Sadece Litres'te okuyun

Kitap dosya olarak indirilemez ancak uygulamamız üzerinden veya online olarak web sitemizden okunabilir.

Kitabı oku: «Müştak Gönülleri Aydınlatan Edebiyat», sayfa 4

Yazı tipi:

İYİLİK VE KÖTÜLÜK ARASINDAKİ İNSAN KALBİNİN DEĞİŞİMLERİ

Anar sadece Türk dünyasının ünlü ve önemli yazarı değildir, o aynı zamanda Dünya edebiyatının bilindik yazarlarından biridir. O ünlü yazar olmanın yanı sıra kabiliyetli yönetmen, senaryo yazarı, dramaturg, araştırmacı ve Azerbaycan toplumunun önemli şahsiyetlerindendir. Anar 14 Mart 1938 yılında Azerbaycan’da doğmuştur. Onun babası Resul Rza ve annesi Nigar Rafibeyli memleketin meşhur şairlerindendi. Sırası gelmişken belirtmemiz gerekir ki, iyi bir aile ortamı insanın büyüyüp, kemal bulmasında sadece bir araçtır. Bunun hakkında Anar’ın kendisi de çok yerli bir söz söylemiştir: “Eğer insan yetenekli ise, onun nereden gelmiş olması fark etmeksizin kendisini gösterebilir; eğer bir yeteneği yoksa hiçbir aile ortamı ona yardım edemez.” Aile ortamı Anar’da daha çocukluğundan edebiyat ve sanata karşı ilgi uyandırır, yeteneğinin şekillenmesinde yardımcı olur. O 1955 yılında Bülbül adındaki musiki mektebini, sonra 1960 yılında Azerbaycan Devlet Üniversitesinin Filoloji Fakültesini, 1964 yılında Moskova Büyük Senaryocular (1964) ve Büyük Yönetmenlik kurslarını bitirir. Edebiyat müzesinde araştırmacı görevli (1960-61), Radyo ve televizyon komitesinde editör (1961-1967) olarak çalışır. 1968-1987 yıllarında “Kobustan” sanat dergisinin baş editörü olmuştur. 1991 yılında Azerbaycan Yazarlar Birliğinin Başkanı görevine seçilir ve günümüze kadar bu görevde devam etmektedir. Onun “Bayram Hasretinde” (1963), “Yağış durdu” (1968), “Molla Nasreddin-66” (1970), “Mecal” (1973), “Adamın Adamı” (1977), “İçerişehir” (1978), “Siz diye geldim” (1984), “Dünya Bir Penceredir” (1986), “Sizsiz” (1992), “Şehrin Yaz Günleri” (1992), “Şehitler Lekesi” (1995), “Bin Beş Yüz Yıllık Oğuz Şiiri” (1999), “Ak Koç, Kara Koç” (2003) gibi kitapları neşredilmiş ve dünyanın bir çok diline çevrilmiştir. Anar’ın senaryolarıyla ondan fazla film çekilmiştir ve onlardan üç tanesine yazarın kendisi yönetmenlik yapmıştır. Bu kısacık listenin kendisi Anar’ın ne kadar farklı yönlerini bize kanıtlamasının yanı sıra onun ne kadar yetenekli ve verimli bir yazar olduğunu da göstermektedir. Eserlerinin edebiliği, onlarda dönemin ve Azerbaycan toplumunun gündemindeki meseleleri ele alması ve edebi bir tarzda anlatmayı başarması onun dünya çapında tanınmasına sebep olmuştur. Anar hakkında yazan birçok araştırmacılar onun eserlerinin önemi, tiplerin sistemi ve buna benzer konuları ele alırlar ama onun emeği, yöneticilik faaliyeti üzerinde pek durmazlar. Halbuki, yazarın hayatı ve sanatını tam olarak tasavvur edebilmek için bunları bilmek lazım. Bundan dolayı da bu muhtasar makalemde Anar’ın çalışma hayatı ve yazarlık mahareti üzerinde durmaya da karar verdim.

Kuşun kanadı çift olmazsa uçamadığı gibi, istidat ve mihnet yeteneğinden biri olmadı mı, sanatçının yükseklere uçamadığı da basit bir hakikattir. Gerçekten de ne ne yetenek sahibi insanlar doğru çalışmayı bilmediği, tembelliği yüzünden yükselemediği gibi, gece ve gündüz çabalayıp emek veren, ama kabiliyet sahibi olmayan yazarlar da orta derecede eser vermekten başka bir işe yaramıyorlar. Anar’ın şansı şunda ki, o istidatlı ve aynı zamanda Allah’ın verdiği yeteneği hor görmeyen, çalışkan bir ediptir. İşte, neredeyse elli yıldır ki, o başkan görevinde çalışmaktadır. Yöneticilik – bir sanat olmasının yanı sıra, gerçek bir fedailik isteyen meşakkatli bir meslektir. Çünkü onun yetkisi altındaki çalışanlar sekiz saatlik iş gününden sonra dinlenirler, tatil ve bayramlarda istirahat ederler. Ancak, yöneticinin sabah işe gelme saati belli, ama eve dönme saati belirsizdir. Onun için hafta sonu, tatil gibi şeyler yok denebilir, hatta çoğunlukla bayram günlerinde bile çalışmak zorunda kalabiliyor. Yöneticilik öncelikle mesuliyet, ona layik olmak lazım. Aynı zamanda görev yazarın zamanını şefkat göstermeden yiyen bir ejderhadır. Münasip bir insan için yöneticilik halka, vatana fedakarlıkla hizmet etmektir, na-münasip birisi içinse kendi nefsini doyurmak için kullandığı bir araçtır sadece. Na-münasip insanın kürsü sahibi olmasından dolayı teşkilat, saha geriler, gelişme olmaz, halk da, toplum da zarar görür ancak. Kabiliyetsiz bir müdürün yanlışlarını düzeltmek, sahayı yeniden kalkındırmak, önemlisi de insanların umudunu inanca dönüştürmek için ne kadar çok zaman, güç ve meblağ sarf edilir.

