Kitabı oku: «Hint mitolojisi», sayfa 2
Varuṇa’nın kurallarından sıkça bahsedilir ki buna ölümsüz tanrılar bile engel olamaz. Mitra ile ikisi Ṛta’nın ya da “Kutsal Düzenin Efendileri” ve “Ṛta’nın Destekçileri” olarak adlandırılırlar. Bu ise Āditya’lar ya da diğer tanrılarla genel olarak paylaştıkları bir sıfattır. Kendilerine benzer biçimde Agni ve Soma için kullanılan “Kutsal Düzenin Muhafızları” ismi ve ağırlıklı olarak Agni’ye verilen “Kutsal Düzenin Takipçileri” sıfatı da yakıştırılmaktadır. Haliyle bu “Düzen”in Varuṇa’dan daha yüce bir şey olması gerekir ve açıkçası aslında Avesta’daki Aşa’dır. İlk unsuru kozmik düzendir: Şafak Ṛta ile uyumlu olarak söker ve Ṛta’nın ikametgâhından yükselir. Güneş, tekerleğinin on iki teliyle (aylar), Ṛta’yla birlikte hareket eder. Kızıl tüylü daha toy ineğe pişmiş beyaz sütü veren Ṛta’dır. Kurban Ṛta’nın himayesi altındadır. Agni onu gözetleyen ve ilk doğandır. Dualar Ṛta’nın isteklerine göre etkili olur ve kurban eden dindar büyücülüğü kovarak Ṛta ile kurbanını sunduğunu belirtir. İnsanoğlunun çevresinde Ṛta ahlaki bir düzendir ve işin doğrusu daimi olarak asılsızlığın karşıtıdır. Agni ne zaman Ṛta’ya doğru çaba gösterse Varuṇa’nın kendisine dönüştüğü söylenir. Yama ile Yamī ne zaman insanoğlunun ilk çifti için ensest ilişkiye izin verilip verilemeyeceğini tartışsalar Yama’nın kız kardeşinin ikna çabalarına karşı yakarması Ṛta’ya göredir. Avesta’da aynı özellikler Ṛta’yı işaret eder ve kavram çok daha antik olabilir (Not 4. Yunanların Moira (Not 5 ya da Kader kavramının aksine Ṛta’nın tanrıların asla irade ya da istekleriyle kesin olarak çatıştığını göremeyiz. Sürekli olarak Anrta’ya (Düzensizlik) karşı durma aslında bu düşüncenin, kaderin kontrol altında tutulması ya da geçersiz kılınmasından çok bir ideal ya da norm olduğunu göstermektedir. Bu durum, Ṛta’nın ahlaki dünyadan fiziki olana nakledilmesinden kaynaklanabilir. Ya da fiziksel dünyada uygulandığı gibi bir sebep sonuç ilişkisine tam olarak gereksinim duyulmadığı gerçeğinden dolayıdır.
Varuṇa’nın karakter bakımından ve aldığı Asura sıfatıyla İranlıların büyük ilahı Ahura Mazda’ya karşılık geldiği net bir şekilde anlaşılmaktadır. Ayrıca tanrının fiziksel kökeninin engin gökyüzü olduğu konusunda hiç şüphe olamayacağından, onunla yakından ilişkili gibi görünmektedir. Onu bir kenara bırakacak olursak Mitra aslında oldukça sönük bir figürdür. Öyle ki eğer tartışmasız güneş kökenli Persli Mitra olmasaydı kendisini güneş olarak nitelendirmek güçleşirdi. Yine de şayet Mitra güneş ise o halde doğal olarak gökyüzü daha büyük bir ilahtır. Ve bu durum Varuṇa’nın Atharvaveda’dan başlayarak en önemli özelliği olan sularla yakınlığını açıklamakla kalmaz, evrensel bir hükümdar olarak özelliklerine de uygun düşer. Tanrının isminde bu görüşü şüpheli kılacak herhangi bir şey bulunmamaktadır. Görünüşe göre “kaplamak” anlamındaki vṛ kökünden türemiş olup her şeyin üstünü kaplayan gökyüzünü simgelemektedir. Ayrıca çoğu bilim insanı Yunan ilahı Uranus’un (Not 6 isminin onunla özdeşleştiğini ileri sürmektedir.
Mitra ile Varuṇa’nın antik kökenleri yaklaşık olarak MÖ 1400’lere kadar uzanır. Bu dönemde isimleri bir yazıt üstünde Kuzey Mezopotamya’daki Mitannilerin tanrıları olarak belirmektedir. Ancak o zamanlar Aryan (Hint-Avrupalı), İranlı ya da Vedik tanrılar mı oldukları net değildir (Not 7. Yine de Varuṇa’nın kendine has özelliğinin tıpkı Ahura Mazda gibi Hint-İran döneminden bir Sami halkından ödünç alındığı düşünülüyor. Ayrıca onun, Mitra’nın ve diğer Ādityaların hep beraber (İran’daki Ameşa Spentalara karşılık gelen yedi ilah) köklerinin ay, güneş ve beş gezegen olduğu düşünülmektedir. Ancak bu görüş Varuṇa’nın geceyle bağının çok az olduğu Ṛigveda’daki fiziksel yönüne pek uymamaktadır. Hintlilerin beş gezegen hakkındaki bilgileri son derece belirsizdir. Üstelik Ameşa Spentalar tamamen soyut ve Avesta ilahlarıdır. Ne Varuṇa’nın yıldızları gözetlemesini ne de gecenin prangalarına bağlanmasını anlamaya gerek vardır. Her ikisi de Hintli bir kralın elzem şahsi donatılarıdır ve fiziksel olarak düşünüldüğünde prangası bir hastalık, muhtemelen kendine has bir ödemdir.
