Kitabı oku: «KÜÇÜK MUCIZELER»
Büyükannem Melek Berktay’a, kalbimdesin…
DÜŞ KAPISI
Puslu, karanlık bir gündü. Okuldan eve dönüyordu. Çocukların gürültüsüne, şehrin karmaşası eklenmiş, uğultular her zamanki gibi kulaklarını tırmalamaya başlamıştı.
Henüz dokuz yaşında bir çocuktu. Gürültüden hiç mi hiç hoşlanmıyordu. O, doğanın sesini seviyordu. Çeşit çeşit kuşların ve rüzgârın sesini, ağaçların yapraklarının rüzgârda savrulurken çıkardığı sesi, bir kelebeğin kanat çırparken çıkardığı sesi, dalgaların sesini, yağmurun sesini…
Korkusuzca ormana daldı.
Yoldan uzaklaşınca koşmaya başladı. Kadifemsi siyah saçları rüzgârda dalgalanıyor, yanakları heyecandan al al, gözleri gecede bir ateş böceği kadar parlak, etrafa neşeyle bakıyordu.
Yolunu uzatacağını düşünmeden, okuldan eve dönerken her zaman geçtiği yoldan değil, bahçelerin, sık ağaçların, içinde kuşların ötüştüğü ormanlık alandan geçmeyi düşündü.
Evi şehrin biraz dışında kalıyordu. Korkusuzca ormana daldı. Birden resim öğretmeninin sözlerini hatırladı. Her zaman, “Okula gelirken etrafınızdaki yaşamı sizinle paylaşan varlıklara dikkat edin. Onları izleyin. Ağaçları, kuşları, kelebekleri, arıları, tüm varlıkları izleyin ki onların resimlerini yapabilesiniz.” demez miydi?
Öğretmenini seviyor ve ona hak veriyordu. Fakat yoğun dersler ve çalışma temposu bazen etrafını görmesini, bahçede oynamasını engelliyordu.
İyi ki bir köpeği vardı.
Onu minicik bir yavruyken sokakta bulmuş, adını “Puki” koymuştu.
Ona kucak açmış, güzel bir yuva vermişti. Puki de onu sevmişti. Dost olmuşlardı. Kendine, onu hiçbir zaman terk etmeyeceğine dair söz vermişti.
Resim öğretmeni bile fark etmişti bir köpeği olduğunu.
“Aliş.” demişti. “Çok güzel köpek resimleri yapıyorsun. Yoksa bir köpeğin mi var?”
Aliş sevinçle, “Evet.” demişti öğretmenine. “Onu çok seviyorum.”
Öğretmeni açıklamıştı. “Evcil bir hayvana sahip olmak sorumluluk ister. O artık senin. Ona iyi bakmalısın.”
Yanakları kızarmıştı Aliş’in. “Evet” anlamında başını sallamıştı.
İşte şimdi ormandan geçerek, evine ve Puki’ye koşuyordu.
Orman ne kadar sessiz ve güzeldi. Yapraklar yeşilin en güzel tonuna bürünmüştü.
Neşeyle koştu, koştu. Ormanın içinde hiç bilmediği sarmaşıklar, ağaçların etrafında kalp şeklinde yapraklarıyla mor menekşeler vardı.
Neşeyle cıvıldaşan kuşları, daldan dala atlayan sincapları gördü.
Doğa, bütün güzelliğiyle onu taa… içine, derinliklerine çekiyordu.
Ağaçların gövdelerini okşayıp, kuşların tatlı nağmelerini dinleyerek yoluna devam etti.
Yolu biraz uzundu ama acelesi yoktu. Okuldan erken çıkmışlardı. Başını gökyüzüne doğru çevirdi. Güneş henüz bulutun arkasından çıkmamıştı.
Bir damla düştü gökyüzünden yüzüne. Yağmur ince ince yağmaya başladı.
Ansızın uzakta bir karaltı fark etti. Evet, bu Puki olmalıydı. Köpeği Puki, ona doğru koşuyordu.
