Kitabı oku: «Bir Pişmanlık Bir Ümit», sayfa 5
İşte bunları yazarsam okuyucu bundan ne çıkaracak? Asıl konudan saptığım için yine eleştiriye uğramaktan başka kazancım olacak mı? Bence okuyucu daha çok Kameş’in bu gelişinin neyle sonuçlanacağını merak eder. Okuyucu onun annesi ile babasını Kürenbel’e götürüp götürmeyeceğini; götürürse niçin götüreceğini, götürmezse de niçin götürmeyeceğini bilmelidir. Öyleyse kafayı karıştırmadan onları yazmam daha doğru olacaktır”.
Şegen, bu karara vardıktan sonra evin içinde bir ileri, bir geri dolanarak epey vakit geçirdi. Acıktığını fark etti. Sessizce mutfağa gidip bir dilim ekmeğin üzerine ince tereyağı sürüp yedi. “Böyle bahanelerle ara vermemeliyim,” diye düşündü çalışma odasına giderken, “Zaten kâğıt üzerine değil, aklımda yazıyorum. Daha sonra düzeltmek için uğraşmayacağım. Şu an önemli olan ne yazacağımı, nasıl yazacağımı bir düzene sokmaktır.”
Oturarak akılda yazmayı denedi. Olmadı, pek rahat değildi. Oturan insana, akılda yazmaktan kâğıda yazmak daha uygundu. Tekrar gidip kanepeye uzandı. Kafasında yazma işine devam etti.
* * *
İlk geldiğinde söyledikleri bir şey değilmiş Kameş’in. Asıl konuya sonra geçti.
“Sizi götüreceğim!” dedi, kesin kararlılıkla net söyleyerek. “İtiraz edenlere gününü gösteririm!” der gibi, bunları söyledikten sonra bir süre mosmor kesilerek evdekileri sessizce süzdü. Birini düelloya davet eder gibi bir hâli vardı.
Gözlerini kırparak kayınvalidesi ile kayınperderine yalvarır bakışlarla bakan Jamihan’ın taşınmak istemediği her hâlinden belli oluyordu: İstemediğini belli etmemeye çalışarak kâh çay içtiği kâseyi hareket ettiriyor, kâh beyaz çaydanlığı düşerken yakalamış gibi tutup yerini sağlamlaştırıyordu. “Söz sahibi ben değilim, budur.” anlamında Batjan, yandan Mamet’e bakıp duruyordu.
Kesin kararı verecek olan Mamet, Kameş’in dediklerini pek ciddiye almamış gibi yaptı. Bir ara yatışmamış sinirine kapılarak “İnadına taşınsam mı?” diye geçirdi kafasından. Eşiyle gelininin tepkilerini merak ederek durumu biraz zorlaştırmak istedi.
“Taşınmak zor değildir.” diye, üstü kapalı olarak başladı konuşmaya. “Sessizce kaçar gibi ayrılamayız. Koyun kesip insanları davet edelim, vedalaşalım.”
“Ne yani, taşınmak mı istiyorsun?” Mamet’e bakan Batjan, kızgınlığını gizlemedi.
“Taşınmayıp da ne yapacağız? Yapayalnız burada oturmaya devam mı edeceğiz?”
“Taşınmak istiyorsan kendin taşın. Ben burada kalıyorum.”
“İstediğin başka biri ise burada da bulabilirsin. Hiç engel olmam. Ben Şegenimle, Jamihan’ın yanında olurum.” Düzgün durmasına rağmen eşarbının bir tarafını eliyle yana çekti ve ardından tekrar eski hâline getirdi.
“Bunu neden daha önce söylemedin?” dedi Mamet, eşinden gözlerini ayırmadan. Ciddi mi söylüyordu, şaka mı yapıyordu belli değildi. “Tam taşınmak üzereyken ortalığı karıştırıyorsun. Çok konuşma, düşünecek bir şey kalmadı. Onun yerine git Salima’dan ödünç bir koyun getir. Sonra Kabi ona yayladaki koyunlardan verir.”
Deminden beri kocasının söylediklerini her zamanki şakalarından zanneden Batjan, artık ciddi ciddi korkmaya başladı. “Bu inatçı taşınırım der ve taşınır,” diye düşündü iyice panikleyerek. Fikrini söylemek istediyse de kendini tuttu. – Şimdilik net bir şey söylemedi ya. Sinirlenir, daha çok inadı tutar. Sıcağı sıcağına bir şey demeyeyim. Belki sakinleşince fikrini değiştirir, taşınmaktan vazgeçer.”
Develeri getirip taşınmakta ısrar eden kızının da huyunu iyi biliyor Batjan. Dediği dedik olan Kameş, inat konusunda babasını geride bırakır. Bunlarla sadece yumuşak konuşarak baş edilebilir. “Şu aksiliğe bak. Yanımızda hiç olmazsa bir erkek olsaydı,” diye kızdı Batjan, kendi kendine. “Şırakay’ı nasıl çağırsam?” Kocasını biraz da olsa yumuşatmak amacıyla gülümseyerek baktı.