Kendisini, kendi ihtiyaçları, icadı, rahatı, hatta aile, çoluk çocuğunu unutup, fedakarlıkla çalışan bir çok büyüklerimizi halkımız halen saygı ile anmaktadır. Bunun gibi fedakarlık herkesin de elinden gelmez. Sabahtan akşama kadar teşkili işlerle uğraşmak, kiminin işini halletmek, sonu gelmeyen çeşitli toplantılara katılmak, ülkenin dört tarafından ve yurtdışından gelen misafirleri karşılamak vb. Bunun gibi sıkı bir grafiğin arasında Anar’ın bedii icatla uğraşmaya vakit bulabildiğine, bedii yönden berkemal eserler yaratabildiğine şaşmamak mümkün değil.

Azerbaycan Yazarlar Birliğine Anar gibi yetenekli, girişimci ve çalışkan bir insanın yönetici olması Azerbaycan edipleri için bir şans desem mübalağa etmemiş olurum. Anar cumhuriyetin başından zor zamanları geçirdiği dönemlerde birliğe reis olarak seçildi ve o dönemin fırtınalarından birliği sağ salim geçirdi, daha sonra ise kalkınması için tüm gücüyle emek verdi. Onun döneminde yeni yayınlar, yeni gazete ve dergiler tesis edildi, genç kabiliyetlere olan dikkat arttırıldı, imkanlar yaratıldı. Tercüme ve edebi ilişkiler merkezi tesis edildi, “Dede Korkut Ansiklopedisi” yaratıldı, “Edebiyat ve İncesanat” gazetesi tamamen Yazarlar birliği tasarrufuna geçirildi, “Edebiyat gazetesi” adı altında yayınlanmaya başladı, “Kobustan” mecmuası da birliğin bir organı haline getirildi, birlik bir çok yurtdışı yazarlar birlikleriyle ilişkiler kurdu ve bu kitle genişletildi vb.

Tecrübe memleket ve toplumun gelişimi, yaşı fark etmeksizin yetenekli, helal, teşkilatçı yöneticilere bağlı olduğunu göstermektedir. Helal ve tecrübeli, fedai ihtiyar ve orta yaşlı nesil vekilleriyle beraber umutlu, sorumluluk sahibi gençleri yöneticilik işlerine yönlendirmek, şüphe yok ki, iyi bir sonuç verir. Anar sorumluluk sahibi olmayı gerektiren işleri hiç korkmadan genç yazarlara teslim ediyor. Bunların hepsi gerektiren neticeyi, edebiyatın yükselmesi ve daha çok ilerleme kaydetmesini sağladı. Bunlar hakkında Anar’ın kendisi yurt dışındaki basın mansuplarıyla yaptığı mülakatta şöyle demişti: “Ben genç yazarlarımızı sorumluluk gerektiren işlere daha çok yönlendirmeye çalışıyorum, ama şu an onların arasından birini seçemem. Tabii ki, birkaç yetenekli yazarımız var, ben gelecek konusunda onlardan umutluyum. Ne yazık ki, Azerbaycan edebiyatı epey gelişti diyemiyorum, aksine o geride kaldı. Zamanında, örneğin Yusuf Sametoğlu, İsa Hüseyinov, İsa Malikzade, Elçin İbrahimbekov gibi yazarların kaleminden çıkan eserler gibi kaliteli eserler yok şimdi. Ama bizde yetenekli yazarlar var, onlar daha olgunlaşma, tecrübe kazanma aşamasındalar. Yakın zamanda edebiyatımızın yükseldiğini görürüz diye umut ediyorum.” Hakiki bir itiraf! Halbuki, şura zamanından miras kalan pofpoflayıcılar, edebiyat alanında da “abartarak yazmalar” henüz devam etmekte. Birilerine yaranmak için yalan söylemenin gerektiği dönemi kapatmanın zamanı çoktan gelmiştir. Yalanın ömrü kısa, ama sonucu ağır. Bunu büyük nesil vekilleri yaşayıp öğrendi, günümüzün genç nesli de bunlardan kendine ders çıkartması gerekiyor. Yalancılık toplumun da, yöneticilerin de dikkatini dağıtır, sonucunda da doğru yolu bulma fırsatından mahrum bırakır. Böyle bir zamanda Yazarlar Birliğinin başkanı olarak Anar’ın mevcut eksiklikleri görebilmesi, onları örtbas etmeye çalışmaması, gerçekleri söylemesi ve onlara çözüm bulmaya çalışması ibretlidir, alkışa layıktır.

