Kitabı oku: «RAUF VE 2125'LILER KULÜBÜ – ZAMANIN TUTSAKLARI», sayfa 2
3. BÖLÜM
KARAR
(Belirsiz bir zaman…)
Ortiz Kendal yüksek arkalıklı, kol dayayacak yerleri silindir biçimindeki birer yastığa benzeyen, çiçek desenli koyu renk kumaşla kaplı eski koltuğa yığılırcasına kendini bıraktı. Kim bilir kaç haftadır doğru düzgün uyku yüzü görmemiş, ancak fırsat buldukça o koltukta uyuklamıştı.
Onun geldiğini duyan siyah tüylü köpek ağır adımlarla yaklaştı. Koltuğun önüne uzanmakla yetindi. Artık ilgi görmediğinden, bir süredir dili dışarıda koşturup adamın üstüne atılmaktan vazgeçmişti.
Adam altları mosmor olmuş gözlerinde sevecen bir ifadeyle köpeğine baktı. “Böyle olmayacak Cesur!” diye dert yandı. Köpek adamın neden söz ettiğini anlıyormuşçasına bakışlarını kaldırıp iniltiye benzer bir ses çıkardı.
“Bu yolculuklar ve daha da kötüsü yalnızlık beni yoruyor.” Köpek bu kez alınmış gibi bakınca, adamın gözlerinde bir parıltı belirdi. Bunu cılız bir kahkaha izledi. “Alınmana gerek yok, sen benim en iyi dostumsun Cesur.” diye devam etti. “Ama yardıma ihtiyacım olduğunu kabul etmem gerekiyor sanırım. Artık aklımdaki projeyle ilgili harekete geçmeliyim.”
Bakışlarını loş odadaki eski eşyalarda gezdirdi. “Eşyalarla ve bizi bunca zamandır barındıran evle vedalaşmanın zamanı geldi. Önce bir şeyler yiyelim, sonra da yola düşelim! Dostlarımız bizi özlemiştir. Aslında ben de Hurdacı olarak yaşadığım günleri özledim. O günlere dönemeyecek olsam da, en azından o zamana dönebilirim… Ve galiba Santini de benim gibi düşünüyor; çocukların yaşadığı zaman dilimine gittiğinden şüpheleniyorum. Bu şüphelerimin doğru olup olmadığını anlamanın ise tek bir yolu var…”
Sözleri biter bitmez ayağa kalktı. Az önceki bitkin hâlinden eser kalmamıştı. Oldukça dinç ve enerjik görünüyordu. Bir karar almanın ve o kararı uygulacak olmanın rahatlığıyla mutfağa yöneldi. Cesur da fırlayıp adamın peşine düştü.
“Bizi karşılarında görünce dostlarımızın yüzlerinin alacağı ifadeyi çok merak ediyorum Cesur. Ya sen?”
Köpek heyecanla havladı.
“Onları habersiz bıraktığım için bana kızgın olduklarına bahse girerim. Özellikle İrene çıldırıyordur. Rauf’un da içi içini yiyordur, ama kimseye belli etmemeye çalışıyordur. Bayan Saçak’ın da beni…” Derin bir nefes aldı. “Yani bizi merak edip endişelendiğine eminim. Ama endişesini çocuklarla paylaşmayacak kadar düşünceli bir kadındır o.”
Ortiz Kendal konuşurken bir yandan pek de iştah açıcı görünmeyen iki tabak yemek hazırladı. Tabaklardan birini köpeğin önüne bırakırken, “Konserve yemeklere son!” dedi. “Pek yakında İrene seni kurabiyelerle şımartır.”
Köpek bu defa daha neşeli havladı. Adam onu neşelendirenin ne olduğunu bilemedi; kızın adı mı yoksa kurabiye sözcüğü mü?
Yemeğin ardından, köpeğini de alıp elindeki altıgeni iyice kavradı. 2140 yılına doğru akarken kendini tüm duyularını yitirmiş gibi hissediyordu.
4. BÖLÜM
ENERJİ KÜPÜ
Çocuklar Bayan Saçak’la ilgili endişelerinde pek haksız sayılmazlardı. Kadıncağız son günlerde oldukça huzursuzdu. Hiçbir konuda dikkatini toplayamıyordu. Değil birini herhangi bir konuda ikna etmek, kendi kendini her şeyin yolunda olduğuna inandırmayı bile beceremiyordu.
