Kitabı oku: «Sağlıklı Bebeğin İlk 1000 Günü», sayfa 2
EBEVEYN OLARAK SIZIN YAPABILECEKLERINIZ
• Hijyen hipotezinin (erken çocukluk döneminde belirli bakterilere maruz kalmanın alerji hastalıklarının oluşmasına karşı koruma sağladığı fikri) farkında olun ama bunun resmin tamamını yansıtmadığını da bilin.
• Hijyen hipotezi kişisel temizliği ihmal etmemiz gerektiği anlamına GELMEZ. Ellerinizi yıkamaya devam edin!
• Herbisitler/pestisitler, BPA ve organik çözücüler gibi alerji riskini artırabilecek çevresel faktörlerin farkında olun.
• Bebeğinizde alerji gelişmesi olasılığını etkileyen genetik faktörler hakkında bilgi sahibi olun.
2. BÖLÜM
Alerjiler ve Bağırsak İlişkisi
Çocuklarımızın sağlıklı bir bağışıklık sistemine sahip olabilmeleri için doğal ortamda bulunan çok çeşitli bakteri, mantar ve diğer mikroplara maruz kalmaları gerekir. Bağırsak mikrobiyotası ismi verilen ve mikroskobik boyutlarda bir mikrop köyüne ev sahipliği yapan bağırsak, bağışıklık sisteminin önemli bir bileşenini oluşturur. Çok çeşitli bir bağırsak mikrobiyotasına sahip olmak çocuklarımızda sağlıklı bir bağışıklık sistemi gelişimi için önemli. Dengesiz bir mikrobiyota, alerjiler de dahil olmak üzere bir dizi hastalığa neden olabilir.
SAĞLIK SISTEMIMIZ VE BAĞIRSAK SAĞLIĞI
Bağışıklık sistemi sağlığımızı korumak ve rahatsızlandığımızda hastalıklara karşı savaşmakla sorumlu. Bağışıklık sistemimizin temelini oluşturan mekanizmalar hakkında biz daha fazla bilgi sahibi oldukça, immünoloji giderek karmaşıklaşan bir tıbbi alan haline geliyor.
Bağırsak vücudumuzun bağışıklık sisteminde önemli bir rol oynar. Aslında en büyük bağışıklık organımız olduğu söylenebilir; hastalıklarla savaşmaya adanmış vücut hücrelerinin yüzde 70-80’i bağırsakta bulunur. Çocuğumuzun yaşamının ileri dönemlerindeki sağlığı büyük oranda bağışıklık sistemine ve bağışıklık sistemi de büyük oranda bağırsak sağlığına bağlıdır.
0-12 AY ARASI BEBEK BAĞIRSAĞI VE ALERJILER
Bir bebek doğduğunda bağırsağında hiç mikrop bulunmaz. Mikroplar doğumdan hemen sonra bebeğin vücuduna girerek, kolonizasyon ismi verilen bir süreç sonrasında bağırsağa yerleşir. Araştırmacılar bebeğin bağırsağında mikrop kolonisi oluşma sürecine herhangi bir müdahale olması durumunda alerji hastalıklarının gelişebileceğine inanıyor. Bu teoriyi adım adım inceleyelim.
Bağırsak mikroplarının tuhaf ama harika dünyası
Bazı insanlar mikropları düşündüğünde ürperir. Ne de olsa çoğumuz mikropların bizim için kötü olduğuna inanarak yetiştirildik. Küçük yaşlardan itibaren tuvalete girdikten sonra ellerimizi yıkamamız ve başkalarına mikrop bulaştırmamak ya da onlardan mikrop kapmamak için öksürürken ağzımızı kapamamız öğretildi, ki bu mantıklı ve önemli bir öneri. Ama mikroplar yalnızca bizi hasta eden bakterilerden ibaret değil. Bağırsak bakterileri aslında sağlığımızı korumamıza yardımcı oluyor olabilir.
Son zamanlarda bağırsak mikrobiyotasına, yani bağırsaklarımızdaki bakteri, mantar ve virüslerin bulunduğu mikrop köyüne gösterilen ilgide bir patlama oldu. Bakteriler bağırsaklarımızda açık ara en çok bulunan mikroplar. Sıradan bir yetişkinin bağırsağında yaklaşık 40 trilyon bakteri bulunuyor, bu da ürkütücü bir şekilde vücudumuzdaki hücre sayısıyla eşdeğer.
Yaşamın ilk 1000 gününde, bir bebeğin bağırsak mikrobiyotasının oluşumu büyük ölçüde tamamlanır. Bu dönem, çocuğunuzun mikrobiyotasının doğru bir şekilde gelişmesini sağlamak için gereken adımları atabileceğiniz çok önemli bir zaman dilimi. Biliminsanları yaşamın ilk 1000 günü boyunca, mikropların bağırsağı istila ettiği sürecin üç aşaması olduğunu keşfetti:
1. oluşum aşaması
2. dönüşüm aşaması
3. stabil aşama
Yaşamının ilk 1000 günü sonunda çocuk iki yaşına bastığında, bağırsak mikrobiyotası stabil hale gelir ve bir yetişkininkiyle çok daha fazla benzerlik gösterir. Bu nedenle yaşamın ilk 1000 günündeki beslenme seçimleri, bir çocuğun bağışıklık sistemini potansiyel olarak şekillendirmek ve daha ileride herhangi bir alerjisi olmamasını sağlamak için son derece önemlidir.
