Sadece LitRes`te okuyun

Kitap dosya olarak indirilemez ancak uygulamamız üzerinden veya online olarak web sitemizden okunabilir.

Kitabı oku: «Pollyanna», sayfa 2

Yazı tipi:

POLLY TEYZE

Teyze, yeğenini karşılamak üzere, kalkmak zahmetine katlandı. Nancy ile küçük kız oturma odasının kapısında belirince başını önündeki kitaptan kaldırdı, buz gibi soğuk bir tavırla uzattığı elinin her bir parmağında da sanki kocaman harflerle “görev” kelimesi yazılıydı.

“Hoş geldin, Pollyanna. Nasılsın? Ben…”

Daha fazla konuşmaya fırsat bulamadı, çünkü Pollyanna bir rüzgâr gibi odayı geçmiş, hemen kendini teyzesinin kucağına atmış, hıçkırıyordu.

“Ah teyzeciğim, ah teyzeciğim! Beni yanınıza almak istemenize nasıl sevindim, bilemezsiniz. Yardımsever bayanlardan sonra Nancy’nin yanına, sizin yanınıza gelmek ne demektir, bunu bilemezsiniz.”

Bayan Polly, boynuna kenetlenmiş olan küçük parmakları açmaya çalışıp boynuna sarılan minik kollardan kurtulmaya uğraşırken: “Elbette.” dedi. “Yalnız, yardımsever bayanlarla tanışmak onuruna sahip olamadım.”

Sonra kapıda durmakta olan Nancy’ye ters ters bakarak: “Şimdilik sana ihtiyacım yok Nancy, gidebilirsin.” dedi. “Pollyanna, lütfen sen de kendini topla. Doğru dürüst ayakta dur bakayım. Daha yüzünü bile pek göremedim.”

Pollyanna sinirli sinirli gülerek doğruldu, teyzesi kendisini iyice görebilsin diye biraz geri çekildi.

“Hayır, göremediniz elbette.” diye mırıldandı. “Zaten yüzümün de pek görülecek hâli yok ya… Çillerden görülmüyor ki. A, durun, önce size siyah yerine niçin kırmızı basma elbise giydiğimi, beyaz noktalı siyah kadife ceketi anlatmalıyım. Babamın sözlerini Nancy’ye anlattım.”

Bayan Polly yeğeninin sözünü kesti.

“Neyse, sen şimdi babanın sözlerini bırak, bunların bizim için önemi yok. Yanılmıyorsam, bir sandığın var, değil mi?”

“A, evet Polly teyze, yardımsever bayanlar bana güzel bir sandık almışlardı. Yalnız, içinde bir şey yok… Bana ait olan demek istiyorum. Son günlerde yardım sandıklarından küçük kızların işine yarayacak bir şey pek çıkmıyordu. Yalnız babamın kitapları vardı. Bayan White gelirken onları da yanıma almam gerektiğini söylemişti. Ben de öyle yaptım. Biliyor musunuz, babam…”

Teyze, sert bir tavırla yeğeninin sözünü kesti.

“Pollyanna, seninle aramızda bir meseleyi halletmemiz gerekiyor. Hem de derhâl. Bana ikide bir babandan söz etmeyeceksin, anlaşıldı mı?”

Küçük kız titreyerek içini çekti:

“Yani, Polly teyze, şey… Demek istiyorum ki…”

Polly teyze küçük kızın daha fazla konuşmasına fırsat vermedi.

“Şimdi yukarıya, senin odana çıkacağız.” dedi.

“Sandığını çıkarmışlardır bile. Sandığın varsa yukarı çıkarmasını söylemiştim Timothy’ye. Hadi bakalım, Pollyanna, peşim sıra yürü bakalım.”

Pollyanna hiç konuşmadan teyzesinin arkasından yürüdü. Gözleri yaşarmıştı ama çenesi dimdik yukarıdaydı. İçinden şöyle düşünüyordu: “Neyse babamdan konuşmamı istememesine sevindim. Belki de böyle daha kolay olur. Teyzem de onun için babamın adını duymak istemiyordur.”

Küçük kız, teyzesinin sert davranışını iyi kalpliliğe yorduktan sonra rahatladı. Gözlerindeki yaşlar kurudu; istekli, meraklı bakışlarla çevresine bakınmaya başladı.