“Evinde oturup talimatlar verip duracağına atına binip biraz dışarı çıksana. İyi veya kötü sonuçta kardeşindir Şırakay. Buradan geçen birilerinden haber gönderip çağırsaydın ya. Kardeş kardeşi bıçaklamış, dönmüş yine kucaklamış. Büyüğüm diye kibirleneceğine sen de biraz alçakgönüllü olsana!”
“Hazırda habercim mi bekliyor ki haber göndereyim? Habersiz taşındık diye endişelenecek olursa arar bulur. Yerin dibine taşınmıyoruz ya.”
“Annem delirdi herhâlde?” dedi Kameş, sinirli ve sert bir sesle. “Şu kimsesiz yere getirip bırakan işte o kardeşi değil miydi? Haberci gönderip aldıracak kadar önemli biri mi o? Ona akıl danışacak kadar aklımı yitirmedim. Baba benim, anne benim. Nereye götürmek istersem oraya götürürüm. O bana kesinlikle karışamaz. Eğer önüme çıkarsa uyarmadı demeyin, Şırakayının gırtlağını keserim. Onun yerinde başka bir erkek olsaydı şu yaptıkları için Botaş’ın kafasını çoktan kırmıştı. Ezik doğmuş erkek! Ona erkek bile denemez. ‘Satim’in babası senin de baban sayılmaz mı?’ diye, iki laf etmeye cesaret edemeyen o hayırsızı haberci gönderip aldıralım diye delirtme beni!”
“Sen kendine bak!” Sırtına düşen eşarbının ucunu tekrar tekrar aşağı çeken Batjan yerinden kızgın bir şekilde kalktı. “Birinin ayıbını yüzüne vurmayı kahramanlık mı zannediyorsun? İnsanları birbirine kötüleyerek aralarını açma! Allah yumuşak huylu yarattıysa Şırakay’ın ne suçu var? Kendisi için kızıyorsunuz, Botaş için yine kızıyorsunuz. Babanı ikiniz, onu tarafınıza hediye olarak verilmiş eşek mi zannettiniz? Botaş’a sözünü geçiremez o. Assanız da, kesseniz de cesaret edemez. Bunu bildiğiniz hâlde ne diye sövüp duruyorsunuz? Yapabilecek durumda bile olsa kimseye kötülük yapmaz o!”
“Evet, bütün dünyadaki tek melek senin Şırakayındır!” Kameş annesinin Kabi’yi o kadar savunmasına sinirlenmiş, küplere binmişti. Durmadan yutkunuyor, dudaklarını ısırıyordu. Kendisini zor tutmuştu. Sanki sinirden boğazı düğümlendiği için çaresiz durmuştu.
“Yeter! Kendinden büyük insanla böyle konuşmaya utanmıyor musun?” Batjan kızına kızarak yüzünü buruşturdu. Söylediklerinin eşini kızdırıp kızdırmadığını öğrenmek için Mamet’in yüzüne baktı ve kızacak olursa kaçmayı düşünmüş gibi kapıya yaklaşıp durdu. “Sizinki ‘Vur abalıya.’ Babanı, ikiniz hemen üste geçmeye çalışır, kendinizden aşağı görmeye başlarsınız. Akrabası saymayan insanı başkaları sayar mı hiç? Biraz daha ister misiniz? İsterseniz devam ederim.” der gibi heybetlenerek, kocası ile kızına kötü kötü baktı. Fakat daha fazla devam etmeyip evden çıktı. Babaannesinin eşarbına bağlanmış gibi Şe-gen de onunla birlikte çıktı.
Bir şeyler söylerse başına bela alacağından çekinen Jamihan ağzını açmadan yere baktığı gibi oturmaya devam etti.
Batjan’la birlikte Salima’nın evine Şegen de gitti. Odun toplamaktan dönen Salima henüz sofraya geçmişti. Bunlar eve girince yerinden kalkma teşebbüsünde bulundu.
“Teyze buyurun, daha yeni oturmuştum. Yorulmuşum,” dedi, hemen kalkmadığı için özür dilercesine.
“Kalkma. Ben geçerim,” diye cevap verdi, özür dileyecek bir durum olmadığını fark ettirir bir sesle.
“Bübiş, teyzenin altına minder getirsene kızım!” dedi, Sa-lima yorgan ve yastıkların bulunduğu tarafı işaret ederek. Kız hemen anlayarak ince ve uzun, kırmızı renk ağırlıklı minder getirip seriverdi. Eğildiğinde aşağı düşen iki tarafa örülmüş saçlarını geriye atarken Bübiş, Şegen’e bakıp gülümsedi. “Gel sen de otur. Senin için de serdim.” diyordu sanki. Bübiş ne demek isterse istesin, bu gülümseyişi Şegen’i mutlu etmişti. Nedenini kendisi de bilmeden Şegen de kıza gülümsedi.
