Kitabı oku: «Tarzan’ın Dönüşü», sayfa 4
5. BÖLÜM
SUYA DÜŞEN PLAN
Tarzan bir ay boyunca, güzel Kontes de Coude’un misafirhanesinin çok aranılan bir müdavimi hâline geldi. İkindi çayına gelen küçük seçkin grubun diğer mensupları ile sık sık bir araya geliyordu. Lakin Olga sık sık, Tarzan ile bir saat kadar baş başa kalmak için bahaneler buluyordu.
Bir müddet, Nikolas’ın ima ettikleri sebebiyle korku içerisindeydi. O, bu boylu boslu genç adamı bir arkadaştan öte görmüyordu fakat kardeşinin o şeytani sözlerinin telkiniyle, artık kendisini bu gri gözlü yabancıya çeken tuhaf gücün mahiyeti hakkında kafa yormaya başlamıştı. Ona âşık olmak istemiyordu, onun aşkını da keza.
Olga kocasından yaşça küçüktü ve kendisi fark etmemiş olsa da akranı olan biriyle kuracağı bir arkadaşlığa sığınmayı arzuluyordu. Yirmi yaşındaki birinin sırlarını kırk yaşındaki biriyle paylaşması zordur. Ama Tarzan ondan sadece iki yaş büyüktü. Onu anlayabiliyordu; anladığını hissediyordu Olga. Üstelik de temiz, onurlu ve centilmendi. Ondan korkmuyordu. Tanıştıkları ilk andan itibaren ona güvenebileceğini içgüdüsel olarak hissetmişti.
Gitgide büyüyen bu yakınlığı, şeytani bir neşe ile uzaktan seyrediyordu Rokoff. Tarzan’ın, onun bir Rus casusu olduğunu öğrendiğinden beri maymun adama duyduğu nefrete, bir de maymun adamın onu ifşa edebileceği korkusu eklenmişti. Şimdi, son vuruşunu yapmak için münasip bir an kolluyordu. Niyeti hem Tarzan’dan temelli kurtulmak hem de onun yüzünden maruz kaldığı aşağılanma ve mağlubiyetin intikamını bol bol almaktı.
Tarzan, ormanındaki huzur ve sükûnetin kıyıya terk edilen Porterlarla karşılaşmasıyla birlikte bozulmasından beri ilk kez kendisini gönül ferahlığına bu kadar yakın hissediyordu. Olga’nın arkadaşlarıyla sosyalleşmekten neşe duyarken güzel Kontes ile kendisi arasında yeşeren arkadaşlık da onun için bitmez tükenmez bir zevk kaynağıydı. Bu arkadaşlık, geldiği gibi kasvetli düşüncelerini dağıtmış; yaralı kalbine de merhem olmuştu.
De Coudeların evine yaptığı ziyaretlerde bazen D’Arnot da ona eşlik ediyordu; zira D’Arnot, hem Kont’u hem de Olga’yı uzun bir zamandır tanıyordu. Arada sırada Kont De Coude da yanlarına uğruyordu lakin nazırlıktaki vazifesi ve siyasetin bitmek tükenmek bilmeyen işleri, onu genellikle geç saatlere kadar evine gitmekten alıkoyuyordu.
Rokoff; Tarzan’ı neredeyse sürekli gözetliyor, De Coude sarayına geceleyin uğramak için münasip bir an kolluyor fakat bu hususta hep hüsrana uğruyordu. Birkaç seferinde Tarzan’ın, operadan sonra Kontes’e evine kadar eşlik ettiği olmuştu fakat her seferinde de onu girişte bırakıp geri dönmüştü; bu da Kontes’in sadık kardeşinin hiç hoşuna gitmemişti.
Tarzan’ı kendi eliyle tuzağa kıstırmanın imkânsız olduğunu idrak eden Rokoff ve Paulvitch, baş başa verip maymun adamı riskli bir pozisyonda yakalatmak için bir plan yapmaya koyuldular.
Günlerce hem gazeteleri taradılar hem de De Coude ile Tarzan’ın hareketlerini gözetlediler. Nihayetinde de muratlarına erdiler. Bir sabah gazetesinde ertesi akşam Alman sefir tarafından bir davet verileceğinden kısaca bahsediliyordu. Davetliler arasında De Coude’un adı da mevcuttu. Bu davete katılması, gece yarısından sonraya kadar evde olmayacağı anlamına geliyordu.
Davet yemeğinin verileceği gece Paulvitch, Alman sefirin malikânesinin önündeki kaldırımda bekliyordu. Oradan davete teşrif eden her bir davetlinin yüzünü görebiliyordu. Arabasından inip yanından geçip giden De Coude’un gelişini beklemesi uzun sürmedi. Bu kadarı kâfiydi. Paulvitch oradan hemen ayrılıp Rokoff’un kendisini beklediği dairesine döndü. Orada saat on bir olana kadar bekledikten sonra Paulvitch, telefonun ahizesini kaldırdı ve bir numara çevirdi.
“Teğmen D’Arnot’un evi mi?” diye sordu, karşı taraftan cevap gelince.
“Mösyö Tarzan için bir mesajım var, telefona gelebilir mi acaba?”
Bir an sessizlik oldu.
“Mösyö Tarzan?”
“Ah, evet, mösyö, ben François… Kontes de Coude’un hizmetinde çalışıyorum. Acaba mösyö, bu François kulunuz için bir iyilik yapıp onu geri arayabilir mi?”
“Evet, mösyö. Bir mesajım var, Kontes’ten acil bir mesaj. Hemen onun yanına gitmenizi istirham ediyor; başı dertte, mösyö.”
“Hayır, mösyö, François kulunuz ne olduğunu bilmiyor. Madama mösyönün birazdan geleceğini söyleyeyim mi?”
“Teşekkür ederim, mösyö. Tanrı sizden razı olsun.”
Paulvitch ahizeyi yerine koydu ve sırıtarak Rokoff’a döndü.
“Oraya varması otuz dakika sürer. Alman sefirin malikânesine on beş dakikada ulaşırsan De Coude’un evine varması kırk beş dakika alır. Tüm mesele o aptalın kendisine bir oyun oynandığını anladıktan sonra on beş dakika daha orada kalması ama yanılmıyorsam Olga onu o kadar kısa sürede bırakmak istemez. İşte, al bu notu, De Coude’a götür. Çabuk!”
Paulvitch hiç vakit kaybetmeden Alman sefirin malikânesine vardı. Notu kapıdaki uşağa verdi. “Bu not, Kont de Coude için. Çok acil. Bu notu derhâl ona kendi elinle teslim et.” dedi ve uşağın eline bir gümüş para bıraktı. Sonra da evine döndü.
Bir dakika sonra De Coude, ev sahibinden müsaade isteyerek zarfı açtı. Okudukları karşısında yüzü bembeyaz kesildi ve elleri titremeye başladı.
MÖSYÖ KONT DE COUDE,
Şerefinizi kurtarmak isteyen biri olarak, bu not vesilesiyle, tam şu anda yuvanızın kutsal varlığının tehlike altında olduğu hususunda sizi uyarmak istedim.
Bir aydır siz evde yokken evinizin müdavim bir ziyaretçisi olan malum bir adam, şu an karınızla birlikte. Derhâl Kontes’inizin yatak odasına giderseniz, onları birlikte göreceksiniz.
BİR DOST
Paulvitch Tarzan’ı aradıktan yirmi dakika sonra Rokoff, Olga’nın hususi hattını aradı. Kontes’in hususi yatak odasında bulunan telefonu hizmetçisi açtı.
“Ama madam yattı.” dedi hizmetçi, Rokoff’un onunla görüşmek istemesine cevaben.
“Sadece Kontes’e söyleyebileceğim çok acil bir mesajım var.” diye karşılık verdi Rokoff. “Söyle hemen kalksın, üstüne bir şeyler geçirip telefona gelsin. Beş dakika sonra tekrar arayacağım.” Ardından ahizeyi yerine bıraktı. Bir dakika sonra içeri Paulvitch girdi.
“Kont mesajı aldı mı?” diye sordu Rokoff.
“Şu an evine gidiyordur.” diye cevapladı Paulvitch.
“Güzel! Şimdilerde hanımefendi geceliğiyle odasında oturuyordur. Biraz sonra sadık adamım Jacques, Kontes’e hiç haber vermeden Mösyö Tarzan’ı onun huzuruna götürecek. Durumu açıklaması da birkaç dakika sürer. Olga o incecik geceliğinin içinde çok cazibeli görünecek; geceliği tüm çekiciliğini ortaya çıkarırken üzerine giydiği dar ropdöşambır ise sadece yarım yamalak kapatıyor bedenini. Olga şaşıracaktır ama memnun olmayacağını söyleyemem.”
“O adamda biraz erkeklik varsa şu andan itibaren on beş dakika sonra Kont geldiğinde, çok güzel bir aşk sahnesiyle karşılaşacak. Bence muhteşem bir plan yaptık, sevgili dostum Alexis. Kont de Coude’un Paris’teki en iyi silahşorlardan biri ve hatta tüm Fransa’daki açık ara en iyi nişancı olduğunu da hesaba katarsak; şimdi dışarı çıkıp kendimize Plancon’un eşsiz pelin otu liköründen ısmarlayıp Mösyö Tarzan’ın sağlığına içebiliriz.”
Tarzan, Olga’nın evine vardığında Jacques girişte onu bekliyordu.
“Bu taraftan, Mösyö.” dedi ve onu geniş, mermer merdivenlerden üst kata çıkardı. Çok geçmeden bir kapıyı açtı ve ağır bir perdeyi kenara çekti. Abartılı bir hürmetle eğilerek Tarzan’ı loş ışıklı odaya buyur etti. Tarzan girince Jacques hemen ortadan kayboldu.
Tarzan, odanın karşı ucunda Olga’yı üzerinde telefon olan küçük bir masanın önünde otururken gördü. Masanın cilalı yüzeyine parmaklarını sabırsızca vuruyordu. Tarzan’ın girdiğini duymamıştı.
“Olga, ne oldu?” dedi.
Korkudan ufak bir çığlık atarak ona doğru döndü.
“Jean!” diye bağırdı. “Burada ne işin var? Seni kim içeri aldı? Neler oluyor?”