Okuldaki odasına girip kapıyı ardından kapattı. Kapıdan sarkan tuhaf şeylerin çıkardığı sesin sinirlerini bozduğunu fark etti. Oysa başka zaman olsa o tıngırtılarla neşelenirdi. Yün ve dantel örtülerle kaplı geniş kollu sandalyesine oturdu. Düşüncelerini toplayarak onu neyin rahatsız ettiğini bulmaya çalıştı. Evde işler yolundaydı; Yasemin’in varlığı onu mutlu ediyordu. Elli yaşlarında, hayatını tek başına geçiren bir kadın için evdeki genç bir soluk, yaşama sevinci demekti. Okulda da her şey olağandı. “Öyleyse ne?” diye mırıldandı kendi kendine. “Neden böylesine huzursuzum?” O sırada kapısına vurulunca, “Girin!” diye seslendi. Odaya dalan iki öğrencinin çınlayan sesleriyle, düşüncelerinden sıyrıldı.
O gün okul çıkışında Çağla, şehir merkezinde yeni açılan “Enerji Küpü” adındaki müzik aletleri satan dükkâna gitmeyi önerdi. “Benim çete üyelerinden biri müziğe merak sardı, daha doğrusu gürültü yapmaya…”
Arkadaşları, Çağla’nın çete üyesi diyerek kardeşlerini kastettiğini biliyorlardı. Çağla gözlerini devirerek, neredeyse nefes almadan devam etti. “Bateri çaldığını iddia ediyor! Ev yaşanmaz hâle geldi. Annem sonunda dayanamayıp ders alması gerektiğine karar verdi. Orada aynı zamanda özel ders verildiğini de duymuş. Gidip konuşmamı istedi.” Bu açıklamanın ardından, “Benimle gelmek isteyen var mı?” diye ekledi.
İrene, herkesten önce, “Ben gelirim.” diye atıldı. “İlginç bir dükkân olduğunu duydum.” Aslında İrene’ye çekici gelen şehir merkezine gitme fikriydi. Annesinin kurduğu, yeniliklerden uzak düzenden bıkalı çok uzun zaman olmuştu. Yoksa bu yeni açılan dükkânla ilgili bir şey duymamıştı.
Çağla, “İlginç ne kelime!” diye şakıdı. “Henüz içini keşfedemedim, ama olağanüstü bir yer olduğunu anlamak için önünden geçmem yetti.”
Kızlar Çağla’nın peşine takılmaya hevesliydiler. Ama Rauf’la Eris pek öyle görünmüyordu. Rauf hiç sesini çıkarmadı. Eris, “Müzik mi?” diye yüzünü buruşturdu.
Çağla, “Bilimle ilgili bir yer olsaydı hepimizden önce koşardın, değil mi?” diye atıldı. “Hem içinde aynı zamanda bir kafe olduğunu duydum. Belki bir şeyler de atıştırırız… Her gün okulla ev arasında mekik dokumaktan bıkmadın mı sen? Güzergâhını sadece toplantılara katılmak için barakaya gelirken değiştirdiğine bahse girerim.”
Eris teslim olduğunu gösterircesine iki elini havaya kaldırdı. Rauf’un ise hâlâ sesi çıkmıyordu. Bunun üzerine Kayla, onun koluna girip, “Oyunbozanlık yapmak yok!” diye takıldı. “Hep beraber biraz eğleniriz. Ama eve dönüp Bay Zamzen’in dersinde öğrendiğin şeyleri uygulamayı planlıyorsan, onu bilemem!”
Rauf ağzını bir tarafa doğru yamultup gülümsedi. Kayla sanki aklından geçenleri okumuştu. Kim bilir kaç kez incelediği kum saatine daha sonra da göz atabilirdi. Zaten o basit gerecin mucizevi bir şekle bürüneceği yoktu. Aynı kum tanecikleri bir fanustan diğerine akıp gidiyordu işte… Başını fazla istekli görünmemeye çalışarak, tamam, dercesine salladı.