İndra ise Mitannilerin tanrılarıyla aynı kayıtlarda ortaya çıkar ve bu durum o zamanlar bile büyük bir tanrı olması gerektiğini göstermektedir. Ṛigveda’da ahlaki görkem bakımından Varuṇa ile İndra arasında kıyaslama bile yapılamaz. Ancak İndra görece çok daha sık bahsi geçen ve şüphesiz daha popüler olan ilahtır. Aslında ilahilerden birinde her iki ilahın yücelik konusundaki hak talepleri sanki kendi ağızlarından bizlere sunulmaktadır. Varuṇa dünyanın yaratıcısı ve onu devam ettiren ilah, İndra ise yenilmez savaş ilahı olarak hak iddia eder. Görünüşe göre ozan, İndra’nın üstünlüğünü tanıma eğilimindedir. Yine de muhtemelen Ṛigveda’nın onuncu kitabında kendisinden açıkça daha az bahsedildiğini saymazsak Varuṇa’ya tapınmanın bu dönemde zayıfladığına dair hiçbir somut kanıt bulunmamaktadır. Ve yüceliğindeki kaybın asıl nedeni Ṛigveda döneminin sonuyla ardından gelen çağda yaratıcı tanrı Prācapati ya da Vişvakarman kavramının büyümesine dayandırılabilir. Yüce görevlerinden bu şekilde azledilen Varuṇa gece ve sularla ilişkili hale gelmiştir.
Mitra’nın sadece kendisine hitap eden bir tek ilahisi vardır ve bu ilahide nutuk çektiği zaman insanları bir araya getirdiğinden ve gözlerini kırpmadan bitkilerin filizlerini gözlediğinden bahsedilir. İnsanları bir araya toplama ve güneşin rotasını düzenleme özelliği tıpkı Persli kayıtlardaki kanıtların da gösterdiği gibi onun bir güneş tanrısı olduğu görüşünü doğrulamaktadır. Adı sık sık “arkadaş” anlamında kullanılsa da tanrının kelimenin bu kullanımından türediği kanıtlanmamıştır.
SŪRYA (Levha III)
Ders kitaplarında tembihlendiği üzere Güneş Tanrısı, kuzeyliler (örn. Persliler) gibi giyinmiştir. Öyle ki ayaklarından yukarı doğru, göğsüne kadar örtünmüştür. Ellerinden doğan iki nilüfer çiçeği tutar, başında bir taç vardır ve boynundan sarkan bir gerdanlık takar. Yüzü küpelerle süslenmiş ve beline bir kuşak bağlanmıştır. Özellikle kökenleri Persli Magianlara kadar uzanan Magalar tarafından takılan kutsal kuşaktan dolayı görüntüsü Pers etkisine işaret eder. Her ne kadar güneş kültü Vedik dönemde Hindistan’da biliniyor olsa da artık İran’dan yeni bir hayat tarzı kazanmıştır. Gujarat, Modhera’daki bir heykelden alıntılanmıştır.
Mitra’nın karakterinin belirsizliği ve önemli bir şahsiyet olamaması, kısmen güneş tanrısı olarak başlıca rakibi Sūrya ile aynı döneme denk gelmesinden kaynaklanıyor olabilir. Sūrya daima asıl güneş unsuru olmuştur ve farklı şekillerde tasvir edilmiştir: Bir kuş, uçan bir kartal, benekli bir boğa, kıymetli bir gök taşı, göklerde beliren alaca renkli bir taş olarak. Ayrıca Mitra ile Varuṇa’nın silahı, arabalarının tekerlek çemberi ya da arabanın kendisi olarak görülmektedir. Şafak vakitlerinin dönümünde parlar ve Aditi’nin oğludur. Diğer birçok tanrının güneşi doğurduğundan bahsedilse de babası Dyaus’tur. Karanlığa ve cadılara karşı üstün gelir, hastalıklarla kötü rüyaları defeder ve hayatı uzatır. Yakıcı ateş olarak kem gücü İndra’nın onu mağlup edip tekerleğini çaldığına dair efsanede üstü kapalı bir şekilde belirtilmesinin dışında Ṛigveda’da pek bilinmez. Bu anlatı fırtına ile güneşin karartılmasını vurguluyor olabilir ve muhtemelen yakıcı ısısının hafifletilmesi olarak görülebilir. Ancak tam tersi bir açıklama getirmek de aynı derecede mümkündür. Başka bir görüşe göre Sūrya aslında Savitṛi yani “Canlandıran” ya da “Gayrete Geçiren”dir. Elleri, dili ve arabası altındandır. Tanrılar adına ölümsüzlüğü, insanlar için de hayatın uzunluğunu kazanan ve Ṛibhuları (kutsal sanatçıları) ölümsüzlüğe yükselten odur. Ozanların alışılagelmiş mübalağası dahilinde İndra, Mitra, Varuṇa, Aryaman ve Rudra’nın, Sūrya’nın iradesiyle bağımsız yönetimine karşı koyamadıkları belirtilmektedir. Pūşan ve Bhaga’yla yakından ilişkilidir ve hakkında şöyle bir beyit vardır:
Vedik edebiyatında en bilindik mısra olup tüm Vedik öğreniminin başlangıcı olarak kullanılmıştır. Kendisi bir kez Pracāpati yani “Yaratıkların” ya da dünyanın efendisi olarak isimlendirilmektedir. Yine de kuşkusuz köken olarak mutlak soyut bir tanrı değil aksine ayrı bir ilaha yükseltilmiş güneşin etkin gücüdür.
