Kitabı oku: «CELIL OKER-ÖZEL BASKI-ATES ETME ISTANBUL», sayfa 6

Yazı tipi:

7. BÖLÜM

Çıkınca sola yöneldik. İçeri girenlerin üstünü arayan güvenlik görevlilerine sormanın manası yoktu. Kuyruk olacak kadar çok ziyaretçiden kafalarını kaldırıp dışarı çıkanları görebileceklerinden kuşkuluydum. Dışarı çıktık. İçime dolan sigara arzusunu engelledim. Sağa sola baktım aklıma bir şey gelsin diye.

Geldi. Taksiciler şehrin nabzını tutarlar dedim içimden. Belki de siyah Clio ile gelmemişlerdir diye umdum.

“Bekleyin burada biraz,” dedim arkama dönüp.

Profilo Alışveriş Merkezi’yle Darty arasındaki caddeyi geçtim. Az ileride kuyrukta bekleyen taksilerin en baştakine yöneldim. Sahibi ayakta sigara içiyordu. Beni görünce sürücü koltuğunun koluna uzattı elini. Sigarasını atmadı. İyi ki atmadı dedim içimden.

“Yok tertip,” dedim. “Binmeyeceğim. Bir sorum var ama.”

Tertip lafı çalıştı.

“Buyur amirim,” dedi taksici.

“Son yarım saat, kırk beş dakikada,” dedim. “Şu kapıdan kel bir adam, şöyle kocaman kafalı, bir kadınla çıktı. Gördün mü? Hani belki seninkilerden birine binmişlerdir diye…”

“Tertip”in alnı kırıştı. Yardım alabilecekmiş gibi bir nefes çekti sigarasından.

“Yok amirim görmedim,” dedi. “Görmedim vallaha.”

“Tamam,” dedim. Karar verdim. “Müşteri alma, bekle iki dakika, seninle bir yere gideceğiz.”

Geri döndüm. Profilo’nun girip çıkanı bol kapısının yanında bekleyen Ayla Duman ve İsmet Günaldı’nın yanına döndüm.

“Görmemişler,” dedim. “Ya arabayla geldiler ya da yoldan geçen bir taksiye bindiler.”

“Ne yapacağız şimdi?” dedi Ayla Duman. “Ah Begüm ah!”

Doktor ne söyleyeceğim diye yüzüme baktı.

“Benim atlayıp bir yere gitmem lazım,” dedim. “Bir ihtimal bir şeyler öğrenebileceğim bir yere.”

“Ben de sizinle gelirim,” dedi Ayla Duman. “Bu saatten sonra evde oturamam.”

“Hoş olmayan sahneler görebilirsiniz ama,” dedim. “Belki biraz itiş kakış.”

“Unutmayın, hastanede çalışıyorum,” dedi Ayla Duman.

İsmet Günaldı yüzünü buruşturdu ama memnun gibiydi.

“Siz gidin,” dedi. “Benim uğramam gereken bir iki yer var. Bir gelişme olursa haber verin ama.” Ceketinin cebine vurdu.

“Pekâlâ,” dedim. “Hadi! Memnun oldum İsmet Bey.”

İsmet Günaldı yüzüne yarım bir gülümseme oturttu. Elini uzatmadı ama. Dert etmedim.

Ayla Duman doktora başıyla selam verdi. Doktor caddeyi geçip sıranın en başındaki taksiye yürüdü.

Benim konuştuğum taksici sarı Hyundai’sinin önünde duruyordu. Aracının başında görmeseniz ilkokul sınıf öğretmenliğine atanmayı bekliyor diyebileceğiniz bir görüntüsü vardı. Gece kızınızı emanet etmeye çekinmeyeceğiniz düzgün bir adama benziyordu.

Arka kapıyı açıp Ayla Duman’ın binmesine izin verdim. Elbisesinin uzun eteğini topladı içeri adımını atmadan önce.

“Tamamdır şef,” dedim ben de kızı izlerken.

