Kitabı oku: «Öldürmeden Önce », sayfa 2
İKİNCİ BÖLÜM
Arabadan dışarı bakan Mackenzie, sıraya dizilerek park etmiş gazeteci araçlarını görünce, midesinde bir düğüm hissetti, gazeteciler ona ve Porter'a ulaşabilmek için birbirlerinin üzerlerinden geçmeye çalışıyorlardı. Porter park ederken kadın, yaklaşmakta olan muhabirleri ve polis merkezinin çimleri boyunca peşlerinden ağır yükleri ile koşan kameramanları izledi.
Mackenzie, Nelson'un çoktan ön kapıya gelmiş olduğunu gördü, milleti yatıştırmak için elinden geleni yapıyordu, rahatsız ve yıpranmış görünüyordu. Arabadan bakınca bile adamın kafasında parlayan ter izi belli oluyordu.
Park eder etmez Porter kadının yanına doğru yürüdü. Medyanın gördüğü ilk dedektif olmayı garantilemeye niyetliydi. Kadının önüne geçerken "Sakın bu vampirlere bir şey söyleyeyim deme." dedi.
Adamın bu aşağılayıcı yorumunda aceleci bir kızgınlık hissetti.
"Biliyorum, Porter."
Kalabalık bir röportaj ve kameraman güruhu onlara ulaştı. En az bir düzine mikrofon kalabalığın içinden fırlayarak yol boyunca suratlarına kadar uzanıyordu. Sordukları sorular bir böcek sürüsü gibi vızıldıyordu.
"Kurbanın çocuklarına bilgi verildi mi?"
"Çiftçinin cesedi bulduğunda verdiği reaksiyon nasıldı?"
"Bu bir cinsel istismar davası mı?"
"Böylesine bir davaya bir kadının atanmış olması doğru mu?"
Sonuncusu Mackenzie'yi vurmuştu biraz da olsa. Tabii ki televizyoncular onu cevap vermeye zorlayacaklar, öğlen haberlerinde yirmi saniyelik güzel bir kare yakalayacaklardı. Saat daha dörttü ve eğer hızlı hareket ederlerse altı haberleri için altın değerinde bir parça koparabilirlerdi.
Kapıların arasından geçerken ve içeri girince son soru kafasında şimşekler gibi yankılanmaya devam ediyordu.
Böylesine bir davaya bir kadının atanmış olması doğru mu?
Nelson'un Hailey Lizbrook hakkındaki bilgileri okurken ne kadar duygusuzca davrandığını hatırladı.
Tabi ki öyle, diye düşündü Mackenzie. Aslında bu hayati önem taşıyor.
Sonunda merkezden içeri girdiler ve kapılar arkalarından kapandı. Mackenzie, sessizliğe kavuşmanın getirdiği rahatlıkla derin bir nefes aldı.
"Lanet olası sülükler." dedi Porter.
Kameralar karşısında olmadığı için kasıntılı yürüyüşünü sonlandırdı. Resepsiyon bölümünü yavaş adımlarla geçti ve konferans odasının ve merkezde çalışan memurların ofislerinin bulunduğu koridor boyunca ilerledi. Yorgun görünüyordu, eve gitmeye ve bu davayı kapatmaya şimdiden hazırdı.
Konferans odasına ilk giren dedektif, Mackenzie olmuştu. Geniş bir masada bir kaç ofis çalışanı oturuyordu, bazıları üniformalarıyla bazıları da günlük kıyafetleri ile gelmişlerdi. Ofisini terk edip, mısır tarlasına gittiği ve geri geldiği zaman zarfında konunun olabilecek her yönü ile sızmış olduğu, hem gelen medya araçlarından hem de çalışanların hazır bulunmasından anlaşılıyordu. Bu sadece sıradan, tüyler ürpertici bir cinayet değildi artık, büyük bir gösteriye dönüşmüştü.
Mackenzie bir fincan kahve hazırlayarak masadaki yerini aldı. Dava hakkında şimdiye kadar toplanmış olan az sayıdaki bilginin yazılı olduğu dosyalar halihazırda masada bulunuyordu. Kadın etrafına bakınırken, oda yavaş yavaş dolmaya başladı. Nihayet Porter da içeri girdi ve Mackenzie'nin karşısında bir yere oturdu.