Şehir merkezi her zamanki gibi hareketliydi. Yükselip alçalan taşıtlara inip binenlerin, vitrinleri sürekli değişen dükkânlara girip çıkanların koşuşturması baş döndürücüydü.
Enerji Küpü, vitrinindeki görüntüden ibaret olan ayakkabıların renklerinin, topuk boylarının ve burunlarının sürekli değiştiği, gösterişli bir ayakkabıcının hemen yanındaydı. Ancak Enerji Küpü’nün girişi öylesine etkileyiciydi ki, diğer dükkânın vitrini neredeyse sönük kalıyordu.
Giriş kapısı yerine, devasa boyutlarda kristal bir küp vardı. Dışarıdan bakıldığında, buz kırıklarını andıran ve birbirine geçmiş yollara benzeyen saydam izler göze çarpıyordu. Daha da ilginci, izlerin sürekli yer ve şekil değiştirmesiydi. Bu izler, kimi zaman çakan şimşeklerden yayılan ışıklardan farksızdı.
Kayla hayranlıkla, “Ne kadar güzel!” dedi. “Dükkânın adına yakışır bir girişi var!”
Rauf bu pırıl pırıl parlayan küpten etkilenmişe benzemiyordu. Alayla, “Evet, gerçekten adına yakışır bir giriş!” dedi. “Enerji yayan bir küp! Hem müzikle de çok ilgili!” Ancak dükkândan içeri adımını atar atmaz arkadaşlarıyla gelmekle iyi ettiğine karar verdi.
İçerisi müşterilerle ve meraklılarla tıklım tıklım doluydu. Kelimenin tam anlamıyla her şey göz kamaştırıcıydı.
Dükkânın girişinde her türlü müzik aleti boy gösteriyordu. Gitar, mandolin, banjo, arp, saksafon, korno, tuba, ksilofon, akordiyon…
Hemen ardındaki bölüm ise müşterilerin istedikleri müzik aletlerini denemeleri için ayrılmıştı. Bir tarafta piyanonun tuşlarında parmaklarını gezdiren bir çocuk, diğer tarafta yan flüt çalan genç bir kız vardı. Yaşı kırklarına dayanmış bir adam ise baterinin başında, bagetleri kendinden geçmişçesine savuruyordu. Aslında bu görüntü, müzikle ilgili sıradan bir dükkânın alışılagelen görüntülerini hatırlatıyordu. Ama çocukları asıl etkileyen müzik aletlerinden yükselen notalardı. Her biri ayrı bir renge ya da aynı rengin farklı tonlarına bürünmüş olan notalar, ahenkle dans edercesine müzik aletlerinden kopup yükseliyorlardı. Ardından da sabun köpükleri gibi patlayıp yok oluyorlardı.
İrene gördükleri karşısında hafif bir ıslık savurdu. Islığı da notalara dönüşüp yükselince, yüzünü hayretle karışık sersemce bir ifade kapladı.
Kayla, “İnanılmaz!” diye neredeyse haykırdı. Diğerleri de onu heyecanla onayladılar. Renkli notaların dansı, kimi zaman birbirlerine çarparak patlaması hepsinin aklını başından almıştı.
O sırada Yasemin, “Şuraya bakın!” dedi. Akort edilen kemandan çıkan, önce açık griyken, sonra saydamlaşan yamuk notalar komik görünüyorlardı.
Çağla arkadaşlarının şaşkın hâllerine gülümseyerek baktı. “Ben bilgi alabileceğim biriyle konuşmaya gidiyorum.” dedi. “Siz keyfinize bakın!” Kimsenin onunla ilgilenmediğini görünce ise omuzlarını silkip gözüne kestirdiği bir görevliye doğru yürüdü.
İrene yerinde duramıyordu. Kısa bir süre sonra Yasemin’i kolundan tuttu. “Hadi biz de müzik aletlerinden birini deneyelim. Şu arkadakiler boşta.”
Yasemin itiraz edecek oldu. “Biz mi? Viyolonsel mi? Daha kolay bir tanesini seçemez miydin?” Ama İrene kızı dinlemeden çekiştirdi.