Edibin içtimai faaliyeti iyilik için hizmet ettiği gibi, bedii eserlerinde de iyilik yüceltilir. Anar’ın yarattığı eserler yüksek kalitesi ile ayrı yere sahiptir. Yazar, neredeyse tüm eserlerinde, öncelikle okura önemli mesajlar vermeye çalıştı ve bunu başardı da. Edip konu, şekil bakış açısından her seferinde yeni bir yoldan ilerledi, kendi içinde tekrara düşmedi, yeni karakterler yarattı. Onun her eseri edebi kesim arasında tartışmalara sebep olmuş, farklı değerlendirmeler yapılmıştır.

Belirtmemiz gerekirse, farklı düşüncelere sebep olan “İyi padişah hakkında masal” hikayesine bir bakalım. Bu hikaye durgunluk yılları diye adlandırdığımız dönemin en tehlikeli zamanında, 1970 yılında yazılmıştır. Eser güçlü eleştiri, kinayeyle yazılmıştır. Çilistan ülkesinin padişahı adaletli olmasıyla ün kazanmış, o “vatandaşlarına çiçekten daha ağır bir söz demiyormuş. Ne onları rencide eder, ne kafasını alır, ne de darağacına yolluyormuş.” Çok güzel karısı onu bırakıp veziriyle birlikte başka bir ülkeye kaçmış. Bu kadın erkinliğin temsilcisi olduğu için başkaları hatırlamasın diye padişah önce radyo dinlemeyi, sonra haini, hatta uykuda bile görmemeleri için rüya görmeyi yasaklamış ve herkesin gördüğü rüyası hakkında yazılı bir açıklama vermesini gerektiren bir ferman çıkartmış. Rüyaları özel bir araştırma ekibi kontrol etmeye, düzenlemeye, izin vermeye ve nezaret altına almaya başlamış. “Rüyalar düzgün, açık ve net olması gerekir”. İnsanlar “mutluluk ve ferah” içinde yaşıyorlarmış. Herkes rahat rahat uyurken padişah uykusuzluk hastalığını kapmış ve onun aklına şöyle bir fikir gelmiş: “Madem kendin mutsuzsun, herkesin kaygısını çekmen, herkesi mutlu etmenin ne anlamı var? Neden herkes mutlu, sen ise kötü olman lazım?..” Padişah şimdi geceleri kimsenin uyumaması gerektiği hakkında ferman çıkartmış. Padişah ara sıra vezirlerine vatandaşlarım mutlu mu, bizden memnun mu diye sorarmış. Vezirler hep beraber yalakalık edip vatandaşlar mutlu, birbirine karşı gayet kibar diye cevap verir, gerçekleri saklıyorlarmış. Sıradaki fermanla soru sormak yasaklanır. Artık kimse bir şey sormaz, hükümdarın da başı ağrımaz olmuş.

Hikayenin sonunda vezir padişaha önceki hükümdarların döneminde yasaklanmış, kendisi şöyle bir dursun adı bile unutulan bir ayna parçasını getirir. Padişah çok zeki, tecrübeli, bir bakışta insanın kim olduğunu anlayan birisi olduğu için aynaya bakıp gördüğünün özelliklerini söylemeye başlar. “Bunun cahil yüzünü görmüyorsun, bak, ahmağın, rezilin ta kendisi, bütün dünya ondan nefret ediyor. Kendini iyi birisi olarak gösterse de içi kine dolmuş. Kin tuttuğundan dolayı da bedbaht birisi bu. Öyle bedbaht ki, herkesin mutsuz olmasını ister.”

Erkinliğin boğulduğu, totaliter hakimin sınırsız hükümranlığına dayanan, her türlü ahmakça isteğin iyilik diye kabul görüldüğü bu durum okuru düşüncelere sürükler. Zeki okur yazarın ne demek istediğini anlar, insancıllıktan uzak olan bu durum sadece totaliterliğe değil, aynı zamanda bağımlılığa da sebep olduğunu fark eder. Boyun eğmek ve düşünce fakirliği – bu totaliterlik ve zorbalığın besleyen illetler olduğunu yazar bedii bir şekilde ifade etmeyi başarmıştır. Hikaye sovyet döneminin aynadaki yansımasıydı, dönemin illetlerini temsili bir yolla açığa çıkartmıştı.