Araştırmacılar artık, alerjilerdeki artışın bebeklerin bağırsağındaki olağan kolonizasyon sürecindeki değişikliklerden (örneğin antibiyotik etkileri) kaynaklandığına inanıyor. Araştırmalardan biliyoruz ki alerjisi olan bebeklerin bağırsak mikropları ile sağlıklı bebeklerin bağırsak mikropları arasında kayda değer farklılıklar var. Sağlıklı bebeklerdekine kıyasla egzamadan mağdur olan bebeklerde bağırsak mikrobiyotası çeşitliliği daha az. Bu nedenle, alerjilerde görülen artış kısmen de olsa erken yaştaki bağırsak gelişimi ve mikrobiyotadaki değişikliklerden kaynaklanıyorsa, bebek bağırsağını daha iyi anlamaya çalışmamız önemli. Bebeğin üç aylıktan bir yaşa kadar gerçekleşen, mikrobiyal kolonizasyonunun oluşum aşaması özellikle ilgi çekici. Bu aşama bir ebeveynin, bebeğinde alerji gelişmesi olasılığını önlemek adına en fazla adım atabileceği dönem. Bebeğinizin gıda alerjisi riskini azaltabilmeniz için bir beslenme programı sunduğum 9. Bölüm’de bu konuyu daha detaylı inceleyeceğiz.
Şimdi mikropların bir bebeğin bağırsağını ne zaman istila etmeye başladığını merak ediyor olabilirsiniz. Anne rahmine düştüğü sırada mı? Rahimdeki gelişim sürecinde mi? Yoksa doğumda mı? Katı gıdaya ne zaman başlanmalı? Çocuğum için çok mu geç kalındı? Bebeğinizin gelişimini adım adım inceleyelim ve ne zaman harekete geçebileceğinizi görelim.
Steril rahim teorisi
Mikropların bağırsağa ilk ne zaman girdiğini belirleyebilmek için her şeyin başlangıcından, yani rahimden başlamamız gerekir. Rahimde mikrop olur mu? Bu ilginç bir soru. Yüzyıllar boyunca rahmin steril olduğu düşünüldü. Yani doktorlar ve biliminsanları amniyon sıvısında, doğmamış bebeğin bağırsağında ve plasentada mikrop olmadığına inandılar.
2008’de Madridli Esther Jimenez ve çalışma arkadaşları, zamanında dünyaya gelen 21 yenidoğan bebeğin mekonyum (bebeğin ilk dışkısına verilen muhteşem isim) örnekleri üzerinde yaptıkları araştırmayı yayımladılar. Mekonyum klinik araştırmalarda anne karnındaki bebeğin bağırsak içeriği için iyi bir ölçüt kabul edildi. Tüm mekonyum örnekleri her bir bebeğin yaşamının ilk iki saati içinde alındı. Kültür yöntemleri kullanılarak değerlendirilen tüm mekonyum örneklerinde bakteriye rastlandı. Sonrasında birden fazla aynı sonucu veren araştırma yapılmış olsa da bu bulgulara dair şüpheler de ortaya çıktı. Mekonyumun her bebekten yaşamının ilk iki saatinde toplandığı, Jimenez’inki kadar iyi tasarlanmış bir araştırmada bile, yenidoğanların bu süre içerisinde dış dünyayla temas halinde oldukları dikkate alındığında, mikropların alınan örnekleri bu iki saat içerisinde kontamine etmiş olması kesinlikle mümkün. En güncel bilimsel yöntemlerin kullanıldığı bir dizi araştırma, mekonyumun içinde olduğu belirlenen farklı bakteri türleri hakkında daha fazla bilgi edinmemizi sağladı. Ama bu araştırmalar bile en önemli konuda, bakterilerin canlı mı yoksa ölü mü olduğu konusunda bilgi vermedi.
Steril rahim fikrine şüpheyle yaklaşan araştırmacılar, bakterilerin plasentaya ve bebeğin bağırsağına birkaç farklı yolla ulaşabileceğini öne sürdü: Mikroplar vajina yoluyla rahime girebilir ya da annenin ağzına giren mikroplar hücrelerle kana ve sonra plasentaya taşınabilir. Bu fikri öne süren araştırmacılar, annenin plasentasının bu bakterileri öldürmek için gerekli savunma mekanizmasına sahip olduğuna, bu nedenle rahme ya da doğmamış bebeğin bağırsağına giren herhangi bir bakterinin öldüğüne inanıyorlar.