Görünüşe göre Pūşan (Besleyen) köken itibarıyla Savitṛi’ye benzemektedir. Kişiliği belirsizdir. Rudra gibi saçları örgülüdür ve sakallıdır. Mızrağın yanında çuvaldız ve üvendire taşımaktadır. Tahmin edileceği üzere arabasını atlar yerine keçiler çekmektedir ve temel yiyeceği yulaftır. Kırsal yaşamla bağıntısı hakkında yakıştırmalarla açıkça gösterilmektedir. Hiçbir sığırı kaybetmez, aksine onları güder. Koyunların yünlerini muhafaza edip düzleştirir. Ayrıca yolları açıp muhafızlık eder. Kurtları ve hırsızları yoldan defeder. Bu doğrultuda ölüleri atalarına götüren odur. Tıpkı Agni ve Savitṛi’nin ölüleri erdemlilerin gittiği yere götürdüğü gibi. Cennetle yeryüzü arasındaki yol boyunca sürekli yolculuk eder. Yine Sūrya ve Agni gibi annesi ile kız kardeşine kur yapar ve tanrılardan istediği güneş bakiresiyle evlenir. Bu yüzden kendisinden evlilik töreninde gelinin elini tutması ve onu götürüp kutsaması istenir. Kendisine sıkça Soma ve İndra ile tapınılır. Ancak en çok Bhaga ve Vişṇu ile tapınıldığına rastlarız. “Parlak” olarak adlandırılır ve diğer yerlerde Savitṛi’nin lakabı olan Agohya (Gizlenmemiş Olan) ismini de taşır. Mükemmel bir “Refah Veren”dir ve muhtemelen insanların sürülerine karşı yardımsever, evliliklerinde lütufkârdır ve ölümlerinde güneş ile cennet diyarına olan yolculuklarında ruhların kılavuzu özellikleriyle güneşi en iyi derecede temsil edebilir. Avesta Mitrasının sığırları büyütme ve eve geri getirme nitelikleri vardır.
Yine de güneşin bir başka biçimi de Yama ile Manu’nun babası Vivasvat’tır ve bu yüzden bir bakıma insan ırkının atasıdır. İlk kez haoma’yı hazırlayan Yima’nın babası Avesta Vivanghvant’ı ile aynıdır ve Ṛigveda’da kurban etmeyle de ilişkilidir. Elçisi Agni ya da Mātarişvan’dır. Onun evinde tanrılar keyiflenir. Ayrıca Soma, İndra ile Aşvinler onun yakın arkadaşıdır. Yine de ona tapan herhangi biri yaşlanmadan önce Vivvasvat’ın oku kendisini cezalandırmasın diye dua ettiği için mizacının korkunç bir özelliğinin olması gerekir. Agni gibi, şafağın başlangıcında aydınlık saçar. Doğan güneşten başka bir şey olmaması da ihtimal dışı değildir. Avesta’da olduğu kadar Ṛigveda’da önemli olmayan kurban eden olarak karakteri muhtemelen özel bir gelişme olabilir. Diğer yandan kökeni itibarıyla Ṛigveda’daki Manu gibi ilk kurban edenlerden öte olmasaydı semavi özelliğini açıklamak zorlaşırdı.
Görece daha sönük figürler ise Bhaga (Eli açık), Aṁşa (Taksim eden), Aryaman (Dost) ve ilahilerden birinde Ādityalar gibi Mitra ile Varuna’yla birlikte kendisinden bahsedilen Dakşa’dır (Becerikli). Aryaman aslında Mitra’nın sönük bir eşidir ancak bakirelere kur yapar. Aṁşa pratikte sadece bir isimdir ancak ona taksim eden olarak hitap edilmektedir. Bhaga, insanların paylaşmayı istedikleri zenginliği bahşedendir ve Şafak onun kız kardeşidir. Avesta’da ismi Bagha olup aslında Ahura Mazda için kullanılan bir lakaptır. Eski Kilise Slav dilindeki bogŭ yani “tanrı” sözcüğüne karşılık gelmektedir. Dakşa her ne kadar onun babası olsa da Aditi’den doğmuştur. Varlığı muhtemelen Ādityalara babalarından dolayı “zekâya sahip” denilmesi gerçekliğinden dolayıdır. Bu suretle Dakşa’nın bir birey olduğu düşüncesi ortaya çıkar.