“Allah iyiliğini versin, zahmet etmeseydin!” diye nezaketini ifade eden Batjan’ın sesinden çok memnun kaldığı da belli oluyordu. “Şu Kürenbel’de oturan kız, Allah iyiliğini versin!” diye hemen ziyaret nedenine geçerek acele ettiğini de belirtti. “Gelir gelmez başladı yaygaraya. Millet dedikoduya meraklı biliyorsun. Herhâlde birileri ‘Annenle babanı Botaş sürgün etmiş’ demiş olmalı, bizi tamamen götürmek üzere iki deveyle gelmiş. Kız da olsa misafirdir. Bize ödünç olarak bir koyun ver, onuruna keselim. Bizim hayvanların hepsi yaylada, Şırakay ilgileniyor, alıp veririz sana. Bir ricam daha var. Bir yolunu bulup bugün yarın Şırakay’ı aldır. Ağabeyi ile yeğeni inatçıdır. İkna edemiyorum, bir şekilde evi taşıyacaklar bu gidişle.”
“Tamam, teyze, istediğin koyunu hemen seç. Şırakay’a bugün haber gönderemeyiz. Birazdan hava kararacak.”
Salima haklıydı. Ancak böyle zor durumda ondan başka yardımcı olabilecek kimse de yoktu. Batjan sıcak çayı yudumlarken: “Bu gece biri gitse bile Şırakay ancak yarın akşam gelebilecek. Yarın akşama kadar Kameş’i kim durduracak? Salima’yı gönderirse kendisine taraftar olacak kimse de kalmayacak” diye düşünüyordu.
“Teyze taşınıverin. Neden bu kadar sorun ediyorsun? Kürenbel şurası. Ha Akjazık da oturmuşsun, ha Kürenbel’de.”
Salima’nın özellikle kendisinin tepkisini görmek için söylediğini Batjan fark etmedi.
“Allah Allah, ne diyorsun?” Ağzına götürmekte olduğu kâseyi sofraya geri koydu. “Deli miyim ben. Taşınacağıma ölürüm daha iyi. Hiç anlamıyorsunuz. Bizim gerçek varlığımız tek oğlumuzdan kalan şu çocuktur.” Utanarak kendinden uzaklaşmasına bakmadan Şegen’i çekip alnından kokladı. “Şu esmer yaramazım yanımda olduktan sonra ben su ile doyarım. Hiçbir mal mülk şu yalnızımın yerini tutamaz. At bakmayacaksak kendimize bakarız. Hiç umurumda değil, açlıktan ölecek değiliz ya. Birilerine kızmaya, birileriyle inatlaşmaya ne gerek var? Önemli olan şu esmer yaramazımdır. Yeter ki bu sağ salim olsun.” Tekrar eğilerek torununu sevmek istedi. Torunu kendini tekrar geri çekti. Şegen, Bübiş’in yanında daha büyük görünmek istedikçe babaannesi onu beşikteki bebek gibi sevmek istiyordu.
“Taşınırsanız Jamihan’la Şegen burada kalmayacak ki! Sizinle gelecekler.”
Salima’nın ne öğrenmek istediğini bu sefer anlamıştı Batjan. Ancak, doğruyu gizleyip yalan söyleyemedi.
“Her şey o kadar kolay olsa keşke! Taşınmakla, gitmekle sorun çözülse. Benim tanıdığım Jamihan’la Kameş aynı çatı altında kesinlikte yaşayamaz. Mamet bunu düşünemiyor. Kendisini sinirlerine kaptırmış vaziyette. Ben nasıl dik dik baktığında susup hemen uzaklaşıyorsam, diğer herkesin önünde titremesini bekler zavallım. Kürenbel’e giderse torunundan olabileceği aklının ucundan bile geçmiyor.”
“Ne olur böyle kötü şeyler getirmeyin aklınıza! Jamihan sizleri ağlatır mı hiç?”
“Ne olur, ne olmaz. Kızla gelinin birbirleriyle atışmasından endişeleniyorum. İçini kurt yemiş kuru ağacın kırıldığı gibi bir gün bozuluverir araları. Taşınmasına taşınırız da, ikisi geçinemedikten sonra hayatımızın bir anlamı kalır mı? İşte bunları düşünmek hayatımı zehir ediyor.”
“Evet, evet,” dedi Salima kadının endişesini anlayışla karşılayarak. Şegen’in yanında pek bir şey söyleyemedi. Sadece derin bir ah çekip derdine ortak olduğunu hissettirdi. “Annesi giderse, buzağı da durmaz diyorsunuz.”
Geliş amacı aniden aklına gelen Batjan tekrar konuya döndü:
“Salimacığım, tek komşumsun. Az önceki ricamı bir daha tekrarlıyorum. Senden başka güvenebileceğim kimse yoktur. Geç kalırsam evdekilerin anlaşamayıp kavga edeceklerinden korkuyorum. Benim için çok fedakârlık ettin. Satim için bir fedakârlık daha yap: Gece de olsa Şırakay’a haber götür, gelsin. Şu ihtiyar ne kadar kızarsa kızsın onu yanında biraz sakinleşir. Beni endişelendiren taşınmak değil, az önceki söylediklerimdir. Anladın, değil mi?”
