Kitabı oku: «Süzge Hanım Bozok Güzeli»
Takdim
Abzal SAPARBEKULI
Kazakistan Cumhuriyeti Ankara Büyükelçisi
Cumhurbaşkanı Sayın Nursultan Nazarbayev’in her alanda belirlediği kalkınma stratejileri doğrultusunda Türk Dünyası’nın incisi olarak Kazakistan Cumhuriyeti her geçen gün biraz daha gelişiyor. Kazakistan, bir yandan çağdaş dünyaya ayak uydururken, öte yandan millî ve manevî değerlerine sahip çıkarak “Ebedî El” mefkûresini gerçekleştirme yolunda adım adım ilerliyor. Bu yolda ilerlerken, kültür ve sanat, özellikle de bu alanın temel taşı olan edebiyat önem verilen alanlardan biri olarak karşımıza çıkıyor. Bu doğrultuda edebiyatın imkânlarından faydalanarak millî duygu ve düşünce ufkunu genişletmek millî amaçlarımız arasında geliyor.
1991’den bu yana Türkiye ve Kazakistan arasındaki siyasî gelişmeye bağlı olarak kültürel ilişkiler de hızla gelişmekte. Kültürel ilişkiler kapsamında edebî ilişkiler çok özel bir yere sahip. İki halkın önemli edebiyatçılarıyla ilgili karşılıklı olarak yapılan toplantılar ve karşılıklı eser basımı edebî ilişkilerin gelişmesine büyük katkı sağlamakta. Özellikle son birkaç yıl içinde gerek Kazak edebiyatının abidevî şahsiyetlerinin eserlerinin Türkiye Türkçesine kazandırılması gerekse Türk edebiyatından, az sayıda da olsa, eserlerin Kazakçaya çevrilmesi Kazakistan ve Türkiye arasındaki edebî ilişkilerin gelişmesini hızlandırdı.
Edebiyat aracılığıyla iki ülke halkının birbirini daha yakından tanıyarak edebiyatın dostluk ve kardeşlik zemini üzerinde kurduğu ilişkiler, hiç şüphe yok ki, en güçlü ve kopmaz bağlardır. Bu anlayışla Kazakistan Ankara Büyükelçiliği olarak edebî alandaki faaliyetleri de desteklemeyi halkımıza ve devletimize karşı millî bir sorumluluk olarak görüyoruz.
İki ülkenin edebî ilişkilerine katkı sağlayan bir çalışma da Kazak yazar Şerbanu Beysenova’nın eserlerinin Türkiye Türkçesine kazandırılmasıdır. Şerbanu Beysenova özellikle kadın temalı eserleri ile öne çıkan bir yazardır. Onun tarihte yaşamış kahraman Türk kadınlarını işleyen Bozok Güzeli ve Süzge Hanım gibi eserleri sevilerek okunmaktadır.
Şerbanu Beysenova’nın Marguva romanı ise Kazak tarihinin çok önemli bir kesitini ele alan sürükleyici bir romandır. Stalin devrinin Kızıl Kırgın’ında pek çok Kazak aydını ya sürgün edilmiş ya da suçsuz yere öldürülmüştür. Öldürülen ya da sürgün edilenlerin arkasında ise acılı eşler, baba hasreti çeken çocuklar kalmıştır. Şerbanu Beysenova bu romanda bize Stalin’in Kızıl Kırgın’ından nasibini alan Kazak bir akademisyenin geride kalan eşi ve çocuklarının dramını gözler önüne sermiştir. Kazak tarihinin bu çetin dönemi, Şerbanu Beysenova elinde duygu yüklü bir romana dönüşmüştür. Roman gerçek hayatta yaşanmış bir olaydan esinlenerek kurgulanmıştır.
Değerli yazar Şerbanu Beysenova’yı üç değerli eserinin Türkiye’de yayımlanmasından dolayı kutluyorum. Kendisine sağlık ve esenlik içinde geçecek başarılı nice yıllar diliyorum. Marguva, Süzge Hanım ve Bozok Güzeli gibi Kazak edebiyatından üç güzel eseri Türkiye Türkçesine çevirerek kökleri bir olan Kazak-Türk halkının edebî ilişkilerinin gelişmesine yine önemli bir katkı sağlayan Doç. Dr. Cemile Kınacı’yı da gönülden tebrik ediyorum. Kitabın yayınlanmasına destek veren Avrasya Yazarlar Birliği Genel Başkanı ve Bengü Yayınları Genel Yayın Yönetmeni Dr. Yakup Ömeroğlu’na milletimiz ve devletimiz adına şükran duygularımı arz ediyorum. Romanın Türk okuyucu tarafından beğeniyle okunmasını temenni ediyorum.