Edip “Beş Katlı Evin Altıncı Katı” romanında hal edilmesi toplumsal bir sorumluluk haline gelen manevi, ahlaki sorunları ele almış; “Ak Koç, Kara Koç” eserinde içtimai, siyasi meseleleri işlemiştir. Sonraki romanında yazar memlekette iyiliğin karar bulmasında yöneticinin yeri ve önemi meselesini kendine özgü bir şekilde anlatmış ve hodbinlerce atılan adımlar halkın başına çözülmesi zor olan külfetleri getirebildiğini canlandırmıştır. Kısaca, Anar eserlerinin hepsinde iyilik ve kötülük arasında duran insan kaderini tahlil eder ve okuru dönem, toplum, insan için önemli olan çıkarımlar yapmaya yönlendirir. Memleket, toplum için düşüncesizlik, fikri yetersizlik pek büyük bir sıkıntı. Bundan dolayı Anar muellimin fikri yetersizlik, düşüncesizliğin dehşetli sonuçlarını aydınlatmaya, iyiliği yüceltmeye adadığı eserleri okurun kalbinde derin bir yere sahip oldu ve onlar hiçbir zaman gündemini kaybetmez.

Anar kahraman psikolojisini, ruhsal dünyasını aydınlatmada usta bir yazardır. O bazen gerçekçi tasvirlere sürrealist unsurları ekleyiverir. Eser kahramanlarının davranışları, yaptıkları onun iç dünyasında olanlara uygun bir şekilde tasvir edilir. Anar’ın sonuncu “Nazar Boncuğu” kıssasının kahramanı Ahliman’ın düşüncelerine dikkat edin: “…Çocukluk dönemlerinden beri karşıma çıkan zulümler, hor görülmelerim, enstitüde eğitim aldığım dönemdeki yalnızlığım, kadınların yabancılığı ya da hileleri, dostlarımın dikkatsizliklerine ne demek lazım? … Yada manevi sıkıntılar – yüzüme gülüp, sıkı fıkı görüşenlerin namertliği, en yakınım diye bildiğim öğrencimin ihaneti, babamın şefkatsizliği, annemin yakarmaları, ömrüm boyunca karşılaştığım yalanlar, iftiralar, ömrümü yiyip bitiren haksızlıklar, her gün kanıma verilen damla damla zehir.. bunların hepsinin bedelini almam gerekmez mi?..” Ahliman’ı bu sorular çok zorlar ve onlara cevap bulmaya çalışır, iyilik yolunu seçip seçmemek arasında kalır. Peki, o hangi yolu seçti? İnsanın iç dünyasında bu iki güç arasında hep bir savaş mevcut. “İnsan kendisini kendisi yaratır, isterse Hurmuzd olur, isterse Ahriman olarak yetişir. İnsanın içinde her ikisi de, Hurmuzd da, Ahriman da var”, der eserin kahramanlarından biri. Gerçekten, Rahman – yani iyilik yolunu mu seçer, yada şeytan – yani kötülük yolunu mu seçer, bu insanın kendisine kalmıştır. Allah insana irade özgürlüğünü vermiştir.

Bu eserde hayatı boyunca haksızlıklarla karşı karşıya kalan, hor görülen, ezilen kişinin ruhsal dünyası belli durumlar, detaylar, çatışmalarla anlatılmıştır. Diri diri gömülen insanın mezarda kendisine geldikten sonraki durumu çok etkileyici bir şekilde resmedilmiştir. “Ağrı… Dehşetli, dayanılmaz bir ağrı… Vücudumun, yüzüm, gözümün her zerresine köz basıyorlar. Acıdan bağırmak isterim… sesim çıkmaz.

Ağrı… karanlık… Zifiri karanlık. Hiçbir şey görünmez. Gözlerim hiçbir şeyi görmez. Gözlerim kapalı…

Ağrı… dehşetli, dayanılmaz bir ağrı…” Bu ilk satırlar okurun dikkatini kendisine çeker ve durum gittikçe gerginleşir, dinamizm giderek yükselir ve bu durum eserin çözümüne kadar devam eder. Okurun merakını tutabilmek için büyük yetenek lazım. Anar bu eserinde de yetenek sahibi bir yazar olduğunu gözlerimiz önüne sermiştir. “Dirilerek” mezardan çıkan Ahliman hayat yolunu yeniden bir gözden geçirir, artık iyilik yolundan gitmeye karar verir, ama şefkatsiz hayat onun hayallerini paramparça eder. Mezarlıktan evine dönen Ahli-man sevgili çırağının daha üç gün bile geçmeden onun evine yerleşiverdiğini, aşık olduğu kız ise çırağına oynaş olduğunu ve bunun gibi başka kabahatleri görüp dehşete kapılır.

Anar, kahramlar arasındaki çatışma aracılığıyla da, kahramanların iç dünyasındaki sıkıntıların savaşı aracılığıyla da parlak karakterler, kahramanlar yaratmayı başarır. Söz konusu Ahliman’ın reddedilemeyecek bilimsel kanıtlara dayanan araştırmalarını bilimsel meclis üyeleri hep beraber överler, ama gizli oy kullanmaya geldik mi, topluca karşı çıkarlar. Bu riyakarlıktan Ahliman’ın içindeki Ahriman baş kaldırır, yani kötülük duygusu yeniden uyanır ve onu intikam yoluna çağırır.

