyebilirdi. Sakin yüz hatları gerildi ve gece yarısı mavisi rengindeki saçlarının bunu saklayabilmesi için yüzünü eğdi.

Toya ve diğerleri yatmaya hazırlanırken Shinbe, küçük barınaklarının köşesindeki istiften kalın bir battaniye alıp yalnızlığa çekildi. Yalnızca herkesten, özellikle de Toya’dan uzaklaşması gerekiyordu. Toya’ya ve Kyoko’nun kardeşine olan aşkına karşı kıskançlığını iyi saklıyordu. Kızın gözleri her zaman Toya’da olsa da… ona yakın olup onu koruyabilmek için günden güne gruba dahil oluyordu.

Shinbe, acı verici bir şekilde dişlerini gıcırdattı. Diğer iki kardeşi Kyou ve Kotaro gibi yapmalı ve Hyakuhei’ye karşı kendi başına savaşmak için gruptan ayrılmalıydı. Ama onu güvende tutmak için gruba yakın kalması gerektiğini biliyordu. Kızın koruyucularından biriydi ve kendisinin ona ihtiyacı vardı. Kyou ve Kotaro bile onu uzaktan koruyordu.

Evet, Shinbe Kyoko’ya karşı hissettiği çekimi saklayarak oyunu iyi oynadığını biliyordu. Bunu uzun zamandır yapıyor, hatta diğer kızlara sarkıntılık ediyordu… özellikle Kyoko’nun görüp duyabileceği yerlerde, böylece sırrını asla öğrenmeyecekti. Bütün kadınları sevdiğini düşünüyorlardı, kalbinin tek bir kadına, rahibesine ait olduğunu bilmiyorlardı.

Genelde, kendisine vuracağını bilerek Suki’ye sarkıyordu ve acı düşüncelerini düzeltmesine yardım ediyordu. Konu Kyoko’ya gerçek duygularını söylemeye gelince tam bir korkak oluyordu.

Son zamanlarda daha da kötü hale gelmiş, saklaması zorlaşmıştı. Kyoko ona güveniyor, gülümsüyordu. Toya’nın çocukça hareketlerine üzüldüğünde duygularını ona anlatıyor, onunla konuşuyordu. Hepsi, onu yavaş yavaş parçalıyordu.

Farkında olmadan gittiği yerde başını kaldırıp baktı ve iç çekti. Kız heykelinin olduğu bahçedeydi. Bunun farkına bile varmadan ona yakın olmayı istemişti. Kyoko gecenin bu saatinden zaman kapısından geri gelmezdi… peki neden buraya gelmişti?

Heykele bakan ametist gözleri ayın yansımasıyla parladı. Shinbe burasının… zaten iblislerle dolu bir dünyadayken herhangi bir yer kadar güvenli olduğuna karar verdi.

Bilinçaltında ay ışığının aydınlatmasını sorumlu tutarak ürpertici parlaklığa önem vermeyip battaniyeyi yumuşak çimene yaydı. Uzanıp, her zaman yaptığı gibi birazdan göreceğini bildiği rüyaları beklemeye başladı. Onu bir koruyucu veya müttefik değil de… bir erkek gibi görmek istemesini sağlayarak hiç aklından çıkmıyorlardı.

*****

Kyoko alnını ‘Tuğla Bir Duvara’ çarpma isteğine karşı koyarak homurdandı. Bilincini kaybetmek üzereydi ve buna karşı tartışacak kadar sarhoştu. Tasuki ve onun okul arkadaşlarıyla birlikte sarhoş olmak istememişti. Hepsi büyük bir hataydı ve onun hatasıydı. Hiç içmeyeceğini düşünerek söz verdiği gibi Cadılar Bayramı partisine gitmişti. HİÇ! Hiç içmedi.

Gözlerini devirerek kendi kendine homurdandı. Punç kasesinin yanında duran meyve kokteyli kasesinin günlerdir alkole battığını nereden bilecekti? Greyfurt tadı alacağını düşünmüştü ve alkolün etkisi kendisini çarpana kadar çok fazla yemişti.

Kyoko kendi ayağına takılıp tökezledi ve düşmeden çabucak toparlandı. “Bu iğrenç!” diye, kendisini kimsenin duyamayacağını bilerek bağırdı. Geç kalmıştı ve Toya ile başının büyük bir belaya gireceğini biliyordu. Sadece kendisine bağırdığını düşünmesi, şimdiden başını ağrıtıyordu.