Aslında Yasemin haksız sayılmazdı, çünkü değil viyolonseli çalmak, nasıl tutmaları gerektiğini bile bilmiyorlardı. Neredeyse kısa boylu bir insan boyutlarında olan bu müzik aleti, aynı zamanda ağırdı da. Ancak İrene’yi tutmak mümkün değildi.
Yasemin sanki olacakları önceden hissetmişti. Onun, “Aman dikkat et!” diyen sesine, viyolonselin gümbürtüsü karıştı. O sırada kargacık burgacık birkaç silik nota havalanıp diğerlerinin arasında kaybolup gitti. İrene kıpkırmızı bir suratla, durumu kurtarmak için, bir kütüğü kaldırırmış gibi viyolonseli kucakladı. Oysa olan olmuştu; devirdiği viyolonsel çatlamıştı.
İrene, kimsenin olanları fark edip etmediğini anlamak için endişeli gözlerle etrafına bakındı. Neyse ki onlarla ilgilenen yoktu. Her aletten yükselen farklı melodiler de kimi zaman gürültüye dönüştüğünden, viyolonsel yere düştüğünde çıkan ses arada kaynamış, duyan olmamıştı.
İrene tam rahat bir nefes alıyordu ki, arkasından birinin seslendiğini duydu. “Hey, sen, o elindekinin fiyatından haberin var mı? Harçlıklarını şimdiden biriktirmeye başlarsan on yıl içinde ödeyebilirsin belki!”
İrene’nin suratı artık neredeyse patlıcan moruna dönüşmüştü. Cesaretini toplayıp sesin geldiği tarafa döndü. Konuşan İrene’nin yaşlarındaydı. Demek ki dükkânda çalışan elemanlardan değildi. Üstelik tanıdığı birini de hatırlatıyordu. Suratı yavaş yavaş normal rengini alırken, sevimsiz çocuğa sessizce, dik dik baktı. Sevimsiz çocuk da ona baktı. Neden sonra İrene’nin tüylerini diken diken eden kahkahalar duyuldu.
Yasemin, “Sizi ahmaklar! Komik olduğunuzu mu sanıyorsunuz!” deyince, İrene’nin bakışları bu kez kahkahaların yükseldiği küçük gruba kaydı. Hepsini tanıyordu; Milo ve birkaç arkadaşı… Sevimsiz çocuğun arkasında öylece dikilmiş, gülüyorlardı. İrene bu görüntüde bir tuhaflık olduğunu hissetti, ama ne olduğunu çıkaramadı.
Yasemin, “Bunu nasıl becerdiğinizi bilmiyorum, ama şu hologram bozuntusunu alıp gidin hemen!” diye devam etti.
Bunun üzerine Milo gülmeyi kesti. Yasemin’e, “Sözlerine dikkat etsen iyi olur!” diye çıkıştı.
Yasemin’in alttan almaya niyeti yoktu. “Dikkat etmezsem ne olurmuş?”
“Viyolonselin icabına baktığınızı tezgâhtarlardan birine söylerim.” Milo sesini yükseltmeden konuşuyordu.
Yasemin, “Hiç durma!” diye karşılık verdi. Milo’nun blöf yaptığına emindi. “O zaman biz de 2125’liler Kulübü’nü acilen toplantıya çağırırız. Kulüp üyelerinin birbirinin kuyusunu kazmaya çalışması ne kadar hoş karşılanır acaba?”
Milo bu sözlerden rahatsız olmuştu. Kendini savunmak için, “Ama ona hologram bozuntusu demekle, bana hakaret ediyorsun.” dedi. Bir yandan önünde dikilen sevimsiz çocuğu işaret ediyordu.
İrene ancak o anda neler döndüğünü anladı. “Demek ki senin hologramın olduğu için bu kadar sevimsiz.” diye mırıldandı.
Milo öfkeyle dudaklarını büzüp yüzünü buruşturdu. Ağzından çıkacak sözlere engel olmak için kendini zor tutuyordu.
İrene, “Aslında daha çok yakın bir akrabanmış gibi duruyor!” diye ekledi. Bir yandan Milo’nun bunu nasıl başardığına kafa yoruyordu.
Milo kendinden memnun, ukalaca sırıttı. “Birkaç ufak tefek değişiklik yaptım da, ondan.”
