Sadece LitRes`te okuyun

Kitap dosya olarak indirilemez ancak uygulamamız üzerinden veya online olarak web sitemizden okunabilir.

Kitabı oku: «Sayılarla dünya tarihi», sayfa 2

Yazı tipi:

İlk Demir Üreticileri

Büyük çapta demir üretimi gerçekleştiren ve bu yolla alet ve silah elde eden ilk insan topluluğunun Hititler olduğu düşünülmektedir. MÖ 2.500 yıllarından itibaren demir üretimine geçen Hititler, MÖ 1.400’lü yıllarda yeni bir eritme ve sertleştirme yöntemi geliştirerek demiri sağlamlaştırmışlardır. Birkaç yüzyıl geçtikten sonra bile, diğer medeniyetlerde bu çapta bir demir üretimi görülmeyecekti.

1.300 Odalı Labirent

Knossos Sarayı


Girit’in kuzey sahilinde bulunan Knossos Sarayı, Minoslular tarafından inşa edilen 4 muhteşem saraydan en büyüğüdür. Yaklaşık olarak MÖ 1.700’de inşa edilen bu saraylar, Girit’in 4 küçük krallığının merkezleriydi. 5 katlı bir yapıya sahip olan Knossos Sarayı, hepsi merkezdeki iç avlu etrafına dizilmiş yaşam alanları, ibadet ve eğlence yerleri, atölyeler ve depolardan oluşan 1.300 odalı bir labirentti. Buradaki karmaşık tasarımın, Kral Minos’un yarı insan yarı boğa bir canavar olan Minator’u yeraltına hapsettiği Yunan destanı Labirent’e ilham verdiği söylenmektedir.

Knossos, Malya, Festos ve Kaktos dahil tüm Girit sarayları, Minosluların Akdeniz çapında gerçekleştirdikleri zeytinyağı, şarap ve kumaş ticaretinden elde edilen gelirle inşa edilmiştir. MÖ 3.000 yıllarında ortaya çıkan Minoslular, Avrupa’daki ilk medeniyeti yaratmış ve geriye sadece büyük saraylar değil, kaliteli çömlekçilik ve metal işleme yöntemleri de bırakmışlardır.

Minos uygarlığının MÖ 1.450 yılı civarında çökmesi, Mikenlerin Yunanistan anakarasından ilerleyerek Girit’i ve Minos deniz ticaretini ele geçirmelerine fırsat vermiştir. Rodos’ta, Kıbrıs’ta ve Anadolu’nun güneybatı kıyılarında koloniler kuran Mikenler, sonrasında Ege’de yaşanan genel kargaşa hali yüzünden MÖ 1.220 yılı civarında beklenmedik bir çöküşe uğramışlardır. Minos ve Miken medeniyetleri, Antik Yunan döneminde, haklarında pek çok mit ve efsane üretilen kayıp ve çok değerli medeniyetlerdi. Bu efsanelerden bir tanesi Truva şehrinin Mikenler tarafından yağmalanmasıdır. Yunan şairi Homeros bu efsaneyi İlyada isimli eserinde anlatmıştır.

12.000 Adet Deniz Yumuşakçası

Tyrian moru ya da imparatorluk moru da denen renk, antik dönemde türlü deniz yumuşakçalarının ve özellikle de iskerletin2 salgı bezlerinden elde edilmekteydi. Sadece bir buçuk gram mor boya elde etmek için yaklaşık 12.000 deniz yumuşakçasına ihtiyaç duyuluyordu. Bu süreç o kadar emek gerektiriyordu ki mor dokuma ürünleri akıl almaz fiyatlara satılır olmuştu. Mor, kraliyet ve gücü temsil eden, son derece pahalı ve lüks bir üründü. Mor renkli nesneler sonraki dönemlerde yüksek sınıftan Romalılarca ve din adamlarınca tercih edilecekti.

İsimlerini Yunancada “mor” için kullanılan sözcükten alan Fenikeliler, Doğu Akdeniz’de önemli bir ticari ve sömürgeci güçtü ve mor dokuma ürünleriyle tanınmaktaydılar. Antik yazarlar, Fenike şehri Sur’dan bahsederken, kocaman teknelerde çürümeye bırakılmış yumuşakçaların dayanılamayacak kadar pis ve kötü bir koku yaydığını bile yazmışlardır.