Kyoko bir çakıl taşını tekmelerken, “cehenneme hoş geldin… ilk kişi,” diye mırıldandı.

Çaresiz bir şekilde, yalnızca Toya’nın onu almaya gelmek için sabahı beklemesini umdu. Hatta daha da iyisi, gün ışığıyla kendisinin oraya gitmesini beklemesini umdu. O kadar sarhoşken güç bela önünü görebiliyordu ve onunla kavga etmek istemiyordu. Eve gitmeyi de istemiyordu. Kendi kendine sessizce homurdandı. Annesi, eğer kazara da olsa sarhoş olduğunu görürse ona bir hafta boyunca nutuk atardı.

Kyoko, yürürken düz bir çizgi üzerinde durmak için çaba harcıyordu. En sonunda, evinin arkasındaki alanda bulunan kız heykelini seçebildi. Heykele doğru bir gözünü kapatarak odaklandı, kıkırdadı ve sonra kendi kendine ‘tanrım, artık sarhoş olduğumu biliyorum,’ diye düşündü. Sallanarak omzunu silkip yapmayı bildiği tek şeyi yaptı.

Tapınak evine, dosdoğru heykele doğru yürüdü ve diğer boyuta güvenli bir şekilde zamanında ulaşabilmek için kendinden geçmeyi umarak ona dayandı.

*****

Shinbe yine Kyoko’nun, altında kıvranırken tekrar tekrar adını bağırıp o içine girerken çığlık atarak yüzüne doğru bakıp Toya’ya ait bütün düşüncelerini sildiğine dair erotik bir rüya görüyordu.

Sıçrayarak uyandı… bedeni ter içinde kalmıştı. Güçlükle nefes alırken onun hala altında, onu sevmesine izin verir ve o da kendisini severken hissedebiliyordu. Çığlıkları hala kulaklarında çınlıyordu. Kalbi onun içine girdiği gibi kaburgalarına vurarak hala çok hızlı çarpıyordu.

Shinbe kalkıp oturdu. Ellerini birleştirerek kaldırıp yüzünü örttü. Bastıramadığı acı ve her şeyin adaletsizliğine karşı sakladığı öfkeli bir çığlığı sessizliğe doğru koyuverdi. Bugüne kadar istediği tek şey onu sevmekti ve bu kendisini yavaşça içten içe yiyordu.

Shinbe bir dal çıtırtısı duyarak hızla ellerini aşağı indirdi. Ametist gözleri bölgeyi taradı ve Kyoko’nun şaşkın görüntüsüne takıldı. Zihni aniden yavaş çekime geçmiş gibiydi.

'Hayır olamaz… şimdi değil, burada değil.”Gözleri adamın bağırmasıyla büyümüştü ve eli ağzının üzerindeydi. Shinbe, 'hayır… git buradan, lütfen’ diye zihninde yalvardı. “Şu anda burada olamazsın, bu çok tehlikeli… ben tehlikeliyim.’

Shinbe, elini dudaklarından indirirken yüzünden endişeli bir bakışın geçmesini izledi. Sonra, ona doğru gelirken sallandığını gördü. Gerçek mi yoksa hala rüya mı görüyor diye merak etti.

Kyoko yakınlarda bir yerden kulağa, insana ait değilmiş gibi gelen bir çığlık duyduğunda hala barakaya ulaşmak için doğru yöne gidip gitmediğine emin olmaya çalışıyordu. Sesin kaynağını bulmaya çalışırken gözlerini odakladı. Kendisine verdiği korkuyla kalbi hala çok hızlı çarpıyordu. Sonra Shinbe’nin orada, yalnız başına çimenlerin üzerinde bir battaniyede yattığını fark etti. Tekinsiz çığlık ondan gelmiş olmalıydı.

Ne sorun olduğunu öğrenmek istedi. Birisi mi öldürülmüştü? Her zaman sakin, serinkanlı ve arkadaş canlısı olan koruyucudan bu sesin çıkması için böyle bir şey olması gerekiyordu. Ona doğru ilerlerken bacaklarını sabit tutmaya çalışıyordu.

Shinbe, Kyoko bugüne kadar yaptığı en aptalca şeyi yaparken onu izleyip homurdandı. Dosdoğru ona gelip diz çökerek dokunmak için elini uzattı.