Elimdeki tüm verileri tarttıktan sonra benim çıkardığım sonuç, rahmin steril olduğu ve doğmamış bir bebeğin bağırsağında normal bir mikrobiyota olmadığı. Ama bence bunu olumsuz bir durum olarak yorumlamak zorunda değiliz.
Bebeğiniz henüz rahimdeyken bağırsağında mikrop olmadığını kabul etmek, bebeğinizin bağırsağının hangi mikrop türleriyle kolonize olacağını büyük oranda doğum ve çevresel faktörlerle erken temasın belirleyeceği anlamına gelir. Bu da bir ebeveyn olarak çocuğunuzun bağırsağına giren mikroplar üzerinde kontrolünüz olması demektir. Çocuk anne karnındaki yaşamına bomboş bir sayfayla başlıyor olsa bile, doğru müdahaleler ve yaşam tarzına yönelik atılacak bazı basit adımlar aslında bebeğinizin sağlığını daha doğmadan şekillendirebilir.
3. BÖLÜM
Hamilelik
Peki rahim mikropların olmadığı steril bir alansa, anne adayı bebeğinde alerji gelişmesi riskini azaltmak için neler yapabilir? Bağışıklık sistemi, hamilelik ve alerji riskine dair göz önünde bulundurulması gereken çok fazla konu var.
DÜŞÜK
Aileler ve ebeveyn adaylarıyla çalışma tutkumun bir sebebi derin bir kişisel trajedi. Okurlarım arasında da düşükle sonuçlanmış hamilelik geçmişi olanlar varsa bu hikâye üzüntü verici olabilir. Bunu sizinle paylaşmak için eşim Cindy’den izin aldım.
2015’te Cindy’le beraber ilk çocuğumuz için denemelere başlamıştık. Cindy bana hamile olduğunu teyit eden, pembe artı işaretinin göründüğü çubuğu gösterdiğinde ağzım kulaklarıma varmıştı. Sonunda ailemiz büyüyecekti ve ben bunun için sabırsızlanıyordum. O kadar çok heyecanlanmıştık ki birkaç yakın arkadaşımız ve ailemizden bazı kişilerle güzel haberi paylaşmıştık.
Cindy hamileliğin onuncu haftası için bir erken ultrason randevusu aldı. Ne yazık ki tam randevunun olduğu saatte birinci sınıf tıp öğrencilerimle dönemin son dersini yapmak zorundaydım. Bu derste yüz yüze, karşılıklı tartışmaların olacağı, çoktan seçmeli bir dönem sonu sınavı yapacaktım. Ultrason randevusuna katılmayı ne kadar çok istesem de öğrencilerin yıl boyu çalışmış oldukları bu sınavı başka bir tarihe erteleme şansım yoktu. Cindy’nin ebeveynlerinin de randevu saatinde önceden verilmiş başka bir sözleri vardı. Bu yüzden Cindy randevusuna tek başına gitti. Bunun yalnızca bir tarama kontrolü olduğuna ve yalnız gitmenin onun için sorun olmadığına beni ikna etti. Bebeğimizin üçboyutlu net bir görüntüsünü ancak hamileliğin ilerleyen zamanlarında alabileceğimizi biliyorduk.
Sınav süresince telefonumu sessize almıştım ama yine de mesajları okuyabiliyordum. Ders süresinin yarısı geçmişti ki Cindy’den gelen bir mesaj beni şaşırttı: Lütfen beni arayabilir misin?
Mesajla yanıt verdim: Sınavın ortasındayım. Bittiğinde seni arayacağım.
Yaklaşık yarım dakika sonra gelen mesajı hiç unutmayacağım: Ultrasonda kalp atışı duyulmadı.
Bu olay 120 tıp öğrencisinin önünde yaşandı. Sürenin geri kalanını nasıl geçirdiğimi hatırlamıyorum bile.
O günden sonra Cindy hiçbir ultrason randevusuna tek başına gitmedi, ya ben ya da ebeveynleri onunla beraberdik. Düşük ikimizi de derinden etkilemişti, acısı hiçbir zaman tamamen dinmedi.
Olanları işyerimdeki bazı meslektaşlarımla paylaştığımda bana düşüğün bir bağışıklık yanıtı sonucu gerçekleşmiş olabileceğini söylediler. Ama kimse bana bu konu hakkında detaylı bilgi veremedi. Ben de bu yüzden anne karnındaki bebeğin bağışıklık sistemine dair öğrenebileceğim her şeyi öğrenmeyi kendime amaç edindim.
ANNE KARNINDAKI BEBEĞIN BAĞIŞIKLIK SISTEMI
Yakın geçmişte biliminsanları hem anne karnındaki bebeğin hem de yenidoğanların bağışıklık sisteminin, bir yetişkinin bağışıklık sisteminin gelişmemiş hali olduğunu düşünüyorlardı. Birçok genel tıp kitabında, anne karnındaki bebeğin bağışıklık sisteminin istilacı mikroplar ve benzeri dış tehditlere yanıt vermediği kavramsal olarak kabul ediliyordu.