Yasemin, “Evet, fark ediliyor.” diye terslendi. “Senden bile daha burnu büyük olmuş! Keşke hologramının karakterinde de değişiklik yapabilseydin! Bir de sanki kulaklarından biri, diğerine göre daha mı kepçe?”
Milo kıza cevap vermek yerine, karşısındakini küçümseyen bir ifadeyle baktı. Sonra da yanındaki arkadaşlarıyla ve hologramıyla birlikte arkasını dönüp gitti. Yasemin omuzlarını silkti. “Onun yerinde olsam, ben de bize bulaşmak istemezdim!”
İrene, Yasemin’in söyledikleriyle ilgilenmiyordu. Huysuzca söylendi. “Milo üstünde değişiklik yapabileceği hologram üretimine geçmiş, biz ise uçuşan notalarla eğleniyoruz. Acınacak durumdayız! Hurdacı burada olsaydı, hiç bu hâle düşer miydik?” Ardından kırık viyolonseli aldığı yere geri bıraktı. Otoriter bir sesle, “Milo’yu izliyoruz.” dedi. “Ne işler çevirdiğini bilmemiz gerekiyor. Ne de olsa aynı kulübün üyesiyiz!”
Yasemin, “Peki.” diyerek, arkadaşının peşine takıldı. Diğerlerine haber vermeye gerek bile duymamışlardı.
5. BÖLÜM
MİLO’NUN HOLOGRAMI
Enerji Küpü kızların tahmininden daha büyüktü; arkaya doğru uzayıp gidiyordu. Hem Milo’yu diğer insanların arasında gözden kaybetmemek, hem de ona ve yanındakilere görünmemek için dikkatlice ilerlediler.
İrene, “Buradan…” diyerek Yasemin’e işaret etti. Bulundukları yerde daha az insan ve daha az ışık vardı. Biraz daha tedbirli davranmak için bir kenara sindiler. Milo’yla arkadaşları da adımlarını yavaşlatmışlardı. Sadece birkaç metre sonra dükkân siyah bir duvarla son buluyordu.
İrene, “Eee… burada bir şey yok ki!” diye fısıldadı. “Ne yapmaya çalışıyorlar acaba?”
“Belki dükkânın arka kapısı vardır; oradan çıkacaklardır.”
İrene düşünceli bir tavırla dudağını ısırdı. “Sanmam.”
O sırada Milo etrafına göz attı. Sonra duvarın ortasında bir yere dayandı. O kısım, sanki duvarın içine kayarak yok oldu ve kapı büyüklüğünde bir aralık açıldı. Milo kapıdan içeri daldı, diğerleri de peşinden. Saniyelerle ölçülebilecek bir sürenin ardından duvar önceki görüntüsüne kavuştu.
Yasemin bilmiş bir tavırla, “İşte gördün mü, söylemiştim, arka kapı!..” dedi.
İrene, hâlâ Yasemin’le aynı fikirde değildi. “Gel yaklaşıp bakalım.”
Orada bir kapı olduğuna dair hiçbir iz yoktu. Duvar yüzeyinde herhangi bir aralık ya da çizgi görünmüyordu. İrene bir an için Milo’nun yaptığı gibi duvara abanmayı düşündü. Ama hemen ardından bu fikri aklından çıkardı. O siyahlığın ardında ne olduğunu bilmiyordu. Başları fena hâlde derde girebilirdi. Az önce viyolonseli çatlatarak günlük sorun yaratma hakkını kullanmıştı!
Etrafın loş oluşundan faydalanıp duvarın dip kısmına yanaştılar. İrene, “Burada biraz bekleyelim.” dedi. “Eğer çıkmazlarsa diğerlerinin yanına döneriz.”
Yasemin, “Ve de buranın dükkânın arka kapısı olduğunu kabul edersin.” diye ekledi.
İrene gözlerini devirerek arkadaşına baktı. Huyları birbirine ne kadar da benziyordu. Yasemin de en az İrene kadar inatçıydı.
Zaman geçmek bilmiyordu sanki. Yasemin sessizce beklemekten sıkılmıştı. “Belli ki bunlar çoktan çıkıp gittiler. Boşuna bekliyoruz. Biz de geri dönsek mi artık?”