Salima, bir süre susup düşündü. Ne cevap vereceğini bilemedi. Çok zor durumda kalmıştı. Batjan’ın söylediklerinden anladığı, Jamihan açık açık itiraz etmese de taşınma taraftarı değil. Kayınpederi ile görümcesinin ise bunu taktıkları yok. Şu zeki kadın, şu anki anlaşmazlığın ileride daha kötü sonuçlar doğuracağından endişeli. Olabilir. Sürekli baskıya genç kadın nasıl dayansın? Günlerden bir gün patlayıverir. Kadın söylediklerinde haklıdır. Ama Kabi’yi getir demesi zor bir konu. Onu bir gecede yaylada bulmak, bırak kadını, bir erkek için de zordur. Kabi’nin bu sene Suvıksay’a yerleştiğini duymuştu. Ancak o çalışan biridir. Hayvanları kontrol etmesi gerekir, çobanlara görevler vermesi lazım. Evinde bulunmayabilir. Evinde bulamazsa yaylanın neresinden bulacak? Onun bulunduğu yeri öğrenmek de epey uğraştıracak kendisini.
Cevabını ne zaman söyleyeceksin der gibi Batjan, sesli olarak derin nefes aldı ve gidecek gibi oldu.
Ne cevap vereceğini bilemeyen Salima şaşırmıştı. Kabul etmek istiyordu, ancak görevinin üstesinden gelebileceğinden emin değildi. Öte yandan Batjan’ı da kırmak istemiyordu. Seçenek hakkı da bırakmıyordu kadın. Zor durumda olduğunu gördüğün hâlde yardım elini uzatmamak insanlık sayılmaz. Riske girip gece yola çıkar, Kabi’yi bulursa ne âlâ; bulamayıp eli boş dönerse ayıp olacak. “Satim için!” demesine baksana bir de. Son isteğiymiş gibi.
“Teyze, ne yapsam acaba? Beni çok zor durumda bıraktınız. Atı nereden bulacağım?” dedi aniden bahane bulduğuna sevinerek. Batjan’ın da rengi bozuluverdi.
“Eyerin var mı?” dedi yüzüne bakıp.
“Kötü bir eyer vardı.”
“Öyleyse bizim ihtiyarın atını al. Sorumluluğunu ben alırım. Onun için dayak yiyeceksem yerim. Allah iyiliğini versin, yeter ki Şırakay’ı bul!”
“Eyvah teyzeciğim sonra ben de sizinle birlikte dayak yemeyeyim.”
“Sana öyle bir şey yapmaya hakkı yoktur. Benim gönderdiğimi söyleyeceksin.”
“Çok zor bir durum! Gece kızlarım korkar mı acaba? Etrafta kimse yok, giden geçen kötü niyetli insanlar rast gelirse.”
“Onlar için hiç endişelenme. Akşam şu esmer yaramazı getiririm, insan sayısını çoğaltsın. Uyuyana kadar kendim göz kulak olurum. Gece de yanlarına Jamihan’ı gönderirim.”
Batjan iyice sıkıştırmıştı. Salima’nın kabul etmekten başka seçeneği kalmamıştı.
“Bu arada,” dedi Salima, bir bahane daha söylemeye çekinerek, “Koyun istemiştiniz ya. Koyunu tek başıma yakalamak zor olacak. Jamihan gelip bana yardımcı olabilir mi?”
“Tamam. Diğer konuda sana güveniyorum. Sen bana iyilik yaparsan, Şegenim de sana iyilik yapar.” Batjan “Ȃmin.” deyip sofradan kalktı. “Hey Allah, belim tutulmuş.”
Bübiş’e “Ben de çaresiz babaannemle gidiyorum” anlamındaki bir bakış atan Şegen de yerinden kalktı.
* * *
Batjan, ertesi gün şafak vakti evden çıkıp alelacele Salima’nın evine doğru gelirken uykulu gözlerini ovuşturarak gelen Jamihan’a rastladı.
“Beni ararsınız diye erkenden eve geliyordum,” dedi, esneyen ağzını eliyle kapatarak.
“Seni aramıyorum, Salima’ya geliyorum. Şırakay’ı bulmuş mu? Bütün gece uyuyamadım. Döndü mü kendisi?”
“O yaylaya gitmemiş?”
“Ne? Allah iyiliğini versin, neden?” Rengi değişen Batjan neredeyse ağlamak üzereydi. Üzgün sesinden “Her şey mahvoldu öyleyse.” anlamında çaresizlik ve pişmanlık; gözlerinden “Yoksa sen mi karıştırdın?” diyen şüphe hissediliyordu. Kayınvalidesinin renginin atmasından korkan Jamihan bir an önce durumu izah etmeye çalıştı.
“Evden çıkınca yaylada kayınbiraderini bulup bulamayacağından endişelenmiş, bulamazsa ayıp olacağını düşünmüş. Sonra da iki deveden kurtulmanın yollarını aramış. Gece develeri Kürenbel’e götürüp bırakmış. Kendisi az önce geldi ve yattı.
Batjan sinirlendi ve sustu. Bir sorun yokmuş gibi hiç acele etmeden şakaklarındaki saçlarını eşarbının altına soktu. Her zaman sabırlı olan ciddi küçük gözleri sopsoğuk taş gibi donakalmıştı. Az önceki gibi değildi, yüzüne renk gelmeye başlamasına rağmen canının çok acıdığını Jamihan anlamıştı.
“Eh, ne yapalım?” dedi deminden beri düşünürken aldığı kararı gelinine duyurarak, “Yapacak bir şey yok. Kaderimiz neyse göreceğiz.”