Edip küçücük bir detay yardımıyla kahramanlar, hatta yan karakterlerin iç dünyasını aydınlatır, onların karakterini göz önümüze serer. Örneğin, mezarlıkta da içki içen mezar kazıcı Nasrullah, şoför Fazıl, temizlikçi Dadaş, onun karısı ve başka yan karakterler okurun aklında kalır. Aynı zamanda bu karakterler esas kahramanın o ya da bu özelliğini açması için yönlendirilmiş olduğundan dolayı kıymetlidir.

Anar Türk Dünyasına, azcümle Özbekistan’a, Özbek edebiyatına, ediplerine büyük bir saygı besler. Bunu onunla sohbet ettiğimizde ve gazetelere verdiği röportajlarda birçok kez dile getirmiştir. “Azerbaycan ve Özbekistan’ın arasındaki kadim edebi ilişkiler ülkelerimiz bağımsızlığına kavuştuktan sonra daha da sıkılaşmaktadır. … Özbekistan’da benim eserlerime karşı özel bir ilgi ve saygıyla bakmalarına memnunum”, der o. Anar Özbek okurunu iyi tanır. Onun “Dante’nin Jübilesi” eserini ve birkaç hikayesini ilk Özbekçeye çeviren yetenekli tercüman Mamatkul Hazretkulov’dur. Son dönemlerde istidatlı tercüman, rahmetli Usman Koçkar Anar’ın birkaç romanı, kıssası ve hikayesini okurlarımıza sunmuştu. Onun çevirisi olan, yazarın birkaç eserini kapsayan “Ben, Sen, O ve Telefon” adlı kitabi 2016 yılında yayınlanmıştır. Bu toplama giren eserlerin dışında Anar’ın “Ak Körfez”, “Beş Katlı Evin Altıncı Katı”, “Kırmızı Limuzin” eserleri de Özbekçeye çevrilmiştir. Bu eserler Özbek okurunun manevi ve ruhi dünyasını zenginleştirmeye hizmet etti ve halen de hizmet etmekte.

TÜRK DÜNYASININ BÜYÜK NİMETİ İSMAİL BOZKURT

İster yazar, ister muhendis, ister iş adamı vs. olmadan önce her kes insan olmalıdır. İsmail Bozkurt dediğimizde ilk önce göz önümüze şefkatlı, babacan, maneviyeti güzel insan gelir. O her zaman yardıma ihtiyaçı olan, çetin durumda kalan insanlara ilgi ve ihtimam göstermiştir, elinden geldiği kadar, imkanları çerçevesinde yardım etmiştır ve bir taraftan bunun için de İsmail Bey’i seviyoruz. Bu güzel insani fazilettir. Zira hayatta elinde büyük imkanları var olmasına rağman küçücük yardımı esirgeyenleri görmüşüz.

İsmail Bozkurt’un hüsni hulku hakkında bugün sadece dostları, yakınları değil, hatta nadostları da hürmetle söylemektedir. Düşmanları demeğe dilim varmıyor, cünki bence İsmail Bey gibi iyi niyetli, güzel hulklu insanın düşmanı olmasa gerekir. Evvela, düşmanın olmasın. Varsın olsın, ne olacak yani?! İradeyi bilemek için, insana belki düşman de gerekir. Zaten hayata uyanık bakmak, yanılmamak, hataları görebilmek için kendi faaliyetini, yaptıklarını sadece dostların değil, ayni zamanda düşman gözüyle tahlil etmekten fayda var. Ye-terki, düşman seni ezebilecek derecede güçlü olmasın, Özbek Türklerinin bir meşhür şairi dediği gibi, kervanın ömür boyu köpekler arasından geçmesin.

Ben İsmail Bey’in bir çok insanlara iyilikler ettiğine defalarca şahit olmuşum. Bir bakarsın hiç akrabası olmıyan birinin hakkını savunmak için koşturmaktadır, bir bakarsın kendinin bir çok acele yazılarını bırakıp, genç bir yazarın eserini okumaktadır, bir bakarsın talebelere yardım etmektedir vs. vs. Kendi hayatımdan bir örnek vermek istiyorum. Torunum Cihangir Lefkoşadaki Karpaz Üniversitesinin birinci sınıfinda okumaktaydı. Bir günü telefon açtı, çok zor durumda yani, para yönünden darda kaldığını, Kıbrısta oturum izni problemini alalacele çözebilmezse sınırdışı edileceğini bildirdi. Cihangiri Üniversiteye yerleştirdiğimde yetkililer oturum izni meselesini bir haftada çözeceklerini vadetmiştiler, bunun için torunuma yeterli para da bırakmıştım. Cihangir yurt dışına cıkmamış saf bir coçuk, Üniversite yetkilisine bir-iki defa başvurmuş, va’dini yerine getirmelerini beklemiş, ama işte iş olmamıştı. Tabii, bunun ilk nedeni Cihangir’in tecrübesizliği idi. Üniversiteden evrakları alıp, yetkili makama kendisi başvurması gerekirdi.