Mor dokuma ürünleri, cam eşyalar, altın ve gümüş süsler gibi lüks ürünlerin ticareti Fenikelilerin MÖ 1.000 yıllarında doruğa ulaşan servetinin temelini oluşturmaktaydı. Bir deniz gücü olan Fenike, Kıbrıs’ta, Afrika kıyısının tamamında ve en önemlisi MÖ 814’te Kartaca’da koloniler kurmuştu. MÖ 322’ye geldiğimizde ise Sur şehri yağmalanacak ve Fenike, Büyük İskender’in Yunan dünyasının bir parçası haline gelecekti. (bk. sayfa 35-36)

100.000 Kehanet Kemiği

Çin’in bilinen ilk hanedanı olan Shang Hanedanı ile ilgili sahip olduğumuz bilgilerin çoğu, MÖ 1.500 yıllarında buldukları gelişmiş bir piktografik yazı sisteminden gelmektedir. İki binin üzerinde sembolden oluşan bu yazı, bugün Pekin’in güneybatısında yer alan Shang başkenti Anyang’daki 100.000 kehanet kemiğinin üzerine işlenmiştir. Bu kemikler çoğunlukla kaplumbağa kabuğu veya öküz kürekkemiğidir.

Shang kralları geleceği görmek adına bir kemiğin üzerine sorular yazar, sonra da kızgın bir maşayla bu kemiği ezerek onu birtakım parçalara ayırırlardı. Bu parçalar bir kâhin tarafından yorumlanır ve cevaplar bir kemiğin üstüne işlenirdi. Soruların büyük bir kısmı hava, ekinler, avcılık veya savaşla ilgiliydi; fakat kralın diş ağrısının nasıl giderileceği gibi daha özel sorular da yok değildi.

Geleneksel olarak Shang Hanedanı’nın ortaya çıktığı yıl olarak kabul edilen MÖ 1.766 tarihinden önce, yazılı kayıtların yokluğu nedeniyle, Çin’de hayatın nasıl olduğuyla ilgili pek az şey bilinmektedir. Aşağı yukarı 13.000 sene önce Çin’de, insanların Yangtze Nehri yakınlarında toplandıkları ve pirinç yedikleri tahmin edilmektedir. Ayrıca Kuzey Çin’de, MÖ 5.000 yılı civarında Sarı Nehir bölgesindeki taşkın yataklarında tarım yapıldığına dair bulgular vardır. Taş aletlerin ve bronz ocaklarının varlığının keşfedilmesi sebebiyle bazı tarihçiler, Sarı Nehir vadisinde MÖ 2.100 yıllarında ortaya çıkmış, Xia isminde, Shang Hanedanı’ndan daha eski bir hanedanın bulunduğunu düşünmektedirler. Başka tarihçilere göre ise bu bir efsaneden ibarettir.

Zodyak’ın 12 İşareti

Babillilerin kaderlerini anlamak arzusuyla yıldızları incelemesi, bilim ve astronomi alanlarında yeni gelişmelere yol açmıştır. MÖ 1.000 yılına gelindiğinde ay tutulmaları tahmin edilebilmekteydi. Üstelik birtakım gezegenlerin takip ettikleri yörüngeler de şaşırtıcı bir doğrulukla haritaya aktarılmıştı. Milattan önceki ilk bin yılın içinde Babilli gökbilimciler, dünyanın yörüngesinin düzlemini ve güneşin gökyüzünde görünürde kat ettiği yıllık mesafeyi 12 eşit dilime ayırmışlardı. Her biri 30 derece olan bu dilimler, toplanınca 360 derece yapmaktaydı. Mısır, Hint ve Yunan düşüncelerine ve pek çok başka alana giren Zodyak adlı bu sistemin sembolleri, Mezopotamya’dakilerle inanılmaz derecede benzerdir. Mesela, Cennetin Boğası olan “Gu Anna” Boğa burcuna, Koca İkizler olan “Mastabba Bagal” İkizler burcuna, Akrep olan “Gitab” ise Akrep burcuna denktir.

İsrail’in 10 Kayıp Kabilesi

MÖ 722 yılı civarında Asurlular İsrailli 12 kabileden 10 tanesini antik Kuzey İsrail Krallığı’ndan sürmüşlerdir. Zamanla başka halklar tarafından asimile edilen ve tarihte kaybolan bu kabileler “İsrail’in 10 Kayıp Kabilesi” olarak anılırlar. Bazı dindar gruplar uzun zamandır kayıp olan bu kabilelerin gelecekte Mesih gibi geri dönecekleriyle ilgili umutlar beslerlerken, diğer bazı gruplar, bu kabilelerden geldiklerini iddia etmektedirler. Birçok kişi ise bu hikâyenin tamamen hayal ürünü olduğunu düşünmektedir.

Bu efsanenin kökleri Asur Kralı II. Sargon’un (MÖ 722 – MÖ 705) İsrail’i ele geçirerek bir Asur eyaletine dönüştürmesinden ve 30.000 Yahudi’yi sürgün etmesine dayanır. MÖ 14. yüzyılda Babil yönetimden kopan Asurlular, hem azılı savaşçılardı hem de silah yapımı konusunda son derece yaratıcılardı. MÖ 7. yüzyıla gelindiğinde, esas yurtları Kuzey Mezopotamya’nın çok daha ötesine uzanmış, bir tarafta İran Körfezi’ne dayanan bir tarafta ise Mısır’ı kapsayan devasa bir imparatorluk kurmuşlardır. Büyük Asur krallarının sonuncularından Ashurbanipal (MÖ 668 – MÖ 627) başkent Ninova’da Orta Doğu’nun binlerce kil tablet içeren ilk organize kütüphanesini kurmuştur. Bu çivi yazılı tabletlerin 20.720 tanesi Londra’daki British Museum’da yer almaktadır.

7 Nehrin Ülkesi

Hint el yazmalarının en eskisi olan Rigveda, “Yedi Nehrin Ülkesi” denen ve Hindistan’da İndus vadisinin kuzey kesiminde yer alan coğrafi bölgeye ismini vermiştir. MÖ 1.400 – MÖ 1.000 yılları arasında oluşturulan Rigveda, “Veda” (bilgi) ismindeki bir Hint ilahileri ve kutsal metinleri koleksiyonunun ilk kısmını oluşturmaktadır. Bu ilahiler ve kutsal metinler, ileride birkaç modern dile birden evrilecek olan Sanskritçeyle yazılmışlardır.

“Veda” tarzındaki inanışlar Hinduizm’in habercisi sayılır. Şiir ve ilahileriyle “Veda”, ateşin simgesi Agni, yağmurun simgesi Indra, dostluğun simgesi Mitra ve dilin simgesi Vach gibi çok sayıda tanrıyı över. “Veda” inancının merkezinde kurban etme ayinleri ve soma bitkisinin halüsinojenik özsuyunun kullanılması vardır. “Veda” ilahileri cenaze törenlerinde, geleneksel düğünlerde veya tapınak ayinlerinde okunmaya devam etse de, “Veda” yazıları modern Hinduizm’de diğer kutsal metinlere göre daha az önemlidir.

1.8 Milyon Kelime

Sanskritçe yazılmış destansı şiir Mahabharata dünya edebiyatındaki en uzun metindir. Tarihi milattan önce bin yılına kadar uzanan bu metin, son halini 400 yılı civarında almıştır. Birçok mitolojik ve ahlaki öyküden oluşmaktadır ve esasen iki asil kuzen arasındaki bir kavganın çevresinde şekillenmiştir. 18 parvana (kısma) ayrılan ve neredeyse 100.000 beyit ve 1,8 milyon kelime içeren bu eser, Homeros’un İlyada ve Odysseia eserlerinin toplam uzunluğunun 8 katı uzunluktadır. Mahabharata, Hinduizm’in gelişimi üzerine çok önemli bir kaynak olarak değerlendirilmekle beraber Hindular tarafından bir “dharma” (Hint ahlak yasası) metni olarak görülmektedir.

40 Tonluk Dev Başlar

Amerika kıtasının bilinen ilk medeniyetini yaratan Olmekler olağanüstü sanatçılardı. Geride bıraktıkları en önemli mirasları kafa şeklinde devasa heykellerdi. Bu heykellerden tespit edilmiş olan on yedisi Meksika Körfezi kıyısında çeşitli yerlerde bulunmaktadır. Üzerlerinde miğfer veya baş süsü taşıyan bu kafaların her biri farklı bir görünüşe ve kişiliğe sahiptir. Dolayısıyla bu heykellerin farklı hükümdarları temsil ettikleri düşünülmektedir. En büyükleri 3 metre yüksekliğindedir ve La Cobata’da keşfedilmiştir.

Bu büyüklükteki diğer antik eserler gibi bu dev yapıların da yaratılması ve taşınması hatırı sayılır becerilerdir. Kafaların oyulması için kullanılan büyük bazalt parçaları 80 kilometre uzaklıktan nehir vasıtasıyla getirilmiştir. Bu parçaların taşınması sırasında sallar, kızaklar ve kaldıraçlar kullanılmıştır. Oymacılar, metal aletler bilinmediğinden, basit taş çekiçler kullanmışlardır.

Bu kafalar genellikle büyük toprak piramitlerin yanında bulunan geniş tören alanlarının içinde yer almaktadır. MÖ 1.500 yılı civarında ortaya çıkan Olmekler kendilerinden sonra gelen Orta Amerika kültürlerini etkilemişlerdir. Bu kültürlerden bir tanesi, MÖ 400 yıllarında onların yerini alacak olan Mayalardır. (bk. sayfa 57-58)

Roma’nın 7 Tepesi

Antik Roma’nın yedi tepe üzerine kurulmuş olduğu söylenir. Bu tepeler şunlardır: Merkezdeki Platine, Aventine, Capitol, aslında bir volkanik yükseltinin uçurumları olan Kuirinal, Viminal, Eskuiline ve Caelian. Bu tepelere ve çevrelerindeki bölgeye ilk yerleşenler Latinler, Etrüskler ve Sabinlerdir. Milattan önce 7. ve. 8. yüzyıllarda İtalya’ya egemen olan Etrüsklerin sanat ve mimari bakımından Roma üzerinde izleri vardır.

Roma geleneğine göre MÖ 753 yılında kurulduğu kabul edilen Roma şehrinin ilk kralı ve kurucusu Romulus’tur. Roma’nın kuruluşuyla ilgili mitlerde, Romulus’un yeni şehrin konumuyla ilgili ikiz kardeşi Remus’la kavga ettiği ve bunun sonucunda Remus’un öldüğü anlatılır. Romulus’un ardından tahta Latin ve Etrüsk kökenli 6 kral daha geçmiştir. Efsaneye göre, acımasız bir kral olan Lucius Tarquinius Superbus MÖ 509 yılında bir grup soylu tarafından tahttan indirilmiş ve sonrasında Roma’da cumhuriyet kurulmuştur.

Roma’nın gücü ve ünü sebebiyle dünyanın farklı şehirleri Roma’ya imrenmiş ve “o ebedi şehri” taklit etmiştir: Başka pek çokları gibi, Kudüs, Lizbon, Barselona, İstanbul ve Moskova’nın de yedi tepe üzerinde yükseldiği iddia edilmiştir.

Dünya Nüfusunun 1/5’i

Doğuda Kuzey Hindistan’dan batıda Türkiye’ye kadar 4.000 kilometre boyunca uzanan Pers İmparatorluğu dünyanın görmüş olduğu en büyük, en zengin ve en güçlü imparatorluklardan bir tanesidir. Kurucusunun adı Akhamenes olduğu için Akhameniş İmparatorluğu adıyla da anılan bu geniş imparatorluğun büyük bir kısmı, II. Kiros tarafından 10 yıldan biraz fazla bir süre içinde meydana getirilmiştir. Kiros, MÖ 559’da gücü eline almasından sonra, bir Hint-Avrupa topluluğu olan Medlerin bölgesine saldırarak Asur Ülkesi’ni almıştır. Orduları İyonya’daki Yunan şehirlerini ve Babil’i zapt ettikten sonra, MÖ 529’da imparatorluğun sınırları Hindistan’a dayanmıştır. İşte bu dönemde Kiros’un imparatorluğu dünya nüfusunun beşte birinden fazlasına hükmetmekteydi.

2,400 Kilometrelik Kraliyet Yolu

MÖ 522 – MÖ 486 yılları arasında yaşayan I. Darius’un dönemine gelindiğinde, Pers İmparatorluğu Mısır’ı da sınırları içine katmıştı. Bu büyük ülkeyi kontrol altında tutmak için etkili bir yönetim ve vergi sisteminin yanında bir de posta ağını hizmete sokan Darius, MÖ 500’de günümüzde İran sınırları içerisinde kalan Susa’dan Türkiye’deki Efes’e kadar uzanan 2.400 kilometrelik bir yol yaptırmıştır. Üzerinde bulunan 100’den fazla ara istasyonla yolculara konaklama imkânı sağlayan bu uçsuz bucaksız yolda seyahat etmek genellikle 90 gün sürse de, en hızlı ulaklar aynı yolu bir haftada almaktaydı. Yunan tarihçi Herodot şöyle der: “Ne kar ne yağmur ne sıcak ne de gecenin karanlığı, ulakları gidilecek yolu çarçabuk tamamlamaktan alıkoyamazdı.” Bu söz bugün Amerika Birleşik Devletleri Posta Servisi tarafından kullanılmaktadır.

Üç Dil

I. Darius’un hayat hikâyesi günümüzde İran sınırları içerisinde yer alan Behistun’da bir kayaya kazınmıştır. Üzerinde Eski Farsça, Elamice ve Babilce olmak üzere 3 dilde yazı bulunan bu kaya 19. yüzyılda keşfedilmiştir. Bilim adamları günümüz Farsçasından hareketle eski Farsçayı çözmüş olduklarından geriye kaya üzerindeki diğer iki dili çözümlemek kalmıştır. Bu kaya sayesinde antik Mezopotamya’nın çivi yazılı metinlerini modern dillere çevirmişlerdir.

Tek Tanrı

Yahudiler, Babil ve Kenan’ın Persler tarafından zapt edildiği dönemlerde Kudüs’e döndüklerinde, kendilerini tek ve mutlak bir tanrı tarafından seçilmiş bir halk olarak görmeye başladılar. Kutsal yazılara göre bu “tek ve gerçek tanrı” milattan önceki ikinci bin yılın ilk yarısında çoban İbrahim’e görünmüştü.

Tektanrıcılık denen tek bir tanrıya ibadet etme biçimi, hem Bronz ve Demir çağlarının karakteristik özelliği olan birçok tanrısal varlığa tapınarak ibadet etme biçimiyle, hem de Antik Yunan ve Roma tanrılarından oluşan çok tanrılı sisteme inanarak ibadet etme biçimiyle çelişiyordu. Kendisine inanan herkesle birebir ilişki halinde olan tek ve evrensel bir tanrıya duyulan inanç, Hıristiyanlık ve İslam dinlerini de etkileyecekti. İslami gelenekte İbrahim “Peygamberlerin Babası” olarak anılır. İncil’de ise İsa’nın İbrahim’in soyundan geldiği belirtilir.

Kadınlar Toprağın Yüzde 40’ına Sahipken

Antik Yunan’ın baskın şehir devletlerinden biri olan Sparta’da kadınlar, antik dünyanın geri kalanında kendilerine asla tanınmayan bir güç ve statüye sahiptiler. Yunan filozof Aristo’dan öğrendiğimiz kadarıyla kadınlar, Sparta’daki toprakların %40’ını ellerinde bulundurmaktaydı. Her ne kadar Aristo, Sparta tarihinin erkek nüfusun düşüşte olduğu daha geç bir döneminden bahsetse de, bu oran çok çok değerlidir. Çünkü günümüzde bile küresel tahminlere göre dünyadaki kadınların ancak %10’undan azı toprak sahibidir.

Mora Yarımadası’nın güneyindeki Lakonia bölgesinde yer alan Sparta yaklaşık MÖ 700’de Antik Yunanistan’ın birinci askeri gücü konuma yükselmiştir. Sparta nüfusunun çoğunluğunu helotlar denen köle sınıfı oluşturmaktaydı. Özgür olan insanlar ve Sparta yurttaşları ise 7 yaşlarından itibaren disiplin ve fiziksel kuvvet kazanmaları amacıyla çok sıkı bir askeri eğitime tabi tutulmaktaydı. Yunan-Pers Savaşları sırasında Perslere karşı başarılı olan Yunan direnişini yönlendiren, Atina ile uzun süreli bir çatışma yaşayan ve MÖ 404’te bu çatışmadan Yunanistan’ın ve Ege’nin galibi olarak çıkan işte bu elit savaş gücüydü.

Askeri eğitime ve mükemmeliyete yönlendiren ve geniş bir köle gücünden destek alan bu sosyal sistemin eşi benzeri yoktu. Bu sistemde Spartalı kadınlara Yunan dünyasında görülmeyen bir özgürlük tanınmıştı. Spartalı kadınlar, mülk edinebilecek ve miras olarak bir oğulun payına düşenin yarısını alabilecek konuma yükselmişlerdi. Evlendiklerinde aldıkları malların en azından bir kısmını çeyiz adı altında alıyor olsalar bile, Atinalı kadınlarla karşılaştırıldıklarında çok daha zengindiler.

Genellikle babalarının ya da kocalarının evlerine hapsolmuş Atinalı kadınların aksine, Sparta’nın kadınları şehirde gezmekte, at arabası sürmekte serbestti. İstedikleri işleri yürütebiliyor, resmi olmasa da siyasette etkili olabiliyor, hatta eşleri gibi çıplak bir şekilde jimnastik yapabiliyorlardı. Özellikle sonuncusu diğer Yunanları bir hayli şoke etmekteydi.

Ayrıca, Sparta yasası bir kızın 10’lu yaşlarının sonuna gelmeden ya da bir başka deyişle 20’li yaşlarına erişmeden evlenmesini yasaklıyordu. Bu tabii ki Spartalı bir kadının dünyaya sağlıklı bir çocuk getirebilmesi, yani toplumdaki birincil görevini gerçekleştirebilmesi içindi; fakat bir yandan da kadınlar erken hamileliğin risklerinden korunmuş oluyordu. Üstelik bu yasa, kadınların ortalama yaşam süresinin erkeklerinkinden yaklaşık 10 yıl az olduğu diğer Yunan şehirlerinin aksine (diğer Yunan şehirlerinde kadınların ortalama yaşam süresi 34,6’ydı), kadınların daha uzun yaşamalarını sağlıyordu.

Antik Yunanistan’ın 4 Dönemi

Antik Yunanistan’ın tarihi genellikle 4 döneme ayrılır. Yaklaşık olarak MÖ 750 – MÖ 480 yılları arasında yaşanan Arkaik Dönem, şehir devletlerinin güçlerini artırdıkları, olimpiyatların düzenlendiği ve Yunanların İtalya’da, Fransa’da, İspanya’da, Libya’da ve Karadeniz etrafında koloniler kurdukları dönemdir. Aşağı yukarı MÖ 480 – MÖ 336 yılları arasında yaşanmış olan Klasik Dönem, Antik Yunanistan’ın en parlak devridir. Birlikte hareket eden Yunanistan, Persleri mağlup etmiş (bk. sayfa 31) ve bu zaferi kutlamak için Partenon inşa edilmiştir. Demokrasi de yine bu dönemde tesis edilmiştir. MÖ 336 – MÖ 146 yılları arasında yaşanan Helenistik Dönem’de ise Makedonya Kralı II. Philip Yunanistan’ı almış ve bunu Büyük İskender’in Yunanistan’ı yönetmesi izlemiştir. Aristo’nun önemli eserlerinin çoğunu tamamlaması, Yunan kültürünün ve dilinin Mısır ve Suriye gibi Helenistik krallıklara taşınması bu dönemde gerçekleşmiştir. Milattan önce 146 yılında başlayan Roma döneminde ise Yunanistan Roma İmparatorluğu’na dahil olmuştur.

4 Yılda Bir Olimpiyatlar

Milattan önce 730 civarından itibaren Yunanistan’daki şehirler güçlenmiş ve zenginleşmiş, Arkaik Dönem’de (MÖ 750 – MÖ 480) Atina, Sparta, Korint ve Tebai gibi şehir devletleri Yunanistan’a egemen duruma gelmişlerdi. Sık sık birbirleriyle savaşa tutuşan bu şehir devletleri dört senede bir Yunanistan’ın en saygın spor etkinliği olan olimpiyatta karşı karşıya gelmekteydiler.

İlk kez MÖ 776 tarihinde kayıt altına alınan olimpiyat en başta sadece 180 metre koşudan ibaretti. Fakat MÖ 632’ye geldiğimizde güreş, boks, pentatlon, araba ve at yarışları da programa eklenmişti. 5 gün süren olimpiyat, her ne kadar kadınlar tarafından izlenemeyen erkeklere mahsus bir etkinlik olsa da, Yunanistan’ın her tarafından binlerce seyirci toplamaktaydı. Dini olarak önemli bir festival olan olimpiyatın kapanışında oruç tutulur ve 100 adet öküz Tanrı Zeus’a kurban edilirdi.

4 yılda bir düzenlenen olimpiyatlar arasında kalan 4 yıllık süre “Olimpiyat” olarak biliniyordu ve antik Yunan takviminin temelini oluşturuyordu. İlk “Olimpiyat” MÖ 776 – MÖ 772 arasındaki 4 yıldır. Her şehir devleti kendi takvimini kullandığı için Olimpiyat, tarihleri ve geçen süreleri hesaplamakta son derece önemli bir işlev görmüştür.

Atina Ordusu 9.000 – 10. 000 / Pers Ordusu 20.000 – 100.000

Atina ordusu, Yunan-Pers Savaşları’nın dönüm noktası olan Maraton Savaşı’nda, Pers ordusuna kıyasla sayıca bir hayli azınlıkta olmasına rağmen olağanüstü bir zafer kazanmıştır. Oysa MÖ 499 yılında Pers Hükümdarı I. Darius’un orduları (bk. sayfa 30), İyonya’da Pers yönetimine karşı ayaklanan Yunan yerleşimlerinin ele geçirildiği seferde başarılı olmuşlardı.

Ne var ki Pers ordusunun şansı Atina’dan aşağı yukarı 40 kilometre uzaktaki Maraton’da Atina ordusuyla karşı karşıya geldiğinde tersine dönmüştür. Kaynaklar bize Atinalı askerlerin sayısının 9.000 ila 10.000 arasında olduğunu, Pers ordusunun ise 20.000 ila 100.000 arasında piyadeden ve muhtemelen 1.000 civarında süvariden oluştuğunu gösteriyor. Savaş esnasında Atina ordusu merkezini kasten güçsüz bırakarak en iyi Pers savaşçıların merkeze saldırmasını sağlamış ve kanatlarını güçlendirerek Pers ordusuna taarruz etmiştir. Akabinde Pers ordusu Atina ordusu tarafından kuşatılmış ve ciddi bir katliamdan geçirilmiştir.

10 yıl sonra Darius’un oğlu Serhas çok daha büyük bir güçle Yunanistan’ı yeniden işgal etmeye girişmiştir. Yunan tarihçi Herodot’un iddiasına göre 5,2 milyon adam toplanmıştır. Bu sayının bir abartı olduğu kesindir; fakat yine de Serhas’ın ordusu devasaydı. Milattan önce 480’de Atina’yı işgal edip yakmış olmalarına rağmen Persler, aynı yıl Atinalıların ve Spartalıların karşısında mağlup olmuşlardır. MÖ 479’daki mağlubiyetlerinden sonra ise Yunanistan’a yönelik Pers tehlikesi kesin olarak bitmiştir.

2.İskerlet: Dikenli salyangoz. (e.n.)
₺49,44

Türler ve etiketler

Yaş sınırı:
0+
Litres'teki yayın tarihi:
03 temmuz 2023
Hacim:
22 s. 38 illüstrasyon
ISBN:
978-625-8068-77-1
Telif hakkı:
Maya Kitap
Metin
Ortalama puan 5, 4 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre