Kitabı oku: «Yalvaran», sayfa 2
Bölüm Üç
Adam arabasında oturmuş, bir fahişenin sokaktan gelişini izliyordu. Kadın kendisini “Chiffon,” diye tanıtmıştı. Belli ki gerçek adı değildi. Ve adam, kadın hakkında bilmediği daha çok şey olduğundan emindi.
Onu konuşturabilirim, diye düşündü. Ama burada değil. Bugün değil.
Kadını bugün öldüremezdi de. Hayır burada olmazdı. Kadının herzaman çalıştığı “Kinetic Custom Gym” denen yerde bunu yapamazdı. Oturduğu yerden salonun vitrin camından yıpranmış olan ve kimsenin çalışmadığı ağırlık aletini görebiliyordu. Bildiği kadarıyla bugün egzersiz yapmak için kimse gelmemişti.
Sosyal olarak kabul edilebilir bir davranış değil, diye düşündü sırıtarak.
Bu mekanda yıllar önce çalışan bir esmeri hallettiğinden beri bu mekana çok fazla gelmiyordu. Elbette kadını burada öldürmemişti. Ekstra hizmetler karşılığı daha fazla para ödeyeceğini vaadederek onu bir otel odasına götürmüştü.
O günden beri bir cinayet tasarlamamıştı. Kadının başına taktığı plastik torba yalnızca biraz tehlike fantezisi eklemek içindi. Ama bunu yaptıktan sonra kendisini ne kadar iyi hissettiğine şaşırmıştı. Bu hayatı boyunca duyduğu zevklerden ayrılan, sıradışı bir keyifti.
Yine de bu kaçamağından sonra daha dikkatli ve kendini dizginleyerek davranıyordu. Ya da en azından geçen haftaya kadar, şu eskort kızla aynı ölümcül oyunu oynayana kadar... Sahi kızın adı neydi?
Ah, evet, diye hatırladı. Nanette.
Nanette isminin gerçek olup olmadığından o zaman da şüphelenmişti. Artık asla öğrenemeyecekti. Kızın ölümünün bir kaza olmadığını kabul ediyordu. Gerçekten değildi. Bunu yapmak istemişti. Ve vicdanı tertemizdi. Tekrar yapmak için hazırdı.
Adının Chiffon olduğunu söyleyen bir kadın yarım blok öteden, sarı bir tüp bluz ve zorla farkedilen bir etek giymiş olduğu halde, cep telefonuyla konuşarak imkansız sayılacak yükseklikteki topuklu ayakkabılarıyla sendeleyerek spor salonuna doğru yaklaşıyordu.
Adam, bu kadının adının gerçekten Chiffon olup olmadığını merak ediyordu. Bir önceki buluşmaları kadının hatası nedeniyle kötü geçmişti, kendi hatası nedeniyle değil. Kadındaki bir şey ona itici gelmişti.
Adam, kadının iddia ettiğinden daha yaşlı olduğunu çok iyi biliyordu. Bu yalnızca onun bedeniyle ilgili değildi çünkü genç fahişeler de doğum nedeniyle vücutlarında çatlak izleri taşıyorlardı. Ayrıca yüzündeki kırışıklıklarla da ilgili değildi. Adam fahişelerin tanıdığı bütün kadınlardan daha çabuk yaşlandıklarını biliyordu.
Bunun üzerinde fazla durmayacaktı. Ama o kadın hakkında kafasını karıştıran çok şey vardı. Bazen, bir işe yeni başlamış bile olsa bir profesyonele yakışmayacak acemi bir genç kız heyecanı sergiliyordu.
Bir çocuk oyun oynuyormuş gibi çok fazla kıkırdıyordu. Çok hevesliydi. Daha da tuhafı adam onun işini severek yaptığını anlamıştı.
Gerçekten seks yapmaktan hoşlanan bir fahişe, diye düşündü kadın yaklaşırken. Böyle bir şeyi kim duymuş olabilir ki?
Açıkçası bu onu soğutuyordu.
Ama en azından onun bir gizli polis olmadığından emindi. Hemen o anda yakalanmış olurdu çünkü.
Kadın onu görebilecek kadar yaklaştığında adam arabanın kornasına bastı. Kadın bir an için telefonla konuşmayı kesip, sabah güneşinde gözleri parlayarak adama doğru baktı. Adamın kim olduğunu anladığında tüm dünyayı mutlu edecek gibi gülümseyerek el salladı.
Sonra spor salonunun arkasındaki “servis” girişine ilerledi. Kadının muhtemelen genelevin içinde bir randevusu olduğunu anladı adam. Farketmezdi. Bu özel duygular içinde bulunduğu başka bir gün kadını yine kiralayabilirdi. Bu arada etraf başka sokak kadınlarıyla dolmuştu.
Adam en son nasıl ayrıldıklarını anımsadı. Neşeli, iyi huylu ve pişmandı kadın.
“Dilediğin zaman yine gel,” demişti. “Bir dahaki sefere daha iyi olacak. Bunu birlikte başaracağız. Gerçekten çok heyecanlı olacak.”
“Ah, Chiffon,” diye kendi kendine söylendi. “Hiçbir şey bilmiyorsun.”
Bölüm Dört
Riley’in çevresinde silah sesleri duyuldu. Sol tarafında tabancaların gürültülü atış sesleri vardı. Sağ tarafında daha ağır silahlardan, saldırı tüfekleri ve makineli tüfeklerden kesik kesik açılan ateşin sesini duydu.
Kargaşanın ortasında, belindeki kılıftan Glock silahını çekti, yere yüzükoyun yatıp altı el ateş etti. Dizlerinin üzerine kalkıp üç el daha ateş etti. Ustalıkla ve çabucak silahını doldurarak ayağa kalkıp altı el ateş etti ve sonunda dizlerinin üzerine çökerek sol eliyle üç el ateş etti.
Ayağa kalktı ve silahını kılıfına koydu. Sonra atış sahasından ayrılarak kulaklıklarını ve göz koruyucularını çıkardı. Anahatları şişe şeklinde olan hedef yirmi beş metre uzaktaydı. Bu uzaklıktan bile tüm atışlarını birden güzelce isabet ettirdiğini görebiliyordu. Komşu şerit içindeki FBI Akademisi kursiyerleri, eğitmenlerinin gözetiminde kendi alıştırmalarını yapıyorlardı.
Riley iş başında daima silahlı olmasına rağmen silahını ateşlemeyeli uzun zaman olmuştu. FBI’ın atış poligonunda küçük bir talim için bu şeridi ayırtmıştı. Silahın güçle geri tepişinde, ham kuvvetinde tatmin edici bir şeyler vardı.
Arkasından birisinin seslendiğini duydu.
“Eski okul günleri gibi değil mi?”
Döndüğünde, Özel Ajan Bill Jeffreys’in yanında durup gülümsediğini gördü. Riley de gülümsedi. Onun ‘’eski okul’’ ile tam olarak neyi kastettiğini iyi biliyordu. Birkaç yıl önce FBI canlı ateşleme için silah yeterlilik kurallarını değiştirmişti. Yatar pozisyonda ateş etmek eski talimin bir parçasıydı ve şimdi buna gerek görülmüyordu. Artık üçle yedi metre arasındaki yakın hedefleri vurmaya daha fazla önem veriliyordu. Bu, ajanların yakın mesafelerdeki silahlı çatışmalara girdiği sanal gerçeklik üssü tarafından geliştirilmişti. Stajyerler on dönümlük yapay kasaba Hogan’s Alley’de sahte teröristlerle boya silahları ile savaşmaya gidiyorlardı. “Bazen eski okula gitmeyi istiyorum,” dedi Riley. “Birgün gerçekten yakından öldürücü güç kullanmak zorunda kalabilirim.”
Riley kişisel deneyimlerinden, gerçek tehlikenin daima çok yakın, şahsi ve beklenmedik olduğunu biliyordu. Aslında yakın zamanda iki davada yumruk yumruğa kavga etmek zorunda kalmıştı. Saldırganlardan birini kendi bıçağıyla ve diğerini de bir taşla öldürmüştü.
Atış talimini bitirip uzaklaşan stajyerleri işaret ederek, “Bu çalışmaların bu çocukları gerçeklerine hazırlayacağını sanıyor musun?” dedi Bill.
“Pek sanmıyorum,” dedi Riley. “Sanal gerçeklikte beyin senaryoyu gerçek olarak algılamaz çünkü kontrol edilecek bir tehlike, acı ya da öfke yoktur. İçimizde bir yerde gerçekten öldürülmeyeceğimizi biliriz.”
“Doğru,” dedi Bill. “Bizim yıllar önce yaptığımız gibi onlar da bunun gerçekten neye benzediğini anlamalılar.”
Riley, ateş alanından uzaklaşırlarken yandan Bill’e baktı.
Tıpkı kendisi gibi o da kırk yaşındaydı ve koyu renk saçlarında beyazlar vardı. Riley Bill’i zayıf, narin erkek komşusuyla karşılaştırmasının ne anlama geldiğini düşünüyordu.
Adı neydi? diye sordu kendine. Ah, evet, Blaine.
Blaine iyi görünüyordu ama Riley onun parası var diye Bill’e yol vermek isteyip istemediğinden emin değildi. Bill güçlü, kuvvetli ve oldukça çekiciydi.
“Buraya neden geldin?” diye sordu Riley.
“Burda olabileceğini duydum,” dedi Bill.
Riley huzursuzlukla ona baktı. Bu yalnızca arkadaşça bir ziyarete benzemiyordu. Bill’in ifadesinden onun henüz kendisine söylemek istediği şeyi söylemediğini sezinliyordu.
Bill, “Eğer atışa devam edeceksen senin için zaman tutabilirim.” dedi.
“Bu çok iyi olur,” dedi Riley.
İkisi, Riley’in atabilecekleri serseri kurşunlara hedef olmayacağı ayrı bir bölüme geçtiler. Bill zamanlamayı çalıştırırken, Riley FBI’ın silah yeterlilik seviyelerini hedefe ateş ederek önce üç, sonra beş ve sonra yedi ve en son da on beş metre için sırayla geçti. Riley beşinci ve en son aşama olan barikatın arkasından yirmi beş metreye ateş etmeyi biraz zorlu bulmuştu.
Riley ateş etmeyi bitirdiğinde kaskını çıkardı. O ve Bill hedefe gidip sonuca baktılar. Tüm kurşun izleri düzgün biçimde bir araya toplanmışlardı.
“Yüzde yüz mükemmel sonuç,” dedi Bill.
“İyi oldu bu,” dedi Riley. Hamlanmış olmaktan nefret ediyordu.
Bill hedefin arkasındaki tel koruyucuyu işaret etti.
“Gerçeküstü bir tür değil mi?” dedi.
Bir sürü beyaz kuyruklu geyik tepenin üzerinde keyifle otlanıyordu. Aslında Riley’in ateş ettiği sırada oraya toplanmışlardı. Riley’in elindeki tabancaya göre bile kolay hedeftiler. Ama onlar üzerinde durdukları yüksekliğin hemen altından geçip hedefleri vuran binlerce kurşunu hiç umursamıyorlardı.
“Evet,” dedi Riley, “ve güzeller.”
Yılın bu zamanı bu bölgede geyikler çok görülürdü. Avlanma zamanıydı ve nedense geyikler burada güvende olacaklarını hissediyorlardı. Aslında FBI Akademisi’nin arazisi tilkiler, hindiler ve sıçan gibi hayvanlar için bir vahşi yaşam cennetiydi.
“Birkaç gün önce öğrencilerimden biri araba park alanında bir ayı gördü,” dedi Riley.
Riley koruyucu tele doğru birkaç adım attı. Geyikler başlarını kaldırıp ona baktılar ve yürüyüp gittiler. Silahların ateşlenmesinden korkmuyorlardı ama insanlara çok yakın olmak istemiyorlardı.
“Oların bunu nasıl bildiğini düşünüyorsun?” diye sordu Bill. “Yani burasının güvenli olduğunu. Bunca silah sesine rağmen.?”
Riley sadece başını salladı. Bu onun için bir sırdı. Babası onu çok küçükken ava götürmüştü. Babasına göre geyikler yalnızca yiyecek ve saklanmak demekti. Uzun yıllar boyunca Riley’in onları öldürmesi onu fazla ilgilendirmemişti. Ama bu durum sonradan değişmişti.
Bu konuyu şimdi düşünmek Riley’e tuhaf geliyordu. Eğer çok gerekliyse bir insana öldürücü güç kullanmakta zorlanmıyordu. Ama şu masum canlılardan birini öldürmek ona inanılmaz geliyordu.
Riley ve Bill yakındaki dinlenme yerine gidip bir banka oturdular. Buraya neyle ilgili konuşmaya geldiyse Bill hala suskun görünüyordu.
“Sen neler yapıyorsun?” diye sordu Riley kibarca.
Bunun hassas bir soru olduğunu biliyordu ve Bill’in çekincesini görüyordu. Bill’in işi ve ev yaşamı arasında yıllar süren gerginlikten sonra karısı onu kısa bir süre önce terk etmişti. Bill küçük çocuklarıyla görüşememekten dolayı üzülüyordu. Artık Quantico kasabasında bir dairede yaşıyordu ve haftasonlarını oğullarıyla geçiriyordu.
“Bilmiyorum Riley,” dedi. “Buna nasıl alışacağımı bilmiyorum.”
Açıkça yalnızlık çekiyor ve üzülüyordu. Kendi ayrılık ve boşanma süreci içinde bunları yeteri kadar yaşamıştı Riley. Üstelik ayrılıktan sonraki sürecin özellikle çok hassas olduğunu biliyordu. İlişki çok iyi gitmemiş olsa bile kendinizi yabancı bir dünyada, dostuluğun kaybolmuş yıllarında ve kendi başınıza ne yapacağınızdan tam emin olmadığınız bir durumda buluyordunuz.
Bill, Riley’in koluna dokundu. Duygulanmış olduğu için sesi biraz kalındı ve, ‘’Bazen hayatta elimde kalan tek şeyin… sen olduğunu düşünüyorum.’’ dedi.
Bir an Riley ona sarılmak istedi. İş ortağı olarak çalıştıkları zamanlarda Bill onu hem fiziksel hem de psikolojik olarak pek çok kez kurtarmıştı. Ama dikkatli olması gerektiğini biliyordu. Ayrıca insanların bu tür zamanlarda biraz çılgın olabileceklerini de biliyordu. Kendisi alkollü olduğu bir gece Bill’i aramış ve ona ilişki teklif etmişti. Şimdi durumlar tersine dönmüştü. Bill’in kendisine bağlanmaya hazır olduğunu, kendisinin ise tek başına yeterince özgür ve güçlü olduğunu hissetmeye başlamıştı.
“Biz iyi ortaklardık,” dedi. Bu söz çok sıradandı ama söyleyecek başka söz bulamamıştı.
Bill uzun ve derin bir nefes aldı.
“Bu konuda konuşmak için buraya geldim,” dedi. “Meredith seni Phoenix davasına çağırdığını söyledi. Ben bu davada çalışıyorum. Bir ortağa ihtiyacım var.”
Riley yalnızca kızgınlık hissiyle doldu. Bill’in ziyareti bir tür pusu gibi görünüyordu.
“Meredith’e bu konuyu düşüneceğimi söyledim,” dedi.
“Ve şimdi ben sana soruyorum,” dedi Bill.
Aralarında bir sessizlik oldu.
“Peki ya Lucy Vargas?” diye sordu Riley.
Ajan Vargas Bill ve Riley’le son davalarında birlikte çalışan yeni bir ajandı. Her ikisi de onun çıkardığı işten etkilenmişlerdi.
“Ajan Vargas’ın bileği henüz iyileşmedi,” dedi Bill. “En azından bir ay daha bölgeye gelemez.”
Riley bu soruyu sorduğu için kendisini aptal gibi hissetti. Kendisi, Bill ve Lucy zincir katili olarak bilinen Eugene Fisk davasında birlikte çalışırlarken Lucy düşerek bileğini kırmıştı ve neredeyse öldürülüyordu. Elbette bu kadar çabuk göreve dönmesi beklenemezdi.
“Bilmiyorum Bill,” dedi Riley. “İşe ara verdiğimde kendimi daha iyi hissettim. Şu andan itibaren yalnızca eğitim vermeyi düşünüyorum. Sana tek söyleyebileceğim şey Meredith’e söylediğimin aynısı olacak.”
“Bu konuda düşüneceksin.”
“Doğru.”
Bill hoşnutsuzlukla homurdandı.
“En azından biraraya gelip bu konuyu tekrar konuşabilir miyiz?” diye sordu. “Belki yarın?”
Riley bir süreliğine yine sessiz kaldı.
“Yarın olmaz,” dedi. “Yarın bir adamın ölümünü izlemek zorundayım.”
Bölüm Beş
Riley camdan, Derrick Caldwell’in öleceği odaya baktı. Caldwell’in son kurbanı Kelly Sue Bassett’in annesi Gail Bassett’in yanında oturuyordu. Riley onu durdurmadan önce katil tam beş kadını öldürmüştü.
Riley, Gail’in idam davetini kabul etmek konusunda kararsızdı. Daha önce gönüllü tanık olarak gazetecilerin, avukatların, kanun uygulayıcı görevlilerin, manevi danışmanların ve juri başkanının arasında bir kez izlemişti idamı. Şu an Gail ile, öldürülen kadınların dokuz akrabasıyla birlikte daracık bir alanda yanyana konmuş plastik sandalyelerde oturuyordu.
Gail, minyon, altmış yaşlarında, narin, kuş yüzlü kadın Riley ile uzun yıllardır iletişimini korumuştu. Riley’e yazmış ve infazdan önce kocasının öldüğünü ve bu önemli olayı görmeye gideceği kimsesinin olmadığını bildirmişti. Bu yüzden Riley ona eşlik etmeye karar vermişti.
Ölüm odası hemen orada, pencerenin diğer tarafındaydı. Odadaki tek eşya haç şeklindeki idam masasıydı. Masanın baş tarafında mavi plastik bir perde asılıydı. Riley o perdenin arkasında tıbbi boruların ve öldürücü kimyasalların olduğunu biliyordu.
Duvarda valiliğe bağlı kırmızı bir telefon vardı. Bu telefon yalnızca son dakika af kararında çalabilirdi. Kimse bu sefer telefonun çalmasını beklemiyordu. Oda kapısının üzerindeki saat, bunların dışında görülebilen tek dekordu.
Virginia’da mahkumlar elektrikli sandalyeyle öldürücü kimyasallar arasında tercih yapma hakkına sahiptiler. Ama çoğunlukla kimyasallar seçiliyordu. Eğer mahkum bir seçim yapmadıysa iğne yapılmasına karar veriliyordu.
Riley, Caldwell’in elektrikli sandalyeyi tercih etmemesine şaşırmıştı. Kendi ölümüne bile pişman olmayacak gibi görünen bir canavardı o.
Kapılar açıldığında saat 8:55’ti. İdam görevlileri Caldwell’i odaya getirdiklerinde izleyiciler arasında ne olduğu anlaşılmayan mırıldanmalar oldu. İki gardiyan onu kollarından tutmuştu ve diğeri de sağ taraflarından yürüyordu. Hepsinin ardından iyi giyimli bir adam geldi. Bu adam hapishane müdürüydü.
Caldwell mavi bir pantolon, mavi bir iş gömleği ve sandalet giymişti. Ayağında çorap yoktu. Elleri kelepçeliydi ayakları zincirliydi. Riley onu yıllardır görmemişti. Bir seri katil olarak içeride tutulduğu kısa süre boyunca, tam bohem bir kaldırım sanatçısına yakışacak türden uzun saçları ve asi bıyıkları olmuştu. Şu anda traşlıydı ve sıradan görünüyordu.
Karşı koymuyordu ama korkmuş gibiydi.
Güzel, diye düşündü Riley.
Katil idam masasına baktı ve hemen bakışlarını çevirdi. Sanki masanın başucundaki mavi perdeye bakmak istemiyor gibiydi. Bir an görüş odasının camına çevirdi bakışlarını. Birden daha sakin ve aklı başında görünmeye başlamıştı.
“Bizi görmesini isterdim,” diye mırıldandı Gail.
Tanıklar tek yönlü camla gizlenmişlerdi ve Riley, Gail gibi düşünmüyordu. Caldwell Riley’in hoşlanması için ona çok yakından bakmıştı. Riley adamı yakalamak için gizli görevdeydi. Dunes Beach Boardwalk’ta yürüyen bir turist gibi davranmış ve resmini çizmesi için onu kiralamıştı. Katil çalışırken abartılı bir dalkavuklukla onun uzun zamandır çizdiği en güzel kadın olduğunu söylüyordu.
Riley o anda adamın bir sonraki kurbanı olarak kendisini düşündüğünü anlamıştı. O gece Riley kendisini yem olarak sundu ve katilin onu sahil boyunca takip etmesine izin verdi. Saldırmaya kalktığında yedek ajanların onu yakalaması çok da zor olmamıştı.
Yakalanması çocuk oyuncağı gibi olmuştu. Kurbanlarını kesip onları buzlukta sakladığını araştırmak ise ayrı bir konuydu. Buzluk açılırken orada bulunmak Riley’in kariyerindeki en üzücü anlardan biriydi. Riley hala parçalanmış eşlerin, kızların, kardeşlerin aileleri için (Gail de bunların içindeydi) son derece üzgündü.
“Yaşamak için çok güzel,” demişti katil onlar için.
Katilin kendisine de bu gözle bakmış olduğu düşüncesi Riley’i ürpertiyordu. Riley, erkekler (hatta eski kocası Ryan) arada sırada kendisine güzel deseler bile, öyle olmadığını düşünüyordu. Caldwell sapına kadar korkunç bir istisnaydı.
Patolojik canavar kendisine kusursuz güzellikte olduğunu söylerken neyi kastetmişti? Acaba kendi içinde onunki gibi canavarca bir şeyler olduğunu mu görmüştü? Katilin davasının ve tutuklanmasının ardından birkaç yıl boyunca Riley adamın hayran bakan gözleri, tatlı sözleri ve buzluk dolusu parçalanmış cesetleriyle ilgili kabuslar görmüştü.
İdam görevlileri Caldwell’i masanın üzerine yatırıp kelepçelerini, zincirlerini ve sandallarını çıkarıp yerine bağladılar. Onu her biri ikişer tane deri bantla olmak üzere göğsünden, bacaklarından, ayak bileklerinden ve el bileklerinden bağlamışlardı. Çıplak ayakları pencereye bakıyordu. Yüzünü görmekse zordu.
Birden görüş odasının penceresinin perdeleri kapatıldı. Riley bunun görevlilerin doğru damarı bulamamak gibi sorunlarla karşılaşma olasılıklarına dair idamın yürütülmesi için bir önlem olduğunu biliyordu. Yine de garipsemişti. Görüş odasındaki insanlar idamı izlemek üzerelerdi ama tanıkların iğnenin yapılışını görmelerine izin verilmiyordu. Perde, görevlilerden biri tarafından diğer yöne doğru biraz açıldı.
Perdeler açıldığında borular yerleştirilmişti ve mahkumun kollarından mavi plastik perdenin arkasına doğru uzuyorlardı. Görevlilerden bazıları öldürücü ilaçların idaresini yapmak için perdelerin arkasına geçmişlerdi.
Bir adam muhtemelen hiç gelmeyecek olan aramayı beklemek için kırmızı telefonu aldı. Bir diğer adam kötü ses düzeninden duyulan kırık bir sesle Caldwell’e konuştu. Ona söyleyeceği son bir söz olup olmadığını soruyordu.
Buna karşılık Caldwell’in yanıtı şaşırtıcı derecede netti.
“Ajan Paige burada mı?” diye sordu.
Adamın sözleri Riley’i sarsmıştı.
Görevli yanıtlamadı. Bu soru Caldwell’in yanıt almayı hakettiği bir soru değildi.
Gergin bir sessizlikten sonra Caldwell devam etti.
“Ajan Paige’e söyleyin umarım sanatım onun için yeterince adil olmuştur.”
Riley katilin yüzünü tam olarak görememesine karşın onun kıkırdadığını duyabiliyordu.
“Hepsi bu,” dedi. “Ben hazırım.”
Riley öfke, korku ve karmaşa hisleriyle dolmuştu. Bu onun bekleyebileceği son şeydi. Caldwell yaşamdaki son dakikalarını onun hakkında kullanmayı seçmişti. Ve burada kırılmaz camın arkasında otururken Riley’in bu konuda çaresizdi.
Onu adalete Riley teslim etmişti ama sonunda katil tuhaf hastalıklı bir intikam almıştı.
Gail’in küçük elinin kendi elini kavradığını hissetti.
Tanrım, diye geçirdi içinden Riley. Gail beni teselli ediyor.
Riley midesinin bulandığını hissetti.
Caldwell bir şey daha söyledi.
“Başladığında hissedecek miyim?”
Yine yanıt alamadı. Riley ilacın şeffaf borulardan geçişini görebiliyordu. Caldwell birkaç derin enfes aldı ve derin bir uykuya daldı. Sol ayağı birkaç kez seğirdi ve ardından hareketsiz kaldı.
Biraz sonra gardiyanlardan bir tanesi ayağı çimdikleri ve tepki alamadı. Bu tuhaf bir hareket gibi görünüyordu. Fakat Riley görevlinin sakinleştiricinin etki edip etmediğini ve Caldwell’in bilinçsiz olduğunu kontrol ettiğini anlamıştı.
Gardiyan perdenin arkasından görevlilere anlaşılmayan bir şeyler söyledi. Riley boruların içinden yeni bir sıvının aktığını gördü. Bunun, ciğerlerin çalışmasını durdurmak için verilen ikinci ilaç olduğunu biliyordu. Biraz sonra verilecek üçüncü sıvı da kalbi durduracaktı.
Caldwell’in solukları yavaşlarken Riley izlediği şeyi düşünüyordu. Bu ölüm, kendisinin ölümcül güç kullandıklarından farklı mıydı? Görev sırasında pek çok katil öldürmüştü.
Ama bu diğer ölümlere benzemiyordu. Kıyaslamak gerekirse, bu ölüm garip biçimde konrollü, temiz, klinik ve tertemizdi. Anlaşılmayacak kadar yanlış görünüyordu. Riley kendisini şöyle düşünürken buldu…
Bunun olmasına izin vermemeliydim.
Yanlış düşündüğünü biliyordu. Caldwell’in tutuklanmasını profesyonelce ve kitabına göre yapmıştı. Fakay öyle olsa bile… diye düşündü.
Onu ben kendim öldürmeliydim.
Gail, Riley’in elini on uzun dakika boyunca tutmaya devam etti. Sonunda Caldwell’in yanındaki görevli Riley’in duyamayacağı tonda bir şey söyledi.
Hapishane müdürü perdenin arkasından çıkarak tanıkların anlayabileceği temiz bir ses tonuyla konuşmaya başladı.
“İdam sabah saat 9:07’de başarıyla gerçekleştirilmiştir.”
Sonra perdeler yeniden kapatıldı. Tanıklar göreceklerini görmüştü. Gardiyanlar odaya gelerek herkesin olabildiğince çabuk dışarı çıkarılmasını sağladılar.
Grup koridora çıkarken Gail yeniden Riley’in elini tuttu.
“Söylediği şey için üzgünüm,” dedi Riley’e.
Riley şaşırmıştı. Kanun kendi kızının katilinin işini bitirdiği böyle bir anda Gail onun hisleriyle ilgili nasıl üzülebiliyordu?
“Sen nasılsın Gail?” diye sordu hızlı adımlarla çıkışa doğru yürürlerken.
Gail bir süre sessizce yürüdü. Yüz ifadesi tamamen boş görünüyordu.
“Bitti,” dedi sonunda. Sesi durgun ve soğuktu. “Bitti.”
Bir anda gün ışığına çıktılar. Riley sokağın karşısında iki kalabalık grubun birbirinden ayrı tutularak polis tarafından kontrol edildiklerini gördü. Bir tarafta idamı destekleyen, küfürlü ve müstehcen nefret dolu söylemler yapan insanlar vardı. Anlaşılır biçimde sevinçliydiler. Diğer tarafta kendilerina ait söylemlerle idam cezası karşıtı grup vardı. Bütün gece burada mum ışığında nöbet tutmuşlardı. Bunlar daha boyun eğmiş gibiydiler.
Riley her iki gruba da sempati duymuyordu. Bu insanların burada yalnızca kendileri için toplandıklarını, kendi zevkleri için hakaret edip haklılık sözleriyle ortak bir gösteri yaptıklarını biliyordu. Bunların, acı ve kederleri tamamen gerçek olan insanların arasında, burada olmamaları gerektiğinden yakınıyordu.
Giriş ve kalabalık arasında yakındaki medya minibüsleri ile birlikte bir gazeteci ordusu vardı. Riley aralarına girerken bir kadın elinde mikrofonla ve arkasında bir kameraman olduğu halde ona doğru koştu.
“Ajan Paige? Siz Ajan Paige misiniz?” dedi.
Riley yanıt vermedi. Muhabiri geçmeye çalıştı.
Muhabir inatla yanında kaldı. “Caldwell’in son sözlerinde sizden bahsettiğini duyduk. Yorum yapacak mısınız?”
Diğer muhabirler de yaklaşarak aynı soruyu sordular. Riley dişlerini sıkıp kalabalığı ittirdi. Sonunda onlardan kurtulmuştu.
Arabasına doğru hızla ilerlerken Meredith ve Bill’i düşünmeye başladı. Her ikisi de yeni davada çalışması için ona yalvarıyorlardı. Oysa kendisi onlara bir yanıt vermekten kaçınıyordu.
Neden? diye merak etti.
Muhabirlerden kaçıp kurtulmuştu. Acaba Bill ve Meredith’ten de kaçıp kurtulmuş muydu? Acaba gerçekten kim olduğundan da kaçıp kurtulmuş muydu? Bunların hepsini yapmak zorunda mıydı?
*
Riley evde olmaktan çok memnundu. Sabah şahit olduğu idam görüntüsünün boş hisleriyle doluydu ve Fredericksburg’a kadar geriye araba kullanmak onu yormuştu. Fakat kapıyı açıp evinden içeriye girdiğinde bir şeylerin ters gittiğini hissetmişti.
Ev alışılmadık biçimde sessizdi. April şimdiye kadar okuldan gelmiş olmalıydı. Gabriela neredeydi? Riley mutfağa gitti. Boştu. Masanın üzerinde bir not vardı.
Me voy a la tienda, yazıyordu. Gabriela markete gitmişti.
Riley her yerine yayılan bir panik dalgasıyla sandalyeyi tuttu. Gabriela’nın markete gittiği başka bir zaman April babasının evinden kaçırılmıştı.
Karanlık, bir alevin gözüne ilişmesi.
Riley dönüp merdivenlere koştu.
“April,” diye bağırdı.
Yanıt yoktu.
Riley merdivenlerden yukarıya koşturdu. Yatak odalarında kimse yoktu. Kendi küçük çalışma odasında kimse yoktu.
Aklı kendisine aptalca düşündüğünü söylese de Riley’in kalbi çarpıyordu. Bedeni aklını dinlemiyordu.
Aceleyle aşağıya inip arka verandaya çıktı.
“April,” diye bağırdı.
Ama yan komşunun bahçesinde kimse oynamıyordu ve görünürde çocuklar yoktu.
Bir kez daha bağırmamak için kendisini durdurdu. Komşularının onun tam bir deli olduğunu düşünmelerini istemiyordu. Bu kadar çabuk değil.
Elini cebine götürüp telefonunu çıkardı. April’a mesaj attı.
Yanıt alamadı.
Yeniden içeriye girip kanepeye oturdu. Başını ellerinin arasına aldı.
Yeniden o daracık yerde, karanlıkta pisliğin içinde yatıyordu.
Ama küçük bir ışık ona doğru yaklaşıyordu. Alevlerin arasından adamın acımasız yüzünü görebiliyordu. Ama katilin kendisi için mi yoksa April için mi geldiğini bilmiyordu.
Riley şimdiki gerçeklikteki bu vizyondan sıyrılmak için kendisini zorladı.
Kendi kendine defalarca Peterson öldü, dedi. İkimize de yeniden asla zarar veremeyecek.
Kanepede oturmuş içinde bulunduğu ana ve yere odaklanmaya çalışıyordu. Bugün yeni evinde ve yeni hayatının içindeydi. Gabriela markete gitmişti. April mutlaka yakınlarda bir yerlerdeydi. Nefes alış verişi yavaşlamıştı ama hala ayağa kalkamıyordu. Dışarıya çıkıp tekrar bağırmaktan korkuyordu.
Çok uzun gibi gelen bir süre sonra Riley ön kapının açıldığını duydu.
April şarkı söyleyerek kapıdan içeriye girdi.
Riley şimdi ayağa kalkabilirdi. “Hangi cehennemde kaldın?”
April şok olmuş görünüyordu.
“Senin sorunun ne anne?”
“Nerdeydin? Neden mesajıma yanıt vermedin?”
“Özür dilerim, telefonum sessizde kalmış. Cece’lerdeydim. Evleri hemen yolun karşısında. Okul otobüsünden indikten sonra annesi bize dondurma ikram etti.”
“Nerede olduğunu nasıl bilebilirim?”
“Henüz eve geldiğini bilmiyordum.”
Riley kendi bağırışını duyuyor ama kendisini durduramıyordu. “Ne düşündüğün umurumda bile değil. Düşünmüyordun. Bana daima haber vermelisin…”
Sonunda Riley’in yanaklarından düşen gözyaşları Riley’i durdurdu.
Riley nefesini tutup, kızına doğru koşup ona sarıldı. April’ın bedeni önce sinirden kaskatıydı ama Riley onun giderek gevşediğini hissetti. Ayrıca kendi gözlerinden de yaşlar boşaldığını farketti.
“Özür dilerim,” dedi Riley. “Özür dilerim. Biz o kadar korkunç şeyler yaşadık ki... çok korkunç.”
“Ama hepsi geçti,” dedi April. “Anne, hepsi geçti.”
İkisi birlikte kanepeye oturdular. Taşındıklarında yeni almışlardı bu kanepeyi. Riley onu yeni hayatı için almıştı.
“Geçtiğini biliyorum,” dedi Riley. “Peterson’un öldüğünü biliyorum. Buna alışmaya çalışıyorum.”
“Anne, her şey artık daha iyi. Benim için her dakika endişelenmene gerek yok. Ayrıca küçük ve aptal bir çocuk değilim. On beş yaşındayım.”
“Ve çok akıllısın,” dedi Riley. “Biliyorum. Bunu yalnızca kendime hatırlatmam gerekecek. Seni seviyorum April,” dedi. “Bazen çılgın gibi davranmamın nedeni bu.”
“Ben de seni seviyorum anne,” dedi April. “Sadece çok endişelenmeni istemiyorum.”
Riley kızının yeniden gülümsediğini görünce sevinmişti. April kaçırılmış, esir alınmış ve o alev meşalesiyle tehdit edilmişti. Annesi henüz tam istikrarlı davranmaya başlamadıysa da April tamamen normal bir ergen gibi görünmeye başlamıştı.
Yine de Riley kızının zihninin bir yerlerinde patlamaya hazır bekleyen karanlık anılar olup olmadığını merak etmeden duramıyordu.
Onun için olduğu gibi, kendi korkularından kaynaklanan kabuslar için de birisiyle konuşmaya ihtiyacı olduğunu biliyordu. Bunu en erken zamanda yapacaktı.