Puki, Aliş’in kokusunu almıştı.
Sevinçle kucaklaştılar. Birlikte koştular, oynadılar, yağmurun altında dans ettiler. Bitkilerin yapraklarından şemsiyeler yaptılar, su birikintilerine ayaklarını soktular, etraflarındaki böğürtlenlerle karınlarını doyurdular. Çiçekleri kokladılar. Geniş yapraklı bir bitkinin yaprakları altında dinlendiler.
Zamanın nasıl geçtiğini anlamadıkları için karanlığın ansızın bastırdığını da fark edemediler.
Aliş şöyle bir etrafına bakındı. Ormandaki ağaçlar iyice sıklaşmış, geçit vermez hâle gelmişti; artık böğürtlenlerin yemişli dallarından başka bir şey görünmüyordu.
Aliş ile Puki oyuna öyle dalmışlardı ki birden nerede olduklarını unutmuşlardı.
Aliş’le Puki birbirlerine sokuldular. Küçük patika yol çok uzaklarda kalmıştı.
Anlaşılan yollarını kaybetmişlerdi.
Aliş tüm cesaretini topladı.
Annesi her zaman cesur olmasını söylerdi. Korkmamalıydı.
Eliyle böğürtlen çalılarını aralamaya çalıştı. Sivri dalları ellerini çizip yırtsa da buna aldırmadı.
Birden etrafı yüksek çalılarla çevrili, eski ahşap bir kapı çıktı karşısına. Eski kapının üzerinde, en az kapı kadar eski bir de anahtar…
Eski anahtara baktı Aliş. Kapıyı açmakla açmamak arasında tereddüte düştü.
Babasının sözlerini hatırladı: “Kendine güven, seçeneklerini zorla.”
Başka seçeneği yoktu, kapının arkasında ne olduğunu bilmeden anahtarı çevirdi.
Puki ile birlikte içeri girdiler.
Hava soğuk, gökyüzü tamamen kararmıştı. Yıldızlar bir ışık kümesi gibi parlıyordu.
Etrafa baktılar yürekleri hızlı hızlı çarparak. Fakat hiçbir şey göremediler.
Oracıkta, Puki ile birbirlerine sarılarak uykuya daldılar. Uzun, sessiz bir uyku oldu bu.
Bir süre sonra Aliş uyandı. Puki daha önce uyanmıştı. Aliş’in böğürtlenlerin çizdiği elini yalamakla meşguldü.
Etrafına bakındı Aliş.
Uçsuz bucaksız bir beyazlık sarmıştı her yanı, bir resim defteri sayfası gibi. Hiçbir leke, hiçbir renk yoktu bu beyazlığın içinde.
Eski bahçe kapısını bir anahtarla açıp geçtiğini hatırlıyordu. Sonrasında derin bir uykuya dalmıştı, köpeği Puki ile beraber. Bu beyazlık da neyin nesi idi? Resim defterinin beyaz sayfasını anımsadı. Hayal etmeliydi.
Her zaman yanında taşıdığı resim çantasından boyalarını, fırçalarını, renkleri karıştırmaya yarayan paletini çıkardı. Her şey hazırdı. Resim defterine ihtiyacı yoktu.
Fırçasını renklere batırdı ve sonsuz beyazlığı renklerle ısıtmaya başladı. Beyazlığın içinde gitgide mavi sular, yeşil ağaçlar beliriyordu.
Beyazlık hiç kaybolmasa da, büyülü renkler lekeler hâlinde manzaranın içinde yerini aldı. Uzakta ağaçların arasına saklanmış bir de küçük bir kulübe yaptı.
Küçük kulübeye giden patika yol henüz kar tutmamış, kıvrım kıvrım dönüyor, ağaçların arasında kayboluyordu.
Puki de bir kuyruk darbesiyle beyaz boyaları renklerin üzerine serpiştirdi.
Şimdi kar yağıyordu. Tablo tamamlanmıştı.
Aliş boyalarını ve fırçalarını topladı. Puki ile birlikte, resimlediği kar manzarasının içinde, küçük patika yoldan kulübeye doğru yürümeye başladı.