Şimdi merdivendeydiler. Önündeki teyzesinin siyah ipekli eteği hışırdayarak yerleri süpürüyordu. Onun arkasında açık bir kapının ardından soluk renkli halılar, ipekli kumaşla kaplı koltuklar görünüyordu. Ayağının altında görülmemiş derecede güzel bir halı uzanıyordu. Halının tüyleri yosun kadar yumuşaktı. Her yandan, bürümcük kadar ince perdelerden, duvarlardaki yaldızlı çerçevelerden güneş, gözlerinin içine gülüyordu.

Pollyanna, kendinden geçmişti; sanki bir masal ülkesindeymiş gibiydi.

“Ah, ah, Polly teyze!” diye mırıldandı. “Ne sevimli bir ev burası! Bu kadar zengin olduğunuz için kim bilir ne seviniyorsunuzdur!”

Teyzesi o sırada merdivenin üst başına çıkmıştı, başını sert bir tavırla geriye çevirdi:

“Pollyanna!” diye bağırdı. “Doğrusu şaşırttın beni! O ne biçim söz öyle?”

Bu defa şaşırmak sırası Pollyanna’ya gelmişti:

“Neden, teyzeciğim? Haklı değil miyim?” diye sordu.

“Değilsin ya. Tanrı’nın bana vermek lütfunda bulunduğu bir nimetle övünmek gibi bir günah işlemem sanırım. Zengin olmak bana asla gurur vermez.”

Polly teyze bunları söyledikten sonra döndü, sofayı geçti, tavan arasına çıkan merdivene doğru yürümeye başladı. Çocuğu tavan arasındaki odaya yerleştirmeyi kararlaştırdığına şimdi daha da sevinmişti.

Başlangıçta çocuğu kendinden ne kadar uzak bir odaya yerleştirirse o kadar iyi olacağını düşünmüştü. Aynı zamanda, çocuk dikkatsizlikle değerli eşyayı kırıp dökmesin diye ona böyle evin uzak bir köşesini vermeyi doğru bulmuştu. Şimdi ise onu doğru yola yöneltmek, alçak gönüllü olmayı öğretmek amacıyla tavan arasında yatırmak istiyordu. Kıza basit, gösterişsiz bir oda ayırdığına şimdi daha çok seviniyordu.

Pollyanna’nın küçücük ayakları merakla heyecanla teyzesinin peşinden gidiyordu. Merak dolu mavi gözleri, daha büyük bir heyecanla bir bakışta her yanı birden görmek istiyor, bu masal evinde ne kadar güzel şey varsa hepsini birden görmek için bakınıyordu. Birazdan çözülecek olan bilmeceyi şimdiden çözmeye çabalıyordu. Bilmece de şuydu: Acaba şu, insanın içini heyecanla dolduran kapılardan hangisinin arkasında kendi odasını, perdelerle, resimlerle, halılarla dolu o güzelim odayı bulacaklardı?

Derken, teyzesi bir kapı daha açtı, bir merdiven daha çıktılar.

Burada görülecek pek bir şey yoktu. Bir yanda bomboş bir duvar uzanıyordu. Merdivenin üst başındaki gölgeli karanlık yer ta ilerilere kadar uzanıyor, karanlık köşelerde tavanla yer birleşiveriyordu. O karanlık köşelerde sayısız sandıklar, kutular vardı. İçerisi pek sıcaktı. Buranın havası insanı bunaltıyordu. Pollyanna farkında olmadan başını yukarı kaldırdı. Bu odada soluk almak bile çok güçtü.

Küçük kız daha sonra teyzesinin sağdaki bir kapıyı açtığını gördü.

“İşte, Pollyanna, burası senin odan. Sandığın da burada. Anahtarın yanında mı?”

Pollyanna dalgın dalgın başını salladı. Mavi gözleri iri iri açılmış, çevresine ürkek ürkek bakınıyordu.

Teyzesi kaşlarını çattı.

“Pollyanna, ben sana bir şey sorunca sadece başını sallamanı değil, konuşarak karşılık vermeni isterim, anlaşıldı mı?”

“Peki, Polly teyze.”

Bayan Polly üzeri havlularla dolu askı ile su ibriğine bakarak: “Burada sana gerekli olan her şey var sanırım.” dedi. “Unutma, akşam yemeği saat altıda hazır olur.”

Yaşlı kadın sözlerini bitirince, odadan çıkıp aşağıya indi.