Bununla birlikte Ādityaların sayıları ve anlamları belirsizdir. Ṛigveda’da sayılarından bir kez yedi, bir keresinde ise sekiz olarak bahsedilir. Sekizincisi Mārtanda, batan güneştir. Aditi onu uzaklara fırlatıp daha sonra tanrılara geri getirir. Mitra, Varuṇa ve İndra’ya Ādityalar denir ve aynı isim Savitṛi ile Sūrya’ya da verilmiştir. Ādityalar bazen Marutlar, Rudralar, Vasular ve Ṛibhular gibi diğer tanrılarla beraber gruplandırılır ya da nadiren tüm tanrıları içerirler. Günahları cezalandırma ve iyilikleri ödüllendirmeye dair ahlaki vazifelerini görünüşe göre Varuṇa’dan almışlardır. Düşmanlarını prangaya bağlar ancak kendilerine tapanları ise kuşların yavrularının üstüne kanat gerdiği gibi korurlar. Parlak, altın renkli, çok gözlü, hep tetikte ve uyanıktırlar. Hükümleri sual edilmez krallardır. Kusursuzlardır ve Kutsal Düzeni denetlerler.
Gelecekteki büyüklüğüyle kıyaslandığında Vişṇu, hakkında sadece beş ilahide ve altıncının bir kısmında bahsedildiği Ṛigveda’da daha küçük bir öneme sahipmiş gibi görünür. En büyük yeteneği üç uzun adım olarak bilinir. Üçüncü adımı onu insanların görüş mesafesiyle kuşların menzilinin ötesine götürmektedir. Ancak göklere dikilmiş bir göz olarak da tarif edilir. Gözünü diktiği yerde bal akan bir pınar vardır. Burası İndra’nın yaşadığı ve tapınanları arzulayan birçok ineğin bulunduğu yerdir. Vişṇu adımlarında hızlı ancak kanunlara uygun bir şekilde hareket eder. Savitṛi gibi yeryüzüne ait alanları dağıtan bir takdim edicidir. Veyahut dönen bir tekerlek gibi doksan atını dört isimle harekete geçirir. Bu da yıldan başka bir şey değildir. İsmi ister viş kökünden türeyen “Aktif” isterse de “Evrenin Gerilerine Geçen” olarak açıklansın (Not 9, şüphesiz ki bu özellikleri güneş tanrısı kabul edilmesine neden olmaktadır. Üç adımı Vedik mitolojisinin en eski yorumlayıcılarından biri olan Aurṇavābha tarafından güneşin doğuşu, zirveye çıkışı ve batışı olarak izah edilmektedir. Ancak başka bir yorumcu olan Şākapūṇi yeryüzü, atmosfer ve gökyüzü olduklarına dair çok daha akla yatkın bir tasvirde bulunmuştur.
Vişṇu tarafından atılan adımlar dert içindeki insan içindir ya da ona yeryüzünü mesken olarak bahşetmeyi amaçlar. Veyahut varoluşa yer açmak içindir ve bu anlayışta şüphesiz Vişṇu’nun cüce olarak vücut bulmasının tohumu yatar. İnsana yakınlığı İndra ve Marutlarla bağlantısıyla doğrulanmaktadır. İndra’nın kışkırttığı Vişṇu soma içkisinden içtikten sonra yüz sığır ile yabandomuzuna (yani Vṛitra’ya) ait sütten yapılmış içkiyi kaçırmış. Bu sırada bulut dağının ardında avlanan İndra vahşi domuzu katletmiş. Brāhmaṇalar döneminde Vişṇu’nun bir yabandomuzu şekline büründüğü düşünülür. Ṛigveda’daki görüş bu gibi dönüşümleri o kadar kolaylaştırır ki savaşta Vişṇu farklı bir biçime bürünür ve tapınana kendi göstermek zorunda kalır. Bu yüzden her ne kadar Vedik çevrelerde büyük tanrılardan biri olmasa da insana yakınlığı, üç dünyayla olan yakın bağıntısı ve biçim değiştirme gücü başka çevrelerde çok daha büyük bir ilah olabileceğini açıklayan vasıflarıdır.
Mitanni yazıtlarında listelenen tanrılar arasında Nāsatyaları görüyoruz. Böylece Avesta’da Nāonghaithya adında bir iblisle yozlaşan bu kutsal çiftin eskiden var olduğu doğrulanmaktadır. “Harika İşçiler” Dasra olarak da isimlendirilirler fakat Ṛigveda’daki normal isimleri Aşvinlerdir (At Adamlar). Çiftin isimleri daha sonra mitolojide Dasra ile Nāsatya olarak atanmıştır. Güzel, güçlü ve kırmızıdırlar. Yolları kırmızı ve altın sarısıdır. Balla kaplı derileri vardır. Kurbanlarına ve tapınanlarına baldan kamçıyla dokunurlar. Arabaları sadece bal rengidir ya da bal taşımaktadır. Ayrıca arabanın garip bir şekilde üç tekerleği, üç ispiti vardır ve diğer parçalarının hepsinden üç tane bulunur. Aşvinlerin görünme vakti şafak vaktidir. Şafağı arabalarıyla takip ederler. Arabalarının boyunduruğunda şafak doğar. Buna rağmen kendilerine, adağa sabahleyin değil öğlen ve gün batımında gelmeleri için dua edilir. Ebeveynlerinin kim olduğu açıkça belirtilmemiştir. Gökyüzü, Okyanus, Vivasvant ve Saraṇyū’nun ya da Pūşan’ın çocukları olabilirler. Genelde birbirinin aynısı gözler ve eller gibi ayrılmaz olsalar da bir iki kez farklı biçimlerde ya da farklı yerlerde doğduklarından bahsedilmektedir. Güneş bakiresi ya da Güneş’in kızı Sūrya olarak tanımlanan bir ilaha bağlıdırlar. Muhtemelen arabalarının üç koltuklu ve üç tekerlekli olmasının nedeni odur. Dolayısıyla evlilik töreninde gelini eve arabalarında getirmeleri için tapınırlar. Ayrıca genç gelini doğurgan kılmaları istenir. Diğer yandan marifetleri arasında hadım birinin eşine çocuk doğurtmak, verimsiz ineğin süt vermesini sağlamak, evde kalmış yaşlı kadına koca vermek vardır. Dahası hastalıkları iyileştiren, görmeyenlerin görmesini sağlayan ve hastaların başından ölümü kovan hekimlerdir. Güçten düşen Chyavana’yı bitkin bedeninden kurtarıp ömrünü uzatmışlar, kendisini yeniden genç kılıp bakirelerin kocası yapmışlardır. Kanatlı gemileri sayesinde Kral Tugra’nın oğlu Bhujyu’yu okyanusun ortasında sarılıp kaldığı kütükten kurtarmışlar. İblislerin yanan bir çukura hapsettikleri Atri’yi kurtarıp canlandırmışlar. Yüz bir koyunu öldürüp kurda verdiği için babasının kör ettiği Ṛijrāşva’nın ise, dişi kurdun duası üzerine, yeniden görmesini sağlamışlar. Bacağı savaşta kopan Vişpala’ya demirden bir bacak vermişler. Kendilerine ödül olarak Tvaşṭṛi’nin çayırlarının nerede olduğunu söyleyen ermiş Dadhyañç’ın kesik başının yerine at başı koymuşlar. Reb-ha’yı ölümden kurtarmışlar, babasının evinde çocuk doğurmadan yaşlanmakta olan Ghoşā’ya yardım etmişler, Vişvaka’ya Vişṇāpu’yu geri verip bıldırcını kurdun ağzından kurtarmışlar. Korunup kollanan birçok diğer isimden daha bahsedilmektedir ve anlatılan kahramanlıklar bazı durumlarda tarihidir. Oysa diğer durumlarda şüphesiz efsanevi nitelikler bulunmaktadır.
Erken dönemlerin Hintli tefsircileri, Aşvinlerin yaradılışını belirlemede iki arada kalmışlardır. Onları gökyüzü ile yeryüzü, güneş ile ay, gündüz ile gece olarak görmüşler hatta kutsal eylemleri yerine getiren iki kral saymışlardır. Esas itibarıyla Dioskur ve Lettic tanrısının iki oğluyla uyum içindedirler. Lettic tanrısının oğulları kendileri için Güneş'in ya da Ay'ın kızlarını elde etmek üzere atlarına binip gelmişlerdir ve tıpkı Dioskur gibi okyanustan kurtarıcılardır. Görece daha eski olan güneş ve ayla özdeşleştirilmeleri desteklenmektedir. Herhangi bir mitsel temeli olmayan sırf imdada yetişen devler olarak görülmüşlerdir. Ancak daha olası bir görüş ise ya alacakaranlığı (yarı karanlık yarı aydınlık) ya da sabah ile akşam yıldızını temsil ettikleri yönündedir. Bu yorumlardan ikincisi ise Aşvinlerin birliğiyle iki yıldızın çeşitliliği arasındaki tezat üzerine oldukça önemli bir açmazı ortaya koyar. Bu da ancak doğum ve tapınmalarına dair Ṛigveda’da ayrı ayrı belirtilen ilginç ipuçlarıyla bir nebze çözüme ulaşmaktadır.
Gökyüzü dünyasında sadece tek bir tanrıça vardır. Tüm panteon içinde en romantik figür olan bakire Uşas. Tıpkı bir dansçı gibi canlı kıyafetlerle sinesini teşhir eder; annesi tarafından süslenmiş bir bakire gibi vücudunu ifşa eder. Işık saçan kıyafetleriyle doğudan belirir ve tüm güzelliğini gösterir. Ölümsüz ve yaşlanmayan bir biçimde dünyanın huzurunda uyanır. Parlayıp öne çıktığında kuşlar gökyüzüne uçar ve insanlar harekete geçer. Gecenin kara örtüsünü kaldırır ve kötü rüyalarla sevilmeyen karanlığı sürgüne yollar. Daima düzenin yolunu izlemiştir ancak bir keresinde güneş onu hırsız ya da düşman olarak görmesin diye kendisine oyalanmaması söylenmiştir. Al rengi atların ya da ineklerin çektiği bir arabada doğar ve şafakların bir günde katettiği mesafe otuz yoj-nadır. Kendisini takip eden Güneş’in karısı, metresi, ya da annesidir. Bhaga’nın kız kardeşi, Varuṇa’nın kadın hısımı ve Gece’nin kudretli kız kardeşidir. Kurban töreninin ateşi şafakta yandığı için benzer biçimde Agni’yle ve doğmak için yalvardığı Aşvinlerle yakından ilişkilidir. İsmi “parlayan” anlamına gelmekte olup Aurora ve Eos (Not 11 ile uyumludur.
Atmosferdeki tanrılar arasında en büyüğü ismi Mitanni tanrılarının listesinde bulunan İndra’dır. Diğer Vedik tanrılarına göre daha insansıdır. Soma içkisini koyduğu büyük göbeği gibi başı, kolları ve ellerinin olduğundan bahsedilir. Soma içtikten sonra yanaklarını oynatır. Sarıya çalan saçları ve sakalı vardır; sakalı rüzgârda dalgalanır. Uzun, kuvvetli ve biçimli kolları, Tvasṭṛi ya da Uşanas tarafından kendisi için şekillendirilen yıldırımı ustalıkla kullanır. Bu onun başlıca silahıdır; yüz mafsallı, bin uçlu, yüz köşeli, keskin ve metalik bir taş olarak tarif edilir. Nadiren altından olduğu belirtilmektedir. Arada sırada yay ile yüz uçlu ve bin tüylü ok taşır. Bazen de bir üvendire taşır. İki ya da daha fazla atın çektiği, bin yüz attan da bahsedilmektedir, altın bir arabayla seyahat eder. Dev gibi yiyip içer. Doğumunda soma içmiş ve Vṛitra’nın katledilmesi onuruna üç ya da bazı rivayetlere göre otuz gölü içmiştir. Yirmi ya da yüz sığırın etini yermiş ve doğduğunda dünyalar korkudan sarsılmış. Annesi bir inek kendisi de bir boğa olarak tasvir edilmektedir. Annesi Nişṭigrī olarak da adlandırılır. Annesi tarafından anormal biçimde doğurulmayı dilemiştir. Babası Dyaus ya da Tvaşṭṛi’dir. İkincisinden somayı çalmış hatta onu katledip annesini dul bırakmıştır. Bunların da ötesinde, tanrılarla çarpışmıştır. Muhtemelen de soma için. Eşi İndrāṇī’den bahsedilir ve İndra’ya sıkça Şacīpati ya da “Kudretin Efendisi” ismi verilmektedir. Bu yüzden daha sonra mitolojiye İndra için, Şacī isimli bir eklenmiştir. Marutlar ve Agni’yle yakından ilişkilidir, aslında Sūrya ile özdeşleştirilmektedir.
İndra’nın gücü ve kudreti her yerde abartılı bir dille tarif edilmektedir. Tanrıların en büyüğüdür. Hatta hareket eden her şeyin ve insanların efendisi, savaşta tanrılar için geniş alanlar kazanan Varuṇa’dan bile büyüktür. Bazen evrenin hükümdarı olarak Varuṇa’nın unvanını taşısa da genelde bağımsız hükümdar olarak kendi adına sahiptir. Ayrıca “yüz gücü olan” sıfatı ve “gerçek efendi” ismi neredeyse sadece onundur. Ona bu yüce makamı kazandıran başarısı ise suları kuşatan ejderhayı katletmede gösterdiği ve sürekli yinelenen yiğitliğidir. Başından ya da ardından yakalayıp hayati organlarını delip geçer. Vṛitra’yı katlettikten sonra akarsuları salıverir; dağları parçalar, yeri kırıp kuyu açar ve suları serbest bırakır. Ejderhayı öldürüp suların üstüne serer. İnekleri kurtarmak için dağı yarıp açar. Taşların içinde bağlı olan inekleri serbest bırakır. Vṛitra’yı öldürür, kaleleri yıkar, nehirler için kanal açar, dağı delip arkadaşları olan ineklere devreder. Bununla birlikte ışığı yine kendi davranışlarıyla kazanır. İblisleri serbest bırakarak güneşi de sular gibi elde eder. Ejderhaların elebaşını öldürüp suları serbest bıraktığında güneşi, gökyüzünü ve şafağı oluşturmuştur. Karanlıkta ışığı bulur, güneşin parlamasını sağlar ve şafakları kazanır. Güneş ve şafaklarla birlikte inekleri bulur, kurtarır ya da kazanır. İneklerin efendisi olduğunda İndra’yı karşılamak üzere şafaklar doğar. Dahası somayı elde eder ve sarsılan dağları kurar. Brāhmaṇa’da kanatlarını kestiği belirtilir. Yeryüzünü destekler ve gökyüzünü düşmemesi için tutar. Ayrıca gökler ve yerin yaratıcısıdır.
Bununla birlikte İndra sadece iblislerle savaşmaz. Çünkü Uşas’a saldırıp arabasını okuyla parçalamıştır ve ona yavaş atlar tutmuştur. Bundan dolayı Uşas korkuyla kaçmıştır. Anlatılan muhtemelen gök gürültüsü ile engellenmiş şafak ya da oyalanan şafağın ayrılışını hızlandıran gün doğumu hakkında bir mittir. İndra, hızlı at Etaşa ile bir yarışta koşarken güneşle ters düşmüştür. İndra anlaşılmayan bir biçimde, güneşin arabasının bir tekerini kaybetmesine neden olmuştur. Ayrıca babası Tvaşṭṛi’yi de öldürmüş gibi görünmektedir. Her ne kadar Marutlar ona Vṛitra’yla olan çarpışmasında yardım etseler de bir dizi ilahide onlarla tartıştığına, onlara karşı tehditkâr bir dil kullandığına ve zar zor yatıştırıldığına dair belirgin işaretler görürüz.
İndra’nın diğer düşmanları efsanevi nehir Rasā’nın ardındaki mağarada inekleri saklayan Paṇilerdi. İndra’nın ulağı dişi köpek Saramā, ineklerin izini sürer ve onları İndra’nın namına ister. Paṇiler ise onunla dalga geçerler ancak İndra Vala tepesini yıkıp düşmanlarını alt eder. Bunun dışındaki her yerde ineklerin Vala’nın kudretiyle kuşatıldıklarından, çoğunlukla Aṅgiras’ın yardımıyla geri kazanıldığı anlatılır ve Panilerden bahsedilmez. Vala (Kuşatan) ineklerin içinde hapsedildiği kalenin ismidir.
İndra büyük bir savaşçı olduğu gibi, yeryüzündeki insanın kıymetli bir yardımcısıdır. Dāsalara ya da Dasyulara karşı savaşlarında Aryanların en önemli destekçisi olup siyah ırkın Aryanlara boyun eğmesini sağlamışlardır. Görünüşe göre Aryan göçünün koruyucusu olarak, Turvaşalar ile Yadu kabilesini nehirlerin üstünden geçirir. Dahası gözdelerine düşmanları karşısında yardım eder. Arkadaşı Sūdas, on krala karşı olan savaşında yardımını alıp düşmanlarını Paruşhṇī nehrinde boğmuştur. Tapınanları için bir savunma duvarı, bir baba, anne ya da kardeştir. Dindar insanlara varlık bahşeder. Birinin ağaçtan sopayla meyve dökmesi gibi, erdemlilerin üstüne bolluk yağdırır. Zenginlikler efendisidir ve “Cömert olan”dır. Bu yüzden daha sonra edebiyatta Maghavan lakabı isimlerinden biri haline gelir. Bir nehrin yanında somayı bulduktan ve dişleriyle ezdikten sonra kendisine sunan bakireyi ödüllendirmiştir. Karakterinden bahsedilirken az sayıda ahlaki özelliğe yer verilir ve içme marifetiyle böbürlendiği anlatılır. Aslında Vedik dönemde bile insanların varlığından şüphe ettiğine dair bulgulara rastlarız. Bu dikkate değer bir durumdur.
İndra’da fırtına tanrısını bulmamız gerektiğine şüphe yoktur. Vṛitra’yı bozguna uğratma macerası; tüm yeryüzünün kuruyup, insanlar ve doğanın kuraklığın bitmesi için aynı derecede sabırsızlandığı, yaklaşan yağmurlu mevsimde bulutların arasından yağmurun aniden patlak vermesinin temsilidir. Yağmurun ilk düşüşünü işaret eden devasa fırtınalar genellikle tanrı olarak algılanışı için en uygun kaynaktır. Diğer yandan yarılan dağlar ve elde edilen inekler, farklı bakış açılarında bulutlar olarak kabul görmektedir. Ancak İndra güneşi de ele geçiriyor gibi görünmektedir. Bu, şiddetli fırtınadan sonra bulutların güneşten uzaklaştırılmasını temsil eden özelliğidir. Şafak vaktinde güneşin gecenin karanlığından kurtulması düşüncesi bununla karıştırılır ya da birleştirilir. Bazı terimlerin, Vṛitra’nın nehirleri donduran kış olduğu (Not 12 ve İndra’nın güneş olduğuna dair düşünceyi yansıttığı kanıtlanmamıştır. Ayrıca Ṛigveda ozanlarının, gerçekten sadece tanrının nehirleri dağlardan azat ettiğini kastettiklerini ve hatta Ṛigveda’daki yorumcular bile bilirken tanrıların dağların aslındaki bulutlar olduğunu fark etmediklerini düşünmek zorunda değiliz.
