Kitabı oku: «Öldürmeden Önce »
Blake Pierce
Blake Pierce en çok satan kitaplar arasına girmiş, RILEY PAGE gizem serisine ait, KAYBEDİLEN (kitap #1), ALINAN (kitap #2) ve YALVARAN (kitap #3) isimli gerilim kitaplarının yazarıdır. Blake Pierce aynı zamanda MACKENZIE WHITE gizem serisini de kaleme almıştır.
Tutkulu bir okur ve yaşamı boyunca gizem serilerinin hayranı olan Blake sizlerden gelecek yorumlardan mutluluk duyacaktır. www.blakepierceauthor.com sitesine girerek iletişime geçebilir ve yazar hakkında daha detaylı bir bilgiye sahip olabilirsiniz
Telif hakları © 2016 Blake Pierce'e aittir. Tüm hakları saklıdır. 1976ABD Telif Hakları Yasası kapsamında izin alınmaksızın, önceden yazarın izni olmadan, bu eserin hiçbir bölümü herhangi bir biçimde ve şekilde çoğaltılamaz,dağıtılamaz ve yayınlanamaz, hiçbir veri tabanı ya da geri alma sisteminde aklanamaz. Bu e-kitap sadece kişisel kullanım amaçlıdır. Bu e-kitap tekrar satılamaz ve üçüncü şahıslara verilemez. Eğer bu kitabı üçüncü şahıslara hediye etmek istiyorsanız lütfen her bir okuyucu için bir başka kopyasını satın alın. Eğer bu kiatabı satın almadığınız halde okuyorsanız, lütfen iade edin ve kendiniz için bir kopya satın alın. Yazırın emeklerine duyduğunuz saygıdan ötürü teşekkürlerimizi sunarız. Bu kitabın içeriği tamamen kurmacadır. Kullanılmış isimler, karakterler, işletmeler, kurumlar, mekanlar, olaylar ve rastlantılar kurmaca olarak yazarın hayal gücünün ürünüdür. Hayatta ya da ölmüş herhangi bir gerçek kişilikle olabilecek benzerlikler tamamen rastlantısaldır., Jacket image Copyright lassedesignen, Shutterstock.com sitesi lisansı altında kullanılmıştır
BLAKE PIERCE KİTAPLARI
RILEY PAIGE GİZEM SERİSİ
KAYBEDİLEN (Kitap #1)
ALINAN (Kitap #2)
YALVARAN (Kitap #3)
MACKENZIE WHITE GİZEM SERİSİ
ÖLDÜRMEDEN ÖNCE (Kitap #1)
GIRIŞ
Başka bir zaman olsa, mısır tarlasının üzerine vuran şafağın ilk ışıkları ona harika görünebilirdi. Yumuşak altın rengindeki günün ilk ışıltılarının, mısır saplarının üzerinde dans edişini izledi ve sahip olduğu her şeyle bu manzaranın içindeki güzelliği görebilmeye çalıştı.
Dikkatini başka bir şeye vermek zorundaydı, aksi takdirde acı dayanılmaz olabilirdi.
Başından neredeyse bir metre yukarıda sonlanan kocaman, tahtadan bir direğe bağlanmıştı. Elleri direğin arkasında birleşiyordu ve birbirine bağlanmıştı. Üzerinde sadece siyah bir iç çamaşırı ve harika göğüslerini birbirine yaklaştırıp, havaya kaldıran bir sütyen vardı. Çalıştığı striptiz kulübünde ona en çok bahşiş kazandıran, göğüslerini otuz dört yaşında iki çocuk annesi bir kadındansa yirmi bir yaşında bir kadının göğüsleri gibi gösteren sütyen.
Direk, sürtünmeden sıyrıklarla dolan çıplak sırtının ardında yükseliyordu. Fakat çektiği acı, koyu, ürkütücü sesli adamın bıraktığı korku kadar şiddetli değildi.