Günümüzdeyse bu düşüncenin tamamen yanlış olduğunu biliyoruz. Geleneksel tıpta yaklaşımlara dair fikirler oldukça tutucudur ve görüşlerde değişimlerin gerçekleştiğini görmek uzun yıllar sürebilir. Yeni düşünce biçimine göre, anne karnındaki bebeğin bağışıklık sistemi aslında gelişmemiş değildir ama bir yetişkinin bağışıklık sisteminden daha farklı çalışır.
Artık anne karnındaki bebeğin bağışıklık sisteminin dış tehditlere yanıt verdiği ve bağışıklık hücrelerini bu tehditlerle savaşmak için uyarabildiği düşünülüyor. Ama anne karnındaki bebeğin bağışıklık sistemi normalde mikropları yabancı dış bir tehdit olarak algılamaz, çünkü rahim sterildir ve mikrop barındırmaz. Ama henüz doğmamış bebek annesinden geçen alerjenleri, yanlış bir şekilde yabancı tehdit olarak algılayabilir. Rahimde karşılaştığı bu alerjenler bağışıklık sistemi tarafından hafızaya alınır ve bazı durumlarda bebek “hassaslaşabilir”. Örneğin, bebek doğduktan sonra anne karnında karşılaştığı bir alerjene maruz kaldığında, bağışıklık sistemi bunun bir tehdit olduğunu hatırlayabilir ve bu da bir alerjik reaksiyona neden olabilir.
HAMILELIKTE BESLENME
Anne adayları çok fazla baskı altında. Toplum, iyi niyetli müdahalelerde bulunan (öneri kisvesi altında) yabancılar, ebeveynler, partnerler ve partnerlerinin ebeveynleri nasıl birer anne adayı olmaları gerektiğine dair sürekli bir şeyler söylüyor. Ama eşim Cindy’nin de hamilelik sürecinde söylediği gibi, en büyüğü kendi kendilerine yaptıkları. Cindy hamilelik sürecinde hissettiği büyük yükün en temel nedeninin, bebeği için en doğru şeyi yapıp yapmadığına dair sürekli hissettiği suçluluk duygusu ve tam olarak neyin doğru olduğuna karar vermenin yarattığı bitmek bilmeyen stres olduğunu söyler.
Son derece bilgili kişiler ve bu alanın guruları tarafından yazılmış sınırsız kaynak, makale ve kitap var. Bu nedenle reçete gibi yeni bilgiler yazıp zaten yeterince stresli olan anne baba adaylarının omuzuna daha fazla yük bindirmek istemiyorum. Bunun yerine kanıtları tartıp kendi kararınızı verebilmeniz için birkaç gerçeği sizlere aktarmak istiyorum.
Bağırsak mikroplarının dünyasını keşfettikten sonra, anne karnındaki bebeğin bağırsağının ve rahmin canlı mikroplardan arındırılmış olduğunu görüyorum. Ama bu bölgelerde alerjenler olabileceğine dair (alerjiye neden olabilecek herhangi bir madde) kanıtlar var. Esas soru şu: Bebeğinizde anne karnındayken bir şeye karşı hassasiyet gelişebilir mi ve bu mümkünse hamileliğiniz süresince potansiyel alerjenlerin tamamından kaçınmanız gerekir mi?
Yeni araştırmalarla bedenin işleyişine dair yeni bilgiler ortaya çıktıkça tıbbi öneriler de sıkça değişebiliyor. Tam da olması gerektiği gibi ama önerilerin bu değişkenliği bebek bekleyen anneler için kafa karıştırıcı olabilir. Örneğin 2000’de Amerikan Pediatri Akademisi hamilelik sürecinde yerfıstığından, alerji gelişmesi riski yüksek olan bebekleri emzirirken yerfıstığı, kabuklu yemişler, yumurta ve balıktan uzak durulması önerisinde bulunmuştu. Bundan sekiz yıl sonra, yeni bir araştırmanın sonuçlarına dayanarak önerisini, hamilelik süresince ve emzirirken tüketilebilecek gıdalar konusunda herhangi bir kısıtlama olmadığı yönünde değiştirdi.
Ebeveynlerin değişen bu önerilerin dayanaklarını anlaması konusunda yetkin hale getirilmelerinin önemli olduğuna inanıyorum, böylelikle bilinçli tercihler yapabilirler. Alerjilerden mağdur ebeveynler için rahimde alerji gelişebilmesi olasılığı korkutucu olmalı.
BEBEĞINIZDE RAHIMDEYKEN ALERJI GELIŞEBILIR MI?
Biyolojik olarak bir annenin, çocuğunun bağışıklık sistemi üzerinde muazzam bir etkisi var. Hamileliğin son üç aylık döneminde anne antikorların çoğunu bebeğe aktarmaya başlar ve bebeğin bağışıklık sistemini geliştirir, bu sayede bebek doğduğunda az da olsa korunaklı olur.