Teyzesi odadan çıkınca, Pollyanna, bir an olduğu yerde durup onun arkasından bakakaldı. Sonra bomboş duvara, bomboş pencerelere göz gezdirdi. En sonunda da daha kısa bir süre önce, kendi evceğizinde karşısında duran sandığına baktı. Ona doğru yürümek istedi. Önünü göremeden, el yordamıyla yürüyen körler gibi kendini sandığının yanına attı. Dizlerinin üstüne yere çöktü, yüzünü elleriyle örttü.

Birkaç dakika sonra Nancy yukarı çıktığı zaman onu bu durumda buldu. Hemen yere diz çökerek çocuğa sarıldı.

“Vah, yavrum, vah! Seni bu hâlde bulmaktan öyle korkuyordum ki bilemezsin.”

Pollyanna:

“Ben çok kötü yürekli bir insanım!” diye hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. “Tanrı’nın, meleklerin babama benden daha çok ihtiyaçları olduğuna kendimi bir türlü inandıramıyorum!”

“Hayır, onların ihtiyacı seninki kadar değildi elbette.”

“Ah, Nancy!”

Küçük kızın gözlerinde beliren korku gözyaşlarını birdenbire kurutuvermişti.

Nancy, şaşırmış bir hâlde, titrek bir sesle: “Ah, Küçük Hanım, ben gerçekte böyle bir şey söylemek istemedim.” dedi. “Nasılsa ağzımdan kaçtı. Hadi gel, anahtarı bulalım da sandığından elbiselerini çıkaralım.”

Pollyanna anahtarı Nancy’e uzatırken gene ağlamaya başladı.

“Sandıktan çıkarılacak pek bir şey de yok ya.”

“Daha iyi ya. O zaman eşyanı daha çabuk yerleştirebiliriz.”

Nancy’nin bu sözleri üzerine küçük kızın yüzünde tatlı bir gülümseme belirdi:

“Gerçekten öyle!” diye neşeli bir şekilde konuşmaya çalıştı. “İşte buna sevinebilirim, değil mi?”

Nancy titrek bir sesle: “Şey, elbette…” dedi. Şaşkın şaşkın küçük kıza bakıyordu. Ne söylediğinin farkına bile varmadan: “Şey, elbette…” diye mırıldandı. Sonra da becerikli elleriyle kitapları, yamalı iç çamaşırlarını, bir iki biçimsiz elbiseciği sandıktan çıkardı.

Pollyanna biraz kendine gelmiş, cesaretlenmişti. Sevinç içinde oradan oraya koşuyor, elbiselerini dolaba asıyor, çamaşırlarını göze taşıyor, kitaplarını masanın üzerine yerleştiriyordu. Biraz sonra da neşeli bir sesle: “Burası çok güzel bir oda olacak değil mi?” diye sordu.

Nancy’nin ağzından hırıltıyı andıran garip bir ses çıktı. Kızın sorduğuna karşılık vermek gücünü kendinde bulamamıştı. Başını sandığın içine daldırmış, bir şeyler yapıyordu. Pollyanna da yazı masasının önünde durmuş, dalgın dalgın, bomboş, çıplak duvara bakıyordu. Biraz sonra gene o konuştu.

“Burada aynanın bulunmamasına da sevinebilirim değil mi? Çünkü ayna olmayınca çillerimi de göremem.”

Nancy’nin dudaklarından garip bir ses çıktı. Pollyanna sesi duyup ondan yana bakıncaya kadar Nancy kendini toparlamış, başını gene sandığa daldırmıştı.

Pollyanna birkaç dakika sonra pencerelerden birinin önünde durup neşeli bir çığlık atarak ellerini çırptı.

“Ah Nancy, bak! Bunu daha önce görmemiştim. Şu ağaçlara, evlere, şu güzelim kilise kubbesine, gümüş gibi parlayan ırmağa bak! Bu güzellik varken insanın canı resim görmek istemez ki. Şimdi teyzem bana bu odayı verdi diye öyle sevindim ki bilemezsin!”

Bu sözler üzerine Nancy’nin gözlerinden yaşlar boşalınca Pollyanna neye uğradığını anlayamadı. Hemen onun yanına koştu.

“Nancy, Nancy’ciğim, ne oldu? Yoksa burası senin odan mıydı?” diye korkarak sordu.

Nancy hıçkırıklarını önlemek için yutkundu, sonra öfkeyle söylendi:

“Benim odam mı dedin? Ya sen gerçekten gökten inmiş bir meleksin ya da öyle insanlar var ki… Hay Allah, tövbeler olsun! Şimdi de zil çaldı.”