İNDRA (Levha IV)
İlah burada tanrıların kralı olarak taçlandırılmış ve vāhanası (vasıtası) fil Airāvata’nın üstünde tahta çıkmaktadır. Sol ellerinde ortadaki yıldırımı tutmaktadır. Sonraları vücudunda aslen “yoni” yani rahmi temsil eden (muhtemelen yağmurun yeryüzüne getirdiği bereketten dolayı) çok sayıda işaretle karakterize edilmiştir. Ancak daha sonra bu işaretlerin yerini gözler almıştır. Kaba sakalı resimde Pers etkisini göstermektedir. Dr. L. H. Gray’in koleksiyonundaki İndo-Mughal (Babür) ekolüne ait bir yağlıboya tablodan.
Ṛigveda’da soluk bir biçimde karşımıza çıksa da Trita Āptya’da İndra’nın paralelini bulmaktayız. İndra’nın yaptığı gibi Tvaşṭṛi’nin üç başlı oğlunu öldürür. İndra, onu ve kendisini temsil ettiği söylenen erkek İndra’yı zorlar. Marutlarla ve özellikle de hazırladığı somayla ilişkilendirilir. Bu son özellik onu Avesta’daki Thrita ile bağdaştırır. Thrita, isminden anlaşıldığı üzere soma hazırlayan “üçüncü adam”dır. İkincisi Āthwya’dır. İblisi öldürmesi onu üç başlı, altı ağızlı yılanı öldüren Avesta’daki Thraētaona ile özdeşleştirir. İsmi Dvita (İkinci) olan bir erkek kardeşi vardır. Diğer yandan Thraētaona’nın onu öldürmeye çalışan iki erkek kardeşi vardır. Tıpkı Brāhmaṇa’da kardeşlerinin Trita’yı (Not 13 öldürmeye çalıştıkları gibi. Bu benzerlik ikinci ismi Āptya’nın (Su) gösterdiği gibi suların arasından doğan yıldırımla güçlü bir şekilde özdeşleştirilmesine işaret eder. Ancak bir su tanrısı, fırtına tanrısı, ilahlaştırılmış şifacı ve ay olduğu kabul edilir. Büyük ihtimalle görkeminin büyük bir kısmı İndra’nın şöhretinin gelişmesiyle elinden alınmıştır.
Yıldırım, benzer biçimde Avesta’da beliren ilah Apāṃ Napāt’ın temelini oluşturuyor gibi görünmektedir. Avesta’da Apāṃ Napāt bir su perisidir, suların derinliklerinde yaşar ve okyanusun dibindeki uçurumların parlaklığını eline geçirdiği söylenir. Ayrıca “Suların Oğlu”dur, suların içinde doğup büyümüştür, parıldar ve altındandır. Çoğu kez havanın suları içinde ikamet ettiği tarif edilen Agni’yle özdeşleştirilmiştir. Bu yüzden saf ve basit bir su perisiyle özdeşleştirilmesi pek olası değildir. Zaten ayın herhangi bir özelliğini taşımaz. Yine de yıldırımın bir başka biçimi Mārarişvan (annesinin içinde büyüyen), fırtına bulutudur. Vivasvat’ın elçisidir ve Hindistan’ın Prometeus’u olarak Agni’yi insanların yanına indirir. Agni’yi anlaşmazlıklarla insanoğlunun yurdu için üretir. Benzer biçimde yıldırım “Tek Ayaklı Keçi” (Aja Ekapād) ile temsil edilebilir. Aja Ekapad’ın adı zaman zaman hava tanrıları arasında anılır. Keçi, yıldırımın çakışının hızlı hareketini, tek ayak ise yıldırımın yeryüzünde düştüğü tek yeri temsil etmektedir. Bununla birlikte bu müphem olgu güneşle ilgili de olabilir. Apāṃ Napāt ve Aja Ekapād ile “Derinlerin Sürüngeni” (Ahi Budhnya) meydana gelir; suların içinde doğup boşlukların içindeki akıntıların dibinde oturur. Tapınanlarına zarar vermemesi için yalvarılmaktadır. Böylesi bir yakarış tanrının doğası hakkında tekinsiz bir şeye işaret eder. Ayrıca ismi onu Vṛitra ile birleştirmektedir. Vṛitra’nın temsil edebileceği düşünülen hayırsever özelliği, bu durumda ejderha, insanlara karşı dost olarak algılanmaktadır.
Havanın, yani rüzgârın, diğer büyük özelliği Vāta ya da Vāyu tarafından temsil edilmektedir. Bunlardan ilki önemli ölçüde daha doğaldır, ikincisi ise daha kutsaldır. Bu yüzden Vāyu çoğu zaman kendisi gibi büyük bir soma içicisi olan İndra’yla ilişkilidir. Vāta ise sadece kendisi gibi küçük olan doğa tanrısı Parcanya'yla ilişkilidir. Tvaşṭṛi’nin damadı Vāyu çok hızlı düşünür ve bin gözlüdür. Arabasını çeken doksan dokuz ya da bin çift atı vardır. Berrak soma içer ve nektar veren inekle bağlantılıdır. Hızla döner, biriken tozla koşturur. Asla dinlenmez. Doğum yeri bilinmiyordur. İnsanlar haykırışlarını duyarlar fakat vücudunu göremezler. Tanrıların nefesidir. Şifa estirir ve ışık üretebilir. Eddic Wodan ya da Odin'le özdeşleştirilmesi hâlâ doğrulanmamıştır.