Mackenzie bir an telefonunu kontrol etti ve sekiz cevapsız çağrısı, beş sesli mesajı ve onlarca elektronik postası olduğunu fark etti. Acı bir şekilde bu sabah mısır tarlasına gitmeden önce de halletmesi gereken bir sürü dosya olduğunu hatırladı. Kendisinden daha yaşlı olan çalışma arkadaşlarından çoğunun, vakitlerini onu küçük görmeye ve sürekli iğneleyici göndermeler yapmaya harcamalarına rağmen, aynı zamanda ne kadar yetenekli olduğunu bilmeleri ne kadar acı bir ironiydi. Bunun sonucu olarak en geniş dosyalar onun önüne atılıyordu daima. Doğal olarak, şu ana kadar hiç işine karışılmamıştı ve diğerleriyle kıyaslanamayacak kadar çok dosya kapatmıştı.
Beklediği sırada e-postalardan bazılarına cevap vermeye çalışıyordu fakat bu şansa erişemeden Nelson odaya girdi. Girer girmez hızlıca konferans odasının kapısını kapattı.
"Medyanın olaydan nasıl bu kadar erken haberdar olduğunu bilmiyorum." diye homurdandı. "Eğer bu odadan birinin yaptığını öğrenirsem, bunun karşılığını çok kötü ödeyecek."
Oda sessizliğe gömüldü. Memur ve diğer çalışanlardan oluşan birkaç kişi önlerinde duran dosyanın içeriğine göz attı gergin bir şekilde. Mackenzie, Nelson'u çok umursamasa da, ilk bakışta bile adamın varlığının ve sesinin, odaya hükmettiğini inkar edemiyordu.
"Bakalım elimizde neler var?" dedi Nelson. "Kurbanın adı, Hailey Lizbrook, Omaha'lı bir striptizci. Dokuz ve on beş yaşlarında iki çocuğu var ve kendisi otuz dört yaşında. Toplayabildiğimiz bilgilere göre çalışıyor olması gereken saatlerde alı koyulmuş, patronu bir gece önce mekana hiç uğramadığını söylüyor. Çalıştığı yer olan The Runway'in güvenlik kayıtlarından bir şey elde edemedik. Bu yüzden oturduğu apartman ve The Runway arasında bir yerlerde kaçırılmış olduğunu düşünüyoruz. Burası on iki kilometrelik bir alan ve Omaha polis departmanından birilerini inceleme yapmaları için oraya gönderdik."
Önem veriyormuşcasına Porter'a baktı ve ekledi:
"Porter, bize olay yerini anlatır mısın?"
Tabi ki Porter'ı seçecekti.
Porter ayağa kalktı ve odadaki herkesin dikkatini kendisine vermiş olduğundan emin olmak için etrafına baktı.
"Kurban elleri arkadan bağlanmış şekilde, tahta bir direğe bağlanmış bulundu. Cesedin bulunduğu yer, otoyolun neredeyse iki kilometre yakınında, mısır tarlasının içindeki açık bir alan. Görüldüğü kadarı ile sırtı kamçı izleri ile doluydu, sanki kırbaçla vurulmuş gibiydi. Adli tıp raporu gelmeden önce çok da emin olamayız fakat, kurban iç çamaşırlarına kadar soyulmuş ve kıyafetleri hiç bir yerde bulunamamış olsa da, neredeyse kesin bir biçimde bunun cinsel amaçlı bir saldırı olmadığını söyleyebiliriz."
"Teşekkürler, Porter." dedi Nelson. "Adli tıp raporuna değinecek olursak, onlarla yirmi dakika kadar önce telefonda konuştum. Kapsamlı bir otopsi yapılmadan önce kesin olarak emin olamayacakları halde ölümün büyük ihtimalle kan kaybından, kafasında ya da kalbinde oluşmuş olabilecek bir çeşit travmadan kaynaklandığını söyledi."
Daha sonra gözlerini oldukça ilgisiz bir biçimde Mackenzie'ye doğrulttu ve sordu:
"Eklemek istediğin herhangi bir şey var mı White?"
"Rakamlar." dedi Mackenzie.
Nelson gözlerini odanın ortasına doğru kaydırdı. Bariz bir şekilde saygısızlık içeren bu tavra rağmen, sözleri kesilmeden önce odadaki herkese bulduklarını anlatmaya karar verdi.
"Bir ayraç işareti ile birbirinden ayrılmış iki ayrı rakamsal ifadenin direğin dibine kazınmış olduğunu buldum."
"Neydi bu rakamlar?" diye sordu masadaki genç bir memur.
"Aslında rakamlar ve harfler." dedi Mackenzie. "Ç 511 ve Y 202, telefonumda bir de fotoğrafı var."