Nancy bu anlaşılmaz garip konuşmasından sonra ayağa kalktı, odadan fırladı, gürültüyle merdivenden aşağı indi.

Pollyanna odasında yalnız kalınca hemen pencereden görünen manzaraya, gerçek “tablo”ya koştu. Bir süre dışarısını seyretti, sonra eliyle camın çerçevesine şöyle bir dokundu. Odanın bunaltıcı sıcağına artık dayanamayacaktı.

Derken, bir de baktı ki parmaklarının altında pencere açılıvermiş. Hemen yarı beline kadar dışarı sarktı, dışarıdaki tertemiz, şeker gibi havayı içine çekmeye başladı. Daha sonra öbür pencereye koştu. Minicik çevik parmakları o pencereyi de hemen açıverdi.

Bu sırada küçük kızın burnunun dibinden kocaman bir sinek geçti, gürültüyle vızıldayarak odanın içinde uçmaya başladı. Derken, bir sinek daha içeri girdi. Onun arkasından bir başkası girdi. Pollyanna aldırış bile etmiyordu. Şimdi başka bir şey düşünüyordu o.

Açık pencerenin önünde dalları çok geniş, uzun bir ağaç vardı. Bu uzun dallar, karşısındakine sarılmak üzere açılmış kollara benziyorlardı.

Pollyanna, gevrek gevrek gülerek: “Galiba bu işi başarabileceğim.” diye mırıldandı.

Pencerenin kasasına bastı, oradan ağacın pencereye en yakın dallarından birine geçti, bir maymun çevikliğiyle daldan dala zıplaya zıplaya aşağıya inmeye başladı. Ağacın en son dalı Pollyanna gibi ağaçlara tırmanmaya alışkın olan bir çocuğu bile korkutacak kadar yüksekteydi. Pollyanna buna pek aldırmadı. Kuvvetli küçük kollarıyla ağaca sımsıkı sarılıp sallandı, sallandı. Sonra da kendini yumuşak otların üzerine bırakıverdi.

Yerden kalkıp çevresine şöyle bir bakınınca evin arka tarafında bulunduğunu anladı. Önünde kocaman bir bahçe, bahçenin arkasında yüksek bir tepenin doruğu kocaman bir kaya, ona bekçilik eden bir çam ağacı, o çam ağacına giden dimdik daracık bir yol vardı. Bahçenin bir köşesinde yaşlı bir adam çalışıyordu.

O dakikada Pollyanna için o dik tepeye tırmanmaktan daha güzel, daha zevkli bir şey olamazdı. Yalnız, onu kimse görmemeli, nereye gittiğini anlamamalıydı. Dikkatli adımlarla, yaşlı bahçıvanın görmesine meydan vermeden, hızlı hızlı yürüdü, dönemeci geçti.

Artık kimse onu geri döndüremezdi. Büyük bir istekle yeşil başaklarla kaplı tarlaların arasından koşup tepeye giden dik yolu tırmanmaya başladı. Hem yürüyor hem de yolun pencereden göründüğü kadar kısa olmadığını, tepeye varmak için daha bir hayli yol yürüyeceğini düşünerek için için seviniyordu.

***

On beş dakika kadar sonra Harrington Köşkü’nün taşlığındaki büyük duvar saati altıyı vurdu. Arkasından, Nancy’nin yemek saatini bildiren gongu duyuldu. Duvardaki saat altıncı defa çalarken Nancy’nin gongu da çalmaya başlamıştı. Kız her zaman, bir kronometre şaşmazlığıyla, tam saatin altıncı vuruşunda gongu vurmayı âdet edinmişti.

Aradan bir, iki, üç dakika geçti. Bayan Polly sofrada sabırsızlanmaya, öfkeyle terliklerini yere vurmaya başlamıştı. Kadıncağız biraz daha bekledi. Sonra hızla sandalyesinden kalkıp taşlığa çıktı. Sabırsızlandığını gizlemeyi aklına bile getirmeden, bir iki dakika kadar gözlerini merdivenlere dikip yukarısını dinledi. Yeniden yemek odasına döndüğünde kesin kararını vermişti.

Yerine otururken, sert bir sesle: “Nancy!” diye söze başladı. “Yeğenim sofraya geç kaldı. Hayır, hayır, onu çağırman gereksiz. Kendisine yemek saatini bildirmiştim. Bu davranışının cezasını çekmesi gerekiyor. Sofraya zamanında gelmeyi öğrensin. Aşağıya inince ona sütle ekmek ver, mutfakta yesin.”

