Sadece LitRes`te okuyun

Kitap dosya olarak indirilemez ancak uygulamamız üzerinden veya online olarak web sitemizden okunabilir.

Kitabı oku: «Mister Pickwick'in Maceraları II. Cilt», sayfa 2

Yazı tipi:

Otuzuncu Bölüm
Pickwickçilerin Nasıl Serbest Meslek Erbabı Bir Çift Gençle Tanışıp Yakınlık Kurdukları, Buzla Nasıl Oyalandıkları ve Ziyaretlerin Nasıl Sonuca Ulaştığıyla İlgili Bölüm

“Söyle bakalım Sam.” dedi Mr. Pickwick, çok sevdiği hizmetkârı Noel sabahı elinde ılık suyla yatak odasına girerken. “Hava hâlâ buz gibi mi?”

“Su kabındaki su donmuştu, size öyle diyeyim.” diye yanıt verdi Sam.

“Hava kötü Sam.” diye yorumda bulundu Mr. Pickwick.

“Sıkı giyinenler için hava hoş, aynı kutup ayısının kaymayı öğrenirken kendi kendine dediği gibi.” diye yanıtladı Mr. Weller.

“On dakika içinde inerim, Sam.” dedi Mr. Pickwick uyku takkesinin bağını çözerken.

“Pekâlâ, efendim.” diye yanıtladı Sam. “Aşağıda iki kesgeç var.”

“İki ne var?” diye bağırdı Mr. Pickwick, yatakta doğrularak.

“İki kesgeç.” dedi Sam.

“Kesgeç de ne demek?” diye sordu Mr. Pickwick, sözü geçen şeyin canlı bir hayvan mı yoksa yenilecek bir şey mi olduğundan emin olmayarak.

“Ne! Kesgeç nedir bilmiyor musunuz, efendim?” diye sordu Mr. Weller. “Ben herkesin kesgeç demenin, cerrah demek olduğunu bildiğini sanırdım.”

“Ah, cerrah mı gelmiş?” dedi Mr. Pickwick gülümseyerek.

“Aynen öyle, efendim.” diye yanıtladı Sam. “Yalnız bu aşağıdakiler safkan değil, daha çıraklar.”

“Yani bir diğer deyişle tıp öğrencileri sanırım, değil mi?” dedi Mr. Pickwick.

Sam Weller onaylar biçimde başını salladı.

“Memnun oldum.” dedi Mr. Pickwick, uyku takkesini enerjik biçimde yatak örtüsünün arasına yerleştirerek. “Onlar hoş insanlardır, gerçekten hoş insanlardır. Muhakemeleri gözlem ve derin düşünceyle, zevkleri de okuma ve çalışmayla rafine hâle gelmiştir. Çok memnun oldum.”

“Mutfaktaki ocağın başında puro tüttürüyorlar.” dedi Sam.

“Ah!” dedi Mr. Pickwick ellerini ovuşturarak. “Hoş hisler ve heyecanlı bir ruh hâliyle yaşıyorlar demek. Tam da görmek istediğim şey.”

“Birinin de…” dedi Sam, efendisinin lafı bölmesini fark etmeyerek. “Birinin de bacakları masada ve sek brendi içiyor. Öbürüyse, yani gözlüklü olan, almış bacaklarının arasına bir fıçı istiridye, makine gibi yiyor ve yediklerini de şöminenin köşesinde uyuyakalmış küçük ödem yığınına atıyor. “

“Dehalara özgü eksantriklikler.” dedi Mr. Pickwick. “Çekilebilirsin.”

Sam söylenileni yaptı. Mr. Pickwick de on beş dakika içinde kahvaltıya indi.

“Sonunda geldi!” dedi yaşlı Wardle. “Pickwick, bu Miss Allen’ın abisi, Mr. Benjamin Allen. Biz ona Ben diyoruz, istersen sen de öyle diyebilirsin. Bu da onun değerli arkadaşı Mr…”

“Mr. Bob Sawyer.” diye lafa girdi Mr. Benjamin Allen, bunun üzerine Mr. Bob Sawyer ve Mr. Bejamin Allen aynı anda güldüler.