Hamilelik boyunca IgG antikorları anneden bebeğe geçer. Enfeksiyonlara karşı koruma sağlayan IgG antikorları, IgE (alerji) antikorlarından farklıdır ve plasentadan geçebilen tek antikor tipi olduğuna inanılır. IgG antikorları yaşamının erken dönemlerinde, bağışıklık sistemi gelişene kadar bebeğin korunmasını sağlar. Annenin IgG antikorlarının çoğu ikinci üç aylık dönemin başında bebeğe geçmeye başlar ve bu hamileliğin sonuna kadar devam eder. En yoğun miktarda antikor, hamileliğin son üç ayında bebeğe aktarılır. Bu antikorlar genellikle doğumdan sonraki dört ila altı ay arasında etkin olur.
IgG antikorlarının plasentadan geçebilen tek antikor tipi olduğu varsayılırken, doğumdan sonra göbek bağında anneden gelen IgE (alerji) antikorlarına rastlanır. IgG antikorlarının anneden bebeğe en yoğun şekilde aktarıldığı son üç aylık dönemde, IgE antikorlarının da onlarla aktarılmaya başladığını iddia eden de bir teori var.
Alerjenlerin (alerjiye neden olabilecek herhangi bir madde) plasenta yoluyla anneden bebeğe geçebildiği kanıtlandı. Annenin beslenmesinde yer alan gıda alerjenlerine, bebeği çevreleyen ve bebek tarafından düzenli olarak yutulan amniyon sıvısında da rastlanır. Bu, bir bebekte anne karnındayken herhangi bir gıdaya alerjik hassasiyet gelişmesinin kesinlikle mümkün olduğu ve gelecekte bebekte alerji gelişmesi riski olduğu, yani bebeğin özellikle de belirli bir alerjiye genetik olarak hassas olabileceği anlamına gelir. Sonuçta hem alerjen hem de IgE (alerji) antikorları anneden doğmamış bebeğe geçebiliyorsa, doğduktan sonra bebeğin aynı alerjene tekrar maruz kalmasının alerjik bir reaksiyonu tetiklemesi normal değil mi?
2000’lerin başında benimsenmiş olan, yüksek risk grubu (kendisinde ya da bir başka çocuğunda alerji görülen) annelerin hamilelik süresince yerfıstığı yememesi yönündeki tıbbi önerilerin ardındaki fikir biraz bu teoriye dayanıyor olabilir. “Rahim içi hassaslaşma”, eser miktarda tüketilen yerfıstığının bile bebeğin yerfıstığına karşı duyarlı/hassas olacağı ve yerfıstığının bebekte alerji gelişmesine neden olacağına işaret eden bir fikir olarak ortaya çıkmıştır.
ANNE ADAYI ALERJI RISKINI AZALTMAK IÇIN NE YAPABILIR?
Kanıtlar, bebekte anne karnındayken hassasiyet gelişebileceğini ve dolayısıyla bebeğin de alerjenlere karşı hassas hale gelebileceği fikrini destekliyor. Öyleyse hamilelik sürecinde riski azaltmak için ne yapabilirsiniz?
Bir çiftliği ziyaret edin
Bu öneri sizi şaşırtabilir ama hamileyken kırsal alanlara yapacağınız ziyaretlerin bebeğinizin alerji riskini azalttığına dair güçlü kanıtlar var.
PASTURE1 araştırması, hamilelik sürecinde tarım yapılan alanlarda bulunmanın çocuklarda astım riskinin düşüklüğüyle ilişkilendirilebildiğini kanıtladı. Neden mi? Bu ilişkilendirmenin ardında yatan düşünce, tarım yapılan alanlarda çok sayıda farklı mikrop, bakteri ve böcek olması. Hamilelik sürecinde böyle bir mikrobiyal çeşitliliğe maruz kalmak bebeğin bağışıklık sistemini geliştirir ve bu sayede alerji hastalığı riskini azaltır.
Çiftlikte büyümenin alerjilere karşı koruyuculuk sağladığı birçok araştırmayla kanıtlandı (Bkz. 9. Bölüm). Mikrop çeşitliliğinin yanı sıra endotoksinlere maruz kalmak da alerjilerin önlemesine yardımcı olur. Enodotoksinler bakteri duvarında bulunur ve bakteri öldüğünde salınır. Aslında iç mekânlar da dahil olmak üzere çevrede hemen hemen her yerde bunlara rastlanır.
Endotoksinler bağışıklık yanıtını Th2’den (alerji) Th1’e çevirebildiği için şu anda kapsamlı bir inceleme konusu. Endotoksin seviyeleri özellikle çiftlik ve kümes hayvanlarının bulunduğu alanlarda yüksek seviyede olur. Çiftlikte yaşamak ve mikroplarla birlikte endotoksinlere maruz kalmak çocukluk alerjilerinin önlenmesine önemli katkı sağlayabilir.