“Peki, efendim.”

Bereket ki Bayan Polly bunları söylerken hizmetçisinin yüzüne bakmadı. Doğrusu, bu pek isabetli bir şey oldu, çünkü Nancy’nin hanımına ne kadar içerlediği yüzünden okunuyordu.

Nancy yemekten sonra hemen ilk fırsatta merdivenden yukarı koştu, doğruca tavan arasına çıktı. Küçük odanın kapısını açarken kendi kendine “Demek zavallı çocuk sütle ekmek yiyecekmiş, ha?” diye söylendi. “Zavallı yavrucak ağlaya ağlaya uyuyakalmadıysa.”

Nancy içeri girip de odada kimseyi bulamayınca üzüntüsünün yerini korku aldı.

“Neredesin, Pollyanna? Nereye gittin?” diye heyecanla bağıra bağıra, ufacık odanın içinde dört dönmeye başladı.

Dolabın içine, karyolanın altına baktı; su dolu sürahi ile sandığın içine varıncaya kadar aramadığı yer bırakmadı. Pollyanna’yı odada bulmaktan umudunu kesince de gelişindekinden daha büyük bir hızla aşağıya indi. Doğruca bahçeye, Tom’un yanına gitti.

“Bay Tom, Bay Tom! O zavallı çocuk kayboldu! Mutlaka geldiği yere (yani gökyüzündeki cennete) uçmuştur. O meleklerin sofrasında onların yemeklerinden yerken, kendisine sadece sütle ekmek verilmesi emredilmişti.”

Yaşlı adam ellerini gözlerine siper etti, batmakta olan güneşe baktı. Bir yandan da: “Gitmiş mi? Cennete mi?” diye sorup duruyordu. Sonra, gözleri uzaktaki bir noktaya takıldı, bir an kıpırdamadan o yana baktı. Dudaklarında gizli anlamlı bir gülümseyişle: “Sahi, Nancy!” dedi. “Küçük kız gerçekten bu gece gökyüzüne çıkmak istemişe benziyor. Şuraya bak.”

Tom’un parmağı uzakta, kıpkırmızı gökyüzünün önünde çizgileri daha da keskin görünen sarp, büyük bir kayanın en sivri noktasında, rüzgârdan neredeyse uçacakmış gibi duran incecik bir gölgeyi gösteriyordu.

Nancy: “Bana onu gösterdiğinize göre küçük kız bu gece gökyüzüne gitmeyecek demektir.” dedi. “Kuzum Bay Tom, hanım beni çağırırsa lütfen bulaşıkları unutmadığımı, şöyle biraz hava alıp döneceğimi söyleyiverin.”

Nancy sözlerini bitirir bitirmez o dik yolu tırmanmaya başladı. Son bir defa da başını arkaya çevirip omuzlarının üstünden eve doğru baktı.

SEVİNME OYUNU

Nancy büyük kayanın en sivri noktasından aşağıya inen çocuğa yaklaşırken, soluk soluğa: “İnan olsun ki, Pollyanna, beni çok korkuttun!” diye söylendi.

“Seni korkuttum mu? Ya, vah vah!.. Ama, sen hiçbir zaman benim uğruma kendini bu kadar sıkıntıya sokmamalısın, Nancy. Önceleri babam da Yardımseverler Derneği’ndekiler de tıpkı senin gibi beni merak ederlerdi. Sonra, benim hiçbir yerimi incitmeden geri döndüğümü göre göre duruma alıştılar.”

Nancy, küçük kızın elini koltuğunun altına sokup yokuştan aşağı hızla indirmeye başladı. Heyecanı daha geçmemişti.

“İyi ama, ben senin dışarı çıktığını görmedim. Başkaları da görmemiş. Kuzum, sen pencereden uçarak mı dışarı çıktın?”

Pollyanna, tatlı bir gülüşle: “Aşağı yukarı öyle oldu.” dedi. “Yalnız bir farkla: Yukarı değil de aşağıya uçtum. Ağaçtan yere indim.”

Nancy birden heyecanla doğruldu:

“Ne, ne yaptın?”

“Ne yapacağım! Odamın penceresinin önündeki ağaca atlayıp ağaçtan yere indim.”

Nancy yeniden hızlı hızlı yürümeye başlamıştı.

Bir yandan da: “Aman yarabbi!” diye söyleniyordu. “Teyzen bunları öğrenince, kim bilir ne diyecek! Doğrusu, bunu bilmek isterdim.”