Jamihan eve gelir gelmez ev işlerine başladı. Önce çay koydu, ekmek yapmak amacıyla hamur mayaladı, tencereyi alıp dışarı çıktı ve fırını hazır etti; hiç oturmadı. Taşınma konusunun tekrar açılacağını ve sonucunda kavga çıkacağını hissederek canı sıkıldı. Daha çok, Kameş’in iki devesini bulamayınca göstereceği tepkiden korkuyordu. Güvendiği tek kişi olan kayınvalidesi de epey endişeli görünüyordu. Kameş’in gelmekte olduğunu eğilip semavere odun atarken fark etti. Görmezlikten gelmek istediyse de cesaret edemedi. Kafasını kaldırıp zorla gülümsedi:
“Abla nasılsınız? İyi uyuyabildiniz mi?”
“Böyle uyku mu uyunur? Yatağı eğik yapmışsın, bütün gece kaymaktan doğru dürüst uyuyamadım.” Kameş’ten bunları duyan Jamihan, onu görmezlikten gelmediğine pişmanlık duydu. “Sen neredeydin? Salima’nın evinde mi kaldın?”
“Evet, ev dar olunca …”
“Yalan söyleme. Böyle bir evde yirmi kişi kalmıştık. Seninki ise Salima’nın dedikodusunu dinlemek için bulduğun bahanedir. Biz de biliyoruz bazı şeyleri. Onunla çok yakın olmuşsun. Allah sonunu hayır etsin. O kadının şu küçük kızını kimden doğurduğunu biliyor musun? Söylemiştir.”
Kameş’in demek istediğini anlamıştı Jamihan. Salima’nın, Sakıp’ı kocası askere gittikten sonra doğurduğu gerçekti. Ancak o konu şu anda açılacak bir konu değildi. Sen de öyle yapmak istiyorsun diyordu kendisine. Jamihan çok sinirlendi. Ani sinir onun cesaretini arttırmıştı.
“Ne tuhaf bir insansınız. Milletin kızının ne zaman, kimden doğduğundan bana ne? İster söyler, ister söylemez.” Kendini tutamayıp titreyerek sinirle semavere üflediğinde, semaverin odun atılan yerinden önce simsiyah duman yükseldi, ardından da tutuşup yanmaya başladı. “Issız bir yerde oturan iki aile birbirimizle konuşmayacak mıyız?”
Kameş’in iki yanağı büzüle çözüle, şişe ine değişik haller aldı. Tıpkı kaynamak üzere olan çorbaydı. Jamihan’a yiyecekmiş gibi kötü baktı. Her ne kadar sinirlenirse sinirlensin adı gelin olunca ondan böyle bir cevap beklemiyordu. Kanı beynine sıçramıştı. Yanına gidip kafasını semaverin deliğine sokmak istedi. Ancak gelinin siniri cesaretini kırmıştı. Bir tane lafına beş tane laf hazırdı sanki. Akıllı ve sabırlı olarak sinirini yenebileceğini sergilemek amacıyla kendini tuttu ve dişlerini sıkarak kıs kıs güldü.
“Bakıyorum Salima’ya laf ettiresin yok. Allah kendi ağzıyla tutulmaktan korusun. Öylesine durumu izah ettiğime bu kadar sinirlendin, bir dövmediğin kaldı.”
Dünden beri kendini tutmaktan, sabretmekten yorulan Jamihan, yersiz patlak verdiğini anlamıştı. Verecek cevapları ağzından dökülmeye hazır bir şekilde bekliyor olmasına rağmen suçunu hafifletmek amacıyla bundan sonra ne olursa olsun susmaya karar verdi. Yüzüne bakarsa yine bir kusur bulacağını veyahut bir şeyleri hatırlamasına neden olacağını düşündüğünden, semaverin etrafında odun kesme ve semavere kor atma gibi işlerle uğraştı. Ancak, onun öyle ters dönmesini Kameş kibirlilik olarak kabul etti.
“Bana bak,” dedi, Jamihan’a yaklaşıp, “Sen beni kulağı işitmeyen sağır, gözleri görmeyen kör mü zannediyorsun? Geldiğimden beri dikkat ediyorum: Elinden gelse vuracaksın beni. Çaresizce dinliyorsun. Senin taşınmak istemediğini ben adım gibi biliyordum. Taşınmazsan gör bak, ölene dek düşmanın olacağım. Taşınmaya kıyamayacağın kayınpederinle kayınvalidenden daha yakın biri mi var? Öyle biri mi var? Seni tahrik edenlerin kimler olduğunu çok iyi biliyorum ben. Botaş, Kabi, üçünüzün ağızbirliği yaptığınızı, ilk dedikodu çıktığında hissetmiştim. Aslan gibi ağabeyimin yuvasını bozmak istediniz değil mi? Yuva bozmanın nasıl olduğunu gösteririm ben size? Ölürsem yapacak bir şey kalmaz ama ben hayattayken Satim sahipsiz kalmaz. Onun adına iğnenin deliği kadar leke sürecek olan kişi benim has düşmanım olur. Başka her şeyi affederim ama böyle bir şeyi kesinlikle affetmem. Çünkü ben onun için hayattayım. Sadece onun için!”