"Diğer fotoğraflar da kısa bir zaman sonra, Nancy onları bastırdığında burada olacak." dedi Nelson. Odadaki herkesin, rakamlarla ilgili olan konunun artık kapandığını anlaması için hızlı ve itaatkar bir şekilde konuştu.
Mackenzie, Nelson'un, Hailey Lizbrook'un evi ve The Runway arasındaki on iki kilometrelik alan içinde yapılacak olan çalışmanın gizli kalması gerekliliği hakkındaki homurdanmalarını dinledi. Aslında söyledikleri bir kulağından giriyor diğerinden çıkıyordu. Aklı sürekli, kadının iplerle bağlanmış cesedine gidiyordu. Cesedin duruş şekli hakkındaki bir düşünce ona neredeyse çok tanıdık geliyordu ve konferans odasında oturduğu süre boyunca sürekli bunu düşünüyordu.
Görebileceği en ufak bir detayın hafızasındaki bir şeyi tetikleyeceğini umarak, tekrar notlarına bakmaya başladı. Bir şeyler bulma amacı ile dört sayfanın tamamını karıştırmaya başladı. Dosyada yazan her şeyi biliyordu zaten, fakat yine de detayları kurcalamaya devam etti.
Otuz dört yaşında, kadın, dün gece öldürüldüğü düşünülüyor, kırbaç izleri, kesikler, sırtında çok sayıda aşınma, tahta bir direğe bağlanmış. Muhtemel ölüm şekli, kan kaybı ya da kalbinde meydana gelen bir travma. Kadının vücut şekli cinsel tahrik uyandırsa da, bağlanma şekli muhtemel dini bir amaçla yapılmış olabileceğini düşündürüyor.
Okumaya devam ederken, kafasında bir şimşek çaktı. Etrafındakilerin dikkatini bozamayacağı bir yere zihnini taşıyabilmek için, çevrede olanlarla ilgisini neredeyse tamamen yitirdi. Noktaları bir araya getirdikçe, yanlış çıkmasını umduğu bir şeyle bağlantılar belirmeye başladı zihninde. Nelson yavaş yavaş toplantıyı sonlandırmaya başlamıştı.
"…ve daha etkili olmak için daha çok tanığın şahitliğine ihtiyacımız olacak, son dakikaya kadar iyice araştırın ve işe yarayabilecek gibi görünen hiç bir detayı atlamayın. Şimdi, ekleyeceği bir şey olan var mı?"
"..bir şey daha var efendim." dedi Mackenzie.
Nelson'un of çektiği görülüyor gibiydi. Masanın öbür ucunda olmasına rağmen Porter'dan da hafif bir homurdanma sesi duyuldu. Hiç birini umursamadı ve Nelson'un kendisine nasıl hitap edeceğini görmek için bekledi.
"Evet, White?" dedi adam.
"1987 yılında gerçekleşen bir davanın bunu çok andırdığını hatırlıyorum. Roseland'in hemen dışında olmuş olduğuna oldukça eminim. Bağlama şekli aynıydı ve kadın tipi de aynıydı. Kesin olarak dövme şeklinin de aynı olduğunu söyleyebilirim."
"1987?" dedi Nelson. "Sen o zaman doğmuş muydun White?"
Bu şakadan sonra odanın yarısından fazlası hafifçe gülümsedi. Mackenzie bunlara aldırmadan hemen bir tarafa bıraktı.
"Hayır." dedi, onunla tartışmaktan korkmuyordu. "Ama raporları okudum."
"Affedin onu efendim." dedi Porter. "Mackenzie boş zamanlarını çoktan kapanmış davaları okuyarak geçiriyor. Kız bu iş için ayaklı bir ansiklopedi adeta."
Mackenzie, Porter'ın kendisine ilk adı ile hitap ettiğini ve ona kadın yerine kız demiş olduğunu fark etti. Üzücü olan taraf ise, adamın bunların saygısız davranışlar olduğunun farkında olmadığını düşünüyor olmasıydı.
Nelson kafasını kaşıdı ve zamanla birikmiş olan of çekmelerinden güçlü bir tane fırlattı.
"1987? Emin misin?"
"Neredeyse kesin olarak."
"Roseland?"
"Ya da çok yakın çevresi." dedi kadın.
"Pekala." dedi Nelson, masanın uzak köşesinde oturan ve konuşulanları dikkatle dinleyen orta yaşlı bir kadına baktı. Kadının önünde bir diz üstü bilgisayar vardı, bütün toplantı süresince sürekli bir şeyler yazmıştı. "Nancy, bu bilgiler hakkında bir şeyler var mı diye arşivde arama yapar mısın?"