Bunun yanı sıra dikkat edilmesi gereken birkaç konu var; endotoksine ne zaman maruz kalındığı önemli ve devam eden bir astım ya da saman nezlesi alerjisi varsa, yaşamın ilerleyen yıllarında endotoksinlere maruz kalmak durumu daha da ağırlaştırır. Batı Avustralya Üniversitesi’nden araştırmacılar sıçanlar üzerinde yaptıkları bir araştırmayla bunu kanıtladı. Yumurta beyazına karşı hassaslaştırılan bir grup sıçana bu süreçten önce ya da hassaslaştırıldıktan sonraki ilk dört gün içerisinde endotoksin verildiğinde, sıçanlarda astım geliştiği gözlenmedi. Ama sıçanlara yumurta beyazı alerjisi tetiklendikten altı gün sonra verilen endotoksin astım gelişmesine neden oldu. Bu deney endotoksine ne zaman maruz kalındığının yanı sıra maruz kalınan endotoksin miktarının da immün toleransın oluşmasında ne kadar etkili olduğunu kanıtladı.
Hamilelik süreci endotoksinlere maruz kalmak için uygun bir zaman. Çin’in Jilin eyaletinde yapılan bir araştırmada tarım alanlarından olan ve olmayan hamile kadınların göbek bağından alınan kan örnekleri karşılaştırıldı. Araştırmada aynı zamanda annelerin endotoksinlere maruz kalıp kalmadığı da göz önünde bulunduruldu. Araştırmacılar tarım alanlarından gelen kadınlardan alınan örneklerdeki endotoksin içeriğinin diğer gruba kıyasla çok daha yüksek olduğunu gözlemledi. Tarım alanlarından gelen annelerden alınan örneklerinden elde edilen sonuçlar, bu bebeklerin bağışıklık yanıtlarının Th2’den (alerji) Th1’e döndüğü sonucunu ortaya çıkardı.
Sırada çok enteresan bir araştırma var. PARSIFAL,2 Avrupa’daki çiftçi ailelerin çocuklarında ve Steiner okullarında (bütünsel eğitim modelini benimsemiş okullar) okuyan çocuklarda alerji için risk oluşturan ve koruyucu olan faktörleri incelemek için tasarlanmış bir proje. Araştırma için çocukların alerjileri standart bir anketle değerlendirilirken, IgE (alerji) antikor düzeylerini değerlendirmek için kan örnekleri alındı. Araştırmacılar çocukların annelerinin çiftlik hayvanlarına maruz kalıp kalmadığına dair bir soruyu ankete özellikle ekledi. Çiftlikte yaşayan ve ailesi çiftlikte çalışan çocuklar “çiftlikte yaşayan” olarak kabul edildi. Diğer çocuklarsa araştırmada “çiftlikte yaşamayan” çocuklar olarak geçti.
PARSIFAL projesinin en güçlü taraflarından biri katılımcı sayısının fazlalığı. Bu araştırma için 8263 tane anket yanıtlandı. Ve araştırmacılar çiftlikte yaşayan çocuklarda alerji, saman nezlesi ve astımın, diğer çocuklara kıyasla çarpıcı bir şekilde çok daha az görüldüğü sonucuna ulaştı.
Araştırmacılar daha sonra çiftlik yaşamının koruyucu faktörlerinin her birinin ne kadar etkili olduğunu ayrı ayrı incelediler. Bunun için annelerin hamilelikleri süresince çiftlikte geçirdikleri süreye dair edindikleri bilgileri kullandılar. Bağışıklık sistemi en kuvvetli çocuklar, anneleri hamilelik süresince istikrarlı bir şekilde çiftlikte çalışmış olan çocuklardı! Çocukları tam anlamıyla çiftlikte yaşamasa da annelerin hamileliği süresince bir çiftlikte çalışmış olmaları, çocuklarında yıllar sonra görülen, alerjenlere özel IgE antikorlarının (yani belirli bir maddeye karşı alerjik reaksiyon üretmek üzere kodlanmış, beklemede olan antikorlar) düşük seviyede oluşuyla ilişkilendirildi. Bu araştırma sonucuna göre, hem mikroplara hem de endotoksinlere maruz kalmak anne karnındaki bir bebeğin bağışıklık sistemini oluşturmada hayati önem taşıyor.
Öyleyse kolları sıvayalım mı?
Hamile kadınlara “bilfiil” ahırlarda hayvanlarla temas ederek mikroplara ve endotoksinlere bu derece maruz kalmalarını önermek geleneksel her türlü öneriye aykırı. Modern tıp uygulamalarında hamile kadını bir kozaya koyma eğilimindeyiz ve onlara verdiğimiz her öneride son derece dikkatliyiz. Kronik bağırsak rahatsızlığı olan hamile hastalarımın kullandıkları ilaçlar konusunda fazlaca dikkatli olduğum için ben de bu konuda biraz suçluyum. Gıda kaynaklı hastalık riski sebebiyle, hamile kadınların yumuşak peynir ve işlenmiş şarküteri ürünleri tüketirken dikkatli olmaları gerektiği konusunda yaptığım bir konuşma bile var. Hamilelik sürecinde çeşitli mikropların ve endotoksinlerin bulunduğu ortamlara maruz kalmanın iyi bir şey olabileceği olasılığını savunmak benim için gerçekten büyük bir düşünce değişimi. Ayrıca çoğu kadının böyle bir düşünceyi benimsemekte ne kadar zorlanacağı konusunu da hiç hafife almıyorum.
Bir uygulama önerisi olarak, gelecekte bir bebek sahibi olmayı planlıyorsanız ve hamileyken “bilfiil” ahırlarda hayvanlarla çalışacağınız bir dönem geçirmek istiyorsanız, öncesinde bunu deneyimlemek iyi bir fikir olabilir. Yani bu deneyimi sindirip sindiremeyeceğinizi görmek için öncesinde kendinizi sınayın.
Evcil hayvanlar ve hamilelik
Bu sizi şaşırtabilir; hamilelik sürecinizde evcil hayvan beslemenin bebeğinizin bağışıklık sistemi için iyi olduğuna ve alerji riskini azalttığına dair kanıtlar var. Evcil hayvanların koruyucu etkisi çiftlikte çalışmaya kıyasla daha az olsa da kayda değer ölçüde.
Michigan’ın güneydoğusunda yapılan WHEALS,3 erken çocukluk dönemindeki alerjiler ile evcil hayvanlar gibi bazı faktörlere erken yaşta maruz kalmak arasındaki ilişkiyi araştırmak üzere tasarlandı. Her gün en az bir saatini ev içinde geçiren hayvanlar evcil hayvan olarak tanımlandı. 2018’de araştırmacılar hem kedilerin hem de köpeklerin, yenidoğanların göbek bağlarından alınan kan örneklerinde daha düşük seviyelerde IgE (alerji) antikoruna rastlanmasını sağladığı sonucuna ulaştılar. Üç yıl sonra araştırma ekibi, bebeklerden alınan kan örneklerinden elde edilen sonuçları paylaştı. Anneleri hamilelikleri süresince evcil hayvan besleyen bebeklerde toplam IgE antikor seviyesinin yaşamlarının ilk yılı boyunca tutarlı bir şekilde düşük olduğu gözlemlendi. Yani belki de o hep istediğiniz köpek yavrusunu alma vakti gelmiştir…
Gıda dışındaki alerjenlere maruz kalmak
Polen gibi gıda dışı alerjenlerin hamilelik sürecinde potansiyel olarak zararlı olacağını düşünmüyor olabilirsiniz ama onların da alerjileri tetikleyebileceğine dair kanıtlar var. Hamileliğin erken dönemlerinde gıda dışı alerjenlere maruz kalmak pek de yararlı olmayabilir, hatta zararlı bile olabilir. Finli çocuklarla yapılan bir araştırmaya göre, hamileliğinin erken dönemleri geniş yapraklı ağaçların polen mevsimine denk gelen annelerin çocuklarının diğerlerine kıyasla gıda alerjilerine daha yatkın olduğu ortaya çıktı. Boston’da yürütülen 387 bebeğin dahil edildiği ACCESS4 projesinin sonucuna göre, annelerin kordonundan alınan kan örneklerinde, toz akarına fazla maruz kalan anneler ve yüksek seviyelerde çıkan IgE (alerji) antikorları arasında doğrudan bir ilişki olduğu gözlemlendi.
Peki anneler bu konuda ne yapabilir? Özellikle saman nezlesine meyilli annelerin uygulayabileceği pratik yöntemlerden biri, evden çıkmadan önce polen sayısını kontrol etmek. Polen sayısı bir metrekaredeki polen parçacıklarının sayısını ifade eder.
Toz akarına dair endişeleriniz varsaşunu bilmek yararlı olabilir; araştırmalara göre evin en çok yatak odasında yaşıyorlar. Çarşaf ve battaniyelerinizi 55 derecenin üzerindeki sıcaklıklarda yıkamak toz akarını öldürür. Sıcak suda yıkanmayan çarşaflar kullanıyorsanız, akarları öldürmek için en yüksek sıcaklık ayarında, en az on beş dakika kurutucuda tutabilirsiniz.
Stres
Hamilelik sürecinde yaşanan stresin doğmamış bebeğin bağışıklık sistemini Th2 yönünde (bağışıklık sistemindeki alerjik reaksiyon hücreleri) tetikleyerek olumsuz etkilediği kanıtlandı. Araştırmacılar, Boston’da yürütülen ACCESS projesine katılan 402 bebekle, annelerin hamilelik sürecinde yaşadıkları stres seviyeleri ve göbek bağından alınan kan örneklerindeki IgE (alerji) antikorları arasındaki ilişkiyi inceledi. Hamilelik süresince nispeten düşük seviyelerde toz akarına maruz kalmış ama yüksek seviyede stres yaşamış annelerin bebeklerinden alınan kan örneklerinde IgE (alerji) antikoru seviyelerinin daha yüksek olduğu gözlemlendi.