Mr. Pickwick, Bob Sawyer’a selam verdi ve Bob Sawyer da Mr. Pickwick’in selamına karşılık verdi. Bob ve yakın arkadaşı daha sonra önlerindeki yiyecekleri mideye gömmeye koyuldular ve böylece Mr. Pickwick’in ikisine de bakma fırsatı oldu.

Mr. Benjamin Allen; siyah saçı biraz kısa kesilmiş ve beyaz yüzü de biraz uzun yaratılmış, kaba saba, tıknaz, kalın yapılı bir genç adamdı. Gözlük ve beyaz bir yakalık takıyordu. Çenesine kadar iliklenmiş tek sıra düğmeli paltosunun altında görülebilen sıradan sayıda siyah beyaz renkte bacaklar pek de güzel bir biçimde cilalanmamış olan botlara kadar devam ediyordu. Paltosunun kolları kısa olsa da altında herhangi bir gömlek kolu görünmüyordu ve göğsü, bir gömleğin varlığından söz etmeye yetecek oranda açıkta olsa da bunu herhangi bir kumaş uzantısıyla desteklemek mümkün değildi. Genel anlamda özensiz bir görünümü vardı ve her yana tam gövdeli Küba purosu kokusu yayıyordu.

Üzerinde pardösü de palto da olmasa da ikisinin de doğası ve özelliklerinden nasibini almış bir tür kalın, mavi ceket olan Mr. Bob Sawyer’ın bir tür mendebur şıklığı ve fiyakalı bir hâli vardı. Bu gündüzleri sokaklarda puro tüttürüp geceleri bağırıp çağıran, garsonlara ilk isimleriyle hitap eden ve eşit derecede yersiz pek çok şey yapan birine has bir varoluş hâliydi. Üstünde ekoseli bir pantolonla, geniş, eski püskü ve çift sıra düğmeli bir yelek vardı. Dışarıdayken yanında, üstünde büyük bir topacı olan kalın bir baston taşıma âdeti bulundururdu. Eldiven giymekten kaçınıyordu ve genel anlamda sefil bir Robinson Crusoe gibi görünüyordu.

Mr. Pickwick Noel sabahı kahvaltı masasına otururken işte böylesine değerli kimselerle tanıştırılmıştı.

“Çok hoş bir sabah beyler.” dedi Mr. Pickwick.

Mr. Bob Sawyer bu cümleye karşılık başını belli belirsiz salladı ve Mr. Benjamin Allen’dan hardalı istedi.

“Bu sabah çok yol geldiniz mi beyler?” diye sordu Mr. Pickwick.

“Muggleton’daki Mavi Aslan’dan.” diye kısaca yanıt verdi Mr. Allen.

“Geçen gece bize katılsaydınız keşke.” dedi Mr. Pickwick.

“Keşke.” diye yanıtladı Bob Sawyer. “Ama brendi de bırakılacak gibi değildi, öyle değil mi Ben?”

“Kesinlikle.” dedi Mr. Benjamin Allen. “Purolar da hiç fena değildi, hele domuz pirzolaları bayağı iyiydi, öyle değil mi Bob?”

“Kesinlikle öyle.” dedi Bob. Yakın arkadaşlar sanki dün geceki yemeği anımsamak, yemeğe dair arzularını artırmış gibi kahvaltıya öncekinden daha da özgürce saldırmaya başladılar.

“Götür, Bob.” dedi Mr. Allen, dostuna cesaretlendirici bir tonda.

“Öyle yapıyorum zaten.” diye yanıtladı Bob Sawyer. Arkadaşına ayıp olmasın diye kendini iyice kaptırdı.

“Organları parçalara ayırmak kadar insanın iştahını açan bir şey daha yok.” dedi Mr. Bob Sawyer masayı incelerken.

Mr. Pickwick biraz ürperdi.

“Bu arada, Bob.” dedi Mr. Allen. “O bacakla işin bitti mi?”

“Neredeyse.” diye yanıtladı Sawyer, konuşurken bir yandan bir bıldırcının yarısını yerken.

“Bir çocuk için fazla kaslı. Öyle değil mi?” dedi Mr. Allen umursamaz bir edayla.

“Çok.” dedi Bob Sawyer, ağzı dolu hâlde.

“Senin orada bir kol için sıraya girdim.” dedi Mr. Allen. “Şimdi o konuyu işliyoruz ve liste neredeyse doldu. Yalnız kafa isteyen kimse yok. Sen alsan iyi olur.”

“Olmaz.” diye yanıtladı Bob Sawyer. “Pahalı zevklere ayıracak bütçem yok.”

“Hadi ordan!” dedi Allen.

“Gerçekten ayıramam.” diye yineledi Bob Sawyer. “Beyin desen neyse ama bütün bi kafayla işim olmaz.”

“Şşş, şşş beyler lütfen sessiz olun.” dedi Mr. Pickwick. “Hanımların sesini duydum.”

Mr. Pickwick lafını bitirmemişti ki Snodgrass, Winkle ve Tupman tarafından nazikçe eşlik edilen hanımlar sabah yürüyüşünden döndüler.

“Vay, Ben!” dedi Arabella, kardeşini görünce keyiften çok şaşkınlık dolu bir tonla.

“Yarın seni eve götürmeye geldim.” diye yanıtladı Benjamin.

Mr. Winkle’ın beti benzi attı.

“Bob Sawyer’ı görmüyor musun, Arabella?” diye sordu Mr. Benjamin Allen, ayıplar gibi bir edayla. Arabella, Bob Sawyer’ın varlığını fark ettiğini belli ederek elini zarifçe uzattı. Bob Sawyer sunulan eli somut biçimde sıkarken Mr. Winkle’ın kalbine bir nefret kılıcı saplandı.

“Ben, canım!” dedi Arabella, yüzü kızararak. “Seni, seni Mr. Winkle’la tanıştırdılar mı?”

“Henüz değil ancak kendisiyle tanışmaktan büyük mutluluk duyarım Arabella.” diye yanıtladı abisi ciddiyetle. Bu noktada Mr. Allen, Mr. Winkle’a sevimsiz bir edayla selam verirken Mr. Winkle ve Mr. Bob Sawyer da gözlerinin ucuyla birbirlerine karşı besledikleri ortak nefreti belli ettiler.

İki yeni ziyaretçinin gelmesi ve bunun sonucunda Mr. Winkle ve botlarında kürk olan hanımefendinin üstüne dikilen gözler, Mr. Pickwick ve ev sahibinin güler yüzlülüğü olmamış olsa ekibin neşesinde büyük bir kesintiye sebep olurdu ancak Mr. Winkle yavaş yavaş kendini Mr. Benjamin Allen’a sevdirdi, hatta brendi ve kahvaltıdan dolayı neşesini bulmuş, yavaş yavaş aşırı şakacı bir ruh hâline bürünmüş ve istiridye bıçağı ve çeyrek somun ekmeğin yardımıyla bir beyefendinin kafasından alınan tümörün hikâyesini orada bulunan herkesi keyiflendirecek şekilde neşeyle ve sevimlilikle anlatan Mr. Bob Sawyer’la dostane bir sohbete bile girişti. Sonra cümbür cemaat kiliseye doğru yola konuldu. Mr. Benjamin Allen anında uyuyakaldı ve Mr. Bob Sawyer da adını on santimlik yer kaplayan iri harflerle kilise sırasına kazıma yöntemiyle düşüncelerini dünyevi konulardan uzaklaştırdı.

“Pekâlâ.” dedi Wardle, acı bira ve vişne likörü gibi hoş detayları barındıran ve layığıyla tüketilmiş olan güzel bir öğle yemeğinden sonra. “Bir saati buz üstünde geçirmeye ne dersiniz? Epey boş zamanımız var.”

“Harika!” dedi Mr. Benjamin Allen.

“Muhteşem!” diye bağırdı Mr. Bob Sawyer.

“Elbette ki kayıyorsunuzdur, Winkle?” dedi Wardle.

“Ev-evet, ah, evet.” diye yanıtladı Mr. Winkle. “Ama ama epey idmansızım.”

“Ah, lütfen kayın, Mr. Winkle.” dedi Arabella. “Görmeyi çok isterim.”

“Ah, çok kibar bir spor.” dedi başka bir genç hanım. Üçüncü bir hanım bunun çok asil bir spor olduğunu belirtirken dördüncüsü de kuğulara yönelik olduğuna dair fikrini belirtti.