“Shinbe, ne oldu? Birisine bir şey mi oldu?”

Sesindeki korkuyu duyabiliyordu. Bir sorun olduğunu düşünmüştü. Bu sorudaki gerçeğe neredeyse gülecekti ama bunun iyi bir fikir olmadığına karar verdi. Sırrını bilmiyordu. Hala güvendeydi, hala kalbini ondan gizleyebilirdi.

Kyoko başka bir baş dönmesi dalgasına yakalanarak, onun yanına diz çökerken dengesini koruyamadı. Kazara öne doğru çok fazla eğilerek dosdoğru kucağına düştü. Bir sorun olduğunu hatırlayarak kıkırtısını bastırdı ve yoğunlaşmaya çalışarak gözlerini açtı. Her şey bir rüya gibi geliyordu.

Kyoko birden Shinbe’nin göğsünün çıplak olduğunu fark etti. Avuçlarının altındaki şekilli kasları gerginleşiyor, toparlanıyor ve uzuyordu. Daha önce gömleğini çıkardığını hiç görmemişti ve hayran kalmıştı. Onu bu şekilde düşünmemesi gerektiğini bilerek kızardı. O kendisinin koruyucusu ve arkadaşıydı.

Kyoko ayılmaya çalışarak kafasını salladı ama bu sorunlara gerçek anlamda yardımcı olmadı. Bakışlarını yavaşça onunkilere kaldırdı. Bir santimetre bile kıpırdamamış ve ona hala sorunun ne olduğunu söylememişti. Şimdi keşke söyleseydi diye düşündü çünkü yüzündeki bakış kendisini korkutmaya başlamıştı.

Shinbe’nin bedeni, kendisini ona dokunmaktan alıkoyarken titriyordu. Kendisinden daha güçlü bir güç onu itiyor, nefes almaktan daha fazla istediği şeye uzanıp dokunmasını talep ediyor gibiydi. İyi olabilirdi ama şu anda kucağında, gözlerini dikmiş ona bakıyordu. Gözlerinin acıyla dolu olması gerektiğini biliyordu ve kız neyin ters gittiğini öğrenmek istiyordu.

Kesinlikle bir sorunu vardı ve aniden kontrolünü kaybetmesine neden olmuş gibi görünen şeye engel olamıyordu.

“Buna daha fazla katlanamayacağım,” sesi duyduğu aşırı hislerin gücüyle pürüzlüydü. Bu sözlerle onu uyarmaya, ona uzaklaşmasını, zaman kapısının güvende olacağı diğer tarafına geçmesini söylemeye çalışıyordu. Sırrını kontrol altına alıp bir kez daha saklayana kadar geri gelmemesini. Bütün duyuları ters giden bir şeyler olduğuna dair çığlık atıyordu ama aklı bu yoğun açlıkla savaşamıyordu.

Kyoko, sözlerinde çok fazla acı olduğunu duyunca bu kendisini üzdü ve güçlükle soludu. Herkes onun aklı başında olduğunu, grubu bir arada tutan tutkal görevi üstlendiğini düşünüyordu. Kendisi bile ona bakıp yakınında olduğunu ve sakinliğini, ilgisini ve espri anlayışını hissedince bundan hoşlanıyordu. Ama şimdi, iş başka bir şekle dönmüştü. Rahatlatılmaya ihtiyacı olan oydu.

Hepsi, iblislere karşı savaşmak yüzünden olmalıydı… Hyakuhei… laneti. Tanrım, laneti… onun için erken bir ölüm olacak olan boyutsal boşluk. Hyakuhei’nin, bir gün onu mahvedeceğini bilerek ona verdiği nihai güç. Unutmamıştı. Sadece bunu düşünmemek için gerçekten çok çaba harcıyordu ve Hyakuhei’yi durdurmazlarsa neler olacağını biliyordu.

Kyoko işleri düzeltmek ve zihnini rahatlatmak için ona uzandı. “Geçti Shinbe, buradayım.” Eli yüzüne ikinci kez dokununca canlandı.

Mantığı durmuştu ve Shinbe’nin çelik gibi kontrolü kayboldu. Onu muzlarından tutup altına alana kadar çevirdi. Bedeninin üzerine eğildi, bugüne kadar istediği şeye… Kyoko’ya sahip oluyordu. Tutarlı başka bir düşünce olmaksızın, zihnindeki diğer her şeyin önüne engel koyarak dudakları sahiplenici bir şekilde hızla onunkileri aradı. Bu duyguyu çok uzun zamandır kontrol altında tutuyordu.