Çevik bir hareketle yerine geçti öğretmen kılıklı taksici. Motoru çalıştırdı. Aynadan bana baktı.

“Kasımpaşa’ya gidiyoruz,” dedim.

Ayla Duman bana baktı taksi hareket ederken. Yüzünde nereye gittiğini bilen birisinin yanında oturmaktan duyduğu güvene benzer bir gülümseme vardı.

“Sigara içebilir miyim?” dedim taksiciye.

“İç amirim, iç,” dedi.

“Polis değilim ben,” dedim cebimden sigaramı çıkarırken. Ayla Duman’a doğru tuttum paketi. Başını salladı. Taksici sesini çıkarmadı.

Sigaramı yaktım. Yanımdaki pencereyi açtım. İçeri İstanbul’un neye benzeteceğimi o an bilemediğim havası geldi. Dumanı içime çektim.

“Başı belada mı bu kızın?” dedi Ayla Duman.

Saldığım duman giderek hızlanan sarı Hyundai’nin yarattığı hava akımının peşine takıldı, pencereden uçtu.

“Hem de oldukça belada,” dedim. “Galiba…”

Yüzüme baktı.

“Şu sizin Begüm’ün burnu estetikli mi?” dedim.

Ayla Duman gülümsedi. Sonu ameliyat masasında biten maceranın baş kısmını çok iyi biliyormuş gibi.

“Evet,” dedi. “Siz görmediniz ama Begüm’ü, nereden biliyorsunuz?”

“Galiba gördüm ama resmen tanıştırılmadık,” dedim.

Ayla Duman yanında yatan örgü çantasına davrandı. Sırtını bana yarım dönüp içindekileri kurcaladı. Gördüğüm en büyük kadın portföylerinden birini çıkardı.

“Bende bir resmi var,” dedi siyah deri nesneyi kurcalarken.

Bekledim. Bir nefes daha çektim sigaramdan. Ucunda birikmeye niyetlenen külü pencereden silktim.

“İşte,” dedi elindeki kartpostal boyutlarındaki fotoğrafı bana uzatırken.

Kim olduğunu bilemediğim genç adamın yüzünü diğerlerinden önce gördüm.

Yatak odasında sırtüstü zerre kımıldamadan yatan ceset, şimdi ayakta, Ayla Duman’la, atkuyruğunu açmış, neşeyle bize bakan Begüm Kalyon’un arasında halinden oldukça memnun görünüyordu.

Yatarken iki yana açılmış kolları, şimdi iki yandan iki kızın omzuna atılmıştı.

Al başına belayı Remzi Ünal dedim içimden. Galiba bekliyordun böyle bir şeyi biraz da.

“Kim bu adam?” dedim Ayla Duman’a dönüp.

Fotoğraftaki adamı Begüm Kalyon’dan önce sormam şaşırttı kızı. Kaşları yukarı kalktı. Sesinde ince bir değişim oldu.

“Hastaneden bir doktor,” dedi. “İyi çocuktur. Adı Hilmi… Hilmi Akalın.” Yüzüme baktı.

“Uzmanlığı ne?” dedim.

Gözleri yüzümde sabit, cevap verdi.

“Dahiliye,” dedi. “Neden sordunuz Hilmi’yi?”

“Onu da tanıdım,” dedim. “Maalesef!”

Gözlerindeki merak korkuya dönüştü hafiften.

“Ne maalesefi?” dedi.

İşte bir kere daha dedim içimden. Bir kere daha bir insana yakın olduğu başka bir insanla ilgili verilebilecek en kötü haberi vermek üzeresin. Bunu birkaç kez yaptın geçmişte. Mecburen yaptın. Olanlar hiç hoşuna gitmedi.

Sigaramdan bir nefes daha aldım. Sonra attım pencereden. İlkokul öğretmeni kılıklı taksicinin dikkati yoldaydı. Derin bir nefes aldım. Ayla Duman’a döndüm.

“Size kötü bir haber vereceğim,” dedim. “Begüm Hanım’ın başının nasıl bir belada olduğunu siz de anlayacaksınız.”

“Uzatmayın, ne oldu?” dedi Ayla Duman.

“Hilmi Akalın’ı Firdevs Işın’ın evinde gördüm,” dedim. “Tanışamadık maalesef çünkü konuşacak hali yoktu.”

Ayla Duman’ın dudakları titremeye başladı. Bir şey söylemeye çalıştı ama başaramadı. Devam etmekten başka çarem yoktu, devam ettim.

“Zor biliyorum ama sakin olmalısınız,” dedim. “Başınız sağ olsun. Onu bulduğumda maalesef ölmüştü.”

“Nee?” diye bir çığlık attı Ayla Duman. Cevap vermemi gerektirmeyecek cinsten bir çığlıktı.

Verdiğim lanet haberi sindirsin diye bekledim. Başımı hafif öne eğip gözlerimi yüzüne diktim. Yüzündeki bütün kaslar titredi Ayla Duman’ın. Geliyor dedim içimden.

Geldi. Ellerini yüzüne bastırıp ağlamaya başladı. Ağzından ses çıkmıyordu hıçkırıklardan başka. Koyu, yoğun, gerçek bir ağlamaydı. Gördüğüm kimi sahte ölüm ağlamalarına benzemiyordu. Omuzları sanki birisi acımasızca sarsıyormuş gibi hareketliydi. Ayağını taksinin tabanına vurdu iki üç kere.

Biraz daha bekledim. Söylenecek hiçbir söz olmadığını biliyordum. Sustum. Elimi omzuna atıp kendime çeksem mi diye düşündüm, sonra vazgeçtim.

Taksici sağa, öne doğru eğildi. Galiba radyonun altındaki mendil kutusundan, birkaç kat kâğıt çekip bana uzattı. Hiç konuşmadan. Mendilleri aldım. Kucağımda, Ayla Duman’a doğru tuttum.

Hıçkırıklar giderek azalmaya yüz tuttu. Omuzları hâlâ sarsılıyordu ama daha uzun aralıklarla. Kâğıt mendilleri konuşmadan yüzüne doğru kaldırdım. Tek bir hareketle aldı Ayla Duman. Hemen gözlerine götürmedi ama. Avucunda sıktı, yeni bir hıçkırık krizine kapıldı. Hıçkırıklarına direnmeye çalışıyordu ama bunda çok başarılı değildi. Biraz daha bekleyeceğiz dedim içimden.

Sonra ellerini çekti yüzünden. Başını kaldırdı.

Gözünde önceden tespit edemediğim makyajın bir bölümü fazla sulandırılmış suluboya gibi yayılmıştı. Gotik bir görünüme bürünmüştü neredeyse yüzü. Farkındaydı durumun, buruşmuş kâğıt mendilleri gözlerine götürdü. Sildi. Sonra burnuna götürdü kâğıtları.

“Bir sigara verin bana,” dedi kırık sesler çıkararak.

İkiletmedim. Paketimi çıkardım. Titreyen elleriyle bir sigara aldı. Ağzına götürdü. Elinden düşürdü sonra. Kucağından alıp yeniden götürdü ağzına. Bana doğru döndü. Bekledi.

Sigarasını yaktım.

İlkokul öğretmeni kılıklı taksici özenli bir vurguyla konuştu.

“Hanımefendi su isterse bende var,” dedi. “Hiç açılmamış.”

Ayla Duman başını salladı. Sigarasını bütün dünyaya düşmanmış gibi çekti içine. Öksürdü sonra.

İyi dedim içimden. Öksürmesi ağlamasından iyidir.

Açık pencereden dışarı baktım. Mecidiyeköy meydanını geride bırakmış, E-5’e çıkan yan yola girmiştik. İçinde fırtınalar kopan taksi hızlanmıştı. Açık pencereden daha sert vuruyordu şimdi İstanbul rüzgârı. Ayla Duman sessizleşmişti. İki nefes sonra atmıştı sigarasını pencereden. İlkokul öğretmeni kılıklı taksici sessiz bir ciddiyetle kullanıyordu aracını.