İrene bir ses duymak umuduyla kulağını yavaşça duvara dayadı, ama çıt çıkmıyordu. Yine de, “Birkaç dakika daha bekleyelim.” dedi. Milo’yu biraz olsun tanıyorsa, hologramıyla herkese gösteriş yapmadan o dükkândan çıkmazdı. Sonra aklına Hurdacı’nın eseri olan hologram oynatıcıyla kendi yaptıkları geldi. Dilediği gibi yönlendirdiği görüntü, kimi zaman kendini özellikle Rauf’tan üstün görmesini sağlamıştı. Şimdi ise Milo aynısını hissediyor olmalıydı. Evet, İrene onun göğsünü gererek, o hologramı Rauf’un burnunun dibinden geçireceğine emindi.
Yasemin, arkadaşının aklından geçenlerden habersiz sabırsızca dikiliyordu. Bu defa, “Benim hologramım olsaydı, hiçbir şeyini değiştirmek istemezdim.” dedi. “Kendimi olduğum gibi seviyorum.”
İrene, “Ben saçlarını değiştirirdim.” diye karşılık verdi. “Saçlarım hoşuma gitmiyor.”
Yasemin yüzünü buruşturdu. “Saçların mı? Saçlarını şimdi de değiştirebilirsin. Kuaföre gitmen yeterli!”
“Kuaförmüş! Bunu bir de anneme anlatmayı denesene!..”
İrene farkında olmadan sesini yükseltmişti. O anda duvarda bir hareket oldu. Aynı yer yeniden aralandı. İrene sesinin duyulmuş olmasından korkarak bulunduğu yere iyice sindi.
Kapıdan yine önden Milo, arkadan diğerleri çıktı. Milo pişkince sırıtıyordu. Kızlar onun, “Artık kimse hologramımın kulaklarına söz söyleyemez.” dediğini duydular. “Artık milimetrik olarak eşitlendiler.”
İki kız, küçük grubun ardından sessizce baktılar. Yasemin şaşakalmıştı. “Yani gerçekten kulaklarının boyutları farklı mıymış? Oysa ben sadece Milo’yu sinir etmek için söylemiştim.”
İrene ifadesizdi. “Bunun ne anlama geldiğini biliyor musun?”
“Evet, demek ki gözlerimin hologramları piksellerine ayırma özelliği var!”“
Saçmalama! Demek ki birileri bu dükkânı birtakım gizli işleri kamufle etmek için kullanıyor. Milo’nun da o kişiyle arası iyi olmalı. Dilediği yere böyle girip çıkabiliyorsa…” İrene düşünceli görünüyordu. Ama bu çok sürmedi. “Diğerlerinin yanına dönsek iyi olacak.” diye mırıldandı.
İstediği bilgiyi almış olan Çağla, arkadaşlarına neşeyle, “Benim karnım acıktı.” dedi. “Hadi bir de kafeye göz atalım. Bakın şu tarafta…” Arkadaşlarının Enerji Küpü’nden etkilendiklerini görmek hoşuna gitmişti. Ne de olsa buraya gelmek onun fikriydi.
Kafeye doğru ilerlerken, Rauf, “İrene’yle ‘yapışık kardeşi’ nereye kayboldular?” diye sordu.
Kayla, “Nasıl olsa birazdan ortaya çıkarlar.” diye cevap verdi.
“Haklısın, müzik aletlerini hurdaya çıkarmakla meşgullerdir!”
“Nereden biliyorsunuz? Farkına mı vardılar?” Tam arkalarından İrene’nin huzursuz sesi duyuldu.
Hepsi birden o tarafa döndüler. Rauf, bıkkınlıkla, “Neyin farkına?” diye sordu.
Yasemin önce davranıp, “Viyolonselin…” diye atıldı.
İrene kıza kızgın bir bakış atıp kendini savundu. “Öyle önemli bir şey değil, sadece bir çatlak! Hem istemeden oldu.”
Çağla tedirgin bir biçimde dudaklarını gerdi. “Müzik aletlerinden pek anlamam, ama çatlamış bir viyolonselin en kötü ihtimalle iyi bir tamire ihtiyacı vardır.”
İrene yaptığı sakarlığı unutturmak için konuyu değiştirip az önce olanları anlatmayı düşündü. Ancak o sırada Eris başlarının üstünde dönüp duran saati gösterdi. Altın rengiydi ve kocaman bir köstekli saati andırıyordu. Hayretle, “Saat ne zaman beş oldu?” diye sordu.
Kayla’nın ise gözleri, içindeki koyu renkli akışkanın sürekli karıştığı, camdan makineye kaymıştı. Çevresinde elinde fincanlarla bekleyenler vardı. Kız neşeli bir kahkaha savurdu. “O saat, günün her anı beşi gösteriyor olmalı! Beş çayı! Şuraya baksanıza! Asıl enerji küpü burada!”
Rauf, “O sıvımsı şey çaya pek benzemiyor.” diye karşılık verdi.
“Evet, aslında sıcak çikolatayı andırıyor!” Kayla gözlerini kapatıp havaya yayılan kokuyu içine çekti. “Evet, kesinlikle çikolata. Almadınız mı kokuyu? Nefis! Hadi biz de birer fincan kapalım.”
Az sonra sıcak çikolatalarını alıp üstünü tepeleme kremayla doldurmuşlardı.
Çağla, fincanından kocaman bir yudum alırken, “Acıkmışım.” diye kıkırdadı. Kayla, “Çikolata mükemmel bir öğün sayılır!” diyerek arkadaşına katıldı.
Kafedeki yüksek taburelere oturmak yerine etrafı izlemek için saatin altına geri döndüler. Dükkân sanki gittikçe kalabalıklaşıyordu. Tam o sırada Kayla, keyfinin kaçtığını gizlemeyerek, “Milo da burada!” dedi. Yanındakilerle birlikte kafeye yönelmiş olan grubu başıyla işaret etti.
Rauf’un dikkatini ise Milo’dan çok yanındakilerden biri çekmişti. “Bir kardeşi olduğunu bilmiyordum.” dedi.
Bu defa hepsinin gözleri Milo ve hologramı arasında gidip geldi.
İrene’yle Yasemin bakıştılar. Her ikisi de ağzını sıkı tutmaya kararlı görünüyordu. Arkadaşları bu durumu kendi kendilerine çözebilirlerdi.
Sonunda Rauf, “Milo’nun bir hologramı mı var yani?” diye sordu. Sesinde kıskançlıktan çok, şaşkınlık vardı.
Eris, “Öyle görünüyor.” diye onayladı. “Ama sence de bir tuhaflık yok mu?”
Sessiz kalmak İrene’ye göre değildi. Sanki uzun zamandır ağzını bıçak açmamış da, birden dili çözülmüş gibi nefes almadan, Milo’yla karşılaşmalarını anlatmaya koyuldu. Yasemin’in de araya sıkıştırdığı birkaç onaylayıcı cümleyle tüm detayları aktardı. Bitirirken, “Hurdacı burada olsaydı…” diye hayıflanmayı da ihmal etmedi. Yalnızca Milo’nun siyah duvarın ardında kaybolmasından söz etmeye gerek duymamıştı. Yasemin’in de söylemesini engellemek için kızın koluna hafifçe bir çimdik attı. Kız İrene’ye delici bir bakış fırlattı. Ama mesajı almıştı, sustu.
O sırada ellerinde sıcak çikolata fincanlarıyla Milo ve diğerleri yanlarından geçti. İçerken kremaları burunlarına bulaştırıp birbirlerine aptalca şakalar yapıyorlardı. Sadece hologramın eli boştu ve bu yüzden diğerlerine göre daha ciddi bir havası vardı. Milo Rauflara bakıp haince sırıtmayı da ihmal etmedi.
Kayla ellerinden bir şey gelmemesinin verdiği sıkıntıyla yüzünü buruşturdu. Aslında bu durum Milo’nun yaz kampını sabote etmesinden daha rahatsız ediciydi.
Eris, düşünceli bir tavırla kaşlarını çattı. “Kendi hologramını kendin yarat! Milo’ya özgü bir teknolojik gelişme mi bu?”
Bir süre sessizce ellerindekini içerek oyalandılar. Keyifleri kaçmıştı. Rauf, “Ben eve gidiyorum.” dedi. Enerji Küpü artık ilgisini çekmiyordu.
Ücretsiz ön izlemeyi tamamladınız.