Jamihan da sinirden patlamak üzereydi: “Daha ortada bir şey olmadığı hâlde nasıl suçlar? Başkasının sinirini neden benden almak ister? Benim çok mutlu olduğumu mu düşünüyor. Eğlence düşkünü fahişeymişim gibi nasıl azarlar?” O kadar sinirlendi ki hemen saçını başını yolmak istedi.
“Şu zehir saçan ağzını paramparça etsem!” diye bağırdı kanı beynine sıçrayarak.
Büyük felâketin yaklaştığını anlamıştı Batjan. Mamet, bunların konuşmalarını duyup da evden çıkacak olursa asıl fırtına o zaman kopardı. Hemen durdurmazsa iyice kızıştıktan sonra bunların sakinleşmeleri zor olacaktı. Çok kızmış gibi bir yüz ifadesiyle Jamihan’ın yanına gelip elindeki maşayı çekip aldı.
“Utanın halinize! Daha ağzınıza bir lokma koymadan kavgaya başladınız. Aklınızı mı yitirdiniz siz?” Jamihan’ın elinden çekti ve: “Git, iki kova su getir! Tencereyle su ısıtıp bulaşıkları yıkasana!” dedi.
Kayınvalidesinin bunları kendisine özellikle söylediğini anladı gelini. İki kovayı alıp oradan uzaklaştı. Kameş’le ikisini başka şekilde ayırmak mümkün değildi.
Kahvaltıdan sonra Kameş, tamamen karara bağlanmış bir konu gibi:
“Taşınma hazırlıklarına başlamayacak mısınız?” dedi, emrivaki bir sesle babasına bakıp. “Düşünüp taşınmaya devam mı edeceğiz?”
Mamet kıs kıs güldü ve ardından hemen toparlandı.
“Evi ve eşyaları, tamam develere yükleriz. Peki, insanları nereye bindireceksin? Atlara ikişer ikişer binerek mi gideceğiz?” dedi, sonunda sormak için sakladığı bir soruyu sorarcasına. Taşınacak birine hiç de benzemiyordu. Tam tersine: “Beni yerimden kıpırdat da göreyim.” der gibi bir hâli vardı. Kameş o an kem küm etti ve hızlıca o soruna da çözüm buldu:
“Sorun değil. Jamihan’la biz devenin semerine biner gideriz.”
Mamet itiraz edemeyip yere baktı. Bahanesi işe yaramayınca hayal kırıklığına uğramışa benziyordu. Ben de bu karara katılıyorum der gibi sessizce yerinden kalktı. Yorgan ve yastıkların toplu olduğu duvardaki kamçısını alıp elinde oynattı ve kafasına geçirecekmiş gibi gözleri yuvalarından fırlayarak karısına baktı.
“Şu ekinin halka ait olduğunu biliyor musun?” dedi. Bunu neden kendisine sorduğunu anlamayan Batjan da kocasına şaşkın gözlerle baktı. “Bu ekini sahipsiz bırakmakla Botaş’tan intikam almış sayılmazsınız. Biriyle haber göndereyim. Bekçilik görevimi sağ salim teslim edeyim. Yaşlandığımda milletin günahını alamam.”
Kameş, bunlara karşı gelmeye cesaret edemedi. Babası o hâlde dışarı çıktı. Ondan haberi kiminle göndermeyi düşündüğünü sormaya da kimse cesaret edemedi. Şu ıssız yerde kimi bulacaktı da gönderecekti? Kendi giderse nereye gidecek? Yaylaya mı, yoksa Kolhoz Merkezine mi? Bugün eve dönüp dönmeyeceği de belli değildi.
“Ben dışarı çıkıp develere bakayım.” dedi, Kameş de yerinden kalkıp.
* * *
Kameş, eve öğle vakti döndü. Jamihan, kapının önünde ev işleriyle uğraşıyordu. Attan inen Kameş’in sinirden kudurmuş olduğunu fark etti. İki avurdu aşağı inmiş, yutkunan kurbağanın solungacı gibi kâh kalkıyor, kâh iniyordu. Yüreği ağzına gelen Jamihan, Kameş’in gözüne görünmemek için evin arka tarafına yöneldi. Hızlı yürümekten elbisesinin eteği şıkırdayan, kollarını hızlı sallamaktan koltuğu sürtüşerek kütür kütür ses çıkaran Kameş’in üzerine çullanmakta olduğunu tüm vücudu titreyerek hissetti. “Anne!” diye arkasına döndü. Ok gibi atılan kartalın tıslaması gibi bir ses duydu. Kameş hiç konuşmadan pat diye Jamihan’ın boğazına yapıştı. İki eliyle tutup yere atıverdi. Daha canı pek acımayan Jamihan pek karşılık göstermedi, sadece yüzünü elleriyle kapatmak suretiyle başını korumak istedi. “Şu iki kadın delirdi mi nedir?” dediğini duyunca kayınvalidesinin hemen yardıma koştuğunu anladı. Kendisine destek geleceğini bildiğinden sesini çıkarmadı. Tam o sırada ağzına ani bir tekme yedi. Dilinin ucuna tuz konmuş gibi ağzında ilk önce ekşi bir tat hissetti. Ardından ılıklaşan tat değişiverdi. Kan olduğunu anlamıştı. Sinir ve öfke beynine sıçradı. “Ne suçum var? Suçum kardeşinin ocağını tüttürmem mi?” diye düşündü ve yerinden fırlayarak tüm gücüyle Kameş’i göğsünden itiverdi. Kameş sallanarak yere yığıldı. Durum iyice zorlaşıyordu. Kameş de yerinden hemen kalktı ve demin odun kesilen yerdeki baltayı eline aldı. “Öldür…” dediğini duydu sadece Jamihan. “Öldürdü” mü demişti, yoksa “Öldürürüm” mü demişti? Sözünün sonunu duyamamıştı. Ancak, artık kendisine acımayacağını kesin biliyordu. Görümcesine el kaldırmanın büyük bir ayıp olduğunu, kendini aklamanın da zor olacağını, hepsini anladı. Korkusundan deminki öfkeden bir şey kalmamıştı. Sadece kaçarak kurtulmayı düşünerek Salima’nın evine doğru koştu. Elinde baltayla kovalamaya yeltenen Kameş’in önünü Batjan kesti.