Shinbe, durumun kontrolünü birkaç çıkış önce kaybetmiş olabileceğini kabul ediyordu. Aklının gerilerinde bir yerlerde kızın bir tür alkol tadı verdiği ve kokusunun da öyle olduğuna dair bir düşünce geziniyordu. Kendisini bir santimetre yukarıya kaldıracak kadar kontrol ederek doğru olup olmadığını söylemeye çalışarak ona doğru baktı. Yüzü, gözleri ve kızarmış yanaklarını inceleyerek kıskanç bir şekilde, onu kimin sarhoş ettiğini merak etti.

Kyoko bunun gerçek olmadığını biliyordu. Çok yakışıklı olan Shinbe’nin ametist gözlerine bakıyor olmasına imkan yoktu. Onu istermiş gibi gözlerini kendisine dikmiş olmasına imkan yoktu. Kyoko, muhtemelen heykele dayalı bir şekilde çimenlerde yattığına kendisini inandırdı. Bu rüyanın bir yerinde Hyakuhei’nin kendisine güldüğünü bile duymuştu.

Kız heykelinden aşağı kayıp uykuya daldığına yemin edebilirdi. Şu anda muhtemelen kendinden geçmiş bir rüya görüyordu ve sarhoş aklı Toya yerine Shinbe ile beraber olduğunu düşünüyordu.

Kyoko sersemlemiş hissederek hafifçe başını salladı ve “çılgın rüyalar” diye, Shinbe’nin tutkuyla yanan gözlerine bakıp iç çekerek söylendi. Dudakları hala rüyasındaki öpücükle karıncalanmış haldeydi.

Shinbe dudaklarını tekrar onunkilere indirdi. Yeterince duymuştu. Kyoko rüya gördüğünü düşünüyordu. Shinbe yalnızca haklı olduğunu umut ediyordu. Ama her iki durumda da kendisine engel olamıyordu. Bunu denese bile duramamıştı ve kızın dudaklarını yaladı. hafifçe sızlanarak dudaklarını araladı… ses sadece, eğer bu mümkünse daha fazla sertleşmesini sağladı.

Koruyucu kanı yüzeye çıkarken kendisini durdurmayı deneyerek tere boğuldu. Öpüşünü derinleştirip öpücüğün sıcaklığıyla nefes alıp vererek onu ele geçirirken yavaşlamak istedi. Ezeliymiş gibi görünen bir süredir onu böyle öpmek istiyordu.

Kendisini kızın üzerinde tutup dudaklarını öperken kollarındaki kaslar esnedi. Elleri kızın kıyafetlerinden kurtulmakla meşgulken sabırsızdı. Yalnızca kısa bir süre sonra tamamen çıplak halde altında yatıyordu. Giysilerini çıkarırken kendisine karşı koymamıştı. Neden koyacaktı ki? Bu bir rüyaydı… değil mi?

“Shinbe’nin nefesi, tam da birkaç dakika önce rüyasında olduğu gibi görünürken ona doğru bakarak yavaşladı. O rahibesiydi… sırrı… aşkı. İpeksi teninin verdiği his hoşuna giderek bedenini onunkinin üzerine kaydırdı, bu acısını ve ona, onunla sevişmeye olan ihtiyacını keskinleştirdi.

Bu bir rüya olmalı,’ diye kendisini ikna etmeye çalıştı.

Tenini yalayıp öpmek için başını boynuna gömerek nazikçe ve zorla tadına baktı. Bedeninin alt kısmına doğru ilerlerken ona kendisini ne kadar sevdiğini gösterdi. Bu, her yerini görüp tattığı tek sefer olacaktı. Kız bedenini yay gibi gerip ağzına uzattığı göğsünü yalayıp bedenini canlandırırken içinden keskin bir sıcaklık geçti.

Öpücükleri gerilmiş beline kayar ve o altında kıvranırken Shinbe’nin dilekleri gerçekleşiyordu. Kız daha da yakınlaşmaya çalışarak onu kendisine çekerken kasları hareketleniyordu. Shinbe, kendisini saran kokusuyla, cennete yaklaşabileceği kadar yaklaşmıştı. Her bir santimetresinde süründü.