“Gerçekten bilmek ister miydin? Öyleyse ben sana sonra hepsini anlatırım.”

Pollyanna böyle konuşunca iyi yürekli Nancy büsbütün telaşlandı:

“Ha-yır, ha-yır!” diye kekeleyerek konuştu. “Teyzenin neler dediğini benim öğrenmemin hiç önemi yok. Hayır, lütfen bunu bana anlatma, yalvarırım anlatma, Küçük Hanım!”

Nancy, böylece küçük kızı hiç değilse azarlanmaktan kurtarmak istiyordu.

“Biliyor musun, ayağımızı çabuk tutmamız gerekiyor. Ben eve gidince daha bir yığın bulaşık yıkayacağım.”

Pollyanna hiç düşünmeden: “Ben de sana yardım edebilirim.” dedi.

“Ah, Pollyanna, ne diyorsun!..”

Bir dakika kadar ikisi de konuşmadı. Ortalık iyice karışmıştı. Küçük kız yeni arkadaşının koluna girdi, ona iyice sokuldu, fısıltıyı andıran alçak bir sesle: “Beni merak etmene şimdi biraz da sevindim.” dedi. “Meraklanmasaydın, şu anda yanımda olmayacaktın.”

Nancy tatlı bir sesle: “Ah, benim sevgili yavrum!” dedi. “Kim bilir karnın da ne kadar acıkmıştır! Oysa teyzen bu akşam benim yanımda sütle ekmek yemeni emretti. Yemek saatinde sofrada bulunmaman onu biraz gücendirdi de.”

“Yemek saatinde sofrada olmama imkân yoktu, çünkü o dakikalarda ben buradaydım.”

Nancy, boğazında düğümlenen hıçkırığı gizlemeye çalışarak: “Teyzen bunu bilmiyordu elbette.” dedi. “Ama, ben senin sadece sütle ekmek yemenin kararlaştırılmasına pek üzüldüm.”

“Oysa ben buna hiç üzülmedim. Tam tersine, sevindim.”

“Sevindin mi? Peki ama, neden?”

“Çünkü bir kere sütle ekmek yemeyi pek severim. Sonra, yemeğimi seninle birlikte yiyeceğim diye de ayrıca seviniyorum. Kuzum, bunların sevinmeyecek bir yanı var mı?”

Nancy, küçük kızın tavan arasındaki o sevimsiz odayı beğenmek için nasıl kendini zorladığını hatırlayınca gözleri yaşardı.

“Her şeyde sevinmeye yarayacak bir özellik bulmakta güçlük çekmiyorsun, Küçük Hanım.”

Pollyanna hafifçe güldü:

“Zaten oyunun aslı da bu ya.”

“Oyun mu dedin? Ne oyunu, kuzum?”

“Sevinmek oyunu.”

“Kuzum, neler söylüyorsun sen böyle?”

“Sevinmek oyununu bilmez misin? Bu oyunu bana babam öğretmişti. O zamandan beri, yani çok küçük yaştan beri, hep bu oyunu oynuyorum. Yardımseverler Derneği’ndekilere de oyunu anlatmıştım. İçlerinden kimisi de benim gibi bu oyuna alışmıştı.”

“Peki, nasıl bir oyun bu, bana da anlatsana. Benim zaten oyunlar hakkında pek bilgim yoktur.”

Pollyanna gene güldü. Bu, bir gülüşten çok, bir iç çekmeye benziyordu. Küçük kızın minik yüzü, alaca karanlık olduğundan daha ince, daha düşünceli görünüyordu. Sevinme oyununun hikâyesini anlatmaya başladı: “Bu oyuna din adamlarına gönderilen sandıkla gelen bir çift koltuk değneğiyle başlamıştık.”

“Koltuk değneği mi?”

“Evet. Ben sandıktan bir bebeğin çıkmasını istemiştim. Babam da din adamlarına yardım eden derneğe durumu yazmıştı. Gene de sandıktan oyuncak bebek yerine koltuk değneği çıktı. Bunları gönderen hanım, oyuncak bebek bulunmadığını, belki küçük bir çocuk için faydalı olur diye düşündüğü için bu koltuk değneklerini sandığa koyduğunu yazmıştı. İşte biz de sevinme oyununa o değneklerin geldiği gün başladık.”

“Kusura bakma ama ben bunda oyuna benzer bir şey göremiyorum.”

“A, niçin? Sevinme oyununun özelliği karşımıza çıkan her şeyin sevinilecek bir yanını bulmaktan ibaret.”

“İyi söylüyorsun ama, Küçük Hanım, bir oyuncak bebek beklerken onun yerine bir çift koltuk değneğiyle karşılaşmanın sevinilecek nesi var, bunu anlayamadım. Bu bana, tersine, pek üzüntü verecek bir durum gibi göründü.”

Pollyanna ellerini çırparak: “İşte şimdi oyunun en can alıcı noktasına geldin!” diye sevinçle haykırdı. “Ama, bana da ilk kez anlattıkları zaman senin gibi düşünmüştüm. Oyunun can alıcı noktasını babamdan öğrendim.”

“Öyleyse sen de bana öğretiver şunu, n’olur!”

“Bak, mesele şu: Koltuk değneklerine gerçekten ihtiyacın olmadığını düşünerek sevineceksin. Görüyorsun ya, oynamasını bilirsen çok zevkli bir oyun bu. Üstelik çok da kolay.”

“Şimdiye kadar birçok inanılmaz şey duymuştum ama, bu hepsini geçti.”

“Yanılıyorsun, Nancy. Bu oyunun hiç de inanılmaz bir yanı yok. Çok da güzel bir oyun. Biz hep oynardık. Hem, oyun ne kadar zor olursa zevki de o derece artıyor. Ama, bazen de bu oyunu oynamak gerçekten güçleşiyor. Mesela babanın cennete gittiği, dünyada seninle ilgilenecek Yardımseverler Derneği’nden başka kimsen kalmadığı zamanlar bu oyunu oynayabilmek çok zor oluyor.”

Nancy kıza hak verdi.

“Evet. Bir de evin ta tepesinde, içinde eşya diye bir şey bulunmayan oda bozuntusu ufacık bir aralığa atılıverirsen, sevinme oyununu oynamak büsbütün zorlaşır.”

Pollyanna içini çekerek mırıldandı:

“Gerçekten öyle. Özellikle kendimi pek yalnız hissettiğim, çevremde güzel şeyler görmeyi istediğim bir sırada böyle bir odada tek başına kalmak beni adamakıllı üzmüştü ama sonradan, aynada çillerimi görmekten nasıl nefret ettiğimi hatırlayınca, hele penceremin önündeki o güzelim manzarayı da görünce durum değişti. Bu küçücük odada bile beni sevindirecek şeylerin bulunduğuna inanıverdim. İşte görüyorsun ya, insan kendini sevindirecek şeyler buldukça o kötü düşünceler de kendiliklerinden yok oluveriyorlar, tıpkı sandıktan beklediğimiz bebek hikâyesi gibi.”

Nancy, boğazını tıkayan yumruyu yutkunarak gidermeye çalışırken küçük kız, her şeyden habersiz, anlatıyordu:

“Genellikle, hepsi bu kadar uzun sürmez. Çoğu zamanlar, ben farkına varmadan, zihnim onunla ilgilenir. Bu oyunu oynamaya öylesine alışmışımdır ki oyunu oynamadığım dakika var mı, bilemiyorum.

İnanın bana, gerçekten çok güzel bir oyun bu. Babam da benim gibi bu oyunu çok severdi. Yalnız, sanırım ki, bundan sonra oyunu oynayabilmek epey güç olacak. Çünkü bu oyunu birlikte oynayacak kimsem kalmadı.”

Pollyanna sözlerini bitirirken sesi titremeye başlamıştı. Bu hâli de çabuk geçti. Kendine güveni olan bir insan havasına bürünüverdi.

“Belki de Polly teyze benimle bu oyunu oynamak ister.”

Nancy küçük kıza bir şey söylemedi ama, içinden: “Aman yarabbi! Bayan Polly oyun oynayacak ha!” diyordu. Sonra, çocuğa döndü:

“Bak Küçük Hanım. Benim bu oyunu iyi oynayabileceğimi aklına hiç getirme sakın. Yalnız, oyunu bilmesem de seninle seve seve oynayabilirim. Buna söz veriyorum.”

Bu sözler üzerine Pollyanna genç hizmetçinin koluna iyice asıldı, ona biraz daha sokuldu.

“Ah, Nancy, bu çok güzel bir şey olacak! Ne kadar da eğleneceğiz, değil mi?”

Mutfağa girerlerken, Nancy içindeki kuşkuyu daha fazla saklamayı gereksiz buldu.

“Valla, bilmem ki, belki böyle olur. Yalnız, dedim ya, benden pek bir şey bekleme, Küçük Hanım. Elimden geldiği kadar çaba harcayıp bu oyunu öğrenmeye çalışacağım.”

Pollyanna mutfakta önüne konan sütle ekmeği iştahla yedi. Sonra, Nancy’nin isteğine uyarak, Polly teyzesinin oturduğu büyük odaya gitti.

Bayan Polly yeğeninin içeri girdiğini fark edince soğuk bir tavırla başını elindeki kitaptan kaldırıp:

“Yemeğini yedin mi, Pollyanna?”

“Evet, yedim, Polly teyze.”

“Daha geldiğin gün seni mutfağa gönderip sütle ekmek yiyerek karnını doyurmak zorunda bıraktığıma gerçekten çok üzüldüm.”

“Peki ama niçin üzüldünüz, teyzeciğim? Ben buna çok sevindim. Sütle ekmeği de Nancy’yi de seviyorum. Bunun için kendinizi üzmeniz gereksizdi.”

Polly teyzenin koltukta gevşemiş vücudu birden doğrulup dimdik oldu. Gözleri şaşkınlıkla fal taşı gibi açıldı.

“Pollyanna, kızım, sen bu saatte çoktan yatağına yatmış olmalıydın. Bugün çok yoruldun. Yarın ise işimiz çok. Burada günlerini nasıl geçireceğini kararlaştırıp bir program hazırlamamız gerekiyor. Ondan sonra da getirdiğin elbiseleri gözden geçirmeliyiz. Sana neler almam gerektiğini ancak bu şekilde kararlaştırabilirim. Şimdi git. Nancy sana mum verecek. Mumu çok dikkatli tutup odana git. Sabah kahvaltısı yedi buçuktadır. Tam kahvaltı saatinde aşağıya inmeyi de lütfen unutma. Hadi, iyi geceler!”

Pollyanna içten gelme bir sevgiyle kollarını teyzesinin boynuna doladı, derin derin içini çekerek mırıldandı:

“Buraya geldiğimden beri çok güzel vakit geçirdim, teyzeciğim. Ben şimdiden biliyorum, sizinle bir arada yaşamak bana mutluluk getirecek. Zaten daha buraya gelmeden önce de aynı şeyi düşünmüştüm. Size de iyi geceler, teyzeciğim.”

Pollyanna bunları söyledikten sonra yüzünde pek mutlu bir ifadeyle koşarak odadan çıktı.

O gittikten sonra Bayan Polly de kendi kendine söylenmeye başlamıştı:

“Hey Ulu Tanrı’m! Ne acayip çocuk bu! Kendisine ceza verdim diye sevindi. Üstelik kendimi de hiç üzmemeliymişim! Ayrıca, benim yanımda da mutlu olacakmış. Bakın hele şu yumurcağa!”

Bayan Polly başını yeniden kitabına doğru eğerken kaşlarını çatmıştı.

On beş dakika kadar sonra ise tavan arasındaki küçük odada küçük kimsesiz kız başını çarşafların arasına sokmuş hıçkıra hıçkıra ağlıyordu:

“Babacığım, sevgili babacığım! Benim melekler arasında yaşayan melek babacığım. Oyunumuzu oynamadığımı biliyorsun. Benim gibi sen de şu evin en yüksek yeri sayılan odada karanlıkta, üstelik yapayalnız kalsaydın bunun sevinecek bir yanını bulamazdın. Bari yanımda Nancy ya da Polly Teyze, hiç değilse Yardımseverler Derneği’nden biri bulunsaydı…”

Pollyanna bunları düşünürken Nancy de mutfakta bir yandan harıl harıl işlerini tamamlamaya çalışıyor, bir yandan da söyleniyordu:

“Pek saçma bir oyun! Bebek beklerken bir çift koltuk değneği alınca sevinme oyununu oynamak bu zavallı küçüğü gerçekten sevindirecekse ben de sıkıntıya katlanıp bu oyunu oynayacağım. Hiç kimse engel olamaz bana.

Ücretsiz ön izlemeyi tamamladınız.

₺106,83

Türler ve etiketler

Yaş sınırı:
0+
Litres'teki yayın tarihi:
09 ağustos 2023
ISBN:
978-605-121-989-9
Yayıncı:
Telif hakkı:
Elips Kitap

Bu kitabı okuyanlar şunları da okudu