“Allahın cezası, delirdin mi sen? Bırak şunu! Onun ne suçu var?”
“Suçu çok onun. Öldüreceğim o kancığı!”
“Giderken her şey normaldi. Ne oldu da kanın beynine sıçradı yine? Babanla ikiniz beni öldüreceksiniz. Hep kavga dövüş içindesiniz.” Batjan kızının önünü kapatıp elinden baltayı aldı. “Bir insanı öldürmek kolaysa, beni öldür! Böyle işkenceni çekeceğime ölmeyi tercih ederim.”
Annesinin feryatla söylediği sözler Kameş’i durdurdu. Hemen sakinleşemeyip kendini savunur gibi konuştu:
“Benim kendimi cennette hissettiğimi mi zannediyorsun? Hayatta olanının da, olmayanının da namusunu koruyacağım diye öleceğim herhâlde.”
“Ölmezsin. Ondan öleceksen milletin dedikodularına kulak asma. Milleti dinlersen millet ne demez.” Şaşkın şaşkın kızının yüzüne baktı. “Sana karşı gelecek kimse yok burada. Aniden ne oldu da böyle küplere bindin?”
“Getirdiğim iki deve yok olmuş. Bakmadığım yer kalmadı. Geç uyandım ve sorunun kimden kaynaklandığını ancak iyice yorulduktan sonra anladım. Kadın geceyi neden evde geçirmedi diyordum, meğerse develeri yok etmek içinmiş! Daha dur, göstereceğim ben sana gününü, kurnaz! Sana inat, taşıyacağım evi! İhtiyarlara bu çektirdiklerin de yeter. Her şey senin yüzünden!”
“İhtiyarlar, ihtiyarlar! Bizden kurtulmadan kavganız bitmeyecek anlaşılan sizin. Bizi böyle düşüneceğinize hiç düşünmez olaydınız. Beynimizi kemirip bitirdiniz iyice. Senin yanına taşınınca göreceğimiz bu mu, yani?” Kızına kızarak kaşlarını çatan Batjan ters döndü ve elindeki baltayı bir daha ihtiyaç duyulmayacak bir eşyayı atar gibi odunların yanına atıverdi. “Kavga etmeden konuşmayı bilmez misin sen? Sabahtan beri huzurumuzu kaçırıp duruyorsun.”
“Anne, birileri geliyor!” dedi Jamihan hem uyarıcı, hem korkulu bir sesle.
İki atlı yaklaşmıştı. Ev sahipleri kendi işleriyle uğraşıyormuş gibi yapıp durumu belli etmemeye çalıştılar.
Yaylaya gitmekte olan iki kişiye çay ikramında bulunuldu. Batjan, ileteceklerinden pek emin olmasa da Kabi’ye gelmesi için haber gönderdi. Çabuk yetişmesi için Kürenbel’e taşınmak üzere olduklarını söyledi.
* * *
Bir kâse ayranı alelacele içip dışarı çıkan Şegen, günün sakin ve sessiz başlamasına sevindi. İki devenin de yok edildiğini duyunca hemen taşınmayacaklarını anlayıp gönlü hoş oldu ve rahat rahat oyuna koyuldu. Taşa taşı vururken evden bayağı uzaklaşmıştı. Uzaklaştığını fark ederek arkasına döndüğünde yayla tarafından hızla gelen bir atlıyı gördü ve hemen tanıdı. Gelen amcası Kabi idi. Eve koşup babaannesine müjdeli haberi vermek istedi ama Kameş’ten çekindi. Oyuna devam etmesi daha doğru olacaktı. Ancak evde olacakları kaçırabilirdi. Gidip kendi gözleriyle görmeliydi.
Mamet, ihtiyacımız olmayan bir zamanda sen de nereden çıktın der gibi kardeşinin yüzüne ilgisizce baktı ve soğuk bir şekilde selamlaştı. Dün kolhozun ekinini bahane ederek evden çıkarken aslında ekini teslim etme gibi bir düşüncesi yoktu. Kardeşini de beklemiyor değildi. Kabi’nin geleceğini, Batjan’ın Salima’nın evine sık sık gitmesinden anlamıştı. Kameş’in iki devesinin aniden kaybolmasının da karısı ile Salima’nın işi olduğunu sezmişti.