Bacaklarının arasına yerleşip, sıcaklığı zonklayan erkekliğinin başını ısıttığında ürperdi. Bu bir rüya bile olsa kendisini içine girerken görmesini istedi. Bedeni sertleşip onunkinin etrafında sıkılaştı.

“Gözlerini aç,” diye fısıldadı. Sesi, kasıtlı bir baştan çıkarıcılıkla büyüleyiciydi ve hayranlık verici zümrüt yeşili gözlerini açtığında kendisini hızla onun sıcaklığına gömüp kızı ilk seferinin vereceği acıdan kurtarmak için ileriye itti. Bekaretinin kendisine yol açtığını hissederken gırtlağından ızdırap dolu bir çığlık yükseldi.

İpeksi sıcaklığındaki sıkılık onu kavrayarak daha da derine çekti. Kendini kontrole etmede bu kadar dirençli olmasaydı ruhu bedeninden taşardı. Dudaklarının sessizce aralanarak başını oradan oraya çevirmesini izlerken güçlükle nefes alıp hala kendisini tutma çabasıyla dişlerini gıcırdattı. Çığlık atmadan önce çabucak kızın dudaklarına yapıştı.

Sakinleştiğini hissettiğinde öpüşünü yavaşlattı. İlk başta yavaş ama sert bir şekilde derinlerine girerken kızın kendi tutkusunun alevlenmesiyle kalçalarını onunkilere doğru kaldırmasıyla ödüllendirildi. Dönüşeceklerini bildiği değerli hatırlarmış gibi onları tadarak, coşkulu inlemelerini içine çekti. Kızın kendisini sarmasına teslim olarak kendisini kısıtlamayı bıraktı. Hiçbir şeye engel olmadan her şeyini vererek onunla sevişmek istiyordu.

Parmaklarını onunkilere geçirerek ellerini başının üzerine kaldırdı ve yumuşak battaniyede tuttu. Shinbe kendisini kızın üzerine kaldırdı, böylelikle ikisini de hızla sınıra getiren bir ritme geçtiğinde kızın yüzündeki tutku dolu ifadeleri görebilecekti. Üzerindeki kasılmaları duraksatıp tekrar içine girmeden için aceleyle çekilmeden önce derin ve hızlı okşayışlar, sert ve yavaş girişlere döndü.

Bedeni kasılmalarla gerilirken birçok defa doruğa ulaştığını hissetmişti. Kız kendisini daha fazla sıkarken bunları hissetmişti. Kendi boşalmasını tutarken tüm bedeni ay ışığında kesik kesik parladı. Bu onu öldürüyordu, nihayet daha fazla dayanamayarak ve kızın da tekrar doruğa çıktığını bilerek ikisini de sarsan bir şekilde buna ayak uydurdu.

İkisini de sınıra getirerek son kez girebildiği kadar derine girdi ve başını arkaya atarak orada kaldı. Çıkardığı ses ne bir insana ne de bir ölümsüze aitti. Tohumları kızın derin, sıcak ve düzenli kalp atışlarına sahip… bedenine vururken bu acı ve zevk, ikisi için de beş köşeli bir yıldızdı.

Dünya tekrar sessizleştiği zaman Shinbe eğilip, öpüşmekten şişmiş dudaklarında tutkulu bir gülüşün parladığı, gözlerini yavaşça kapatan Kyoko’ya baktı.

Shinbe, az önce yaptığı şey yüzünden şimdiden kalbi kırılmış bir halde dudaklarını onunkilere eğerek gerçeği fısıldadı, “seni seviyorum.”

*****

Aradan zaman geçip gecenin ilerleyen saatlerine ulaştıklarında Shinbe uyanıp Kyoko’yu giyinmiş bir halde ama parıldayan çimlerin üzerindeki battaniyede yanında yatarken buldu.

Onu uyandırmak ve henüz günahlarıyla yüzleşmek istemediğinden, uyuyan rahibeyi yanındaki paketiyle beraber, grubun kalanının hala uyuduğu barakanın duvarlarının içine doğru sessizce taşıdı.

Onu duvarla Suki arasındaki her zamanki noktasına yerleştirip hayatında hiç olmadığı kadar mutlu ve korkmuş bir şekilde yavaşça karşısındaki duvara kayarak dizlerini çenesine doğru çekti. Ama eğer önümüzdeki birkaç saat içinde ölürse mutlu ölecekti.