Yürüdüler, yürüdüler… ayakları karda derin izler bırakıyor, kar hiç bitmemecesine yağıyordu. Uzaktaki kulübeye gittikçe yaklaşıyorlardı.
Binbir zorlukla nihayet kulübeye vardılar. Beyazlığın içinde bir noktacık gibi görünen bu kulübe, aslında o kadar da küçük değildi. Tam Aliş’in hayalini kurduğu gibiydi. İçinde çıtır çıtır yanan odun ateşi, ocağında yeni kaynamış sütü…
Özenle hazırlanmış kabarık yatakları ile burası sanki bir masal eviydi ve onları bekler gibiydi.
Şöminenin karşısında ısındılar, sıcak sütlerini içtiler, yumuşak yataklarda yattılar. Puki yorgunluktan hemen uyudu. Ardından Aliş’in göz kapakları da kapandı ve derin, güzel bir uykuya daldılar.
Öyle derin ve güzeldi ki bu uyku, Aliş’in küçük dünyası resmigeçit olmuş, sırayla geçiyordu belleğinden. Annesi, babası, resim öğretmeni, arkadaşları, rengârenk kuşlar, çeşit çeşit hayvanlar, ağaçlar, çiçekler…
Hayvancıkların içinde bir tavşancık vardı. Kırçıllı, güzel tüylü, uzun kulaklı, tombik bir tavşancık… Rüyasında Aliş’e bir şeyler anlatmaya çalışıyordu.
Birden gözlerini açtı Aliş. Tavşancık karşısında duruyordu. “Korkma Aliş.” dedi. “Beni çok istediğini biliyorum. Puki’yi nasıl seviyorsan, beni de öyle sevmelisin.”
Puki şaşkın gözlerle tavşancığa baktı. Kendinden bahsedildiğini anlamıştı.
Aliş, “Tabii severim.” dedi tavşancığa. “Doğadaki tüm canlıları severim ben. Üstelik sen de çok şirinsin.
Çok güzel uzun kulakların, kocaman gözlerin, pofuduk bir de kuyruğun var.”
Tavşancığın beğenilmek çok hoşuna gitti. “Ben de sizinle gezebilir miyim?” diye sordu. “Size doğayı tanıtır, gezdiğim, gördüğüm yerleri anlatırım.”
Aliş buna çok sevindi. Kulübede kaldıkları süre içinde tavşancık onlara toprağın, kara ve yağmura ne kadar ihtiyacı olduğundan bahsetti: Kar suyu ile beslenen toprağın ilkbaharda daha zengin bitki örtüsüne sahip olacağını; karın aynı zamanda hayvanlara da besin kaynağı olduğunu da söyledi. Kış mevsiminin bu güzel beyaz örtüsünün korkulacak kadar uzun süreli olmadığını, kış uykusuna yatan hayvanların, ilkbaharda tekrar uyanacaklarını da anlattı.
Aliş ayıları kitaplardaki resimlerinden tanıyordu. “Ayıları da görebilir miyim?” diye tombik tavşancığa sordu.
Tavşancık, “Ayıları görmek istiyorsan, bir ilkbahar resmi yapmalısın.” dedi.
Aliş çok sevindi. Puki daha da çok sevindi. İlkbahar demek, kırlarda koşmak, oynamak demekti Puki için.
İLKBAHAR… Aliş fırçasını kulübenin buz tutmuş camında gezdirmeye başladı. Renkler camda dağılıyor, pembe çiçekler yeşil ağaçların üzerinde dans ediyor, minik kır papatyaları tüm vadiyi sarı beyaz renkleriyle aydınlatıyordu. Kuş sesleri eşliğinde kendilerini yeşil bir vadinin ortasında buldular. Sanki kuşların kanatlarına tutunup gelmişlerdi.
Puki şaşkınlığı geçince koşup oynamaya, kelebekleri kovalamaya başladı.
Ücretsiz ön izlemeyi tamamladınız.