Arkasında yürüdüğünü duyunca gerildi, adım sesleri mısır tarlasının sessizliğinde yavaşça yaklaşıyordu. Solgun bir ses daha vardı. Bir şeyler sürüklüyordu. Bunun, daha önce dövülürken kullanılan kırbaç olduğunun farkına vardı. Üzerine dikenli bir şeyler sarılmış olmalıydı, yelpaze şeklinde bir de kuyruğu vardı. Sadece küçük bir kısmını görmüştü, bu kadarı bile fazlasıyla yeterliydi.
Sırtı onlarca kırbaç iziyle doluydu ve o şeyin yere sürtünürken çıkardığı sesi duymak onu aniden paniğe sürükledi. Bir çığlık patlattı, sanki o gece atılan yüzüncü çığlıktı bu, mısır tarlalarının içine yayılıp kayboluyordu çığlığı. Başlangıçta birilerinin duymasını umut ederek yardım arayan çığlıkları zamanla yerini kimsenin yardıma gelmeyeceğini bilen birinin ızdırap dolu karmakarışık haykırışlarına bırakmıştı.
"Gitmene izin vermeyi düşünüyorum." dedi adam.
Adamın sesi bir sigara tiryakisi ya da çok bağırmaktan kısılmış gibi çıkıyordu. Aynı zamanda konuşmasında tuhaf bir pelteklik de vardı.
"Ama önce, suçlarını itiraf etmelisin."
Adam bunu dört kez tekrarladı, kadın merakla hafızasını zorladı. İtiraf edilecek bir suç işlememişti. Bildiği herkese karşı çok iyi davranan bir insandı, iyi bir anneydi, olmak istediği kadar iyi olamasa da deniyordu.
Adam kendisinden ne istiyordu?
Kadın tekrar bağırdı ve direğe doğru sırtını eğmeye çalıştı. Bunu yaparken bileklerini saran ipten küçük bir parça hissetti. Aynı zamanda ipten damlayan yapışkan kanını da hissetmişti.
"Suçlarını itiraf et." diye tekrarladı adam.
"Neden bahsettiğini bilmiyorum." diye inledi kadın.
"Hatırlayacaksın."
Bunu daha önce de söylemişti, her seferinde tekrar söylüyordu.
Kırbaç havada yay şeklinde süzülürken yumuşak bir vızıltı sesi duyuldu.
Kadın çığlık attı ve kırbaç kadını dövdükçe, direğe bağlı halde acı içinde kıvrandı.
Yeni açılan yarasından, neredeyse hissedemediği yeni kan damlaları akmaya başladı. Bunun yerine bileklerine odaklanmıştı. Son bir saatte kanı bileklerinde teri ile karışmış halde bulunuyordu. İp ve bilekleri arasında bir boşluk hissetmeyi umuyordu ve bu şekilde oradan kaçabileceğini düşündü. Aklının, içinde bulunduğu durumdan kurtulmak için kaçmak istediğini hissetti.
Şırak!!!
Bu darbe direk kadının omzunda yankılandı ve feryat ederek,
"Lütfen" dedi. "Ne istersen yaparım, ne olur bırak beni!"
"İtiraf et!"
Bütün gücüyle kollarını öne doğru çekti. Omuzları acı içinde çığlık attı, bir anda bağlarından kurtulmuştu. İp, ellerinin üst kısmını kestiği için hafif bir yanık oluşmuştu, fakat sırtı boyunca uzanan acı ile kıyaslandığında, hiçbir şey ifade etmiyordu.
Kollarını o kadar hızlı çekti ki neredeyse dizlerinin üzerine düşerek kaçış planını berbat edecekti. Fakat en ilkel içgüdülerinden fışkıran kurtulma ihtiyacı kaslarının hareketini ele geçirdi ve daha ne yaptığının farkına bile varamadan koşmaya başladı.
Sahiden serbest kaldığına inanamayarak hızla koşmaya başladı, nasıl oluyordu da o kadar uzun süredir bağlı olan bacakları hala hareket edebiliyordu. Bunu sorgulamadan edemiyordu.