Shinbe, Kyoko’nun bunu hatırlamasının mı yoksa hatırlamamasının mı daha kötü olacağını merak ederek gözlerini kapattı. Sevmek için bir kalbe ihtiyaç olduğu ve kendisinin kalbi olmadığından başka birisini sevmeyeceğini biliyordu. Onu zaten vermişti. Gözleri onu gördüğü ilk günden beri kalbini Kyoko taşıyordu.

Eğer sabah Toya’nın hançerleriyle ölmezse, gizlice onu sevip bunu fark etmemesini umarak tam olarak bulunduğu yerde kalmaya devam edeceğini biliyordu.

Bölüm 2 "Sabah Korkuları"

Shinbe, Toya’nın bağırdığını duyunca güne sıçrayıp uyanarak başladı. Toya’nın ikiz hançerlerinde şiş kebap yapılma fikriyle bedenindeki tüm kasların korkuyla gerildiğini hissetti. Hastalıklı bir merakla neler olup bittiğini görmek için ametist gözlerini yavaşça açtı.

Kyoko, elini yukarı savurup bir uysallaştırma büyüsü yaparak “kapa çeneni!” diye bağırdı, ardından acı beynini vururken aniden panikle başını kavradı.

Toya yerden ona doğru öfkeyle bakarken “bu ne içindi?” diye homurdandı.

“Off,” diyerek tekrar büzülürken ağzı ‘o’ şeklini aldı. “Şişt,” diye mesajı alacağını umarak ekledi.

Shinbe, Kyoko’nun büyük ihtimalle akşamdan kalma olduğu ve Toya’nın çok fazla ses çıkararak bu konuda yardımcı olmadığını bilerek iç çekti. Uysallaştırma büyüsünün yalnızca Toya üzerinde işe yaramasını tuhaf bulsa da onu felç edebilmesine memnundu. Bazen, Toya’ya büyü yapabildiği için kendisini onu kıskanırken buluyordu. Ayrıca Toya’nın onu evinin olduğu dünyada izleyerek zamanın içinde ileri geri gidebilen tek kişi olması da buna hiç yardımcı olmuyordu. Shinbe’ye göre bu, o ikisini daha da yakınlaştırıyordu.

Ne kadar sarhoş olduğunu göz önünde bulundurarak geçen geceyi hatırlayıp hatırlayamadığını merak etti. Shinbe, Toya, büyü kullandığı için Kyoko’yla kırıcı bir şekilde konuşurken midesinin kasıldığını hissederek gözlerini kapattı. Şimdiye kadar her şey normal görünüyordu. Her şey, açık şekilde hatırlamaya çalışarak olanları düşündü. Gecenin kendisine bile rüyaymış gibi gelmesini tuhaf buldu.

Onu barakaya getirmeden hemen öncesini hatırladı, fark edilebilir olması ihtimaline karşı, sevişmelerine dair herhangi bir kokuyu örtmek için üzerlerinde kalkan büyüsü kullanmıştı. Eğer ne olduğunu hatırlıyorsa saklanmanın işe yaramayacağını bilerek gözlerini tekrar açtı. Sonra Toya’yı, Kyoko’nun üzerine eğilmiş, onu koklarken görünce Shinbe’nin nefesi kesildi.

Toya burnunu kırıştırarak, “Kyoko, üzerinde alkol kokusu mu alıyorum?” diye sordu. Kederli ama suçlu iç çekişini duyup önünde oturdu. Hala elleriyle yüzünü kapatıyordu. “Ne oluyor be, Kyoko? Sarhoş mu oldun?” Toya sesinin yükselmesine engel olamadı ve kız ellerini yüzünden indirip ona öfkeli ölümcül bir bakış atınca çenesini kapattı.

Kyoko’nun gözleri kısıldı, “Toya üzgünüm. Ama hemen gözümün önünden çekilmezsen ikimizin de pişman olacağı bir şey yapacağım.” Tekrar uysallaştırma büyüsü yapacakmış gibi elini havaya kaldırarak Toya’nın çabucak geri çekilmesine ve rahatsız bir şekilde homurdanmasına neden oldu.

Kyoko Toya’ya haddini bildirirken, Shinbe sırıtışına engel olamadı. Bunu hızlı bir öksürüğün arkasına sakladı. Bu ikisi bazen çok… eğlendirici olabiliyordu. Başka bir öksürük dikkatini çekti. Toya’ya bakmak için eğilirken Kamui’nin de gülmesini saklamakta güçlük çektiğini gördü.