Takdim
Dr. Yakup ÖMEROĞLU
Avrasya Yazarlar Birliği Genel Başkanı
Avrasya Yazarlar Birliği, kurulduğu ilk günden bu yana kardeş Kazakistan ile sıkı edebî ilişkiler geliştirdi. Kazakistan ile birlikte yürüttüğümüz faaliyetlerde hem biz Kazak kardeşlerimize gönülden destek verirken hem de Kazak kardeşlerimizin yürekten desteğini her zaman gördük ve görmeye devam ediyoruz.
Avrasya Yazarlar Birliği olarak Türk ve Kazak edebiyatçılarıyla ilgili karşılıklı olarak yapılan toplantılara memnuniyetle destek veriyoruz. Bunun yanı sıra Bengü Yayınları aracılığıyla Kazak edebiyatının birbirinden güzel edebî eserlerini Türk okuyucuya sunmaktan da büyük memnuniyet duyuyoruz. Ayrıca, Kazak edebiyatı hakkında yapılan bilimsel çalışmaların Türk okuruna sunulmasında da Bengü Yayınları her zaman destek vermektedir. Özellikle son birkaç yıl içinde gerek Avrasya Yazarlar Birliği olarak gerekse Kazakistan Cumhuriyeti Ankara Büyükelçiliği ortaklığı ile Kazak edebiyatından pek çok hikâye seçkisi, roman ve şiir kitapları yayımladık. Şu anda Bengü Yayınları kataloğuna bakıldığında, Kazak Edebiyatı serisinden çıkan kitap sayımızın kırka yaklaştığı görülecektir. Bu, hem Türk edebiyatı hem de Kazak Edebiyatı açısından büyük bir zenginliktir. Kazak edebiyatından yapılan çeviri ve bilimsel çalışmalar ne kadar artarsa Türk halkı Kazak edebiyatından o kadar çok haberdar olacak ve iki ülke arasındaki edebî ilişkiler bu yolla giderek gelişecektir.
Kazak edebiyatı serimizde daha önce Ulpan ve Kazak Edebiyatında Kadın Meselesi gibi özellikle kadın konusuna odaklanan eserler yayımladık. Bu seriye Şerbanu Beysenova’nın üç değerli kitabı ile devam etmekten büyük mutluluk duyuyoruz. Şerbanu Beysenova’nın eserlerine bakıldığında, onun özellikle kadın konusuna odaklandığı görülüyor. Tarihte yaşamış kahraman Türk kadın tipini Bozok Güzeli ve Süzge Hanım eserlerinde görmek mümkün. Marguva romanı ise yakın geçmişe ışık tutuyor. Marguva, Stalin döneminde yaşanan Kızıl Kırgın yıllarını gözler önüne seriyor. Kızıl Kırgın döneminin sadece sürgüne gönderilen ya da suçsuz yere öldürülen Kazak aydınlarının hayatlarını mahvetmediğini, aynı zamanda geride kalan gözü yaşlı eşlerin, babasız kalan çocukların da dünyalarını kararttığını Marguva romanı aracılığıyla görüyoruz. Dönemin can acıtan tarihî gerçekleri değerli yazar Şerbanu Beysenova kaleminden trajik bir romana dönüşmüş. Bengü Yayınları olarak Kazak Edebiyatı serimiz içerisinde değerli yazar Şerbanu Beysenova’nın eserlerini yayımlamaktan büyük bir mutluluk duyuyoruz. Üç güzel eserinin Türkiye Türkçesine kazandırılmasından dolayı değerli Kazak yazar Şerbanu Beysenova’yı içtenlikle kutluyoruz.
Yaptığı çalışmalarla Türk-Kazak edebî ilişkilerinin perçinlenmesine katkı sağlayan Doç. Dr. Cemile Kınacı’yı da tebrik ediyorum. Nice başarılı çalışmalara daha imza atmasını diliyorum. Kitabın yayımlanmasına destek veren Kazakistan Cumhuriyeti Ankara Büyükelçisi Sayın Abzal Saparbekulı’na teşekkürlerimi sunuyorum. Ayrıca kitabı yayına hazırlayan yazar Sayın Malik Otarbayev’e de teşekkür ediyorum. Türk-Kazak edebî ilişkilerinin artarak devam etmesini içtenlikle diliyorum.
Çevirenin Ön Sözü
Kazak yazar Şerbanu Beysenova, özellikle kadınlar hakkında yazdığı eserleriyle tanınmaktadır. Eserlerinde, tarihte yaşamış kahraman Türk kadınlarına sıklıklara rastlanır. Bozok Güzeli, Süzge Hanım ve Süyimbike bunlardan birkaçıdır. Ben de Kazak edebiyatı ile ilgili yaptığım çalışmalarda kadın konusuna büyük bir ilgi duyuyorum. Daha önce Akbilek, Botagöz, Balkıya, Ulpan gibi Kazak edebiyatında sembol haline gelmiş kadın kahramanlarla ilgili çalışmalar yaptım. Kazak Tiyatrosunda Kadın Meselesi adlı kitabım da yine kadın konusuna odaklanmıştı. Bu sebeple değerli yazar Şerbanu Beysenova’nın eserleri çok ilgimi çekti. Onun eserlerini beğenerek okudum. Beysenova, eserlerinde hem uzak geçmişteki kadın kahramanları hem de yakın geçmişteki kadın kahramanları başarıyla işliyor. Yazarın eserlerini kendim severek okuduğum için Türk okuyucunun da Kazak yazar Şerbanu Beysenova’yı ve onun kadın konusuna odaklanan eserlerini okumasını arzu ettim. Bu düşünceyle Süzge Hanım ve Bozok Güzeli adlı iki uzun hikâyeyi çevirmeye karara verdim.
16. yüzyılda Altın Ordu devleti dağıldıktan sonra kurulan hanlıklardan biri Sibir Hanlığıdır. Sibir Hanlığı, Sibirya’nın güneyi ve şimdiki Kazakistan sınırlarının kuzey bölgelerinin topraklarını içine alarak Esil, Ertis, Tobıl nehirlerinin arasına yerleşmiş çok geniş ve bereketli bir alanda hâkimiyet sürmüştür. Bu hanlığı Cuci’nin beşinci oğlu Şeyban’ın nesli, kudreti uzak diyarlara ulaşan Küçüm Han yönetmiştir. Küçüm Han’ın çok sayıda hanımı vardır. Süzge Hanım da onun en küçük eşidir. Süzge Hanım, Kazak sultanlarından birinin bozkırda şımarık büyüyen kıymetli kızıdır. Süzge, küçük yaşında han sarayına eş olarak götürülmüştür. Ancak bozkırın özgür ruhlu kızı, han sarayının katı kurallarına, diğer büyük hanımların entrikalarına dayanamayarak maiyeti ile birlikte Ertis ırmağı kıyısında Süzge Tura adlı kale şehri inşa ettirip ölene kadar orada yaşamıştır. Rus Çarı Korkunç İvan’ın Sibirya topraklarını işgal etme planında, yenilmez sanılan kudretli Küçüm Han yenilmiştir. Küçüm Han’ın ailesi esir düşmüş, bütün yurdu ve malı mülkü Rus Çarlığı hâkimiyetine girmiştir. Süzge Hanım ise Süzge Tura yurdunda Rus kuvvetlerinin eline düşüp Rus Çarına eş olarak gönderilmek yerine, ölümü tercih etmiştir. Kendi canı pahasına şehir halkını kurtarmış, ama kendisi intihar ederek onurluca ölmeyi yeğlemiştir.
Bozok Güzeli ise Oğuz kızı Banu Çiçek’ten başkası değildir. Günümüzde Kazakistan’da bir kurganda baş bölgesinde 800 adet inci ile bulunan kadın bedeni Şerbanu Beysenova’ya ilham kaynağı olmuştur. Şerbanu Beysenova, Kazakistan’daki arkeolojik kazılardan hareketle Oğuz kızı Banu Çiçek ve Kıpçak delikanlısı Kan Töre arasında bir aşk kurgulamış ve bu aşkı sürükleyici bir öyküye dönüştürmüştür.
Şerbanu Beysenova kaleminden çıkan Süzge Hanım ve Bozok Güzeli öykülerini Türk okuyucunun beğenerek okuyacağını umuyorum.
Değerli yazar Şerbanu Beysenova’yı iki güzel hikâyesinin Türkiye Türkçesinde yayımlanmasından dolayı kutluyorum. Kendisine esenlikler içinde ve yepyeni güzel eserler kaleme alacağı uzun bir ömür diliyorum.
Her zaman olduğu gibi bu eserlerin yayımlanması da pek çok kişinin desteği ve yardımıyla oldu. Bu vesileyle Süzge Hanım ve Bozok Güzeli çevirimi yayımlayarak beni onurlandıran Kazakistan Cumhuriyeti Ankara Büyükelçisi Sayın Abzal Saparbekulı’na, Bengü Yayınları Genel Yayın Yönetmeni Dr. Yakup Ömeroğlu’na sonsuz şükranlarımı sunuyorum. Bu eserlerle tanışmama vesile olan, çevirmem konusunda beni destekleyen, çeviriyi yayına hazırlayan, Kazak edebiyatı ile ilgili çalışmalarımda desteğini hiçbir zaman eksik etmeyen yazar Malik Otarbayev’e ayrıca teşekkür ederim. Çeviride zorlandığım noktalarda yardımlarını esirgemeyen değerli arkadaşlarım Erkin Kalidolda ve Ercan Argınbay’a da sonsuz teşekkürler.
Son olarak daima sırtımı yasladığım dağ olan kıymetli aileme, sevgi ve ilgileriyle beni destekleyerek yeni eserler üretmeme vesile olan anneme, babama ve kardeşlerime sonsuz sevgi ve şükranlarımı sunuyorum.
Türk-Kazak dostluğu ebedî olsun!
16 Aralık 2018/Ankara
Kahraman Türk kızlarına…
SÜZGE HANIM
SÜZGE HANIM
Altın Hazinede Bulunan Asil Güzel
Tarihî Anlatı
Süzge Hanım kimdir? Onun adı tarihin derin sayfalarından bugüne kadar nasıl, ne sebeple ulaşmıştır? O, halkının istiklali uğruna kendini feda eden asil bir güzeldir. Süzge Hanım hakkında söze başlamadan önce Tanrı’nın ona yazdığı eşi Küçüm Han’dan kısaca bahsetmek istiyoruz. Böyle dememizin bir sebebi var. Süzge’yi dönemin anlayışına ters, Müslümanlığa yakışıksız davranışa mecbur eden durum, Küçüm’ün Rus sömürgecilerine yenilmesinden kaynaklanmıştı. Bu yüzden de biraz tarihin derinliklerine doğru gitmeyi uygun gördük.
16. yüzyılda Altın Orda devleti dağıldıktan sonra Sibirya’nın güneyi ve şimdiki Kazakistan sınırlarının kuzey bölgelerinin topraklarını içine alarak Esil, Ertis, Tobıl nehirlerinin arasına özgürce yerleşip, kulacını geniş açan Sibir Hanlığı’nın kurulduğu bilinmektedir. Onu Cuci’nin beşinci oğlu Şeyban’ın nesli, heybeti uzaklara ulaşan Küçüm Han yönetmiştir. Sibir Hanlığının içine Kazakların Argın, Kıpçak, Nayman, Kerey, Jalayır, Tabın boylarıyla birlikte az sayıda Başkurt boyları ve yerel halk olan Hantılar ile Mansılar dâhil olmuştur. Sibir Hanlığının merkezi, bugünkü Tobıl şehrine yakın Tobıl nehrinin Ertis’e döküldüğü ağza yerleşen İsker adlı şehirdir. İsker, eski (eski yurt) yer demek olsa gerekir. Bu şehrin eski yerleşiminin bir kısmının hâlâ korunduğunu söylerler. Diğer kısmı sert dalgalı Ertis suyunun altında kalıp yok olmuşa benziyor. Şehrin korunmuş tarafındaki eski taş duvarların sağlamlığından, eski yurdu çevreleyerek derince kazılan hendekler ile kurulan kalelerden Sibir Hanlığının kendi döneminde güçlü bir devlet olduğunu anlıyoruz. Hanlığın İsker şehrinin ise bütün Sibirya’nın kültür ve ticaret merkezi sayıldığı kesindir.
Küçüm Hanlığının yerleştiği eski İbir-Sibir toprakları daima komşuların kem gözleri ile art niyetlerine maruz kalmıştır. Çünkü bu toprakların zengin yer altı kaynakları, sürü sürü yırtıcı hayvanları ile kuşları, av hayvanlarının kıymetli derileri düşmanların iştahını kabartmıştır. Özellikle Küçüm Han’ın sayısız zenginliği Rus ülkesinin, Orta Asya’nın, Çin’in ve Yakın Doğu’nun keskin gözlü hükümdarlarının gündüz akıllarından, gece düşlerinden çıkmaz olmuştur. Küçüm devleti o zamanki çok zengin ülkelerden biri sayılmıştır. Sadece Sibirya’da yaşayan samur, sincap, vaşak, sansar, rakun gibi hayvanların güzel kürkleri için Buhara, Hive, Fars, Çin, Türk, Rus, Kırım, Kafkas ülkelerinden tüccarlar kervanı durmadan gelip gidermiş.
“Tilkinin kızıllığı kendi başına beladır.” denildiği gibi, Sibir Hanlığının bu sayısız zenginliğinden dolayı ona göz dikenler her taraftan saldırmak için teyakkuzda beklemişlerdir. Fakat Sibir Hanlığına en yakın devlet Rus Çarlığı’dır. Bu iki devleti sadece Ural dağı bölüyordu. 16. yüzyılın sonunda eskiden kendisini Moskova Knezliği olarak adlandıran Rus ülkesi güçlendi. Artık onlar kendilerini Rusya olarak ilan ettiler. Ardından etraflarındaki küçük devletleri istila ederek topraklarını artırmaya ve sınırlarını genişletmeye başladılar. O zamanki Rus ülkesinin Çarı IV. İvan, yani Korkunç İvan Sibirya’yı istila etmenin korkunç planlarını yaptı. Sibirya’yı istila etme işini Ural’daki en etkin girişimci ve tüccar Strogonovlar ailesine verdi. Kurnaz Çar bu işi boşuna Strogonovlar ailesine vermemiştir. Ural’ın doğal zenginliklerini işletip iş kuran bu aile silah üretimi ile uğraşıyordu. Hem de bu ailenin kendi planları arasında da Sibirya’nın zengin doğal kaynaklarına sahip olmak gibi bir art niyetleri vardı. Bu sebeple onlar Çar’ın fermanını sevinçle karşıladılar. Hemen, Sibir Hanlığını istila etme planlarını yapmaya başladılar.
O vakitlerde İdil boyundaki halkı yağmalayıp ahaliye huzur vermeyen, geçen kervanlara saldırıp, kan kusturan Ataman Yermak’ın öncülük ettiği yağmacıları Strogonov kendisi davet etti. Yerlerinde duramayan, kime saldıracaklarını bilemeyip o yana bu yana koşturan Rus Kazaklarına yol gösterip onlara öneride bulundu.
“Şu Ural dağını aşıp geçerseniz öbür tarafta İbir-Sibir denilen engin topraklar var. Oranın Küçüm adlı bir hanı var. Zenginliğinin haddi hesabı yok. Onu yıkarsanız toprakları da zenginliği de sizindir. Onun hanlığını yıkıp zenginliğini paylaşınız.” diyerek kendi halinde yaşamakta olan halka sardırmayı öğütler. “Gerekli silah, mühimmat, erzak o ülkenin sınırlarına ulaşana kadar benden, gerisini de zaten orada bulursunuz.” deyip onları heveslendirir. Zaten Rus Kazaklarının halka saldırmaktan başka bir amacı yoktur. Ellerini ovuşturup bu öneriyi hemen kabul ederler. Strogonov onlara lazım olan silah, mühimmat, erzakı verip onları Sibirya’ya gönderdi.
Böylece, 1 Eylül 1582 yılında Ataman Yermak’ın önderlik ettiği 840 kişilik istila birliği kırk gemiye binip Ural, Sibirya nehirleri boyunca, Küçüm Hanlığına yol aldı. Onlar su yoluyla iki ay kadar yolculuk edip ekim ayının sonunda İsker şehrinin yakınına ulaştılar. Huzur içinde uykudaki halka aniden saldırdılar.
Ansızın saldırıya uğrayan halkı korumaya çalışan hakiki kahramanların üç gün, üç gece süren kahramanca mücadelesine rağmen Küçüm Han’ın ordusu yenilgiye uğradı. Han az sayıda kişiyle şehri bırakıp gitmeye mecbur kaldı. Çünkü Rus Kazaklarının ateşli silahlarına, toplarına karşı yalın kılıçla, yay ile karşı durmak mümkün değildi. Küçüm Han güneye, Arka’ya doğru geri çekilirim, kuvvet toplayıp gelir, Rus Kazaklarıyla tekrar savaşırım düşüncesiyle şehri bırakıp gitmişti. Bu düşünceyle Hanlığın bütün değerli hazinesini, altın ve gümüşünü saklamış, gömüp gitmiş diye anlatılan efsaneler o zaman ortaya çıkmış olmalı. Küçüm’ün yurdunda gömülü kalan zenginliği olabilir diye yürütülen bu tahmin Rusların istila birliklerine de sonradan yerleşen köylülerine de daha beride bilim adamlarına da huzur vermemiştir. Geçen yüzyılda özel olarak çok sayıda bilimsel geziler düzenlenip kazı çalışmaları yapılmıştır. Fakat kayıp hazine hâlâ bulunamadı. Böyle bir hazinenin varlığı gerçekse eğer, bu sır Küçüm Han ile birlikte öbür dünyaya gitmişe benziyor.
Böyle olsa da altın hazine halkın hafızasında yaşıyordu. Bu hazinede bulunan değerli inci mercandan biri, Süz-ge Hanım ile ilgili efsanedir.
Süzge hakkındaki anlatımıza başlamadan önce Küçüm’ün hanlığı yıkıldıktan sonra onun durumu ile ilgili bilgiler üzerinde durmak, onunla ilgili hikâyemizi özetlemek istiyoruz. O zaman bizim eserimizin kahramanı Süzge’yi anlamak daha kolay olacak.
İsker şehrindeki kale yıkılmasına rağmen, Küçüm Si-bir Hanlığını tekrar eski haline döndürmek için geri çekilerek Rus Kazaklarıyla mücadeleye devam etti. Uzun yıllar onlarla savaştı. Ordusu da zamanla zayıfladı. 1585 yılında Ertis’in bir kolunun kıyısında olan savaşta Yermak öldükten sonra Küçüm’ün Sibir Hanlığını tekrar kurma ümidi canlandı. Fakat Sibirya’ya bu sefer Rus Kazakları değil, Rus askeri birlikleri çokça gelmeye başladı. Onlar gelir gelmez Tümen, Tobıl, Tara şehirlerini inşa edip müstahkem kaleler kurmaya başladılar. Sibirya toprakları, Ertis ve Oba Derya nehirlerinin arası böylece Rus müstahkem mevkilerine dönüştü. Sibir Hanlığı tamamen ortadan kalktı.
Rus Çarlığı, Küçüm Han’a defalarca kez kendi isteğiyle teslim olmayı teklif etti. Onun canını bağışlayacaklarını, hatta Çar birliği içinde görev vereceklerini, isterse Moskova, Kazan, Sibirya şehirlerinden birinde kalacak yer tahsis edeceklerini vadettiler. Küçüm bu teklifleri kabul etmeyerek daima geri çevirdi. Sebatlı Han sömürgeciliğe baş eğmek istemedi. Kahraman cengâverlerinden, iktidarından, topraklarından ayrılsa da Küçüm Han mücadeleyi asla bırakmadı. Rus birliklerinin kurduğu kalelere az sayıda kuvvetle olsa da beklenmedik saldırılar düzenleyip büyük zararlar vermeye devam etti. Fakat onun Sibir Hanlığını tekrar kurma ümidi gün geçtikçe azaldı. Çünkü güç eşit değildi. Rus birliklerinin arkasında büyük Rus devleti, Rus Çarlığı vardı. Küçüm’ün ise savaşçılarının sayısını güçlü askerlerle desteklemesi mümkün olmadı. Hem de hayatının son yıllarında yaşı ilerlediğinde iki gözü görmediği için büyük sıkıntı yaşadı. O zaman bile kadere boyun eğmedi. Ruslara tutsak olmaya, vücudunda dolaşan Cengiz Han soyunun gururlu kanı müsaade etmedi. Bu kan ona diz çöktürmedi. O korkaklıkla kendi iradesiyle Rus Çarlığının idaresi altına gireceğine savaş alanında kahramanca ölmeyi yeğledi.
1598 yılının ağustos ayında Oba Derya’nın kıyısında şimdiki Novosibirsk şehrinin yakınında olan son savaşta yenildi. Askerleri tamamen kırılıp, ailesi, hanlık halkının hepsi tutsak oldu. Kendisi üç oğlu ile birlikte kuşatmadan kurtulmayı başardı. Rus Çarlığının vekilleri onu yine kendi taraflarına geçmesi için ikna etmeye çalıştılar. Çarlık onun tutsak olan çocuklarına “Baba, Ruslara teslim ol, bizim durumumuz kötü değil. Seni de affederler.” şeklinde mektup göndertti. Çünkü Küçüm sağ oldukça kendilerine devamlı saldıracağını, rahat vermeyeceğini anlamışlardı. Fakat Küçüm Han boyun eğmedi.
Bir efsane var. Bu Oba Derya kıyısında olan savaşın ardından ağustos ve eylül aylarının ölüarasında1 zifiri karanlık bir gecede gecenin içinde kaybolan Küçüm’ü, kimse bir daha görmemiş. Ormana girip yok oldu mu, yoksa dalgalarıyla kıyıyı döven nehre mi düştü, bu konuda hiçbir bilgi yok. Sadece o günden sonra Sibirya’da geceleri uluyan, insanları takip edip rahat bırakmayan bir bozkurt ortaya çıkmış. O kurt ulumaya başladığında öyle kuvvetli bir sesi varmış ki bu sesi işitenlerin tüyleri ürperiyormuş. Kış günlerinde kar fırtınasıyla beraber var gücüyle uluyormuş. Milletin kapısına dayanıp huzur vermiyormuş. Görmüş geçirmiş ihtiyarlar “Bu Küçüm’ün ruhudur! Rahmetli bozkurda dönüşmüş işte! O zaten buna layıktı, Ruslarla aslan gibi mücadele etmişti.” demişler. Millet yalnız başına dışarı çıkamaz olmuş.
Başka bir bilgiye göre, Küçüm Han az sayıdaki askeriyle geri çekilip Arka’ya, Korgaljın gölünün yakınında yaşayan halka sığınmış. Fakat Çar’ın askerî birliklerinin zulmünden korkan beyler kendilerine sığınmak isteyen, iyice yaşlanmış ve hasta olarak gelen hana ihanet ederek onu öldürtmüşler. Böylece, İbir-Sibir bozkırının son hanı, Küçüm’ün Rus sömürgecilerine karşı on beş, yirmi yıl süren mücadelesi çok acı bir şekilde son bulmuş. O, düşmanının elinden değil, kendi kandaşlarının ihanetiyle öldürülmüş diye anlatılır bu efsanede. Gerçeği sadece Tanrı bilir.
Onun ruhunun Sibirya ormanlarında dolaşması gibi, adı da unutulmamıştır. Gidip görüp gelen kişilerin söylediklerine göre, Barnavıl şehrinin yakınında Küçüm denilen küçük bir nehir varmış. Yerel halk ona Küçüm pınarı dermiş. Belki, son yıllarını burada geçirmiştir. Altın hazine olan halk zihni Küçüm Han’a bu şekilde hürmet göstermiştir.