İlk olarak para yollamak için Western Uniona koştum. Ama bu şirket Özbekistan’dan Küzey Kıbrıs’a para kabul etmiyormuş. Vaziyet tehlikeli, coçuğun parası bitmiş, aç kalacak. Ne yapmak gerekir? O vakitlar Kıbrıs’ta tek bir dostum – İsmail Bey var. Bilirim, İsmail Bey’in işi çok, bir tarafta yazacakları, bir tarafta Üniversitede dersleri, başka tarafta gönüllü kuruluşlardaki faaliyetler ve b. Mahcupluk ve mecburiyet arasındayım, yine de başka çarem yok. Onun yardımı olur, ager imkani varsa borç olarak bir miktar para verir, imkani yoksa bir yol gösterir herhalde, diye telefon ettim, İnternetten acele mektup yolladım, durumu anlattım. Sağ olsun, başka işlerini bırakıp, Cihangir’le ilgilendi, problemlerı kısa bir müddette, fazlasıyla halletti, Cihangir’in Kıbrısta kalabilmesi dostumun ihtimami sayesinde halloldu.

İsmail Bozkurt iyi anlamda bir Türkçü, Türk birliği mucadelecisi, vatanperverliğiyle örnek insandır. Onun bütün ömürü Vatan ve millet mücadelesiyle geçmektedir. Vatanseverlik, milliyetçiliği olumsuz, kötü anlamda değerlendiren, onu beynelmilaliğe karşı koyan şahislar da vardır. Bilhassa, kızıl imparatorluk zamanında Türk cümhuriyetlerinin bir cok münevverleri milletcilikte suçlanarak idam edildi. Türk birliği mücadelecilerine pantürkist damgasını vurmak isteyenler şimdi de vardır. Aslında onlar kendi çıkarları yolunda Türk cümhuriyetleri birliğini parçalamak isteyen güçlerin çıraklarıdır. Biz Türklerin birliği hakkında söyler ikenmiz, bugünki Türk devletlerinin erip, yok olmasını asla istemiyoruz, bilakis onların birlikte var ve daha da güçlü olmasını, BM’ lerde bayrakları dalgalanmasını, halklarının bir birini derin anlamasını, gelişmesini candan istiyoruz. Türk birliği hakkında söyler ikenmiz, bu birlik baskaları aşagılamak, başkaların aleyhine çalışmak olmadığını göz önünde bulundururuz. Güç ve imkanları birleştirmek gelişmenin temelidir. Özbeklerde bir ata sözü var: birleşen ozar, birleşmiyen tozar (yani birleşen ileri geçer, birleşmiyen tozar, berbat olur). Başka taraftan bakıyoruz ki, dünya huzursuz, gelecekten endişeli. Bu durumda bir kardeşe bir düşman tehdit etmek istese, başka beş kardeş sen ne diyorsun, o yalnız değil, yanında biz varız, dese tehditçi çekinir elbette.

Türk ulusunun büyüklerinden biri olan İsmail Bozkurt’un yaratıcılık faaliyetini üç yönden tavsif etmek mümkün. İsmail Bey iyi bir teşkilatçı – organizatör, kabiliyetli yazar, ünlü bilim adamı.

İsmail Bozkurt’u Üniversite Profesöru, uluslararası – Avrupa, Türk Cumhuriyetleri, Balkanlar v.b. – ve mahalli sempozyumlarda manadar bildiriler sunan bilim adamı olarak tanıyoruz. Onun bildirileri sempozyum konusunu en iyi şekilde aydınlatan nutuklardan olduğu kanısındayım.

Organizatörlık tarafına gelince: Hala 24 yaşındayken Türk Mukavemet Teşkilatının Geçitkale–Boğaziçi bölgesinde mücahit komutanlığını yapmış, “Mücahit” gazetesini yayımlamış, sonra bir kaç dönem milletvekili olarak görev yapmış, Parlamento Başkanı, Turizm ve Kültür Bakanı, Yazarlar Birliği, KIBATEK Başkanı olmuş, Türk ülkelerinin değerli dergilerinden biri “Turnalar”ı devamlı yayımlamış, KKTC Cumhurbaşkankığına aday olmuş, ilmi sempozyumlar organize etmiş vs. Bu bir kısa liste, ama onun altında nekadar emekler, eziyetler, kıvançlar var – bunları sadece kendisi değil, İsmail Bey’in yakınları, dostlarımız çok iyi bilirler.

İsmail Bozkurt kuvvetli bir kalem sahibıdır. Hayata bakışı açısından insanı anlamak için bir de onun yazdıklarına dıkkat etmelidir. Kitabı her kes kendi düşüncesine, zevkine göre okuyor. Biri eğlence için, biri vakit geçirmek için, hatta uyumak için okuyanlar da vardır. Ama aslında edebiyat – hayat dersliğidir. Yazarın yarattığı güzellikten behrement olmak, ortaya koyduğu gayelerden ilhamlanmak, yazarın görüşlerini oğrenip onu anlamak, sanatından zevk almak için okumak en iyisidir. Şimdi bu görüşten yola çıkarak, İsmail Bozkurt roman ve hikayelerinin manaları, millet için önemli tarafları üzerinde duracağız.