Toya, ellerini gevşek kol ağızlarına koyup başını yana çevirirken ‘lanet olsun, bazen gerçekten korkutucu olabiliyor,’ diye düşündü. “İyi, bana sonra söylersin!” deyip, bunu biraz fazla yüksek sesle söylediğini bilerek altın rengi gözleriyle köşeden onu dikizledi. Eğer onu tekrar ‘uysallaştırmayı’ deneyecekse ortalıkta dolaşmak istemeyip zıplayarak kalkarak kapıdan çıktı. Bu aptal büyünün uzun sürmemesi iyi bir şeydi, yoksa canı yanardı.

Suki, Kyoko’yu hayretle izlerken tek bir söz etmemişti. Nihayet Toya gittiğinde sessizce Kyoko’ya doğru yürüdü. Eğilerek fısıldadı, “Kyoko, gidip sana biraz temiz su getireceğim, tamam mı? Sen yalnızca uzan, hemen döneceğim.” Kafasını sallayıp masum Kyoko’larının nasıl sarhoş olduğunu merak ederek elini hafifçe onun omzuna koydu. Bunu sormak için beklemeye karar vererek döndü ve arkadaşına su getirmek için barakayı terk etti.

Kamui bu fırsatı kaçıramazdı ve ağzı kulaklarına vararak sırıttı. “Kyoko, içmeye gidip beni davet etmemene inanamıyorum.” Kyoko ona şaşı bir bakış atınca gülümsemesi daha da genişledi. Kaen’in dışarıda onu beklediğini hissederek ateşli arkadaşına katılmak için barakadan ayrıldı.

Kyoko, başı çatlarken homurdandı. Sırt çantasına göz atmak için Suki’den yardım istemeliydi. Orada ağrı için bir şey olacağını biliyordu ve eğer bunu hemen bulabilirse büyük ihtimal hepsini içecekti. Üzerine bir gölgenin düştüğünü hissedip dönerek Shinbe’nin ametist gözlerinin onu izlediğini gördü.

Aniden zihninde, dudaklarını ve bedenini öptüğüne dair görüntüler belirdi. Bu bir rüyaydı… değil mi? Sarhoş bir rüya, evet… şimdi hatırlıyordu. Akşamdan kalma olsun veya olmasın, düşündüğü şeye engel olamıyordu ve bir sıcaklıkla yanaklarının kızardığını hissetti. Aniden, onun koruyucu güçlerinden birinin de, Kyou’nun yapabildiği gibi zihin okumak olmamasına şükretti.

“Kyoko, iyi misin? Senin için yapabileceğim bir şey var mı?” Shinbe geçen gece söylediği gibi bunun bir rüya olduğunu düşündüğünü bilerek suçlu hissetti. Ama bir şey hatırlayıp hatırlamadığını bilmesi gerekiyordu. Yüzünün kızarmasına bakarak belki de hatırladığını düşündü. Nihayet konuştuğunda rahatlık ve sefalet içinde iç çekti. Derinlerde bir yerde hatırlayacağını ve buna bir son vereceğini ummuştu.

Kyoko ona zayıfça gülümsedi. Lanet olası rüyalar… neden onu, başkalarını rüyasında görmek zorundaydı? Onu bu şekilde görmesi yeterince kötü değilmiş gibi daha önce hiç görmemişti ve uyandığında vücut sıcaklığını hissedebilecek kadar yakınında bulmuştu.

Birden bu yakınlıktan uzaklaşarak zümrüt yeşili gözleri açık bir şekilde arkasına yaslandı. Ona bakma şeklinde ruhunu inceliyormuş gibi bir şey vardı. Veya onunla gruplaşmaya hazırlanıyor gibi… söz konusu Shinbe olunca asla emin olamazdınız. Zihninden kafasını salladı, ‘hayır. Oraya gitme Kyoko, kızım, şu anda olmaz! Düşün, soru neydi?’ “Hmmm…”

₺173,69

Türler ve etiketler

Yaş sınırı:
12+
Litres'teki yayın tarihi:
05 nisan 2019
Hacim:
387 s. 13 illüstrasyon
ISBN:
9788873042358
Tercüman:
Telif hakkı:
Tektime S.r.l.s.
İndirme biçimi:

Bu kitabı okuyanlar şunları da okudu