Tarzan şaşkına dönmüştü ama hemen sonrasında hakikatin bir kısmını idrak etti.
“Öyleyse beni sen çağırtmadın mı, Olga?”
“Gecenin bu saatinde seni çağırtmak mı? Mon Dieu! Jean, o kadar deli miyim ben sence?”
“François bana telefon edip hemen gelmemi söyledi; başının dertte olduğunu ve beni çağırdığını söyledi.”
“François mı? François da kim?”
“Senin hizmetinde çalıştığını söyledi. Sanki onu hatırlamam gerekiyormuş gibi bahsetti kendisinden.”
“Benim için çalışan o isimde kimse yok. Birileri sana şaka yapmış, Jean.” diyerek güldü Olga.
“Korkarım ki bu çok kötü niyetli bir ‘şaka’, Olga.” diye karşılık verdi Tarzan. “Amacı esprinin ötesinde bir şey.”
“Ne demek istiyorsun? Yoksa sence…”
“Kont nerede?” diye araya girdi Tarzan.
“Alman elçinin malikânesinde.”
“Bu senin muhterem kardeşinin işlerinden biri. Yarın Kont’un haberi olacak. Uşakları sorguya çekecek. Tüm ipuçları da Rokoff, Kont’un ne düşünmesini istiyorsa onu gösterecek.”
“Pislik!” diye bağırdı Olga. Ayağa kalmış, Tarzan’a yaklaşmıştı; doğrudan onun yüzüne bakıyordu. Çok korkmuştu. Gözlerinde, bir avcının zavallı bir ceylanın gözlerine baktığında gördüğü ifade vardı: korkmuş, aklı karışmış, şaşkın… Titriyordu, dengesini sağlamak için ellerini adamın geniş omuzlarına koydu. “Ne yapacağız, Jean?” diye fısıldadı. “Berbat bir durum bu. Yarın tüm Paris bunu okuyacak; Nikolas ne yapıp eder, herkese duyurur.”
Bakışı, hâli, kelimeleri; asırlardır süregeldiği gibi savunmasız bir kadının, tabii koruyucusu olan erkeğe yakarışıydı. Kadının, göğsüne koyduğu sıcacık küçük ellerinden birini kendi güçlü elinin avucuna aldı Tarzan. Gayriihtiyari bir hareketti bu ve yine bir o kadar gayriihtiyari olan koruma içgüdüsüyle, kolunu genç kadının omuzlarına sardı.
Ortaya çıkan sonuç, müthiş bir çekimdi. Daha önce ona hiç bu kadar yakın olmamıştı. Birdenbire, şaşkınlık ve suçluluk içerisinde birbirlerinin gözlerine baktılar; Olga de Coude iradeli olması gereken yerde, zayıf düştü ve adamın kollarına daha da sokulup kendi kollarını adamın boynuna doladı. Peki ya Maymunların Tarzanı ne yaptı dersiniz? Nefes nefese kalan kadının bedenini, kuvvetli kollarının arasına aldı ve sıcak dudaklarını öpücüklere boğdu.
Raoul de Coude, elçinin uşağının eline tutuşturduğu notu okuduktan sonra alelacele bahaneler uydurup oradan ayrıldı. Sonrasında bu bahanelerin mahiyetini hiçbir zaman hatırlayamadı. Kendi evinin kapısının eşiğine gelene kadar her şey epey bulanıktı zihninde. O noktadan itibaren ise çok soğukkanlı bir hâle bürünüp sessiz ve dikkatlice ilerledi. Esrarengiz bir şekilde Jacques, o daha merdivenlerin yarısındayken kapıyı açmıştı. O an bu durumun tuhaflığı dikkatini çekmese de sonrasında fark etmişti.
Parmak uçlarında sessizce yürüyerek üst kata çıktı ve koridordan geçerek karısının hususi yatak odasının kapısına geldi. Elinde ağır bir baston vardı; niyetinde ise cinayet.
Onu ilk gören Olga oldu. Korkuyla çığlık atıp Tarzan’ın kollarından sıyrıldı. De Coude bastonu tüm gücüyle kafasına indirecekken Maymunların Tarzanı tam zamanında dönüp darbeden kurtuldu. Ağır sopa peş peşe üç kez yıldırım hızıyla indi ve her vuruş maymun adamı, ilkel hâline biraz daha döndürdü.
Erkek maymunların yaptığı kısık, boğazdan bir hırlamayla Fransız adamın üzerine atladı. Koca sopayı elinden kaptığı gibi sanki bir kibrit çöpüymüşçesine ikiye kırıp kenara fırlattı. Ardından, öfkeden gözü dönen vahşi mahluk, rakibinin boğazına saldırdı. Olga de Coude, sonrasında meydana gelen korkunç sahneye kısa bir an dehşet içerisinde bakakaldı. Ardından kendine gelip Tarzan’ın, kocasını öldürmek üzere olduğu yere fırladı. Tarzan; adamı kedinin fareyi tutup ağzında sarsması gibi sarsıyor, boğazını sıkıyordu.
Adamın koca ellerine çılgınlar gibi vurdu. “Tanrı aşkına!” diye bağırdı. “Onu öldüreceksin, öldüreceksin! Dur, Jean, öldüreceksin kocamı!”
Tarzan öfkeden sağır olmuştu. Aniden adamı yere fırlattı ve ayağını adamın göğsüne koyup başını yukarı kaldırdı. Sonra, Kont de Coude’u sarayından rakibini öldüren bir erkek maymunun dehşet verici haykırışı yankılandı. Korkunç ses kilerden tavan arasına kadar tüm uşakların kulaklarına ulaşıp onları korkudan beti benzi atmış ve titrer bir hâlde bıraktı. Odadaki kadın, kocasının başında diz çökmüş dua ediyordu.
Tarzan’ın gözlerinin önündeki kırmızı perde yavaş yavaş kalktı. Etrafını görmeye başladı; medeni insan bakış açısı ona dönüyordu. Gözleri, yerde diz çökmüş kadını buldu. “Olga!” diye fısıldadı. Kadın başını kaldırıp baktı. Kendisine bakan gözlerde manyak bir katilin ışıltısını görmeyi beklerken keder ve pişmanlık gördü.
“Ah, Jean!” dedi. “Ne yaptığını gördün mü? O benim kocamdı. Onu seviyordum ve sen onu öldürdün.”
Tarzan, Kont de Coude’un hareketsiz bedenini dikkatli bir şekilde kaldırıp kanepeye taşıdı. Ardından kulağını adamın göğsüne koyup dinledi.
“Biraz konyak getir, Olga.” dedi.
Kadın konyağı getirdi ve birlikte adamın dudaklarının arasından döktüler. Çok geçmeden adamın rengi atmış dudaklarından zayıf bir nefes sesi geldi. Başını çevirdi ve inledi.
“Ölmeyecek.” dedi Tarzan. “Tanrı’ya şükür!”
“Bunu neden yaptın, Jean?” diye sordu kadın.
“Bilmiyorum. Bana vurunca deliye döndüm. Kabilemdeki maymunların da aynı şeyi yaptıklarını defalarca gördüm. Sana hikâyemi hiç anlatmadım, Olga. Bilseydin daha iyi olurdu; o zaman belki bunlar olmazdı. Ben babamı hiç görmedim. Annem bildiğim tek mahluk ise vahşi bir maymundu. On beş yaşıma kadar hiç insan görmedim. Beyaz insan gördüğümde ise yirmi yaşımdaydım. Daha bir yıldan biraz fazla bir zaman öncesine kadar, Afrika ormanlarında yaşayan yarı çıplak, yırtıcı bir hayvandım.”
“Beni çok kınama. Beyaz ırkın on binlerce asırda başardığı değişimi, iki yılda başarabilmek pek mümkün değil.”
“Kınamıyorum, Jean. Hata bende. Şimdi gitmelisin; şuuru yerine geldiğinde seni burada görmesin. Hoşça kal.”
Kont de Coude’un sarayından başı önde çıkıp giderken Tarzan, epey üzgündü.
Dışarı çıkınca aklı tamamen yerine geldi; öyle ki yirmi dakika sonra Rue Maule’un yakınlarındaki polis karakolundan içeri giriyordu. Orada, birkaç hafta evvelki meseleden tanıdığı memurlardan birini buldu. Polis memuru, kendisini fena hâlde paralayan adamı gördüğüne hakikaten de memnun olmuştu. Kısa bir sohbetten sonra Tarzan, ona Nikolas Rokoff ya da Alexis Paulvitch diye birilerini duyup duymadığını sordu.
“Çok sık duyuyorum aslında, mösyö. İkisinin de sabıka kaydı var. Şu an haklarında herhangi bir şikâyet olmasa da olur da lazım olur diye yerlerini sürekli takip ediyoruz. Her malum suçlu için tatbik ettiğimiz bir tedbir bu. Siz neden sordunuz, mösyö?”
“Kendileriyle tanışıklığım var.” diye cevap verdi Tarzan. “Ufak bir iş meselesi sebebiyle Mösyö Rokoff’la görüşmek istiyorum. Bana kaldığı yeri tarif edebilirseniz çok makbule geçer.”
Birkaç dakika sonra polis memuruna hoşça kal deyip pek saygın olmayan bir mahalledeki adresin yazılı olduğu kâğıdı cebine atarak en yakındaki taksi durağına doğru hızlı adımlarla yürüdü.
Rokoff ve Paulvitch evlerine dönmüş, oturmuş, akşamki vukuatın muhtemel neticelerini tartışıyorlardı. Sabah gazetelerinden iki tanesinin bürosuna telefon etmiş, ertesi gün Paris sosyetesini karıştıracak skandalı nakledecekleri gazetecilerin gelmesini bekliyorlardı.
Merdivenlerden ayak sesleri duyuldu. “Oo, bu gazeteciler bayağı dakik çıktı.” dedi Rokoff heyecanla. Hemen ardından kapıya vuruldu. “Girin, mösyö!” diye seslendi Rokoff.
Ziyaretçinin ciddi, gri gözleriyle karşılaştığında Rus’un yüzündeki gülümseme donuverdi.
“Yok artık!” diye bağırdı, ayağa sıçrayarak. “Seni buraya hangi rüzgâr attı?”
“Otur!” dedi Tarzan; o kadar alçak bir sesle söylemişti ki adamlar ne dediğini zar zor anladılar. Fakat ses tonu, Rokoff’u sandalyesine geri oturtmaya; Paulvitch’in ise sandalyesinden hiç kalkamamasına yetmişti.
“Siz gayet iyi biliyorsunuz hangi rüzgâr olduğunu.” diye devam etti, aynı alçak ses tonuyla. “Senin ölümün olacak bir rüzgâr ama sırf Olga de Coude’un kardeşi olduğu için, bunu yapmayacağım. Şimdilik.”
“Yaşamanız için size bir şans vereceğim. Paulvitch zaten pek sayılmaz; aptal maşanın teki. O yüzden, senin yaşamana müsaade ettiğim sürece onu da öldürmeyeceğim. Sizi öldürmeden buradan ayrılmam için öncelikle iki şey yapacaksınız: Birincisi, bu geceki kumpasla bağlantınızı anlatan bir itiraf yazmak olacak; sonra da imzalayacaksınız.”
“İkincisi, gazetelerde bu meseleye dair tek bir kelimenin dahi çıkmayacağına dair kendi canınız üzerine yemin edeceksiniz. Bu ikisini yapmazsanız ben bu kapıdan çıkarken ikiniz de sağ olmayacaksınız. Anladınız mı?” Adamlardan bir cevap beklemeden devam etti: “Acele edin; mürekkep de kâğıt da kalem de önünüzde.”
Rokoff sert bir tavır takınarak Tarzan’ın tehditlerinden pek korkmadığını göstermeye çalıştı fakat hemen ardından maymun adamın çelik parmaklarını boğazında hissetti. Tarzan’ın elinden kaçıp kapıya ulaşmaya çalışan Paulvitch ise kendini bir anda havada asılı buldu ve ardından odanın köşesinde, fırlatıldığı yerde bayılıp kaldı. Rokoff’un suratı morarmaya başlayınca Tarzan adamın boğazını bıraktı ve sandalyesine geri itti. Bir dakika öksürdükten sonra Rokoff, somurtarak oturup karşısında duran adama dik dik baktı. O sırada Paulvitch de kendine geldi ve Tarzan’ın emriyle acı içinde topallaya topallaya sandalyesine döndü.
“Şimdi yaz.” dedi maymun adam. “Sizi bir kez daha paralamak zorunda kalırsam bu kez bu kadar yumuşak davranmam.”
Rokoff kalemi aldı ve yazmaya başladı.
“Hiçbir teferruatı atlama, herkesten ismiyle bahset.” diye ikaz etti Tarzan.
O sırada kapı çalındı. “Girin!” dedi Tarzan.
İki dirhem bir çekirdek giyinmiş genç bir adam içeri girdi. “Matin’den geliyorum.” dedi. “Anladığım kadarıyla Mösyö Rokoff bana bir hikâye anlatacakmış.”
“Öyleyse yanlış anlamışsınız, mösyö.” diye karşılık verdi Tarzan. “Anlatacak bir hikâyen falan yok, değil mi, sevgili Nikolas?”
Rokoff kâğıttan başını kaldırıp öfkeli öfkeli baktı.
“Yok.” diye homurdandı, “Hikâyem yok; şimdilik.”
“Ne şimdi ne de sonra, sevgili Nikolas.” dedi Tarzan. Bunu söylerken maymun adamın gözündeki korkunç parıltıyı muhabir fark etmedi fakat Nikolas Rokoff gördü.
“Ne de sonra.” diye tekrar etti hemen.
“Buraya kadar zahmet etmişsiniz, kusura bakmayın.” dedi Tarzan, gazeteciye dönerek. “İyi akşamlar, mösyö.” diyerek eğildi. Sonra genç adamı kapı dışarı edip kapıyı yüzüne kapattı.
Bir saat sonra Tarzan, paltosunun cebinde kalınca bir mektupla Rokoff’un evinden çıktı.
“Yerinde olsam Fransa’yı terk ederdim.” dedi. “Çünkü er ya da geç, kız kardeşini tehlikeye atmadan seni öldürmenin bir bahanesini bulacağım.”
6. BÖLÜM
DÜELLO
Tarzan, Rokoff’un yanından ayrıldıktan sonra eve döndüğünde D’Arnot uyuyordu. Onu rahatsız etmek istemediğinden uyandırmadı fakat ertesi sabah, geçen akşam olanları ona ufak bir teferruatı atlayarak anlattı.
“Nasıl bir ahmaklık yaptım ben.” diye bitirdi anlatmasını. “De Coude da karısı da benim arkadaşımdı. Ben ise arkadaşlıklarına karşılık ne yaptım? Kont’u öldürmekten kıl payı kurtuldum. Namuslu bir kadının adını lekeledim. Muhtemeldir ki mutlu bir yuvayı da yıkmış oldum.”
“Olga de Coude’u seviyor musun?” diye sordu D’Arnot.
“Onun beni sevmediğinden emin olmasaydım bu sorunu cevaplayamazdım, Paul ama hâl böyleyken sana onu sevmediğimi, onun da beni sevmediğini söyleyebilirim. İkimiz de bir anlık çılgınlığın kurbanı olduk. Aşk değildi bu ve şayet De Coude o sırada eve gelmiş olmasaydı, bu çılgınlık aniden geldiği gibi yine aniden gidecek; hiçbir zarar vermeden terk edecekti bizi. Bildiğin gibi kadınlar hususunda pek tecrübem yok. Olga de Coude çok güzel; buna bir de loş ışığın altındaki o baştan çıkarıcı ortamda korunmaya muhtaç, savunmasız bir kadının yakarışları eklenince… Belki medeni bir erkek olsa buna karşı koyabilirdi ama benim medeniyetim pek köklü değil; giysilerimden ibaret.”
“Paris bana göre değil. Gitgide daha vahim tuzaklara düşüp duracağım. İnsan yapımı kurallar beni usandırıyor. Kendimi sürekli bir esir gibi hissediyorum. Artık dayanamıyorum, dostum; bu yüzden sanırım, ormanıma geri dönecek ve Tanrı’nın beni oraya koymakla bana münasip gördüğü hayatı yaşayacağım.”
“Kendini bu kadar üzme, Jean.” diye karşılık verdi D’Arnot. “Daha evvel de benzer durumlar oldu ve sen çoğu ‘medeni’ erkekten çok daha iyi idare edip bu durumlardan alnının akıyla çıktın. Bu kez Paris’i terk etmeye gelince Raoul de Coude çok geçmeden bu hususta bir şeyler söyleyecektir diye düşünüyorum.”
D’Arnot yanılmamıştı. Bir hafta sonra, sabah on bir civarında D’Arnot ve Tarzan kahvaltı ederken Mösyö Flaubert çıkageldi. Mösyö Flaubert, şaşırtıcı derecede kibar bir beyefendiydi. Mösyö Kont de Coude’un meydan okuma mesajını Tarzan’a defalarca eğilerek iletti. Acaba Mösyö Tarzan, mümkün olduğunca erken bir saatte mevzunun teferruatını görüşüp her iki tarafı da memnun edecek şekilde ayarlamak üzere bir arkadaşını Mösyö Flaubert’le buluşmaya gönderme nezaketinde bulunabilir miydi?
Kesinlikle. Mösyö Tarzan, kendi menfaatini arkadaşı Teğmen D’Arnot’a gözünü dahi kırpmadan seve seve emanet edebilirdi. İşte böylece, o gün öğleden sonra saat ikide D’Arnot’un Mösyö Flaubert’i araması kararlaştırıldı ve kibar Mösyö Flaubert yine defalarca eğildikten sonra yanlarından ayrıldı.
Tekrar baş başa kaldıklarında D’Arnot, Tarzan’a merak içerisinde baktı.
“Şimdi ne olacak?” dedi.
“Şimdi günahlarıma bir de cinayet eklemem gerekecek, yoksa kendim öleceğim.” dedi Tarzan. “Medeni kardeşlerimin yolunda hızla ilerliyorum.”
“Hangi silahları seçeceksin?” diye sordu D’Arnot. “De Coude kılıç kullanmaktaki maharetiyle ve muhteşem bir nişancı olmasıyla bilinir.”
“Öyleyse ben de yirmi adım mesafeden zehirli oklar seçebilirim ya da yine aynı mesafeden mızrak.” diyerek güldü Tarzan. “Tabanca olsun, Paul.”
“Seni öldürür, Jean.”
“Bundan şüphem yok.” diye karşılık verdi Tarzan. “Nihayetinde bir gün öleceğim.”
“Kılıç olsa daha iyi olur.” dedi D’Arnot. “Seni yaralayınca tatmin olup bırakır, hem ölümcül yara tehlikesi de daha düşük.”
“Tabanca.” dedi Tarzan, kesin bir kararlılıkla.
D’Arnot onu vazgeçirmeye çalışsa da nafileydi, böylece tabancada karar kılındı.
Saat dördü biraz geçerken D’Arnot, Mösyö Flaubert ile olan görüşmesinden döndü.
“Hepsi ayarlandı.” dedi. “Her şey istediğimiz gibi. Yarın sabah gün aydınlandığında. Etamps’ın yakınlarındaki bir yolda ıssız bir nokta var. Şahsi bir sebepten dolayı Mösyö Flaubert orayı tercih etti. Ben de itiraz etmedim.”
Tarzan’ın tek yorumu “Güzel!” oldu. O gün, bu meseleden bir daha dolaylı yoldan dahi söz etmedi. O gece yatmadan önce birkaç mektup yazdı. Mektupları mühürleyip adresleri yazdıktan sonra hepsini, üzerinde D’Arnot’un adı yazan bir zarfın içine koydu. D’Arnot soyunurken Tarzan’ın bir gazino şarkısı mırıldandığını duydu.
Homurdanarak küfretti Fransız. Çok mutsuzdu; zira ertesi sabah güneşin, Tarzan’ın ölüsü üzerine doğacağından emindi. Böyle bir durumda Tarzan’ı bu kadar tasasız görmek ise sinirini bozuyordu.
“İnsanların birbirini öldürmek için böyle erken bir saati seçmesi hiç medenice değil.” dedi maymun adam, sabahın kör karanlığında rahat yatağından çıkmak zorunda kalınca. Deliksiz uyumuştu, o yüzden sanki kafasını yastığa daha yeni koymuş da arkadaşı gelip onu hemen uyandırmış gibi hissediyordu. Sözlerinin muhatabı, Tarzan’ın yatak odasının kapısında giyinip hazırlanmış şekilde duran D’Arnot’tu.
D’Arnot ise tüm gece neredeyse hiç uyumamıştı. Gergindi ve bu yüzden de çabuk parlamaya meyilliydi.
“Sen tüm gece bebek gibi uyudun herhalde!” dedi.
Tarzan güldü. “Ses tonuna bakılırsa uyuduğum için bana gocunmuşsun, Paul. Ama elimde değildi, gerçekten.”
“Hayır, Jean; mesele o değil.” diye karşılık verdi D’Arnot, gülümseyerek. “Ama meseleye öyle bir vurdumduymazlıkla yaklaşıyorsun ki bu beni çileden çıkarıyor. Seni gören, Fransa’nın en iyi nişancılarından birini değil de tahta bir hedefi vurmaya gidiyorsun zanneder.”
Tarzan omuz silkti. “Büyük bir yanlışın kefaretini ödeyeceğim, Paul. Kefaretin çok elzem bir özelliği de rakibinin nişancılığıdır. Öyleyse memnuniyetsiz olmamı gerektiren nedir? Bana Kont de Coude’un fevkalade bir nişancı olduğunu söyleyen sen değil miydin?”
“Yani öldürülmeyi ümit ettiğini mi söylüyorsun?” dedi D’Arnot, dehşet içerisinde.
“Öldürülmeyi ümit ettiğimi söyleyemem fakat sen de biliyorsun ki ölmeyeceğimi düşünmem için pek bir sebep yok.”
Eğer D’Arnot, De Coude’un Tarzan’ı şeref meydanında hesaplaşmaya çağıracağına dair gönderdiği haberi aldığı ilk andan beri maymun adamın aklında olan şeyi bilseydi, şimdikinden çok daha fazla dehşet içerisinde olurdu.
Sessizlik içerisinde D’Arnot’un büyük arabasına bindiler ve yine sessizlik içerisinde Etamps’a giden yarı karanlık yolda süratle ilerlediler. İki adam da kendi düşüncelerine dalmıştı. D’Arnot’unkiler yas doluydu, zira Tarzan’ı gerçekten de seviyordu. Hayatları ve yetişme tarzları tamamen farklı olan bu iki adamın arasında yeşeren büyük dostluk, birbirlerini tanıdıkça daha da güçlenmişti; zira erkeklik, şahsi cesaret ve şeref gibi yüksek idealler her ikisi için de aynı derecede mühimdi. Birbirlerini anlayabiliyorlar ve birbirleriyle arkadaş olmaktan gurur duyuyorlardı.
Maymunların Tarzanı’nın düşüncelerinde ise geçmiş vardı; her şeyden bihaber orman hayatının mutlu anlarının güzel hatıralarını düşünüyordu. Merhum babasının kulübesindeki masanın üzerine bağdaş kurup güneşten kavrulmuş küçük bedeniyle büyüleyici resimli kitapların üzerine eğilerek geçirdiği sayısız saatlerde o kitaplardan, kulakları henüz tek bir insan sesi dahi işitmemişken yazı dilinin sırrını hiçbir yardım almadan çözdüğü çocukluk zamanlarını anımsamıştı. İlkel ormanın kalbinde Jane Porter ile baş başa kaldığı o günü düşündüğünde ise güçlü yüz hatları, bir mutluluk gülümsemesiyle yumuşadı.
Kısa bir süre sonra arabanın durmasıyla daldığı hatıralardan uyandı; gidecekleri yere varmışlardı. Tarzan’ın aklı günün meselesine döndü. Ölmek üzere olduğunu biliyordu lakin içinde ölüm korkusu yoktu. Vahşi ormanın sakinleri için ölüm sıradan bir şeydi. Tabiatın ilk kanunu onları hayata sıkı sıkıya sarılmaya, hayatta kalmak için dövüşmeye zorluyordu ama, onlara ölümden korkmayı öğretmiyordu.
Şeref meydanına ilk varanlar D’Arnot ve Tarzan olmuştu. Kısa bir süre sonra da De Coude, Mösyö Flaubert ve üçüncü bir beyefendi daha geldi. Üçüncü kişiyi D’Arnot ve Tarzan’la tanıştırdılar; adam bir hekimdi.
D’Arnot ve Mösyö Flaubert kısa bir süre aralarında fısıldaştılar. Kont de Coude ve Tarzan meydanın iki zıt tarafında duruyorlardı. Çok geçmeden düello şahitleri onları çağırdı. D’Arnot ve Mösyö Flaubert iki tabancayı da kontrol ettiler. Mösyö Flaubert uyulması gereken şartları sıralarken biraz sonra karşılaşacak olan iki adam sessizce duruyorlardı.
Sırt sırta durmaları gerekiyordu. Mösyö Flaubert’in işaretiyle tabancaları yanlarında asılı şekilde, zıt yönde yürüyerek birbirlerinden uzaklaşacaklardı. Her ikisi de on adım uzaklaştıktan sonra da D’Arnot son işareti verecekti. Bu işaretten sonra arkalarına dönecek ve biri yere düşene kadar ya da ikisinin de üç atış hakkı bitene kadar ateş edeceklerdi.
Mösyö Flaubert konuşurken Tarzan tabakasından bir sigara aldı ve yaktı. De Coude ise serinkanlılığın vücut bulmuş hâliydi âdeta; nihayetinde Fransa’nın en iyi nişancısı değil miydi?
Biraz sonra Mösyö Flaubert başıyla D’Arnot’a işaret etti ve şahitler, kendi düellocularına pozisyon aldırdılar.
“Hazır mısınız, beyler?” diye sordu Mösyö Flaubert.
“Epeyce.” diye karşılık verdi De Coude.
Tarzan başını evet manasında salladı. Mösyö Flaubert işareti verdi. Düellocular yavaş yavaş birbirlerinden uzaklaşırken Mösyö Flaubert ile D’Arnot birkaç adım geri çekilerek onların ateş hattından çıktılar. Altı! Yedi! Sekiz! D’Arnot’un gözleri yaşlıydı. Tarzan’ı çok seviyordu. Dokuz! Bir adım daha atıldı ve zavallı Teğmen, vermekten imtina ettiği o işareti verdi. Onun için bu işaret, en iyi arkadaşının sonu demekti.
De Coude süratle döndü ve ateş etti. Tarzan biraz irkildi. Tabancası hâlâ belinde asılıydı. De Coude tereddüt etti; rakibinin yere düşmesini bekler gibi bir hâli vardı. Fransız, çok tecrübeli bir nişancıydı; hedefe isabet ettirdiğini biliyordu. Yine de Tarzan tabancasına davranmıyordu. De Coude bir el daha ateş etti ama maymun adamın tavrı, dev adamın tasasız rahatlığındaki o aşikâr, mutlak vurdumduymazlık ve hatta telaşsız bir şekilde sigarasını tüttürmeye devam edişi, Fransa’nın en iyi nişancısının serinkanlılığını bozmuştu. Tarzan bu defa irkilmedi ama De Coude onu yine vurduğunu biliyordu.
Birdenbire durumun izahatı Fransız’a malum oldu; rakibi soğukkanlı bir şekilde durup hiçbir şey yapmayarak De Coude’un üç atış hakkını, ölümcül bir yara almadan doldurtmaya çalışıyordu. Sonrasında sıra kendisine gelecek; De Coude’u bile isteye, telaş etmeden ve soğukkanlı bir şekilde öldürecekti. Fransız, sırtının ürperdiğini hissetti. Zekice ve şeytanca bir plandı bu. Ne tür bir mahluk iki kurşun yediği hâlde böyle sakince durup üçüncüsünü bekleyebilirdi?
Böylece De Coude, bu kez çok dikkatli nişan aldı ama sinirleri boşalmıştı bir kere; ıskaladı. Tarzan, bacağının yanından sarkan tabancasını almak için hiçbir teşebbüste bulunmadı.
İkisi kısa bir süre durup birbirlerinin gözlerinin içine baktılar. Tarzan’ın yüzünde acınası bir hayal kırıklığı ifadesi vardı. De Coude’unkinde ise hızla büyüyen bir korku. Evet, korku.
Daha fazla dayanamadı.
“Tanrı aşkına, Mösyö! Ateş etsenize!” diye bağırdı.
Fakat Tarzan tabancasına davranmadı. Onun yerine De Coude’a doğru yürümeye başladı ve onun niyetini yanlış anlayan D’Arnot ve Mösyö Flaubert ikisinin arasına girmek üzere davranacakken sol elini kaldırıp onları durdurdu.
“Korkmayın.” dedi onlara. “Ona zarar vermeyeceğim.”
Görülmüş bir şey değildi ama durdular. Tarzan, De Coude’a epey yaklaşana kadar yürümeye devam etti.
“Mösyönün tabancasında bir sorun var, herhâlde.” dedi. “Ya da mösyönün sinirleri bozuk. Benimkini alıp tekrar deneyin, mösyö.” Tarzan tabancasını namlusundan tutarak kabzasını şaşkınlık içerisindeki De Coude’a uzattı.
“Mon Dieu, mösyö!” diye bağırdı. “Siz aklınızı mı kaçırdınız?”
“Hayır, dostum.” diye karşılık verdi maymun adam. “Ama ölmeyi hak ediyorum. Sadece bu şekilde namuslu bir kadına yaptığım yanlışı telafi edebilirim. Tabancamı alın ve dediğimi yapın.”
“O zaman bu cinayet olur!” diye karşılık verdi De Coude. “Ama karıma ne yanlış yaptınız? Aranızda bir şey olmadığına yemin etti o.”
“Onu kastetmedim.” dedi Tarzan hemen. “Aramızda olanların hepsini zaten gördünüz. Lakin bu onun adını lekelemeye ve düşmanlık duymadığım bir adamın mutluluğunu bozmaya kâfiydi. Hata tamamen bendeydi; o yüzden bu sabah ölmeyi ümit ediyordum. Mösyönün bana söylenildiği gibi harika bir nişancı olmaması karşısında hayal kırıklığına uğradım.”
“Hata tamamen sendeydi mi diyorsun?” diye sordu De Coude hevesle.
Ücretsiz ön izlemeyi tamamladınız.