Hem sır vermemek için, hem de Kabi’yi daha çok endişelendirmek için Mamet, özellikle ilgisiz ve kayıtsız davrandı. Kıs kıs gülerek: “Bunca yoldan ivedi gelip de ne diyecek acaba? Ta yayladan geldiğine göre bu zavallım da birilerine acıma, birilerini düşünme yeteneğine sahipmiş!” diye dalga geçiyordu içinden onunla.
Mamet, hafif öksürerek yan gözle Kabi’yi inceledi. Kaşı çatık olmasına rağmen yüzünde fazla korkutucu bir heybet yoktu. Kızgın bir insandan ziyade kırılmış bir çocuğa daha çok benziyordu. Her zamanki alışkanlığıyla eli sürekli ensesindeydi. Kaşıdığı veya sıvazladığı belli değildi. Elini hep ensesine götürüyordu. Kameş ise kendisini zor tutuyor gibiydi. Kabi ağzını açtığı an saldırmaya hazır bekliyordu. Ev işleriyle uğraşan gelin nezaket icabı her ne kadar sesini çıkarmıyor ise de, onun da karakterinin maşallahı vardır. Allah işte ondan korusun. Bir kızarsa, bakmaz nezakete icabete, patlar. Ne yapsın, tek sevinç kaynağı olan şu yaramaz Şegen için bazı şeyleri alttan almak zorundadır. Doğrusunu söylerse herkesin iyi geçinmesini sağlayan şu küçücük esmer hanımıdır. Anlaşamayanı barıştıran, herkesin gönlünü hoş eden, arabuluculuk yapıp yaklaştıran Batjandır. Kadıncağız herkesi idare eder. Ne kadar söylense söylensin her şeye dayanır. Eğriyi doğrultur, doğruyu eğrilttiği olmamıştır.
Herkesin sessizce kendisini beklediğini fark eden Kabi çaresizce konuşmaya başladı.
“Nedir bu söylenenler? Kürenbel’e taşınıyormuşsunuz.” Kime sorduğu, kime hitaben söylediği belli değildi. Ancak kendisini zor tutan Kameş, daha fazla bekleyemedi, patlayıverdi.
“Taşınmayıp da ne yapacaklar? Kış, yaz şu bıraktığın ıssız yeri mi koruyacaklar? Milletten uzak, gözden ırak güzel yer bulmuşsunuz. Botaş’la ikinize minnettarlar. Size güvenip de annemle babamı dışarıda bırakacak değilim. Öleceklerse yanımda ölsünler.”
Kabi, kısa parmağıyla alnını sıvazladı. Şıp şıp terleyerek tüm yüzü tam olmamış çileğin küçük tomurcukları gibi kıpkırmızı oldu. Gözlerini kırparak Kameş’ten gözünü ayırmadan:
“Söylediklerine bak!” dedi bir şey ısırmış gibi ensesini kaşıyarak. “Botaş at bakıcılığına son verdi diye herkese küsmeleri mi gerekir? Başka işte çalışanlar geçinemiyor mu yoksa? Kürbelen’e götürünce rahat ve saadet içinde mi yaşayacaklar? Bir ihtiyaçları olmayacak mı?”
“Herkesi kendin mi zannediyorsun? Allah’a şükür ikisine bakacak kadar durumum var. Şöyle ıssız yerde kalacaklarına halkın ortasında oturmaları daha iyidir.”
“Bakacağım lafını, dilenerek önüne gelirlerse söyle; geçinemiyorlarsa söyle. Sen kızdın diye millete sırtlarını çevirecek değiller, bana sırtlarını çevirecek değiller. Yanlarında yaşayan gelin ve çocuk vardır.”
“Maşallah, nasıl da koruyor! O kadar güçlüysen bir iki çift laf etseydin ya Botaş’a. At bakıcılığını elinden almasına engel olsaydın, laflarına mı kıyamadın? Yoksa Botaş’a gelince konuşma yeteneğini mi kaybettin?”
“Botaş’ı karıştırma! O yaptıklarından kendisi sorumludur.”
“Bak sen, nasıl da koruyor Botaş’ı! Nasıl savunursan savun ikiniz birlikte hareket ediyorsunuz. Bunların hepsini ikiniz anlaşarak yaptınız. Bunlara aklım ermeyecek kadar akılsız mı zannediyorsunuz beni? Utanmadan ‘Bana sırtlarını çevirecek değiller.’ dersin. Senin endişenin milletin diyeceği ‘Ağabeyi ile yengesine sahip çıkmadı!’ lafı olduğunu çok iyi biliyorum.”
“Zaten sen her şeyi biliyormuşsun. Ben hiç konuşmayayım, sen devam et.”dedi. “Sen neden susuyorsun?” der gibi de alaylı bir yüz ifadesi ile ağabeyine bakıp: “Kızını dinle!” dedi ağlamak üzere olan çocuk gibi bağırarak. “Ne zaman sen beni insan yerine koyup da dinlemiştin ki? Taşınmak istiyorsan kendin taşın. Gelinle çocuk burada kalacaklar. Kameş’le siz anlaşabilirsiniz ama onlar anlaşamazlar.”