Sibir Hanlığının tarihi henüz bütün yönleriyle araştırılmadı. Bugünkü nesiller için, Hanlığın bilinmeyen pek çok sırrı var. Hanlığın kuruluş, gelişme, yükselme devirleriyle ilgili de sözlü kültürde yaşayan çok sayıda efsane ve anlatılar bulunuyor. Bunların çoğunun temelinde bir tarihî gerçeğin olduğu da doğrudur.
Küçüm Han’ın Müslümanlığa çok önem verdiğini söylerler. Sibirya’daki küçük toplulukları Hanlığa dâhil ettiği zaman oralara camiler yaptırmış. Buhara, Hive, Semerkant’tan imamlar, mollalar getirtip yerel halka İslamiyet’i kabul ettirmiş. İmanın şartlarının yerine getirilmesine önem verdiğini söylerler. Hanlık halkının tek bir dinde, İslam dininde birleşmesi için çabalamıştır. Kendi çocuklarının da medreselerde okumasını, din yolunda bilgili âlimler, takva sahibi insanlar olmasını çok arzu etmiştir.
Küçüm Hanla ilgili efsanelerin bir kısmı Süzge Hanım etrafında gelişmiştir.
Kendi dönemindeki geleneğe uygun olarak Küçüm Han da çok hanımla evlenmiştir. Bu sebeple onun çok sayıda çocuğu ve torunları vardır. Bunu Rus tarihçiler de kaydetmiştir. On yedi oğlu, ona yakın kızı, birçok torunu olduğu kesindir. Eşlerinin arasında Kazaktan başka, Tatar, Nogay, Özbek, Kalmak, Başkurt, Hantı kızları da varmış. Onların arasında yalnızca ilk eşi Kazak kızı olan Gülzipa’nın adı günümüzde biliniyor. O, erken vefat etmiş ve İsker’deki eski mezarlığa defnedilmiş. Mezar taşı yakın zamanlara kadar korunmuş. Başka eşleri ile ilgili bilgi yok denilecek kadar azdır. Sadece Süzge Hanım ile ilgili edebî destan sözlü gelenekte günümüze kadar korunmuştur. Halk arasında “Süzge bizim büyük annemizdi.” diyen kişilerle günümüzde de karşılaşıyoruz. Bu durum efsanenin sadece edebî bir gerçeklik değil, aynı zamanda tarihî hakikate dayandığını gösteriyor olmalı.
Bize ulaşan efsane ve anlatılara göre, hiddetli hana sevgili ve güzel genç eşi Süzge hanımın sözü geçermiş. Onun, hanın karşısında kendisini böyle rahat hissetmesinin nedeni yalnızca Tanrı’nın verdiği eşsiz güzelliği, şair diliyle söyleyecek olursak, tan öncesindeki şafak ışığı gibi nurlu yüzü, dupduru güzelliği değildir. Onun sırtını yasladığı akrabaları, çıktığı sülale de hatırı sayılır bir sülale olmalı. O, Esil bozkırındaki Kazak sultanlarından birinin kızıymış. Küçüm Han’a aklıyla da güzelliğiyle de sevimli olan genç hanım büyük saraydan ayrı yaşamak için handan izin almış. Böylece, bugünkü Tobıl şehrinden beş altı kilometre uzaklıktaki Ertis nehrinin kıvrıldığı bölgede yüksek bir tepenin başına kendisi için saray yaptırmış. İlk başta küçük kale olarak inşa edilse de büyüyerek kalesi küçük bir şehre dönüşmüş. Bu eski şehrin yeri hâlâ korunmuştur. Onu yerel halk halen Süzge Tura diye adlandırmaktadırlar. Tura kelimesi, eski anlamıyla kent, şehir demektir. Oralarda zamanında Süzge’nin şehri kurulmuştur. Şehir nehrin kıvrıldığı yere yakın yerleştiği için iki tarafından da yüksek uçurumu olan Ertis’e sınırdır. Diğer iki tarafından derin hendek kazılıp etrafı hendekle çevrilmiştir. Kale böylece her tarafından çevrilip kulelerine bekçiler konulmuştur. Efsanelerde şehrin merkezindeki hanımın kalesinin cennetten farkı yoktu denilmektedir. Genç ve güzel hanım halkın gözünden ırakta bu şekilde yanındaki hizmetkârlarıyla yaşamaya başlamış. Her haftanın cuma günü Cuma namazından sonra Küçüm Han Süzge’nin gönlünü hoş edecek hediyelerle kaleye uğrarmış. Bize ulaşan efsane han ile genç hanımın huzurlu hayatı ile ilgili değil. Sibir Hanlığı düştüğü zaman Süzge Hanım’ın davranışı ve onun kaderinin neyle son bulduğu anlatılmakta.
İsker şehrine düşman saldırdı kara haberi ulaşır ulaşmaz Süzge, kendi şehrini korumalı bir kaleye dönüştürdü. Şehrin dışına derin ve geniş bir hendek kazdırdı. Hendeği Ertis’in buz gibi soğuk suyuyla doldurdular. Epey bir güne yetecek kadar erzak hazırlattı. Şehrin güvenliğini artırdı. İsker’i aldıktan sonra Yermak, hanlığın her köşesindeki yerleşim yerlerine küçük askeri birlikler gönderip oraları acımasızca yağmalatıyordu. Karşılık verenleri ölümle cezalandırıyordu, halka amansız bir savaş açmıştı.
Süzge Tura’ya ataman İvan Groza’yı gönderdi. Genç hanımı ele geçirip ne olursa olsun sağ olarak getirmesi emrini verdi. Buradaki amacı, Süzge’yi Rus Çarına tutsak olarak hediye göndermekti.
Şehre ataman Groza’nın başını çektiği askeri birlik at koşturarak girdi. Onlarda galip kibirliliği vardı. Yeneceklerine emin bir şekilde göğüslerini gere gere gelseler de şehre girmeleri o kadar kolay olmadı. Yirmi bir gün durmadan saldırdılar ama Süzge Tura’yı alamadılar. Onların toplarının gücü de etrafa saldıkları korku da bu şehre etki etmemiş gibiydi. Şehri koruyan küçük orduyla beraber bütün halk sevgili şehirleri Süzge Tura’yı canla başla korumaya çalışıyordu. Fakat Sibirya’nın kışı da sertleşip zorluk vermeye başlamıştı. Erzak da azaldı. Dışarıdan gelen yardım da yoktu. Saldırıya karşı direnenler yavaş yavaş güç kaybediyorlardı.
Bu sırada İsker’in düşman eline geçtiği, Küçüm Han’ın han sarayını göçürüp gittiği ve hanın güçlü komutanlarından biri olan Muhammedkul’un savaşta yaralanıp kâfirlere tutsak olduğu kara haberi Süzge Tura’ya ulaştı.
Gün geçtikçe şehri koruyan asker sayısı azaldı. Askerler çatışmada hayatlarını kaybediyorlardı. Süzge Hanım’ın ay gibi yüzünü kaygı kapladı. O, şehri koruyanların arasına eskisi gibi güleç yüzle ve cesaretle gidemez oldu. Süzge Hanım, dökülen bu kanın kendisi için olduğunu kadınlara has güçlü önsezisiyle anlıyordu. Bunu bildiği için yüreği kan ağlıyordu. Kendisi için bu kadar azap çeken, açlık derdini de yavaş yavaş hissetmeye başlayan şehir halkına, yardımcılarına çok acıyordu. Ataman Groza’ya gerekli olan şehrin halkı değildi, şehrin genç hanımıydı. Gece boyu uyuyamayıp kaygılanan Süzge sonunda bir karara varmış gibiydi. Sabahleyin Rus Kazaklarına baş serdarını gönderdi. “Bir şartım var. Ataman Groza bu şartımı kabul eder mi? Şehrin halkı ile sağ kalan askerlerin kanını dökmeyip hayatını bağışlarsa şehrin kapılarını kendi irademizle açarız.” teklifini bildirdi. Bu teklifi ataman Groza sevinçle karşıladı. “Fakat hanımın kendisi şehirde kalacak.” diye şart koştu. Süzge Hanım bu şartı tereddüt etmeden kabul etti.
Sarayın gözcüleri Süzge Hanım’ı şehirde kalmaması için ikna etmeye çalıştılar. Eğer hanım kalırsa kendilerinin de gitmeyeceklerini söylediler. Son damla kanlarına kadar savaşacaklarını bildirdiler. Ancak onların bu karşı çıkmalarına aldırmayan Süzge Hanım, bütün şehir halkına ve askerlerine şehri boşaltmaları emrini verdi.
Ertesi gün sabah şehir halkı gemilere binerek Ertis üzerinden yüzüp gözden kaybolmaya başladı. Son gemi de limandan çıkar çıkmaz, Rus Kazakları açık kapıdan şehre girdiler. Bütün bu olanı biteni kuleden izlemekte olan güzel Süzge de yavaşça aşağı indi.
Ataman Groza’nın başı çektiği askeri birlik hemen hanımın sarayına dağıldılar. Ancak hiçbir yerde hanımı bulamadılar. O sırada Süzge, yalnızca han geldiğinde giydiği en süslü elbisesi ile en güzel yeleğini giymiş, taranıp bezenmiş güzeller güzeli haliyle yüz yıllık kavak ağacının dibinde yatıyordu. Elinde Küçüm Han’ın hediye ettiği elmas hançeri sımsıkı tutarak ebediyen gözlerini kapamıştı.
Bize ulaşan anlatıda, böylece gençliğine rağmen son derece olgun olan Süzge Hanım kendisini seven şehir halkını ölümden kurtardığı gibi, kedisini de tutsaklıktan, kölelikten azat etmek amacıyla hiç düşünmeden canına kıymıştır denir. Altın hazineden bulunan inci mercan olan güzel Süzge’nin ibretli hayatı hakkındaki destan bu şekilde sona erer.