“Eminim çok mutlu olurdum.” dedi Mr. Winkle kızararak. “Ama patenim yok.”

Bu itiraza anında karşı gelindi. Trundle’ın iki çift pateni vardı ve şişman oğlan da aşığıda yarım düzine kadar yedek paten olduğunu duyurdu. Mr. Winkle bunlara karşılık hoşnutluğunu belli etse de müthiş derecede rahatsız görünüyordu.

Yaşlı Wardle herkesi epey büyük bir buzluk alana götürdü. Şişman oğlan ve Mr. Weller gece yağan karı küreyince Mr. Bob Sawyer; patenlerini Mr. Winkle için müthiş biçimde, olağanüstü görünen bir maharetle ayağına geçirdi ve nefes almak için bile durmadan sol bacağı üstünde daireler ve sekizli figürler ve daha pek çok nefes kesici şekil çizerek Mr. Pickwick, Mr. Tupman ve hanımların gönlünü fethetti. Yaşlı Wardle ve Benjamin Allen da az önce sözü geçen Bob Sawyer’ın yardımlarıyla İskoçlara özgü bir dans olduğunu söyledikleri benzer derecede büyüleyici hareketleri icra edince herkesin coşkusu doruğa çıktı.

Bütün bunlar olurken Mr. Winkle soğuktan morarmış yüzü ve elleriyle patenlerini ters biçimde ayaklarına geçirmeye çalışıyor, bu süreçte ipleri karman çorman yapıyordu. Yardımcısı paten konusunda bir Hintli’den daha az bilgiye sahip olan Mr. Snodgrass’tı. Ancak en sonunda Mr. Weller’ın yardımıyla patenlerin demirleri sıkıca monte edildi, patenin ipleri bağlandı ve Mr. Winkle ayağa kaldırıldı.

“Oldu işte efendim.” dedi Sam cesaretlendirici bir ses tonuyla. “Haydi gidin de onlara paten nasıl kayılırmış gösterin.”

“Dur Sam, dur!” dedi Mr. Winkle dehşet biçimde titreyerek ve Sam’in koluna boğulmakta olan bir adam gibi yapışarak. “Ne kadar da kayganmış, Sam!”

“Buz söz konusu olunca bu pek de alışılmadık bir durum değildir efendim.” diye yanıtladı Mr. Weller. “Aman efendim, ne yapıyorsunuz?”

Mr. Weller’ın bu son sözü Mr. Winkle’ın o anda ayağını havaya kaldırıp başını da buza geçirmeye yönelik çılgın arzusundan kaynaklanmaktaydı.

“Bunlar, bunlar çok tuhaf patenler, öyle değil mi Sam?” diye sordu Mr. Winkle yalpalayarak.

“Korkarım tuhaf olan onları giyen beyefendi, efendim.” diye yanıtladı Sam.

“Hadi ama Winkle.” diye bağırdı bir sorun olduğundan haberi olmayan Mr. Pickwick. “Gel hadi, hanımlar beklemekten helak oldular.”

“Evet, evet.” diye yanıtladı Mr. Winkle korkunç bir gülümsemeyle. “Geliyorum.”

“Zaten başlamak üzereydi.” dedi Sam, kendini bu durumdan kurtarma çabasıyla. “Haydi efendim, başlayıverin!”

“Biraz dur, Sam.” dedi Mr. Winkle, sevgi dolu bir edayla Mr. Weller’a tutunarak. “Şimdi aklıma geldi de evde artık kullanmadığım birkaç palto var, Sam. Senin olabilirler, Sam.”

“Teşekkür ederim, efendim.” diye yanıtladı Mr. Weller.

“Şapkana dokunmayasın Sam.” dedi Mr. Winkle aceleyle. “Bunu yapmak için elini çekmen gerekir. Bu sabah Noel vesilesiyle sana beş şilin verme niyetim vardı, Sam. Akşamüstü veririm, Sam.”

“Çok iyisiniz, efendim.” diye yanıtladı Mr. Weller.

“Beni ilk başta tutsan Sam, olur mu?” dedi Mr. Winkle. “Al bak, oldu işte. Zaten birazdan alışırım Sam. Acele etme Sam, acele etme.”

Mr. Winkle, neredeyse ikiye katlanmış vaziyette çok tuhaf ve hiç de kuğumsu olmayan bir hâlde Mr. Weller’ın yardımıyla buzda ilerlemeye çalışıyordu ki Mr. Pickwick olaylardan habersiz karşı taraftan bağırdı:

“Sam!”

“Efendim?”

“Buraya gel. Lazımsın.”

“Bırakın, efendim.” dedi Sam. “Efendimin çağırdığını görmüyor musunuz? Bırakın efendim.”

Mr. Weller müthiş bir çabayla acılı Pickwickçinin elinden kendini kurtardı ve bunu yaparken de mutsuz Mr. Winkle’a epey itiş gücü uyguladı. Hiçbir maharet ya da alıştırmanın sağlayamayacağı bir doğrulukla zavallı beyefendi, tam Mr. Bob Sawyer görülmemiş güzellikte bir dönüş sergilendiği sırada ekibin arasına daldığı gibi hızla sözü geçen beye çarpmasıyla birlikte ikisi de yere çakıldı. Mr. Pickwick olayın olduğu yere koştu. Bob Sawyer ayağa kalkmış olsa da Mr. Winkle ayağında patenlerle böyle bir şeye girişmeyecek kadar akıllıydı. Buzun üstüne oturmuş, zorla gülümsemeye çalışıyor ancak ızdırap yüzünün her bir çizgisinden okunuyordu.

“Canın acıdı mı?” diye sordu Mr. Benjamin Allen müthiş biçimde endişelenerek.

“Pek değil.” dedi Mr. Winkle sırtını eliyle epey kuvvetle ovarak.

“Sizi kanatmamıza izin verseniz iyi olurdu.” dedi Mr. Benjamin büyük bir ilgiyle.

“Hayır, teşekkür ederim.” diye yanıtladı Mr. Winkle alelacele.

“Gerçekten de izin verseniz iyi edersiniz.” dedi Allen.

“Teşekkür ederim.” diye yanıtladı Mr. Winkle. “Olmasa daha iyi olur.”

“Siz ne dersiniz Mr. Pickwick?” diye sordu Bob Sawyer.

Mr. Pickwick heyecanlı ve öfkeliydi. Mr. Weller’a işaret etti ve ciddi bir ses tonuyla, “Patenlerinizi çıkarın.” dedi.

“Hayır ama cidden daha başlamamıştım bile.” diye itiraz etti Mr. Winkle.

“Patenlerinizi çıkarın.” diye tekrarladı Mr. Pickwick sert bir biçimde.

Bu emre karşı çıkmak olmazdı. Mr. Winkle sessizlik içinde Sam’in emre boyun eğmesine izin verdi.

“Kaldır onu.” dedi Mr. Pickwick. Sam kalkmasına yardım etti.

Mr. Pickwick durup bekleyenlerden birkaç adım uzaklaştı ve arkadaşına yanına gelmesini işaret ederek cevap bekleyen bakışlarını üzerine dikip alçak ancak belirgin ve vurgulu bir sesle şu kayda değer sözleri etti:

“Siz bir palavracısınız.”

“Neyim?” dedi Mr. Winkle afallayarak.

“Bir palavracı, beyefendi. İsterseniz daha açık konuşabilirim. Siz bir sahtekârsınız beyefendi.”

Bu sözlerle birlikte Mr. Pickwick yavaşça topuklarının üzerinde döndü ve arkadaşlarına katıldı.

Mr. Pickwick az önce gerçekleşenleri anlatmak üzereyken Mr. Weller ve şişman oğlan kendi çabalarıyla bir kaykay yapmış ve epey uzmanlık ve zekâ içeren bir yöntemle kendilerince eğlenmektelerdi. Özellikle de Sam Weller stilli kayma denilen, şimdilerde “ayakkabı tamircisinin kapısını tıklatma” diye adlandırılan ve tek bir ayak üstünde kayarak ve ara sıra diğer ayakla da postacı vuruşu yaparak gerçekleştirilen o stili icra etmekteydi. Bu güzel ve uzun bir kayıştı ve olduğu yerde durmaktan çok üşümüş olan Mr. Pickwick, işin devinimini kıskanmadan edemiyordu.