Elbette hamilelik süresince stresi tamamen yok etmek mümkün değil ama yine de eşim Cindy’den yararlı olabilecek bazı önerileri aşağıda bulabilirsiniz:
• Bebeğinize odaklanın.
• Ailenizle ve arkadaşlarınızla zaman geçirin.
• Bolca uyuyun.
• İyi gıdalar ve sıvılar tüketin.
• Meditasyon ve yoga yapmayı deneyin.
• Kitap okumak ya da en sevdiğiniz televizyon dizisini izlemek gibi eğlenceli aktivitelere vakit ayırın.
Beslenme
Beslenme konusu oldukça geniş. Aynı zamanda da en tartışmalı konulardan biri çünkü birbiriyle çelişen pek çok veri mevcut ve sürekli gelişen araştırma teknikleriyle birlikte durmadan değişen tıbbi öneriler gerginlik yaratıyor. Ama beslenme, hamile bir kadının en çok kontrol edebileceği faktörlerden biri. Bununla birlikte sabah bulantıları, aşırı hassas bir burun, düşük enerji seviyesi ve doymak bilmeyen bir iştahla karşı karşıya kaldığınız hamilelik sürecinde iyi beslenmek çok da kolay olmayabilir. Ama beslenmenizle ilgili seçimler yapabilir durumdaysanız, bebeğinizin bağışıklık sistemini güçlendirebilir ve alerji riskini azaltabilirsiniz.
Yağlar
Genel olarak yüksek enerji ve yağ alımı üzerine kurulu bir beslenme biçimi çocuklarınızdaki astım ve alerji riskini artırabilir. The Irish Lifeways Cross-Generation Study (İrlanda Jenerasyonlar Arası Yaşam Biçimleri Araştırması) hamilelik süresince yüksek oranda yağ içeren beslenme biçimleri ile çocuklardaki astım riskinin artışı arasında ilişki olduğu sonucunu ortaya koydu.
Japonya’nın Kochi Eyaletinde 2000’den fazla anne ve bebekle yapılan bir araştırma, alerjik bebekleri olan annelerin alerjik olmayan bebekleri olan annelere kıyasla daha fazla yağ ve bitkisel yağ içeren gıdalarla beslendiği sonucuna ulaştı. Bu nedenle genel olarak önerilen çok doğru: Hamilelik süresince çok fazla yağlı gıdalar tüketmemeye çalışın.
Belirli gıdalar doğmamış bebeklerde alerjiye neden olabilir mi?
Alerji riskini artıran ya da azaltan belirli gıdalar söz konusu olduğunda elimizde birbiriyle çelişen pek çok veri var. Yapılan araştırmaların farklı toplulukları ve etnik grupları kapsadığına dikkat çekmeliyim. Bu durum sonuçları daha geniş topluluklara genellemek için gereken tutarlı verinin elde edilmesini güçleştiriyor.
Örneğin, Almanya’da yapılan LISA araştırmasının sonuçlarına göre annenin hamilelik sürecinde fazla margarin, bitkisel yağ ve kızartmalarda kullanılan bitkisel yağ içeren gıdalarla beslenmesi, iki yaşındaki çocuklarda görülen egzama ve diğer alerjilerle ilişkili ve bu, yapılan diğer araştırmaların sonuçlarını destekler nitelikte. Ama şaşırtıcı şekilde, araştırmacılar kereviz, narenciye ve çiğ kırmızı biber tüketiminin de egzama ve diğer alerjilerle ilişkili olduğu bulgusuna ulaştı. Finlandiya’daki doğum topluluğunun yürüttüğü araştırmanın sonuçlarına göre, hamilelik süresince çilek, böğürtlen, dut gibi meyvelerin sularının ve diğer meyve sularının yüksek saman nezlesi riskiyle ilişkili olduğu ortaya çıktı.
Singapur’da yapılan GUSTO5 araştırmasının sonuçlarına göre, deniz ürünleri ve erişte ağırlıklı bir beslenme biçimi on sekiz ay ila üç yaş arası çocuklarda alerji gelişmesi riskinin düşüklüğüyle ilişkilendirildi. Diğer taraftan on sekiz ayrı Avrupa ve Amerika doğum kurulunun ortak yürüttüğü araştırmalarda, hamilelik sürecinde balık ve diğer deniz ürünlerini tüketmenin çocuklarda hırıltılı solunum, astım ve saman nezlesi riskini azalttığına dair hiçbir veriye rastlanmadı.
İspanya’da yapılan bir araştırmada, hamilelikte Akdeniz diyetine bağlı kalmanın altı buçuk yaş çocuklarında hırıltılı solunum ve atopi (alerjiye genetik yatkınlık) riskini azaltabileceği sonucuna ulaşıldı. Ama Meksika’da yapılan bir başka araştırmada, hamilelik sürecinde Akdeniz diyetine bağlı kalmanın altı yaş çocuklarında hapşırık dışında alerjik semptomları azaltmaya hiçbir katkısı olmadığı sonucuna ulaşıldı.
Ücretsiz ön izlemeyi tamamladınız.