Birazdan bir soru sorar dedim içimden.

Yanıltmadı beni. Artık kullanılamaz hale gelmiş kâğıt mendili bir kez daha burnunun altından geçirip bana döndü. Sesi hâlâ çatallıydı ama toparlanmıştı galiba biraz.

“Ne olmuş?” dedi.

Ne olmuş diye ben de kendi kendime sordum içimden. Cesedi Firdevs Işın’ın yatağının üstünde bulmamın Ayla Duman için önemli olup olmadığını düşündüm. Olsa bile giyinikti dedim içimden. Biraz geriden almaya karar verdim.

“Firdevs Işın diye birini tanıyor musun?” dedim. Ölüm haberi vermek sizi yaklaştırıyordu.

Ayla Duman seslenme kipimin değiştiğinin farkında bile olmadı.

“Begüm’ün arkadaşı galiba,” dedi. “Ondan duydum. Hiç tanışmadık.”

“Kızın nerede olduğunu bilip bilmediğini sormak için evine gitmiştim,” dedim. “Ya bilmiyordu ya bana söylemedi. Tam çıkarken eve mafya kılıklı birileri geldi. Begüm’ü sordular. Cevap alamayınca sertleşmeye kalktılar.”

Ayla Duman gözleri deminkinden daha büyük açılmış, bana bakıyordu. Yüzünde Manhattan Medical’i yanlış bacağını kestiler diye dava etmeye hazırlanan birini dinliyormuş gibi bir ifade vardı.

“Ben adamlarla itişip kakışırken, Firdevs hemşire ile eve ilk geldiğimde orada olan ama tanışmadığımız burnu estetikli kız evden savuştular. Ortalık sakinleştiğinde eve bir göz attım.”

“Mafyalara ne oldu?” dedi Ayla Duman.

Ayrıntıya girmedim.

“O sırada sakin sakin oturuyorlardı. Adını şimdi öğrendiğim Hilmi Akalın’ı içerde, yatak odasında buldum.”

Nefesini tuttu ve devam etmemi bekledi Ayla Duman.

“Polisin damlama ihtimali yüzünden çok durmadım orada. Yatağın üzerinde sırtüstü yatıyordu. Gömleğinin üzerinde bir kurşun deliği vardı.”

“Ah!” dedi Ayla Duman. Hâlâ elinde sıktığı mendili ağzına götürdü söylemek istediklerini engellemek istercesine. Giyiniklik meselesini araya iyi sıkıştırdın Remzi Ünal dedim içimden.

“Daha çok oyalanmadım orada,” dedim hikâyenin bittiğini belli eden bir vurguyla.

“Mafyalar?” dedi Ayla Duman.

“Onları saldım,” dedim.

Taksici aynadan gözlerimi aradı galiba.

“İyi ki polis değilmişsin abi. Bir de olsaydın,” dedi. “Hanımefendi, başınız sağ olsun bu arada,” diye ekledi.

İkimiz de ona cevap vermedik. E-5’in trafiğinin izin verdiği hızla gidiyorduk. Birazdan Taksim-Dolapdere-Kasımpaşa çıkışına gelecektik. Bir sigara daha yakmanın zamanı gelmişti. Çıkarıp yaktım.

“Şimdi sıra sende,” dedim.

“Ne?” dedi dalgınlığından sıyrılıp.

“Biraz bahset arkadaşlarından, olan bitenden,” dedim. “Neler olduğunu çıkarabiliriz belki.”

Ayla Duman elindeki kâğıt mendillerden artakalanları ne yapacağını bilemiyormuş gibi salladı. Elimi uzattım. Avucuma bıraktı. Özür dilerim İstanbul deyip pencereden attım. Ayla Duman çantasını karıştırıyordu. Gıcır bir Selpak paketi çıkardı. İçinden bir tane aldı. Gözlerine götürdü.

“Nereye gidiyoruz?” dedi elini indirdiğinde. Hastanede konuştuğum Ayla Duman geri gelmiş gibiydi sanki.