Mısır tarlasını yararak koşuyordu, mısır sapları suratını tokatlıyordu. Yapraklar ve dallar sanki onun için uzanmışlardı, yaşlı pörsük parmaklar gibi yırtılmış sırtını fırçalıyorlardı. Soluk soluğa, bacağının birini diğerinin önüne atmaya odaklanmıştı. Otoyolun yakınlarda bir yerde olduğunu biliyordu. Tek yapması gereken acıyı umursamadan koşmaya devam etmekti.
Adam arkasından kahkaha atmaya başladı. Kahkaha sesi sanki yüz yıllardır mısır tarlalarının arasında saklanan bir canavardan yankılanıyor gibiydi.
Ağlanıp sızlanarak koşmaya devam etti, çıplak ayakları toprağı tokatlıyor, neredeyse çıplak vücudu çarpık mısır saplarına çarpıyordu. Göğüsleri tuhaf şekilde aşağı yukarı çalkalanıyordu, sol göğsü sutyenden fırlamıştı. Tam o anda eğer oradan canlı bir şekilde kurtulmayı başarırsa bir daha asla striptiz yapmayacağına yemin etti. Daha iyi bir iş bulacaktı, çocuklarının geçimini sağlamak için daha iyi bir yol.
Bu düşünce kafasında yeni bir kıvılcım gibi parladı ve daha kızlı koşmaya, mısır tarlasını yarmaya başladı. Koşabildiği kadar hızlı koşuyordu. Eğer koşmaya devam ederse adamdan kurtulabilirdi. Otoyol köşeyi döner dönmez karşısına çıkmalıydı, öyle değil mi?
Belki de öyle. Ama yine de orada birinin olma garantisi yok. Saat daha sabahın altısı bile değil ve günün bu saatlerinde Nebraska otoyolu bir hayli ıssız olur.
Hemen önünde, tarlanın içinde bir aralık göründü. Şafağın loş ışıkları üzerine vurdu ve kalbi otoyolu görmek için yerinden fırladı.
Tarlanın arasına daldı ve bunu yapar yapmaz bütün kuşkularına rağmen bir motor sesinin yakaştığını duydu. Büyük bir umutla uçarcasına koşmaya başladı.
Yaklaşan şeyin parıltılarını gördü ve daha da hızlı koşmaya başladı, asfaltın sıcak buharının kokusunu duyacak kadar yaklaşmıştı.
Mısır tarlasının sonuna ulaştı ve kırmızı bir kamyonetin geçmekte olduğunu gördü. Çığlık attı ve telaş içinde kollarını sallamaya başladı.
"LÜTFEN!" diye bağırdı.
Kadının dehşetine rağmen kamyon gürleyerek yanından geçti.
Kadın ağlayarak kollarını sallamaya devam etti. Belki de şoför yan aynalara bakarak onu görebilirdi.
Şırak!!
Sol dizinin arkasında keskin ve acımasız bir ağrı patladı ve kadın yere düştü.
Çığlıklar içinde tekrar ayaklarının üzerinde durmaya çalıştı fakat güçlü bir el başının arkasından kavradı ve sırt üstü sürükleyerek tekrar mısır tarlasına götürdü.
Kurtulmak için hareket etmeye çabaladı fakat bu sefer başaramadı.
O anda son bir kırbaç darbesi daha geldi. Sonunda, nihayet bilincini kaybetmişti.
Biliyordu ki, yakında, her şey son bulabilirdi; sesler, kırbaç, acı ve kısacık, acılarla dolu hayatı.
BİRİNCİ BÖLÜM
Dedektif Mackenzie White, o öğleden sonra mısır tarlasına doğru yürürken kendisini en kötüsüyle yüzleşmek için cesaretlendirdi. Aralarında yürüdüğü mısır saplarının sesi sinirlerini bozuyordu, ölüm sessizliği, sıra sıra aralarından geçtiği mısırlar ceketini sıyırıyorlardı. Sanki etrafı tertemiz göremeyeli kilometreler geçmişti.
Nihayet ulaştığında planladığı gibi soğukkanlı kaldı, burada olmak yerine başka herhangi bir yerde olmayı diledi. Bir direğe bağlanmış, otuzlu yaşlarında, panik ifadesi ile donakalmış bir suratı olan, neredeyse çıplak, ölü bir beden. Asla görmemiş olmayı dilediği ve asla unutamayacağını bildiği bir ifadeydi bu.
Beş polis neredeyse hiçbir şey yapmadan etrafı kolaçan ettiler. Sanki meşgullermiş gibi görünmeye çalışıyorlardı fakat Mackenzie biliyordu ki sadece öyle görünmeye çalışıyorlardı. Onların da daha önce buna benzer bir şey görmediklerine oldukça emindi. Sarışın kadını tahta direğe bağlı gördükten sonra, bu işin içinde daha fazlasının olduğunu anlamak Mackenzie'nin sadece beş saniyesini almıştı. Daha önce karşılaştığı her şeyden daha farklı bir şey. Nebraska mısır tarlalarında olacak bir olay değildi bu.
Mackenzie cesede yaklaştı ve yavaşça etrafını turladı. Bunu yaparken diğer polis memurlarının onu izlediğini hissetti. Onlardan bazılarının, kendisinin bu işi fazla ciddiye aldığını düşündüklerini biliyordu. Olay yerine biraz daha yaklaştı, neredeyse doğada gizlenmiş bağlantılara ve iplere baktı. Polis merkezindeki adamların birçoğunun gözünde, detektifliğe çok hızlı yükselmiş genç bir kadın olduğunu biliyordu. Hepsi, bu hırslı kadının, gözünü Nebraska'nın küçük kasabasının polis departmanında bir dedektif olmaktan daha iyi ve daha önemli bir yerlere diktiğini düşünüyordu.
Mackenzie onları umursamıyordu. Sadece cesede odaklanmıştı, her tarafta uçuşan sinekleri uzaklaştırmak için ellerini salladı. Özellikle zavallı kadının cesedinin etrafında uçuşarak, siyah bir bulut oluşturuyorlardı, havanın sıcaklığı da cesede hiç yardımcı olmuyordu. Yaz çok sıcak geçiyordu ve sanki bütün o sıcaklığın, mısır tarlasının tam da bu noktasında biriktiğini hissetti.
Mackenzie daha da yaklaştı ve kadını incelemeye başladı, mide bulantısını ve üzüntü silsilesini bastırmaya çalışıyordu. Kadının sırtı yarıklarla doluydu. Sanki bir kıyafet gibi duruyordu ve hepsi aynı aletle oluşmuş gibi görünüyordu. Kadının sırtı kana bulanmıştı, çoğu kurumuş ve yapışkandı. Tanga iç çamaşırının arka tarafı da kanla kaplanmıştı.
Mackenzie cesedin etrafında turlamayı bıraktıktan sonra kısa ama tıknaz bir polis memuru yanına yaklaştı. Onu iyi tanıdığı için gelişini de pek umursamadı.
"Merhaba detektif White." dedi Şef Nelson
"Merhaba Şef." diye yanıtladı kadın.
"Porter nerede?"
Adamın sesinde bir küçümseme olmamasına rağmen kadın böyle hissetti. Ellili yaşlarında olan bu pişkin yerel polis şefi, yirmi beş yaşında bir kadının bu davayı aydınlatmak için yardımcı olmasını istemiyordu. Elli beş yaşındaki ortağı Walter Porter bu iş için en iyi seçim olacaktı.
"Otoyolun arkasında." dedi Mackenzie. "Cesedi bulan çiftçi ile konuşuyor. Birazdan burada olur."
"Tamam." dedi Nelson, biraz daha rahatladığı çok açıktı. "Sen ne diyorsun bu işe?"
Mackenzie nasıl bir cevap vereceğinden emin olamadı. Kendisini test ettiğini biliyordu. Merkezdeki çok basit işler de dahil olmak üzere bunu zaman zaman yapardı. Diğer polis memurlarına ve dedektiflere hiç bir zaman yapmıyordu ve bunu kendisine sadece genç bir kadın olduğu için yaptığından oldukça emindi.
İçgüdüleri ona bunun tiyatral bir cinayetten daha fazlası olduğunu söylüyordu. Sırtındaki sayısız kırbaç yarasından mı? Yoksa kadının sahip olduğu ucuz vücuttan mı? Tahmin etmesi gerekse kadının göğüslerinin yapma olduğunu söyleyebilirdi, ayrıca kalçasına da biraz estetik yapılmış gibiydi. Oldukça fazla makyaj yapmıştı, bir kısmı gözyaşlarından dolayı kapkara akmıştı.
"Görünüşe bakılırsa…" diye başlayarak nihayet Nelson'un sorusunu cevaplamaya başladı Mackenzie, "Açık bir şekilde, vahşi bir suç. Adli delillerden cinsel bir taciz olayına rastlanacağını düşünmüyorum. Cinsel istismar için bir kadını kaçıran adamlar, sonunda onu öldürecek olsalar bile bu denli şiddet uygulamazlar. Kadının giydiği iç çamaşırına bakılacak olursa kadının provokatif bir doğası olduğunu söyleyebiliriz. Açık söylemek gerekirse, makyaj yapış şeklini ve göğüslerinin boyutlarını göz önünde bulunduracak olursak, ben olsam Omaha'daki striptiz kulüplerini arayıp kaybolan biri olup olmadığını sorardım."
"Bunların hepsi çoktan yapıldı." diye yanıtladı Nelson kendini beğenmiş bir tavırla. "Merhumun adı Hailey Lizbrook, otuz üç yaşında, iki çocuk annesi ve Omaha'daki The Runway mekanında sıradan bir dansçı."
Bütün bunları açıklarken sanki bir kullanım kılavuzu okuyor gibiydi. Mackenzie, adamın kurbanları artık bir insan olarak göremeyecek kadar uzun bir süre bu pozisyonda bulunduğunu düşündü. Onun için çözülmesi gereken bir yapbozdu bu.
Fakat sadece birkaç yıl önce kariyerine başlayan Mackenzie o kadar pişkin ve kalpsiz değildi. Bir gözü ile kadını incelemeye devam etti ve başına gelenleri çözmeye çabaladı, aynı zamanda iki çocuğunu geride bırakmış bir kadın görüyordu artık. Bir direğin üzerinde striptiz yaptığına ve yüzsüz adamlar tarafından hırpalandığına göre kadının maddi problemleri olabileceğini düşündü.
Arkasında serilmiş mısır saplarının arasından gelen ses dikkatini dağıttı. Dönünce mısırların arasından Walter Porter'ın yaklaştığını gördü. Açıklığa girdiğinde bir şeylerin canını sıktığı anlaşılıyordu, paltosunun üzerindeki tozu ve mısır saplarını siliyordu.
Gözlerini Hailey Lizbrook'un direğe bağlı cesedine dikmeden önce şöyle bir etrafa bakındı. Şaşkın ve kasıntı bir sırıtma yerleşti suratına, ağarmış bıyıkları sert bir açıyla sağa doğru yatmıştı. Sonra Mackenzie ve Nelson'a bakarak hiç zaman harcamadan konuşmaya başladı.
"Porter." dedi Şef Nelson. "White şimdiden olayı çözdü, çok zeki bir kadın doğrusu."
"Öyledir." dedi Porter ilgisizce.
Her zaman böyleydi, Nelson asla güzel bir iltifatta bulunmazdı. Aslında yaptığı şey, merkezdeki otuz yaş üstü bazı adamlarında yaptığı gibi, Porter'la, nereden geldiği belli olmayan ve bir anda dedektiflik koltuğuna oturan oldukça genç bir kadınla ortak olmak zorunda kaldığı için dalga geçmekti. Ve tanrı biliyor ki Porter bu durumdan nefret ediyordu.
Mackenzie, Porter'ın maruz kaldığı takılmalardan acı çektiğini eğlenerek izlese de, kendisini yetersiz ya da eksik hissetmesine değmezdi. Diğer adamların çözemediği davaları çözüyor olmasının, onlar tarafından bir tehdit sayıldığını biliyordu. Henüz yirmi beş yaşındaydı ve bir zamanlar çok sevdiği kariyerinden şikayet etmek için henüz çok gençti. Fakat şimdi Porter ile kapana kısılmıştı ve bu yüzden konumundan nefret etmeye başlamıştı.
Porter, Nelson ve Meckenzie'nin arasına doğru bir adım daha yaklaştı, bu davanın onun gösterisi olduğunu bilmesini istiyordu kadının. Meckenzie öfkelenmeye başladığını hissetti, fakat bunu bastırmayı başardı. Onunla çalışmaya başladığından beri, yani üç aydır bastırıyordu duygularını. İlk günden itibaren Porter ondan hiç hoşlanmadığını belli ediyordu zaten. Sonuçta Porter'ın merkezden uzaklaştırılan yirmi sekiz yıllık ortağının yerini almıştı ve Porter bunun sadece bu genç kadına yer açmak için yapıldığını düşünüyordu.
Mackenzie adamın bariz saygısızlığını görmezden geldi ve çalışma ahlakını etkilemesine izin vermedi. Bir kelime bile etmeden tekrar cesede yöneldi. Yakından inceledi. Bu inceleme onu derinden yaralıyordu, daha önce de düşündüğü gibi onu bu denli etkileyen hiç bir ölü beden olmamıştı. Daha önce hiç bir cinayet yerine girdiğinde babasının cesedine bakarken hissettiği duygulara ulaşmamıştı. Tabi şu ana kadar. Babasının yatak odasına girip, adamın yarı uzanmış pozisyondaki vücudunun kan gölü içinde olduğunu gördüğünde daha yedi yaşındaydı. Bu görüntü o zamandan beri gözlerinin önünden gitmiyordu.
Meckenzie bu cinayetin cinsel suçlarla bir ilgisi olmadığına dair ipuçları arıyordu. Göğüslerinde ve kalçalarında, morluklardan ve tırmalama izlerinden eser yoktu, vajina etrafında bir dış kanama da görülmüyordu. Daha sonra dini bir motif taşıyor mu diye kadının ellerine ve ayaklarına baktı, avuç içinde, ayaklarda ve bileklerde bulabileceği bir delik çarmıha gerildiğinin bir kanıtı olabilirdi. Fakat buralarda da hiçbir şey yoktu.
Kendisi ve Porter'a verilmiş olan kısa bilgilendirmede kurbanın kıyafetlerine rastlanılmadığı anlatılmıştı. Mackenzie bunları büyük ihtimalle katilin almış olduğunu düşündü ya da kıyafetleri imha etmiş olmalıydı. Ona göre bu, katilin ihtiyatlı ya da kişilik bozukluğu hastası olduğunu gösteriyordu. Bir gece önce yaptıklarına bakılacak olursa, kesin bir şekilde cinselliğe dayanan bir yönü yoktu. Muhtemelen anlaşılması zor ve her şeyi önceden hesaplayan biriydi.
Mackenzie tarladaki açıklığın kıyısına geldi ve olay yerini tamamen görmek için görüş alanını genişletti. Porter ona yan gözle bir bakış attı ve ardından umursamazca kendi haline bıraktı, Nelson'la konuşmaya devam etti. Diğer bir polisin de kendisini izlediğini fark etti Mackenzie. En azından birkaçı nasıl çalıştığını izliyorlardı. Olağanüstü kıvrak zekası ve polis akademisindeki yetkililerin çoğunun saygınlığını kazanmış bir şöhretle başlamıştı dedektiflik işine. Zaman zaman kendisinden daha genç kadın ve erkek polisler ona önemli sorular soruyor ve fikrini danışıyorlardı.
Bunun yanında açıklıkta onunla birlikte çalışan bazı adamların kötü niyetli olabileceklerini de biliyordu. Hangisinin daha kötü olduğunu kestiremiyordu: yürürken kıçına bakan adamlar mı, yoksa kötü dedektif rolü oynamak için küçük kızın arkasından kahkaha atanlar mı?
Olay yerini inceledikçe, bir şeylerin anormal bir şekilde yanlış olduğuna dair şüpheleri tekrar uyanmaya başladı. Sanki yeni bir kitap okumaya başlamıştı ve daha ilk sayfasından çok çetin olayların yaşanacağını hissedebiliyordu.
Bu sadece bir başlangıç, diye düşündü.
Direğin etrafındaki toprağa bakarken zar zor görülen birkaç ayak izine rastladı fakat tam bir iz gibi de durmuyorlardı. Ayrıca yerde tıpkı bir yılanınkine benzeyen bir takım şekiller görünüyordu. Daha yakından bakmak için çömeldi ve yan yana bir sürü aynı izden olduğunu gördü, tahta direğe doğru uzanan, kırık biçimlerde ve direğin etrafında daireler çizen şekiller. Hemen kadının sırtındaki yara izlerine baktı ve oradaki izlerin yerde gördükleri ile hemen hemen aynı olduklarını fark etti.
"Porter." dedi.
Sözü kesildiği için umursamazca "Ne var?" diye cevap verdi adam.
"Galiba burada suç aletinin izlerini buldum."
Porter bir iki saniye afalladıktan sonra Mackenzie'nin çömeldiği bölgeye yürümeye başladı. Yanına doğru çömelince hafifçe inildedi, kemerinden, kolaylıkla duyulabilecek bir çatırtı sesi çıktı. Yirmi kiloya yakın fazlalığı vardı ve elli beş yaşına yaklaştıkça her gün biraz daha fazla belli oluyordu.
"Bir çeşit kırbaç mı?" diye sordu.
"Öyle görünüyor."
Yeri iyice incelemeye başladı, izleri takip ederek direğe doğru yöneldi ve bunu yaparken başka bir şey daha gözüne ilişti. Çok küçük bir şeydi, o kadar küçük ki neredeyse göremeyecekti.
Direğe doğru yürüdü, adli tıp incelemeye almadan önce cesede dokunmamak için temkinli davranıyordu. Tekrar çömeldi ve bunu yapar yapmaz öğle sıcağının bütün ağırlığının üzerinde yarattığı baskıyı hissetti. Gözü pek bir şekilde boynunu direğe doğru uzattı, o kadar yakındı ki neredeyse kafası direğe değecekti.
"Ne halt ediyorsun?" diye sordu Nelson.
"Buraya bir şeyler kazınmış." diye cevap verdi. "Rakamlara benziyor sanki."
Porter incelemek için oraya gitti fakat yoğun çaba harcamasına rağmen tekrar çömelemedi. "White, bu odun parçası neredeyse yirmi yıllık." dedi. "Bu kazıntı da sanki o kadar eski duruyor."
"Belki de." dedi Mackenzie. Ama öyle düşünmüyordu.
Bu keşiften hiç de etkilenmemiş olan Porter, Nelson'un yanına dönerek konuşmaya devam etti, cesedi bulan çiftçinin vermiş olduğu bilgilerden oluşan notları karşılaştırıyordu.
Mackenzie telefonunu çıkardı ve numaraların bir fotoğrafını çekti. Resmi büyülttü ve numaralar biraz daha görünür bir hal aldı. Bu kadar detaylı olduklarını görünce bir kez daha bunun çok büyük bir olayın başlangıcı olduğunu hissetti.
Ç511/Y202
Bu numaralar ona hiçbir şey ifade etmiyordu. Belki de Porter haklıydı, belki de kesinlikle hiçbir şey ifade etmiyorlardı. Belki de postanın ulaşması için, direk ilk üretildiğinde bir baltacı kazımıştı onu oraya. Belki de yıllar önce bu yerde canı sıkılan bir çocuk çizmişti.
Fakat bütün bunlar iyi hissetmesini sağlamıyordu.
Bunda iyi hissedecek hiçbir şey yoktu.
Ve kalbinden gelerek biliyordu ki, bu sadece bir başlangıçtı.