İsmail Bey’i ben ilk önce kitablarından tanımış, başkalardan duymuştum. Özbekistana ilk geldiğinde bize görüşmek nasıp olmadı, o vakitta ben safarda idim. Daha sonraları İsmail Bey’in sayesinde Kıbrıs’a gelmek nasip oldu ve o gün bu gün biz dostuz. Nefakat dostuz, ayni zamanda icadi meslektaşlığımız da vardır. Ben onun “Mangal” romanını ve bir kaç öykülerini Özbek Türkçesine çevirdim, ilk önce gazete ve dergilerde, sonra kitap olarak yayımladım. İsmail Bozkurt’u Özbekistandaki kardeşleri tanıdılar ve eserleri ün kazandı.

Yazarın hayatı çetinlikler içinde, gençlik ve yiğitlik dönemleri Kıbrıs Türkünün var olma mücadelesiyle geçti ve bu onun eserlerinde yankısını bulmuştur. Hayat vaka/hadiseleri yazarı derin düşündiren, içten heyacanlandıran bir vakitta onda kendi hissiyatlarını okurla paylaşmak ihtiyaçı – niyet uyanır. Ama edebiyatta eser yaratabilmek için sadece niyet kafi değil, bu niyet poetik fikire dönüşmesi lazim, o zaman eser değer kazanır. İsmail Bozkurdun eserlerini okurken, o edebiyatın bu en mühim talepine uyduğunu görüyorum.

Yurt sevgisi, vatan aşkı, vatanperverlik, insandaki en güzel, onu büyüten sıfatlardandır. Özbekler, “Anavatan’ın varsa, benizin saman olmaz” der.Yurtseverlik, kendi yurduna ve milletine sevgi hisleriyle dolu olmak kadar, evrenseldir, beynelmileldir.

Edebiyatta ulusal karakterin, tiplerin en güzel özelliği; yurtseverliği tarihi devre, koşullara bağlı olarak tasvir edilmeleridir.Vatan, millet refahı yolundaki mücadeleyi, en insancıl ideallerin zaferi için mücadeleden farklı telakki etmek mümkün değildir.Genel olarak dünya ve özel olarak Türk edebiyatındeki güzel eserlerin olumlu kahramanları vatanperver; vatan, millet özgürlüğü, refahı, hak hukuku için mücadele veren kişilerdir. İsmail Bozkurt’un romanlarındeki bir çok olumlu kahramanlar da vatan, millet yolunda mücadele veren tiplerdir. Yazarın “Bir Gecede” ve “Mangal” romanlarının, bu açıdan ayırdedici bir özelliği vardır. Mezkur romanlarda çeşitli konular anlatılıyor.

Edebiyatta neyin anlatıldığı değil, nasıl anlatıldığı ve tasvir edilen vaka/hadiselerden anlam çıkarabilmek önemlidir. Bu anlam, milletin hayırlı iyi niyetleri, maksatlarıyla uygunsa, eser toplumsal değer kazanır. “Edebi eserler sadece sanatsal açıdan değil,onunla beraber ve ya daha da aşırı derecede toplumsal ilerlemeye ve ya hiç olmazsa edebi ilerilemeye gösteren etkisine göre değer kazanırlar.” (N.G.Çernişevski; Tanlangan Edebi Tenkidi Makaleler, T.,1956, s. 116)

İsmail Bozkurt, kendi eserleriyle Kıbrıs Türk Toplumu’nun da, edebiyatının da ilerlemesine büyük katkıda bulunan bir yazardır. Kıbrıs Türkü’nün hayatını, milli mücadelesini renkli ve güçlü sanat araçlarıyla ifade etmek, İsmail Bozkurt’un sanatsal yaratıcılığının temelidir. Kıbrısta geçen tarihi olaylar,Türklerin can-mal bakımından tehlike altında kalmaları, zulme karşı milli mücadelesi, yazarın yaratıcılığına değişik bir biçimde yansımıştır.

“Bir Gecede” ve “Mangal” romanlarında, Kıbrıs Türkü’nün özgürlüğü, selameti yolunda yaşanan acılar, sevdalar, yurtseverlik duyguları, milli mücadele; başkişiler (Turgut, Mustafa ve başka tipler) vasıtasıyla ortaya çıkarılmıştır. Onlar vatanın hürlüğü için savaşçı, vatanperver tipler olarak canlandırılmıştır.

Turgut, mukavemet hareketinin, dağ köyü Lefkara’daki lideri olarak tüm köylü Türkler’i savunmak, hemşehrilerinin selameti, huzuru yolunda, canını vermeye hazır kahraman olduğuna inanılır detaylar ve vakalarla gerçekçi olarak tasvir edilmiştir. Zaten vatanı sevmek imandan olduğu gibi, onu korumak, onun için mücadele vermek de imandandır. Turgut da, Mustafa da imanlı insanlardır. Vatan, millet menfaatını kendi çıkarlarından üstün tutuyorlar.

Mustafa’nın babası Osman (“Mangal”) ise, sözde milliyetçi, yurtsever; gerçekte korkak, bencil, paraya tapınan, nefisi amarenin kölesi olan bir şahıstır. Arkadaşları Erenköy’e cepheye çıkarken, o geride kalıyor, sonuçta ise (her halde paranın gücüyle) milletvekili, bakan oluyor.