“İnsanın içini ısıtan bir antrenmana benziyor, değil mi?” diye sordu Wardle’a ve sözü geçen beyefendi bacaklarını bir çift pusulaya çevirip buzun üzerine karmaşık problemler çizmekten ileri gelen yorulmak bilmez hareketten dolayı tümüyle nefessiz kalınca.

“Ah, gerçekten.” diye yanıtladı Wardle. “Kayar mısınız?”

“Çocukken su birikintilerinde kayardım.” diye yanıtladı Mr. Pickwick.

“Denesenize.” dedi Wardle.

“Aaaa, lütfen kayın ama Mr. Pickwick!” diye bağırdı bütün hanımlar.

“Sizi keyiflendirmeyi çok isterdim.” diye yanıtladı Mr. Pickwick. “Ancak otuz senedir böyle bir şey yapmadım.”

“Amaaan siz de!” dedi Wardle, yaptığı her şeyin ortak özelliği olan bir ataklıkla patenlerini sürükleyerek.

“Alın, ben size yarenlik ederim. Gelin benimle!” Ve böylece iyi huylu yaşlı adam neredeyse Mr. Weller’a yaklaşan ve şişman oğlanı da fersah fersah aşan bir çabuklukla buzda kaymaya başladı.

Mr. Pickwick duraksadı, bir an düşündü, eldivenlerini çıkarıp şapkasına koydu, iki ya da üç kere kısaca kaymaya yeltendi, bir o kadar başarısız oldu, sonra izleyenlerin heyecanlı çığlıkları arasında ayakları bir buçuk metre ayrık biçimde bir kez daha kaymaya yeltendi ve ciddi biçimde buz pistine giriş yaptı.

“Aynen böyle devam edin efendim!” dedi Sam ve Wardle bir tur daha attı, ardından Mr. Pickwick ve onun ardından da Sam, sonra Mr. Winkle, sonra Mr. Bob Sawyer, sonra şişman oğlan, sonra Mr. Snodgrass, hepsi birbirinin neredeyse topuğuna basacak kadar yakın ve sanki gelecek hayatlarındaki bütün şansları buna bağlıymış gibi bir hevesle birbirlerini takip ettiler.

Mr. Pickwick’in bu törendeki kendi rolünü üstlenişini, arkasındaki insanın ona çarpıp düşürme ihtimaline karşı izlerken içinde bulunduğu endişeli zulüm, başta kendini zorlayarak içinden çıkan o acı verici çabanın zamanla tükenmesi, sonra yavaşça dönüp yüzünü ilk başladığı noktaya döndürmesi, bir turu bitirmeyi başardığında yüzünde beliren oyunbaz gülümseme, bu bittikten sonra yeniden başlama hevesi, kendini geçenin ardına yeniden takılması, siyah tozluklarının karda hoş bir şekilde iz çıkarması ve gözlüğünün ardındaki gözlerinin neşe ve memnuniyetle parlamasını izlemek seyretmesi en ilginç şeydi. Sonra yere düşürüldüğünde (ki bu aşağı yukarı her üç turda bir oluyordu) onun şapkası, eldivenleri ve mendilini pırıl pırıl bir yüzle toplayıp sonra sıralamadaki yerini hiçbir şeyin yatıştıramayacağı bir şevk ve coşkuyla alması olabilecek en keyifli görüntüydü.

Antrenmanın zirvesinde, kayış en hızlı hâlinde ve kahkaha en şen seviyedeydi ki keskin bir çatlama sesi duyuldu. Kıyıya doğru bir hareketlenmeyi takiben hanımların ve Mr. Tupman’ın çığlığı duyuldu. Koca bir buz parçası kayboldu ve üstünde su köpürdü. Mr. Pickwick’in şapkası, eldivenleri ve mendili su yüzeyinde yüzüyordu ve herkesin Mr. Pickwick’e dair görebildiği tek görüntü buydu.

Her bir çehreden çaresizlik ve acı okunuyordu, erkeklerin yüzü solarken kadınlar bayıldı. Mr. Snodgrass ve Mr. Winkle el ele tutuştu ve liderlerinin yere battığı noktaya delirmişçesine bir sabırsızlıkla baktılar. Bu ara Mr. Tupman kendince en çok böyle destek olabileceğini düşünerek ve yakınlarda olabilecek herkesi toplamak adına faciayı belirten en açık ve net açıklama olarak bütün gücüyle, “Yangın var!” diye bağırıyordu.

Tam yaşlı Wardle ve Sam Weller dikkatli adımlarla deliğe yaklaşırken ve Mr. Benjamin Allen, Mr. Bob Sawyer’la ayaküstü, ekipteki herkesten kan akıtmanın uygunluğu konusunda bir tartışma gerçekleştiriyorken, işte tam o anda suyun altında çıkan yüz, kafa ve omuzlar Mr. Pickwick’in simasını ve gözlüklerini açığa çıkardı.

“Biraz dayanın, yalnızca biraz dayanın!” diye avazı çıktığı kadar bağırdı Mr. Snodgrass.

“Evet, dayanın; yalvarırım size, benim hatırım için!” diye kükredi Mr. Winkle çok etkilenmiş biçimde.

Bu istek epey yersizdi zira Mr. Pickwick’in başkası için kendini su üstünde tutmadan önce bunu kendisi için yapacağını düşünmesi uygun kaçardı.

“Ayakların dibe değiyor mu aziz dostum?” dedi Wardle.

“Evet, kesinlikle.” diye yanıtladı başını ve yüzünü biraz sudan arındırmaya ve nefes almaya çalışarak. “İlk başta sırtımın üstüne düştüm. Başta ayağa kalkamamıştım.”

Mr. Pickwick’in paltosunun üstünde hâlâ görünür hâlde olan çamur, beyanının doğruluğuna işaret ediyordu ve şişman oğlanın aniden suyun bir buçuk metreden daha derin olmadığını hatırlamasıyla birlikte izleyenlerin içleri daha da rahatladı. Onu olduğu yerden çıkarmak için kahramanlık gösterileri yapıldı. Epey bir su sıçratmadan, buz kırmadan ve çabalamadan sonra Mr. Pickwick sonunda nahoş durumdan kurtarılmış ve bir kez daha kuru karaya çıkarılmıştı.

“Ah, soğuktan donacak.” dedi Emily.

“Zavallı yaşlıcık.” dedi Arabella. “Şalımla sizi sarayım, Mr. Pickwick.”

“Ah, bu yapılacak en iyi şey.” dedi Wardle. “Şala sarıldıktan sonra bacakların elverdiğince hızla koşup eve git ve hemencecik yatağa gir.” Bir anda bir düzine şal verildi. Aralarından en kalın üç ya da dört tanesi seçildi ve Mr. Pickwick sarılıp Mr. Weller’ın rehberliğinde, sırılsıklam, şapkasız, elleri yanında sabit ve belirgin bir amacı yok gibi göründüğü hâlde herhâlde saatte altı mile denk gelecek bir hızla atlayıp zıplayan yaşlı bir beyefendinin tuhaf olağanüstülüğü hâlinde yola koyuldu.

Ancak Mr. Pickwick böylesine uç bir durumda görünümünü umursayacak değildi ve etrafındaki herhangi biri azıcık heyecan belirtisi gösterdiğinde zihninde canlı renklerle bir yangın olduğunu canlandıran yaşlı hanımefendide mutfak bacasının alev aldığı izlenimini uyandırarak ona kalp çarpıntısı yaşatan Mr. Tupman’ın onlardan beş dakika önce vardığı Manor Çiftliği’ne ulaşana kadar hızından feragat etmemesini salık verdi.

Mr. Pickwick yatağa girene kadar hiç durmadı. Sam Weller odada kudretli bir ateş yaktı ve daha sonra yemeğini, bir kâse meyve kokteylini ve güvende olmasının şerefine hazırlanan bir içkiyi de odasına götürdü. Yaşlı Wardle onun yataktan kalkmasına kati surette izin vermediğinden yatakta başmisafir görevini sürdürdü. İkinci ve üçüncü kâse de istendi ve Mr. Pickwick ertesi sabah hiçbir romatizma belirtisi olmadan uyandı ki bu da Mr. Bob Sawyer’ın böyle durumlarda insana sıcak bir pançtan daha fazla iyi gelecek hiçbir şey olmadığı fikrinin çok haklı bir düşünce olduğunu kanıtlamıştı. Çünkü eğer sıcak pançlar engelleyici bir etki gösterememişse bunun sebebi hastanın yeteri kadar içmeme gafletinde bulunması olurdu.

Şen ekip ertesi gün dağıldı. Ayrılıklar okul günlerinde önemli olaylardır ancak daha sonrasında da acı vericidirler. Ölüm, çıkarlar ve kaderin oyunları her gün pek çok mutlu grubu ayırır, onları uzak diyarlara fırlatır ve kızlarla oğlanlar bir daha geri dönemezler. Bu durumda aynen bunun olduğunu söylemeye çalışmıyoruz, tek yapmaya çalıştığımız ekibin farklı üyelerinin evlerine dağıldıkları ve Mr. Pickwick ve arkadaşlarının bir kez daha Muggleton faytonundaki yerlerini aldıkları ve Arebella Allen’ın artık orası her neresiyse yaşadığı yere gittiği -eminiz ki Mr. Winkle neresi olduğunu biliyordur ama itiraf ediyoruz ki biz bilmiyoruz- ağabeyinin ve onun en yakın ve sevgili dostu Mr. Bob Sawyer’ın ilgi ve koruması altında olduğunu söylemektir.

Ancak ayrılmadan önce sözü geçen yakın arkadaş ve Mr. Benjamin Allen, Mr. Pickwick’i gizemli bir edayla bir kenara çekmiş ve Mr. Bob Sawyer, başparmağını Mr. Pickwick’in kaburgalarının arasına bastırarak hem kendine özgü bir maskaralığı hem de insan anatomisine dair bilgisini gösterip bir yandan da şu soruyu sormuştu:

“Söyle bakalım yaşlı oğlan, nerelerde tünersin?” Mr. Pickwick bu soruya son günlerde George and Vulture’da kaldığını söyleyerek yanıt verdi.

“Keşke gelip bizi ziyaret etseniz.” dedi Bob Sawyer.

“Tahmin edemeyeceğiniz kadar mutlu olurum.” diye yanıtladı Mr. Pickwick.

“İşte ikametgâhım.” dedi Mr. Bob Sawyer, bir kart çıkararak “Lant Caddesi, Borough; Guy’a1 yakın ve bu benim için elverişli bir durum. St. George Kilisesi’ni biraz geçtikten sonra sağdaki ana caddeye dön, hemen sağda kalıyor.”

“Bulurum.” dedi Mr. Pickwick.

“İki hafta sonra perşembe günü gelin ve yanınızda başka arkadaşlarınızı da getirin.” dedi Mr. Bob Sawyer. “O akşam başka tıpçı dostlarım da bende olacaklar.”

Mr. Pickwick tıpçı dostları görmekten dolayı duyacağı memnuniyeti belirtti. Mr. Bob Sawyer çok samimi bir ortam olacağını ve dostu Ben’in de ekibe dâhil olduğunu söyledikten sonra tokalaştılar ve ayrıldılar. Bu noktada Mr. Winkle kısacık konuşmaları sırasında Arabella Allen’a fısıldamış mıydı ve fısıldadıysa farklı biçimde sohbet ediyor muydu ve eğer ediyorduysa da ne demişti buna dair sorulara açığız. Dahası Mr. Snodgrass, Emily Wardle ile ayrıca sohbet ediyor muydu bunun da merak edilmesini anlıyoruz. Buna diyebileceğimiz şey artık hanımlara ne söyledilerse bununla ilgili Mr. Pickwick ya da Mr. Tupman’a yirmi sekiz mil boyunca tek kelime etmeyip sık sık iç çektikleri, bira ve brendi teklifini reddettikleri ve çok kederli göründükleri olacaktır. Eğer dikkatli hanım okurlarımız bu gerçeklerden herhangi tatmin edici çıkarımlara ulaşabilirlerse bunu yapmalarını rica ediyoruz.

1.Londra’da bir hastane.
Türler ve etiketler
Yaş sınırı:
0+
Litres'teki yayın tarihi:
09 ağustos 2023
ISBN:
978-625-6862-54-8
Yayıncı:
Telif hakkı:
Elips Kitap