"Tabii efendim." dedi kadın. Derhal bilgisayardan merkezin kendi arşivlerine girerek arama yapmak için bir şeyler yazmaya başladı.
Nelson, Mackenzie'ye rahatsız edici bir bakış daha fırlattı, sanki, haklı olsan iyi olur aksi takdirde değerli zamanımdan yirmi saniye çalmış olacaksın der gibiydi.
"Haydi bakalım, bayanlar baylar," dedi Nelson. "Bu işi şu şekilde halledeceğiz. Bu toplantı biter bitmez, Smith ve Berryhill'in Omaha'ya giderek oradaki yerel polislere yardım etmelerini istiyorum. Bundan sonra eğer ihtiyaç olursa çiftler halinde rotasyon yapacağız. Porter ve White, sizin de merhumun çocukları ve patronu ile konuşmanızı istiyorum. Anı zamanda kadının kız kardeşinin adresini de bulmaya çalışacağız."
"Afedersiniz efendim." dedi Nancy, bir yandan bilgisayarının ekranına bakarak.
"Evet Nancy?"
"Öyle görünüyor ki dedektif White haklı. Kasım 1987'de tam Roseland şehir sınırında bir hayat kadını tahta bir direğe bağlanmış halde ölü bulunmuş. Önümde duran rapora göre, iç çamaşırlarına kadar soyulmuş ve defalarca kırbaçlanmış. Cinsel istismara ve kayda değer herhangi bir ize rastlanamamış."
Bir sürü lanet olası sorulmamış sorunun yarattığı bir sessizlik çöktü odaya. Sonunda Porter konuşmaya başladı ve Mackenzie, adamın neredeyse davayı kapatmaya çalıştığını düşünmesine rağmen sesindeki endişeyi fark edebiliyordu.
"Neredeyse otuz sene önce olmuş." dedi. "Arada bağlantı olma ihtimali çok düşük."
"Ama yine de bir ihtimal var." dedi Mackenzie.
Elini masaya sert bir şekilde vuran Nelson, boğa gibi gözlerle "Eğer arada bir bağlantı varsa bunun ne anlama geldiğini biliyorsun değil mi?"
"Bunun anlamı bir seri katille karşı karşıya olabiliriz." dedi Meckenzie. "Ayrıca bir seri katille karşı karşıya olma ihtimali bile FBI'ı arayıp danışma için bir görüşme talep etmeyi gerektiriyor."
"Daha silah patlamadan fırlıyorsun koşmaya, aşırı derecede aceleci davranıyorsun."
"Bütün saygımla söylüyorum," dedi Mackenzie, "bunu araştırmaya değer."
"Bilgisayar kasası gibi işleyen beynin bunu ortaya attığına göre artık yapmak zorundayız." dedi Nelson. "Birkaç arama yapacağım ve bu araştırma görevine seni de dahil edeceğim. Şu andan itibaren, ilgili olabilecek her şeyi düzgünce araştırın. Şimdilik bu kadar arkadaşlar. Haydi herkes iş başına."
Konferans masasındaki küçük grup yavaş yavaş dosyalarını yanlarına alarak dağılmaya başladı. Mackenzie odadan çıkarken, Nancy, saygı dolu bir ifadeyle hafifçe gülümsedi ona. İş yerinde iki haftadır başına gelen en cesaret verici şeydi bu. Nancy danışmada çalışıyordu ve bazen merkezde araştırılması gereken bilgileri toparlıyordu. Meckenzie'nin bildiği kadarıyla karakolda kendisi ile bir sorunu olmayan sayılı insanlardan biriydi.
"Porter ve White, bekleyin." dedi Nelson.
Adama doğru dönünce, Nelson'da da dakikalar önce Porter'ın sesinde duyduğu ve hatta gördüğü aynı endişeyi fark etti. Adam neredeyse hasta gibi görünüyordu.
"1987 dosyasını iyi hatırladın." dedi Nelson, Mackenzie'ye. Görünüşe bakılırsa kadını övmek adama fiziksel bir acı veriyordu. "Bu karanlıkta iğne aramaya benziyor, ama yine de bir şeyi merak ediyorum…"
"Neyi merak ediyorsun?" diye sordu Porter.
Mackenzie asla sözü dolaştırmayı sevmezdi ve Nelson'un yerine cevap verdi.
"Neden şimdi tekrar işe koyulmaya karar verdiğini…" dedi.
Ardından ekledi:
"…ve ne zaman tekrar öldüreceğini."
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
Arabasında oturmuş sessizliğin tadını çıkarıyordu. Sokaktaki lambalar boğuk ışıklar yayıyordu. Gecenin bu saatinde dışarıda çok fazla arabanın bulunmaması tüyler ürpertici bir sükunet sağlıyordu. Şehrin bu kesiminde, böylesine bir vakitte dışarıda olan insanlar ya fazla meşgullerdi ya da gizli işlerini yapıyorlardı. Bu da, neredeyse bitmek üzere olan işini yapmasını kolaylaştırıyordu, Tanrı'nın İşi'ni.
Eski püskü bir dükkandan yayılan, sıradan bir neon ışıltısının dışında, kaldırımlar kapkaraydı. İri göğüslü bir kadının yavan gölgesi, çalışıyor olduğu binanın pencerelerinden birinde belirdi. Fırtınalı bir denizde görülen deniz feneri gibi ışıldadı. Fakat bu gibi yerlerde sığınacak bir yer olmazdı, en azından işe yarar bir sığınak bulunmazdı.
Sokak lambalarından olabildiği kadar uzaklaşmış bir şekilde arabasında otururken, evdeki koleksiyonunu düşündü. Bu gece dışarı çıkmadan önce enine boyuna araştırmıştı onu. Küçük masasında yaptığı işten kalıntılar duruyordu: Bir kadın çantası, bir küpe, altın bir kolye, Tupperware marka küçük bir plastik kabın içinde bir parça sarı saç. Bunlar anımsatıcılardı, atanmış olduğu işin anımsatıcıları. Ve daha yapılması gereken çok iş olduğunun…
Apartmandan çıkan bir adamın sokağın karşısına doğru yürümesi, düşüncelerini dağıttı. Orada oturmuş, sabırla bekleyerek izliyordu. Yıllar boyunca sabır konusunda oldukça fazla şey öğrenmişti. Bu yüzden, şimdi daha hızlı çalışma zorunluluğu onu tedirgin ediyordu. Ya o kadar emin değilse?
Çok fazla seçme şansı yoktu. Şimdiden, Hailey Lizbrook'un cinayeti haberlerde yerini almıştı. İnsanlar, sanki çok kötü bir şey yapmış gibi onu arıyorlardı. Sadece anlayamıyorlardı. Kadına vermiş olduğu sadece bir hediyeydi.
Bir bağışlama.
Geçmişte, işleri arasında uzun zaman geçmesine izin veriyordu. Ama şimdi, aciliyet kapısını çalmıştı. Yapılması gereken çok şey vardı. Dışarıda her zaman bir kadın vardı, sokak köşelerinde, reklamlarda, televizyonda.
Sonunda herkes anlayacaktı. Anlayacaklardı ve teşekkür edeceklerdi. Ona nasıl bu kadar kusursuz olduğunu ve gözlerini nasıl açtığını soracaklardı.
Bir süre sonra, penceredeki kadının neon yansıması karanlığa gömüldü. Pencerelerin arkasındaki ışıltı yok oldu. Mekan karanlığa büründü, geç olduğu için tüm pencerelerdeki ışıklar söndü.
Bunun, kadınların binanın arka tarafından her an çıkacakları ve arabalarına doğru yürüyüp, ardından evlerine gidecekleri anlamına geldiğini biliyordu.
Vitesi bire taktı ve yavaşça binanın etrafında sürmeye başladı. Sokak lambaları onu yakalamaya çalışıyor gibiydi ama biliyordu ki onu izleyen hiçbir göz yoktu. Şehrin bu bölümünde kimse umursamazdı zaten.
Binanın arkasındaki arabaların hepsi oldukça güzeldi. Vücudunu sergileme işinde iyi para vardı. Park alanının uzak bir köşesine park etti ve biraz daha bekledi.
Bir süre sonra nihayet, çalışanların kullandığı kapı açıldı. İki kadın, yanlarında mekanın koruması gibi görünen bir adamla birlikte dışarı çıktılar. Gözlerini güvenlik görevlisine dikti ve sorun yaratabilir mi diye düşündü. Koltuğun altında, eğer gerçekten ihtiyacı kalırsa kullanabileceği bir silah vardı, ancak işlerin bu şekilde ilerlememesini tercih ederdi. Şimdiye kadar kullanması gerekmemişti. Aslında silahlardan tiksiniyordu. Saf olmayan bir şey vardı silahlarda, tembelliğe neden olan bir şey.
Sonunda hepsi ayrıldı, arabalarına gittiler ve yola koyuldular.
Diğerlerinin kalkışını izledi ve dik bir şekilde oturdu. Kalbinin çarpıntısını hissedebiliyordu. Bu oydu, bu seçilmiş kişiydi.
Kadın kısaydı, omuzlarının hemen üstlerine vuran küt, boyanmış, sarı saçları vardı. Kadının arabaya gidişini izledi ve köşeyi dönene kadar sürmeye başlamadı.
Binanın diğer tarafına doğru sürdü, bu şekilde dikkatleri üzerine çekmeyecekti. Kadının peşine takıldı, kalp atışları giderek hızlanıyordu. İçgüdüsel bir şekilde elini koltuğun altına attı ve boğum halindeki ipi hissetti. Bu his sinirlerini gevşetmişti.
Amacına ulaştıktan sonra, fedakarlık zamanının geleceğini bilmek onu sakinleştirdi.
O gün geldiğinde, her şey olması gerektiği gibi olacaktı.
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
Mackenzie sağ koltuktaki yerini aldı, kucağında dağınık, bir kaç sayfadan oluşan evraklar vardı. Porter direksiyonun başına geçti ve bir Rolling Stones şarkısının ritmine, parmakları ile eşlik etmeye başladı. Araba kullanırken sürekli olarak dinlediği klasik rock radyo kanalını açtı, Mackenzie şöyle bir baktı, rahatsız olmaya başladı ve sonunda konsantrasyonu dağıldı. Arabanın ön farlarının saatte yüz otuzla giderken otoyolda bıraktığı izleri izledi ve adama dönerek;
"Lütfen şunu kapatır mısın?" diye surdu gergin bir şekilde.
Normalde umursamazdı fakat katilin izlediği yöntemleri anlayabilmek için zihninin doğru yerlerine kaymak istiyordu.
Porter, bir of çekerek ve kafasını iki yana sallayarak radyoyu kapattı. Rahatsızlığını göstermek için şöyle yandan bir bakış fırlattı.
"Ne bulmayı umuyorsun ki?" diye sordu.
"Hiçbir şeyi bulmaya çalışmıyorum." diye cevapladı Mackenzie. "Sadece katilin kişisel özelliklerini daha iyi anlayabilmek için parçaları bir araya getirmeye çalışıyorum. Eğer onun gibi düşünebilirsek, onu bulabilme şansımız daha da artar."
"Ya da…" dedi Porter. "…Omaha'ya gidene kadar öylece bekler, Nelson'un dediği gibi oraya ulaşınca da kurbanın çocukları ve kız kardeşiyle konuşursun."
Mackenzie ona dönüp bakmadı bile, adamın, kendisine akıllıca bir öğüt vermek için yanıp tutuştuğunu söyleyebilirdi. Bazen ona biraz saygı duyması gerektiğini düşünüyordu. Yolda ya da olay yerinde yalnız kaldıklarında bu öğütçü tavrını ve küçümser ifadelerini en alt seviyeye çekiyordu.
Bir anlığına Porter'ı düşünmeyi bırakıp tekrar kucağındaki dosyalara bakmaya başladı. 1987 yılındaki dava ile Hailey Lizbrook cinayetini karşılaştırıyordu. Okudukça, iki cinayetin de aynı adam tarafından işlenmiş olduğuna daha da fazla ikna oluyordu. Fakat moral bozucu olan şey, herhangi belirgin bir işaretin olmamasıydı.
Dosyaların arkasına baktı ve tamamen çevirip diğer sayfaları incelemeye başladı, sayfaların içinde geziyordu, bilgileri adeta benimsiyordu. Kendi kendine mırıldanmaya başladı, sorular soruyor ve elindeki gerçekleri sesli dile getiriyordu. Lise yıllarından beri yaptığı bir şeydi bu, o zamandan beri bırakamadığı garip bir alışkanlık.
"Her iki davada da cinsel istismar yok." dedi sessizce. "Kurbanlar arasında meslekleri dışında bariz bir ilişki yok. Dini bir olay olma şansı oldukça düşük. Dini bir tema işlemek istemiş olsa, basit bir direk yerine neden çarmıha germe olayının tamamını resmetmesin ki? Her iki davada da numaralar var fakat bu cinayetler hakkında açıkça bir kanıt teşkil etmiyor."
"Yanlış anlama ama…" dedi Porter, "…gerçekten Rolling Stones dinliyor olmayı tercih ederdim."
Mackenzie kendi kendine konuşmayı kesti ve telefonundaki bildirim lambasının yandığını fark etti. Porter'la birlikte merkezden çıktıktan sonra Nancy'ye mesaj atmış ve ondan direk, striptizci, hayat kadını, garson, mısır, kırbaç ve olay yerinde bulduğu Ç511/Y202 ifadelerini son otuz yılı kapsayan bir periyot içinde hızlıca aramasını istemişti. Mackenzie telefonuna bakınca Nancy'nin yine çok hızlı davrandığını gördü.
Nancy'nin yolladığı mesajda şunlar yazıyordu: Çok fazla bir şey bulamadım maalesef. Bulduğum bir kaç dava hakkında kısa bilgileri mesaja ekliyorum. İyi Şanslar!
Mesaja eklenmiş sadece beş dosya vardı ve Mackenzie bunları hızlı bir şekilde inceleyebilecek zekaya sahipti. Üç tanesinin açık bir şekilde Lizbrook cinayeti ya da 87 olayı ile hiç bir ilgisi yoktu. Fakat diğer ikisi en azından incelemeye değerdi.
Bunlardan bir tanesi 94 yılında Omaha'ya yaklaşık yüz otuz kilometre uzaklıkta, kırsal bir alandaki terk edilmiş bir barakada bulunan ölü bir kadının davasıydı. Tahta bir direğe bağlanmıştı ve kadının cesedinin öldükten altı gün sonra bulunduğuna inanılıyordu. Cesedi kaskatı kesilmişti ve vaşak olduğu düşünülen bir çeşit orman hayvanı tarafından bacakları yenmeye başlanmıştı. Kadının geniş bir adli sicil kaydı vardı, iki kere seks ticaretinden tutuklanmıştı. Diğerlerinde olduğu gibi bu davada da cinsel istismar izine rastlanmamış ve Hailey Lizbrook'un sırtındakiler kadar fazla olmasa da bu kurbanın sırtında da kamçı izleri bulunmuş. Cinayet hakkındaki bildirgede direğe kazınmış numaralardan herhangi bir iz yoktu.
İlgili olabilecek ikinci dosya, 2009 yılında ilk yılını okuduğu Nebraska Üniversitesi'nden yılbaşı tatili için eve dönüş yolunda kaçırılmış olan, on dokuz yaşındaki bir kadın hakkındaydı. Kadının cesedi üç ay sonra boş bir alanda, kısmen gömülmüş ve sırtında kamçı izleri ile bulunmuş. Bir hafta sonra, merhumun kalabalık bir seks partisindeki çıplak fotoğrafları basına sızmıştı. Bu fotoğraflar kadının kayıp ilanından bir hafta kadar önce çekilmişti.
İkinci dosya biraz daha abartılı olsa da, Mackenzie her iki dosyanın da hem 87 dosyasına hem de Hailey Lizbrook davası ile ilişkilerinin bulunabileceğini düşünüyordu.
"Bir şey mi buldun?" diye sordu Porter.
"Nancy bana bağlantılı olabilecek diğer davalar hakkında kısa bilgiler yolladı."
"İşe yarar bir şey var mı?"
İlk başta tereddüt etse de adama iki dava hakkındaki tüm detayları anlattı. Kadın bitirdikten sonra Porter, gecenin karanlığına doğru gözünü dikerek başını salladı. Omaha'ya varmak için önlerinde otuz beş kilometre kaldığını belirten bir levhayı geçtiler.
"Bazen işinle çok fazla ilgilendiğini düşünüyorum" dedi Porter. "Kıçını paralıyorsun ve herkes bunun farkında. Ama açık konuşmakta fayda var: ne kadar denersen dene, devasa bir dava hazırlamak için bütün bu dosyalar arasında sıkı bağlantılar yok."
"Eğlen bakalım benimle." dedi Mackenzie. "Şu anda kalbinden bu dava hakkında ne geçiyor? Sence neyle karşı karşıyayız."
"Annesiyle problemler yaşamış olan basit bir sapığı arıyoruz." dedi Porter küçümseyerek. "Yeterince insanla konuşabilirsek, onu buluruz. Bütün bu araştırmalar boşa zaman kaybı. İnsanları kafalarının içine girerek bulamazsın. Onları sorular sorarak bulursun. Sokak işi. Kapı kapı, şahit şahit."
Sessizlik tekrar yerini aldığında, Mackenzie adamın dünyasının nasıl bu kadar basit olabildiğini merak etti, ne kadar siyah ve beyaz. Aradaki hiçbir renge yer yoktu, önceden tahmin edebildiği şeyler dışında her şeye kapalıydı beyni. Uğraştıkları psikopatın bile bu adamdan çok daha sofistike bir beyni olduğunu düşünüyordu.
"Katilimiz hakkından senin düşüncelerin neler peki?" diye sordu nihayet.
Adamın sesindeki aşağılamayı ayırt edebiliyordu, sanki aslında sormak istemiyormuş da sessizliğin baskısına daha fazla dayanamamış gibiydi.
"Bence, kadınlardan, temsil ettikleri şey yüzünden nefret ediyor." dedi yavaşça, konuşurken bile bir yandan zihninde çalışmaya devam ediyordu. "Belki de elli yaşında seksten nefret eden bir bakirdir ve içinde bir yerlerde seks ihtiyacı hissediyordur. Kadınları öldürmekle kendi içgüdülerine, insani bulmadığı ve hatta iğrenç olduğunu düşündüğü içgüdülerine, hakimiyet kurduğunu düşünüyordur. Bu cinsel dürtülerin kaynağını ortadan kaldırdığında kendisini rahatlamış hissediyordur. Sırtlarındaki kırbaç izleri neredeyse onları cezalandırdığını gösteriyor, muhtemelen tahrik edici doğalarından ötürü. Fakat yine de cinsel istismar izine rastlanılmadığı gerçeği de var. Katilin gözünde bütün bunlar bir arınma denemesi mi merak ediyorum doğrusu?"
Porter, sanki hayal kırıklığına uğramış bir ebeveyn gibi başını salladı.
"İşte bahsettiğim şey bu." dedi. "Tam bir zaman kaybı. Kendini bu olaya o kadar çok kaptırdın ki artık sağlıklı düşünemiyorsun neredeyse ve bunların hiçbirinin bize bir yardımı dokunmayacak Ağaçlardan dolayı ormanı göremiyorsun."
Yeniden garip bir sessizlik üstlerini örttü. Görünüşe bakılırsa konuşma sonlanmıştı, Porter tekrar radyoyu açtı.
Sadece bir kaç dakika geçmişti ki, Omaha'ya yaklaştıkları sırada kadın şikayet etmeden önce Porter radyoyu kapattı. Konuşmaya başladığında adamın sesindeki gerginlik bariz bir şekilde belli oluyordu. Fakat Mackenzie, aynı zamanda yetkinin kendisinde olduğunu göstermek için harcadığı çabayı da duyabiliyordu adamın sesinde.
"Daha önce ebeveynlerini kaybeden çocuklarla konuşup ifadelerini aldın mı?"
"Bir kere." diye cevap verdi kadın. "Bir trafik kazası, on bir yaşında bir çocuk."
"Ben de birkaç kere yaptım bu işi, hiç eğlenceli değil."
"Kesinlikle değil." diyerek doğruladı Mackenzie.
"Dinle, iki çocuğa ölmüş anneleri hakkında soru sormak üzereyiz. Kadının çalıştığı yerin bahsi eninde sonunda açılacak. Bu olayla fazlasıyla nazik başa çıkmak zorundayız, söylemek zorunda kaldığım için alınma."
Kadın öfkelendi. Bu konuşmaları yaparken sanki küçük bir kız çocuğuymuş gibi davranıyordu kendisine.
"Bırak önde ben durayım. Eğer ağlamaya başlarlarsa onları sen rahatlatabilirsin. Nelson aynı zamanda kız kardeşinin de orada olacağını söyledi ama onun bu rahatlatma işi için uygun olacağından emin değilim. O da muhtemelen çocuklar kadar yıkılmış olmalı.
Mackenzie bunun en iyi fikir olduğunu düşünmüyordu. Ama konu Porter ve Nelson olunca savaş alanında mantıklı tavırlar sergilemesi gerektiğini biliyordu. Eğer Porter iki çocuğa ölü anneleri hakkında soru sormak istiyorsa, istediği gibi bu garip egosal tavrı sergileyebilirdi.
"İstediğin gibi olsun." dedi kadın dişlerini sıkarak.
Arabaya tekrar sessizlik hakim oldu. Bu sefer Porter radyoyu açmaya yeltenmedi, tek ses Mackenzi’nin kucağında karıştırdığı kağıtlardan çıkıyordu. Nancy'nin göndermiş olduğu belgelerde ve kadının önündeki sayfalarda görünenden çok daha büyük bir hikaye vardı. Bundan oldukça emindi.
Tabi ki bir hikaye anlatıldığında, bütün karakterler açıklanmalıydı. Fakat şimdilik hikayenin ana karakteri gölgelerin arasında saklanıyordu.
Araba yavaşladı ve sessiz sokağa döndüklerinde kafasını kaldırdı Mackenzie. Midesinde tanıdık bir sancı hissetti ve yine, orası yerine başka herhangi bir yerde olmayı diledi.
Ölen kadının çocuklarıyla konuşma sırası gelmişti.