Hayat öyle! Kalıplara sığmaz: Birisi zahmet çekip meyve yetiştirir, ama meyveyi o değil başkası yer.

Osman, oğlunu da kendisi gibi yetiştirmek, askerlikten kaçırmak ister. Mustafayı okutmaktan asıl amacı da bu!

“Savaş tehlikesi varken askerliğe koşmak, hele hele askerliği er olarak yapmak deliliktir be!” diyor o. Bereket, Mustafa, babasının tam tersi! Delikanlı babasına şöyle yanıt veriyor:

“‘Ben bu deliliği yapacağım baba!’“ Osman daha da kızdı.“‘Bunu yaparsan seni reddederim ulan! Evlatlıktan çıkarırım. Zırnık vermem sana.’ ” “Mustafa, Osman’ın bu sözleri ile çoktandır taşıdığı düşünceyi dışa vurabileceği olanağı yakaladı: “’Senin gibi bir babanın oğlu olmaktansa, olmamağı yeğlerim. İstediğini yap.’”(İsmail Bozkurt; Mangal, Galeri Kültür Yayınları, Lefkoşa,1995, Sayfa 107)

Askerlik hizmeti, her vatandaşın, vatan, millet önündeki mukaddes borcudur. Özellikle savaş zamanında ve ya savaş tehlikesi varken, askerlik yapmak çok önemlidir. Kimin kim, neyin ne olduğu o gün belli olur. Osman tipine benzer tipler Özbek ve başka halkların edebiyatlarında da var. Dünyaca meşhur Kırgız yazarı Cengiz Aytmatov’un “Yüzme Yüz” romanındeki İsmail, tanınmış Özbek yazarı Seid Ehmed’in “Ufuk” romanındeki Tursunbay, meşhur Rus yazarı Valentin Rasputin’in “Yaşa Ve Unutma” romanındeki Andrey Guskovlar, vatanı değil, kendi canını düşünüp cepheden kaçıyorlar.

Onlar da, “Mangal”deki Osman gibi bencil ve korkak şahıslar. Bu illetler onların kalbindeki tüm insani duyguları mahfediyor, inkiraza sürüklüyor. Şuna göre de Osman, Tursunbay, İsmail ve Andreyler, sadece vatana değil, insanlığa aykırı, affedilmez suç işleyen rezil kişiler olarak gözüküyor. “Bir Gecede” romanında; fiili, huyu, kısmeti değişik tiplerin münasebetleri, çatışmaları tasvir edilerek, milli hayatın dönüm noktası aydınlaştırılmıştır.

Milletinin selameti, hürlüğü, hak hukuku için mücadele, yurtseverlik, Turgut’ta derin iç ihtiyaçtır. Bu, Turgut karakterinin ana sıfatıdır. Turgut, bu sıfatıyla başka millet kişilerine yakın ve anlaşılırdır.

Kendi yurdunu, milletini sevmenin ırkçılık, milli darkafalılıkla hiç bir ilgisi yoktur. Zaten kendi vatanını, milletini sevmeyen insan, başka milletlere de saygı duymaz. Buna göre de vatanperverliği, milli duyguyu evrensellik ve beynelmilelciliğe karşı saymak yanlış iştir.

Turgut karakterinin beynelmilelcilik kökü, ulusalcılık pınarından su içiyor. Kahramanın bu sıfatı, onun toplumsal faaliyetinde de, aile münasebetlerinde de göze çarpar. Yazar, çeşit çeşit detaylar, vakalar, çatışmalar, diyaloglar kullanarak, Turgut’un iç dünyasını, ruhiyatını giderek meydana çıkarır.

“TMT onun yaşam biçimi olmuştu. Bereket, karısı Aliye anlayışlı bir kadındı. Köyde yaşayan Türkler’in tüm sorumluluğu ona aitti…Omuzunda büyük bir yük taşıdığının giderek daha çok ayrımına varıyordu. Bundan sonra ne olacağını kestirmek zor değildi. Kimbilir kaç insan ölecek, kaç yuva yıkılacak, ne açılar çekilecekti.” (İsmail Bozkurt; Bir Gecede, Cem Yayınevi, İstanbul, 2005, Sayfa 16).

Turgut’un mukavemet teşkilatı üyeleri Osman, Mustafa Öğretmen, genç Acar; karısı Aliye, para kölesi Ramadan, Rum Muhtarı, Belediye Başkanı ve başkaları ile ilişkileri ve çatışmaları; onun cesaretli, kararlı, sağlam ve tedbirli kişi olduğunu aydınlığa çıkarır. Rum yetkililer, Turgut başta olmak üzere, köyün ileri gelenlerini çağırıp, köyden izinsiz çıkmamak, tüm ihtiyaçlarını peşin parayla Rumlar’dan sağlamak, en kötüsü silahları teslim etmek koşullarını ortaya koyarlar.

Türler ve etiketler

Yaş sınırı:
0+
Litres'teki yayın tarihi:
01 ağustos 2023
Hacim:
360 s. 1 illüstrasyon
ISBN:
978-625-6853-87-4
Yayıncı:
Telif hakkı:
Elips Kitap
Metin
Средний рейтинг 0 на основе 0 оценок