“Evi basan adamlardan öğrendiğim bir kahve var Kasımpaşa’da,” dedim. “Belki bir şeyler çıkarırız oradan. Siz Hilmi Akalın’dan söz edin biraz.”

“Merak ediyorsanız baştan söyleyeyim,” dedi Ayla Duman. “Hilmi sevgilim değildi.”

İyi başladık dedim içimden. Sevgilin var mı peki diye sormayı aklıma getirmedim. Bana neydi.

“Üçümüz arkadaştık,” dedi Ayla Duman. “Begüm, Doktor Kemal’le olan durumundan hiç bahsetmediği için Hilmi’ye aralarında bir şey olabilir diye geçirirdim içimden. Olsa isterdim belki de.”

“Belki de vardı,” dedim.

Ayla Duman başıyla itiraz etti.

“Hiç sanmam,” dedi. “Begüm öyle iki erkeği birden idare edecek bir kız değildir. Hem olsa anlardım.”

“Kemal Arsan’ı anlamadın ama,” dedim.

Başını onaylayarak salladı.

“Onu da anlamıyorum zaten,” dedi. “Neden sakladı ilişkilerini? Neden sakladılar?”

“Kemal Arsan işyerinde bu gibi durumlara sıcak bakmadıklarını söyledi bana,” dedim.

Hayretle yüzüme baktı bu kez.

“Bunu da ilk kez duyuyorum,” dedi. “Kim ne karışırmış kimin kiminle ilişkisine. Tam tersi bir sürü örnek var hastanede.”

Hiç şaşmaz dedim içimden. Hiç şaşmaz. Bir işin peşindeyken, kiminle konuşsan yarısından fazlası yalan söyler. Buna müşterilerin de dahildir. Belki de sana bu yalanlar için para veriyorlardır.

“Pekâlâ,” dedim. “Devam.”

“Ne devamı?” dedi Ayla Duman. “İşte öyle. Çalışıyorduk. Arada bir yerlere gidip eğleniyorduk. Öyle…”

“Son zamanlarda tuhaf bir şeyler olmadı mı?” dedim. “Normalde olmayan şeyler. Şaşırtıcı.”

Ayla Duman kaşlarını çatarak düşündü. Ona biraz zaman vermek için pencereden baktım. Rakipleri bir hastanenin önünden geçiyorduk. Oraya yönelen yan yolun üzerinde otomobil kuyruğu vardı.

“Yok,” dedi sonra. “Aklıma bir şey gelmiyor.” Duraladı. Söyleyeceği şeyden pek emin değilmiş gibi konuştu sonra.

“Bir tek Begüm biraz fazla para harcıyormuş gibi gelmişti bana son zamanlarda,” dedi. “Ne bileyim, bir sürü kıyafet, iPhone, şu bu. Belki de yanılıyorum.”

“Sormadın mı?” dedim.

“Hayır,” dedi. “Üstüme vazife değildi. Hayata sarılması biraz da hoşuma gidiyordu. Zaten hep…”

Sonra sustu.

“Sen ondan çok mu kazanıyorsun?” dedim.

Elini örgü çantasının üzerinde gezdirdi.

“Aslında evet,” dedi. “Bunu dert ediyor mu diye merak ederdim hep. Etrafında doktorlar falan… Tabii, doğal onların çok kazanması. Ama yine de… Kendine yeni bir şey aldığında sevinirdim doğrusu.”

“Başının, ne bileyim, bir tür belada olduğuna ilişkin bir işaret?” dedim.

Hayır anlamında başını şiddetle salladı Ayla Duman.

“Yok, yok, hiç,” dedi. “Size de söyledim. Ortalıktan kaybolmasını sorduğunuzda. Anormal bir şey olduğundan hiç şüphelenmedim. Sık sık yapardı. Hepimiz yaparız. Öyle mafya tipli adamlar, Hilmi’nin…”

Lafını tamamlamadı. Elindeki mendili gözlerine götürdü. Sonra ağzına. Silmedi ama.

Lafı değiştirmek gereği hissettim.

“Doktor İsmet,” dedim. “Nasıl biri?”

Soruma hemen cevap vermedi. Pencereden dışarı baktı. Piyalepaşa Bulvarı’ndan aşağı iniyorduk. Solumuzda mezarlık, sağımızdan İstanbul’u çirkinleştiren mimari örnekleri akıyordu. Biraz ileride eski bir cami gelecekti. Bak onu severdim.

“Bilmem,” dedi.

“Biliyorsun galiba,” dedim.

“Aslında zararsız biri,” dedi. “Yöneticilikle doktorluğu karıştırıyor hep bence.”

Biraz daha zorlamaya karar verdim.

“Begüm’ü aramaya, bak kalktı geldi seninle,” dedim.

“Benimle gelmesinin birinci nedeni Begüm’ü merak etmesi mi sanıyorsunuz?” dedi Ayla Duman.

Geliyor dedim içimden.

“Nasıl yani?” dedim arkasından gelecekleri az çok tahmin ederek.

Ayla Duman ilkokul öğretmeni kılıklı taksi sürücünün ensesine baktı. Adamın verdiği kâğıt mendilleri ve su önerisini hatırlayınca duymasında sakınca olmadığına karar verdi belki.

“Günahını almayayım ama,” dedi sesini biraz alçaltarak. “Begüm’ün başına ne geldiğini merak etmekten çok benimle zaman geçirmek için geldi sanıyorum.”

“Evli değil mi?”

“Evli ama bazı erkekleri durdurmaz bu,” dedi Ayla Duman.

Haklı dedim kendi kendime.

“Ne zamandan beri, durum böyle?”

“Epeydir. Daha doğrusu, erkek arkadaşımdan ayrıldığımdan beri esas olarak. Bakmalar, peşimde dolaşmalar, küçük kayırmalar…”

“Açık açık belirtmedi ama,” dedim.

“Ona bunu yapacak cesareti verdiğimi mi sanıyorsunuz?” dedi Ayla Duman cevap yerine.

“Anladım,” dedim. Ayrıldığı erkek arkadaşının kim olduğunu sorsam mı dedim içimden, sonra vazgeçtim. Soracak başka bir şeyler aradım. Bulamadım. Beklediğimden uzun sürdü galiba düşünmem. Sağdaki ikinci el otomobil satış alanında yeni sahiplerini bekleyen araçlar, akşam saatlerinde Fatih Sultan Mehmet Köprüsü gişelerinde bekleşiyor gibiydi. Taksinin sürücüsü başını hafifçe bize doğru çevirerek yardımıma koştu.

“Sayın abim,” dedi. “Hani kızmazsan bir şey söyleyeceğim. Polis sandım seni, değilim dedin. Okey! Cinayet falan durumları. Polise bildirmen gerekmiyor mu? O dallara basmadın hiç. Aklım karıştı biraz.”

Haklıydı. Ayla Duman yüzüme baktı. Cevabımı gerçekten merak ediyor gibiydi. Başka zaman olsa bu soru için taksiciye kızardım. Kızmadım. Nedenlerim vardı.

“Bak onda haklısın,” dedim. Taksici beni daha iyi dinlemek için hızını bir kıl azalttı. Devamının geleceğini biliyordu sanki. Ayla Duman’ın gözleri hâlâ yüzümdeydi.

“Polis değilim, o doğru,” dedim. “Ortalıkta özel dedektif diye dolaşanlardan biriyim ben üzerine afiyet. Polise yardım edeyim, katiller matiller yakalayayım diye bir derdim yok. Polisler maşallah kendi başlarının çaresine bakar. Yarın, olmadı öbür gün okursun.”

“Suça şahit olup bildirmemek de suç değil mi canım abim?” dedi taksici.

“Olabilir,” dedim.

“Eee, o zaman?”

“Benim orada bulunduğumu bilmezlerse sorun olmaz,” dedim. “Sen bizi indirir indirmez ıslık çalmazsan tabii.”

“Estağfurullah!” dedi. “O nasıl söz!”

“O zaman mesele yok sayılır,” dedim. “Polisin yolu ayrı, benim yolum ayrı. Onlar katili bulsun, ben katil olmayanları.”

“Kıyaksın canım abim,” dedi taksici.

Ayla Duman yüzünde hafif, çok hafif bir gülümseme, başını çevirdi. Piyalepaşa Bulvarı’nın sonuna gelmiştik. Benzin istasyonunun yanından devam ettik. Yol tıkalıydı. Ağır ağırdan daha ağır bir hızla ilerlemeye çalıştık. Kimse konuşmadı. Dışarıdan bakılınca İstanbul olup olmadığı belli olmayan bir mahallede ilerliyorduk. Sağda solda küçük esnaf dükkânları ve onları doyuracak başka esnaf dükkânları vardı. Kasımpaşa sınırlarına girdiğinizi caddeye boydan boya asılmış lacivert ağırlıklı flamalardan anlıyordunuz.

Önce bir ekmek fırını gördüm. Odun ekmeği ürettiklerini müjdeliyordu tabelası. Vitrininde sıra sıra dizilmiş ekmeklerin yanında başka iştah açacak unlu yiyecekler vardı. Yanında kıraathane yoktu ama.

Biraz daha ilerledik. Ayla Duman ve taksici nereyi aradığımızı biliyor gibi dikkatle bakıyorlardı biri sağa, biri sola. Sesimi çıkarmadığım için devam etti taksici. Devam edebildiğince. Trafik ne duruyor ne yürüyordu. İstanbul işte.

İkinci ekmek fırınını biraz sonra gördüm. Yavaşla dememe gerek yoktu. Önünde müşteri kuyruğu, yanında kahve yoktu bunun da.

Yol biraz açılır gibi oldu. Mecburen hızlandık. Otomobiller kamyonetler birbirlerine daha çok korna çalar oldu. Devam ettik.

Şimdi iki yana daha dikkatli bakıyordum. Aradığım kahveyi görmedim. İlerledik. Caddenin sonunda İstanbul’da olduğumuzu hissettiren meydana gelmiştik artık. Sağda gürgene benzettiğim gövdesinin alt yarısı kireçlenmiş ağaçların arkasında bir kahve vardı ama aradığım olduğundan şüpheliydim. Küçük verandasına atılmış masalarda daha çok emekli kılıklı adamlar oturuyordu.

“Eee, şimdi ne olacak?” dedi adamım taksici.

“Sağa yanaş,” dedim.

İstanbul’da aradığın yeri bulamayınca birisine sormak da cesaret ister. Terslemezler ama gönülsüz cevap verirler. Kahveden içeri girdim. Elindeki çayları görmezden gelip yolunu kestiğim yelekli kahveci, ne işin var orada der gibi baktı Şarkışla Kıraathanesi’ni sorduğumda.

Tetik Osman ve avenesini arıyorum demedim elbette.

Geldiğimiz yolun üzerinde sapmamız gereken sokağı tarif etti. Döndükten sonra yüz metre kadar ilerideydi. Eyvallahı çakıp çıktım.

Taksiye atladım. Söylediğim üzere soldan Şişhane/ Karaköy/Aksaray tabelasının işaret ettiği yöne döndük. “Askeri Bölge Girilmez Fotoğraf Çekilmez Verbotten” levhasının koruduğu bahçeyi sağımıza alarak ilerledik. Trafik ışıklarında yeşil denk geldi, geçtik. İlerideki cep geri dönmemize olanak sağlıyordu. Döndük.

Dolapdere yönüne doğru geri gidiyorduk şimdi. Aldığım tarif netti, kaçırmam imkânsızdı. Kaçırmadım da.

“Buradan sağa,” dedim yelekli kahvecinin tarifine uyarak. Dar, park etmiş araçlar yüzünden daha da daralan sokağın içinde ilerledik. Uzaktan gördüm fırını da kahveyi de.

“İlerle, park edecek bir yer bul,” dedim öğretmen kılıklı taksicimize.

Yanından geçerken kahveye dikkatle baktım. Kapısının üstünde iki otomobil plakası büyüklüğünde bir tenekeye elyazısıyla yazılmış bir levhası vardı. Kaldırıma konmuş eski usul sandalye boştu. İçeride birtakım masalarda oturan adamların bacaklarını görebildim yalnızca. Fırın dikkate değmezdi.

Taksici biraz ilerideki iki Kartal’ın arasındaki boşluğa girdi. Dönüp bana baktı.

“Ben inince ilerden bir yerden dönüp caddeye ver ağzını,” dedim. “Belki hızla ayrılmamız gerekir buralardan.”

Ayla Duman’a döndüm.

“İkiniz bekleyin arabada,” dedim. “Ben gidip bir iki soru sorayım.”

Ayla Duman’ın gözlerinden bir endişe bulutu gelip geçti. Başını salladı sonra. Arabadan indim. Kahveye doğru yürüdüm.

Kaldırımlarda kimsecikler yoktu. Anacaddenin cıvıltısı yüz metre içeri girince yerini sanki ürkek bir sessizliğe bırakmıştı. Çöp konteynerinden çöp konteynerine koşuşturan kediler bile görmedim.

Şarkışla Kıraathanesi’nin kapısı kapalıydı. İtince kolayca açılıverdi ama. İçerideki alacakaranlığa gözüm alışsın diye üç dört saniye bekledim. Bu karanlıkta nasıl okey oynuyorlar diye düşündüm.

Okey ya da başka bir oyun oynamıyordu kimse. Sokağa bakan camların önündeki masalar boştu. Köşedeki çay ocağının yanında ve ona çapraz iki masada ikişerden altı kişi oturuyordu. Hepsi de sırtlarını duvara vermişlerdi. Cama en yakın masada oturanların önünde yarılanmış iki çay vardı.

Aralarında tanıdığım yoktu. Türk filmlerindeki kötü adamlara benziyordu altısı da. Abartılı bıyıklar, en azından on senedir aynı modelde kesilmiş favoriler, yıllardan ne kadar artakalmışsa kirli saçlar. Ceketler. İlle de ceketler.

Tezgâhının arkasında bardak yıkayan kahveci gençti bak. Kahvenin ikinci, belki de üçüncü kuşak sahibi gibi duruyordu. Üzerinde çakma bir Abercrombie&Fitch sweat-shirt, ayaklarında Converse’e benzeyen bir ayakkabı vardı. Blucin pantolonunun markasını kestiremedim. Kafasının iki yanındaki saçları kısacık kesilmiş, tepeden yukarıya doğru yükselen bir ibik şekillendirilmişti.

Ona doğru ilerledim. Bir orta kahve söyleyecek halim olmadığı apaçıktı. Yine de yadırgamayan bakışlarla baktı bana ve konuşmamı bekledi.

“Kolay gelsin usta,” dedim.

Başını söylediğimi anlayışla karşılıyormuş gibi salladı. Devam etmemi istiyordu. Onu kırmadım.

“Buralarda olur dedilerdi bana,” dedim. “Tetik Osman’ı arıyordum. Gözüktü mü bugün hiç?”

Kahveci cevap vermek yerine masalarda oturanlara baktı. Daha doğrusu köşe masada diğerlerinin arasında daha bir heyheyli oturan iki kasketliye. Elbette beni dinliyorlardı. Daha yaşlı gibi duranı konuştu.

“Hayırdır beyim, kim arıyor?” dedi.

Ücretsiz ön izlemeyi tamamladınız.

Türler ve etiketler

Yaş sınırı:
0+
Litres'teki yayın tarihi:
27 mayıs 2024
ISBN:
9789752126459
Telif hakkı:
Автор
İndirme biçimi:
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 5, 2 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 4,5, 2 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 4, 2 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 5, 1 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre