Kitabı oku: «Meleguş»
ÖN SÖZ
Agahan Durdıyev; genel olarak Türk Dünyası, özel olarak da Türkmen edebiyatı sahalarının Sovyet etkisi altındaki dönemlerini, bütün karakteristik özellikleriyle örneklendiren bir yazardır.
Eserlerinin tamamına yakınını 20.yüzyılın ilk yarısında veren, sosyalist Sovyet rejiminin Türkmenistan sahasında tüm kurumlarıyla yerleşme girişimlerine hem şahit olan hem de bu değişim dönemini eserlerinde en güzel şekliyle yansıtan bir yazardır. Bu açıdan bakıldığında, Agahan Durdıyev’in hikâyeleri, 20.yüzyılın ilk yarısında Türkmenistan coğrafyasının siyasî ve sosyal yapısını merak edip hem edebî hem de sosyal tahliller yapmak isteyen araştırmacılar için değerli bir araştırma ortamı sunmaktadır.
Ayrıca A.Durdıyev’in hikâyeleri; her ne kadar bu konuda taraf olsa ve tarafını belli etse de, o dönemin Türkmen toplumundaki “eski-yeni” yani “adet-yenilik” tartışmasını, dönemin deyim ve atasözlerini de kullanarak yansıtır. Bu da hikâyeleri, sosyolenguistik açıdan da değerli kılar.
Biz çalışmamızda, 20.yüzyılın ilk yarısındaki Türkmen toplumunun yaşamını yansıtan A.Durdıyev’in hikâyelerini, genel özellikleriyle ele aldık. Ayrıca, yazarın hikâyelerini gerek akademik, gerekse edebî olarak merak edenlerin tanıması için de bazı hikâyeri Türkiye Türkçesine aktararak çalışmamıza ayrı bir bölüm hâlinde aldık. Bayrammemmet Ahundov ve Allagulı Mollaev tarafından, yazarın nesir eserleri üzerine yapılan bir değerlendirme yazısına da, Türkmen Türkçesinden Türkiye Türkçesine aktarıp “ekler” bölümünde yer verdik.
Hikâye örneklerinin ön kısmına konulan ve kapakta kullanılan siyah-beyaz tasvirler, yazarın “Han Küyli” adıyla Bayrammemmet Ahundov ve ve Allagulı Mollaev tarafından hazırlanarak Türkmenistan’da 1982 yılında basılan ve nesirlerinin toplamını içeren kitapta yer alan resimlerdir. Kitapta ressam olarak B. Lallıkov’un, resim redaktörü olarak da B. Kuraev’in adı geçmektedir.
Çalışmanın, Türkmenistan bölgesindeki Türk edebiyatına akademik veya edebî olarak ilgi duyanlar ve Türk Dünyası Edebiyatı araştırmacıları için faydalı olması dileğiyle…
Dr. Ertuğrul KARAKUŞ
AGAHAN DURDIYEV VE HİKÂYELERİ ÜZERİNE
AGAHAN DURDIYEV (1904-1947)
AGAHAN DURDIYEV (1904-1947) Sovyet dönemi Türkmen edebiyatının önemli isimlerinden biridir. Tecen ilçesi (yöresi), İkinci Babadayhan köyünde 1904 yılında doğar ve iki yaşında anne ve babasını kaybeder.
Agahan, olgunluk yaşlarına gelince köyünde çobanlık yapar. O arada köyün mollasından ders görür. Daha sonra daköyünde açılan yeni usul okulda eğitim alır. Marı (Merv) şehrindeki Türkmen Devlet Maarif Enstitüsünde okur. Bu okuldan sonra Taşkent’teki Orta Asya Komünist Üniversitesine kaydolur.
“Tokmak”, “Gızıl Goşun (Kızıl Ordu)” gibi gazetelerde çalışan A.Durdıyev, 12 Mayıs 1947’de kendi köyünde vefat eder.
“Bürgüt Pençesinde Bir Gözel”, “Meleguş”, “Bagtlı Yigit”, “Ballı Molla”, “Han Küyli” gibi pekçok hikâyeyi; “Zehmet”, “Pul”, “Açar” gibi önemli piyesleri ve povest türündeki eserleri miras bırakmıştır.1
Sovyet döneminin ilk nesir eserlerini veren yazarlardan olan2 ve dönemin sosyal-politik özelliklerine uygun eserler veren A.Durdıyev’in, kendi dönem şartları içerisinde değerlendirildiğinde, oldukça başarılı bir yazar olduğu söylenebilir.
Eserlerinde ele alınan konular ve her konunun ele alınış tarzına baktığımızda A.Durdıyev için bir “kanonik edebiyat işçisi” diyebiliriz.
“Kanon” kavramının tarih boyunca kazandığı anlamların çoğunluğu dinî mahiyettedir. Ancak kanon kavramı açıklanırken kullanılan “Genel kural, temel ilke, ölçüt” ve “Önemli ya da temel oldukları kabul edilen yapıtlar, yazarlar” tanımlamaları, daha sonraki sosyal bilimler ve özellikle de edebiyat alanındaki “kanon” tanımlarının temelini oluşturur.3
“Sovyet döneminde kanon” konusuna geldiğimizde, özellikle Lenin ve Stalin’in hem uygulamalarında hem de söylemlerinde, Sovyet rejiminin hizmetinde olan bir kanon oluşturma çabalarına sıkça rastlanır.
Lenin, sadece edebiyatın “parti edebiyatı” olmasıyla yetinmez, aynı yazıda “gazeteler, yayınevleri, depolar, dükkanlar, okuma salonları, kütüphaneler ve çeşitli kitabevleri” nin de “parti denetiminde” olmasının gerekliliği özerinde durur:
“Şimdi, iş başına yoldaşlar! Önümüzde zor, yeni, aynı zamanda büyük ve soylu bir görev var; sosyal demokrat işçi hareketiyle sıkı ve kopmaz bağları olan, geniş, zengin, renkli bir edebiyat yaratma görevi. Bütün sosyal demokrat edebiyat bir Parti edebiyatı olmalıdır. Bütün gazeteler, dergiler, yayınevleri vb. hiç zaman yitirmeden, yeni baştan örgütlenmeli ve Parti’nin örgütlerinden biriyle bir biçimde bütünleşmek için gerekli hazırlıkları yapmaya girişmelidir.”4
A.Durdiyev’in de eserlerini verdiği Sovyet dönemindeki Türkistan bölgesindeki edebiyatın ilkelerini belirleyen bu görüşlerinin devamında Lenin, bu “Sovyet kanonu”na uymayacak muhtemel muhalifleri de “kovmak”la tehdit eder.
“Herkes, en ufak bir kısıtlama olmaksızın, istediğini söylemekte ve yazmakta özgür. Ama, (Parti de içinde olmak üzere) bütün özgür kuruluşlar da, Parti bayrağının altına sığınıp, ona düşman görüşler yayan üyelerini kovmakta özgür.”5
İşte böyle bir politik sınırlama ortamında, yazarların konu ve kurgu bakımından sınırlı eserler vermesi kaçınılmazdır. Sınırlı da olsa bu dönemin eserlerini, yazıldıkları dönemin bütün gerçeklerini olmasa bile, en azından politik eğilimlerini yansıtacağı kesindir.
Türkmen edebiyatı araştırmacısı Orazgılıç Çarı, A. Durdıyev vb. yazarlarla ilgili şu değerlendirmeyi yapıyor:
“…Onun için de A. Durdıyev’in, N.Sarıhanov’un, A.Govduşov’un eserleri hayatı olduğu gibi göstermeseler de, kendi devirlerinin toplumsal şartları, siyasal durumları hakkında bir fikir verirler.”6
A.Durdıyev’in eser verdiği dönemlerde, Türkmenistan edebiyatında, özellikle de hikâye türünde kurguda, tip oluşturmada, tasvirlerde bazı acemice denebilecek eksiklikler görülmektedir. 2. Dünya Savaşı yıllarını anlatan hikâyelerde bu durum daha da dikkat çekicidir.
“Bu hikâyelerde savaşın gidişatı, kahramanlar, eski rivayetlerdeki gibi beyan ediliyordu. Bir kahraman sayısız düşmanı darmadağın edip, sonra sağasağlam çıkıyordu. Mesela, A. Durdıyev’in ‘Festenko’, ‘Vatanın Kahramanı’ gibi hikâyelerinde bu özellik vardı. Bu tarz eserler kaleme alan yazarlar başkaları da az değil.”7
“Sovyet kanonu”nun sınırlayıcı ortamında, müsade edilen sınırlarda kalmak şartıyla, dönemin yazarları yine de dönemlerine farklı yönlerden ışık tutma gayreti içerisinde olmuşlardır.
A.Durdıyev’in hikâyelerinde özellikle şu mevzulara dikkat çekildiği görülmektedir:
– 1917 Bolşevik İhtilâli (Ekim Devrimi) sonrasında, “gelenek” ile sosyalist sistem çerçevesinde Türkistan bölgesindeki insanlara hedef olarak gösterilen, hatta büyük oranda dayatılan, “gelecek” arasında bocalayan Türkmen halkının durumu,
– Şehir-köy arasında sıkışmış insan,
– Zenginlerin, ağaların, özel mülkiyet anlayışının hakim olduğu “eski”den, ortak çalışma hayatının hakim olduğu “kolhoz” sistemine geçiş ve uyum aşamasındaki Türkmen halkının iç muhabesesi,
–Sürekli çalışma ve verimli olma üzerinden idealleştirilen yeni sistem karşısında, alıştığı serbest yaşamı terk etmekte zorlanan halk üzerinden “yaltalık” yani tembellik-miskinlik kavramının eleştirilmesi,
– Yeni Sovyet rejiminin anlayışı üzerinden bir “vatan” kavramı oluşturularak “vatan uğrunda çalışmak, savaşmak ve hatta ölmek” kavramlarının idealleştirilmesi,
– Kolhoz hayatı başta olmak üzere yeni yaşam tarzının bütün iş ortamlarında erkeklerle birlikte görev alan ve hatta “öncü” rolü üstlenen bir yeni kadın tipi oluşturmak,
– Toplumun kadına yönelik yanlış ön yargılarına ve erkeğinin yeni sisteme karşı olan tutumuna şahit olduğu zaman, daima ve cesurca bu tavırlara karşı koyabilen bir “partizan kadın” tipi ortaya koymak.
HİKÂYELERDE ELE ALINAN TEMEL KONULAR
Kolhoz Hayatı
Türkistan coğrafyasında neşet eden Sovyet dönemi Türk edebiyatlarında, özellikle de 1920 sonrası dönemde, en çok ele alınan konulardan birisi “kolhoz hayatı”dır.
Rusça kökenli bir sözcük olan ve Türkçe Sözlük’te “Rusya’da köylülerin ortak olarak çalıştıkları tarım işletmesi”8 olarak tanımlalan “kolhoz” kelimesi “Kollektif çiftlik hayatı” olarak da tanımlanabilir. Bu sistem, 1917 Bolşevik İhtilâli (Ekim Devrimi) sonrasında, bütün Sovyet coğrafyasında, dolayısıyla da Türkistan bölgesinde uygulamaya konmuşttur.
1917 sonrasında tesis edilmeye çalışılan yeni Sovyet rejiminin temel ilkelerini eserlerine yansıtan bir Türkmen yazar olarak Agahan Durdıyev; “Hastalığın Sorun Değil”, “Gurban”, “Camal”, “Akca’ya Annesi Karşı Çıktı”, “Vatansever Çobanlar” gibi pekçok hikâyesinde kolhoz hayatını farklı yönleriyle ele almıştır.
Bu konuda yazılan hikâyelerin en dikkat çekicilerinden birisi “Camal” adlı hikâyedir. Camal, kocası “vatan” savaşında cephede olan bir gelindir. Oğlu hakkında kaygılanan kaynanasına sunduğu çözüm yine kolhoz hayatındandır:
“– Yagdı’nın annesinin söylediğine! Biz onlar için elimizden geldiği kadar durmadan çalışıyoruz. Yakınlarda bütün kolhoz toplanıp, sıcak tutacak giyecekler toplayıp, onlar için gönderdik. Sen oğlunu kaygı çekme, oğluna soğuk işlemesinin imkânı yoktur. Boş ver de sen, anne, yumuşak yünlerinden eğir de dolak9 doku, ben de ellik, çorap öreyim. Öyle, anne bir çıkın gönderelim.” (Camal)
“Camal” hikâyesi sadece kolhoz hayatının idealeleştirilmesi değil aynı zamanda bir “kolhoz kadınının” zorluklar karşısında nasıl durması gerektiğini de gösteren bir hikâyedir.
A.Durdıyev’in hikâyelerinde idealize attiği kolhoz hayatında tembelliğe yer yoktur. Özellikle “Hastalığın Sorun Değil” adlı hikâye doğrudan kolhoz hayatındaki tembellik sorununu ele almıştır. Bu sorun, “sahte” hastalığını bahane edip işten kaçan kocasıyla hanımı arasındaki diyaloga çarpıcı bir şekilde yansır:
“– Kim tembel olup, riyakarlık edip, işten kaçarsa o benim düşmanımdır. Sen değil babam olsa acıyacak değilim. Kalk da hemen işine git!
– Hadi oradan bir çaycağız kaynatıver!
– Tembele ben çay kaynatacak değilim.
– Yapma, biraz idare et!
– Tembeli asla idare edecek değilim!
– Sonu iyi olmaz, birden ikimiz ayrılırız!
– Vah vah, sen beni böyle korkutacak değilsin!” (Hastalığın Sorun Değil)
“Han Küyli” adlı uzun hikâyede de, yine rahata alışıp tembelliği ve başkalarının çalışması üzerinden geçinmeyi adet edinen birisinin kolhoz hayatına uyum sorunları ele alınır.
Kolhoz yönetimi hem tembellikle mücadele edip hem de görevini lâyıkıyla yerine getirenleri ödüllendirmektedir. “Akca’ya Annesi Karşı Çıktı”, “Vatansever Çobanlar”, “Gurban”, “Camal” gibi pekçok hikâyede kolhoz yönetimi tarafından ödüllendirilen “üretim yarışındaki” insanlar yer alır.
“Vatansever Çobanlar” adlı hikâyede, “Andriyanov ile Fomin yoldaşlar”ın her yıl kolhoz yönetimi tarafından ödüllendirilmesi konu edilir:
“İşte, bu ikisi beş altı yıldan beri kolhozun mallarına bakarlardı. Bunlar mallara çok iyi bakarlardı. Nerede otlu yer varsa oraya hayvanları sürüp yayarlardı. Onların baktığı hayvanlar çok semizdi. O sebeple kolhoz kurulu bu ikisine her yıl ödül de veriyordu.” (Vatansever Çobanlar)
Görevini çok iyi yapan, kolhozun mallarını daima otu bol olan yerde yayan, bunun dışında da sürekli kolhozun okuma evine gidip okudukları kitaplar üzerinde tartışan bu iki örnek kolhoz çobanı her yıl ödüllendirilir.
“Akca’ya Annesi Karşı Çıktı” adlı hikâyede de çalışkan genç kızlar kolhoz tarafından ödüllendirilir.
“Gurban” adlı hikâyede de daha önce hizmetçi olarak acımasız bir zenginin yanında çalışşan ve daha sonra kolhoza girip ekibiyle “her yıl yüksek ürün alan” çalışkan kolhoz işçisinin ödüllendirilmesi söz konusu olmaktadır:
“1929 yılında o zalim zengin, karısıyla sürgüne gönderildi. Gurban ise kolhoza girdi. Şimdi “Taze Durmuş” kolhozunun ekip başı olarak çalışıyor. Onun ekibi her yıl yüksek ürün almakta, kolhoz içerisinde de birinci olmaktadır.
Gurban bütün pamuk işçilerini de kendi ekibine aldı. Bunun için de Gurban’a kolhoz ve hükümet tarafından birkaç kez kıymetli ödüller verildi.
Geçen yıl da Gurban evlendi. Kolhoz ona iyi bir ev yaptı. Gurban, evinin içini gül gibi yaptı. Kapısında ise koyunu, danalı sığırı var. Şimdi Gurban, mutlu bir ömür yaşıyor.” (Gurban)
Genel olarak bakıldığında Agahan Durdıyev’in hikâyelerinde kolhoz hayatının her yönüyle ele alındığı görülür. Hikâyelerin genelinde kolhoz hayatıyla ilgili dikkat çekilen konuları şöyle sıralayabiliriz:
* Kolhoz hayatında tembelliğe yer yoktur. Tembel olan insanlar, kolhoz yönetimine gerek kalmadan en yakınları tarafından uyarılmalıdır.
* Kolhozda birlikte iş yapmak ve yardımlaşmak esastır.
* Kolhozda çalışan herkes en iyi işi yapmak için yarışmalı ve en iyi verimi almalıdır.
* Kolhoz yönetimi yapılan verimli çalışmaları mutlaka ödüllendirir.
Kadın Hakları ve Bilinçlenmesi
Sovyet yönetiminin ilk yıllarında Türkistan bölgesindeki yazarlar tarafından en çok ele alınan konulardan birisi de “kadın hakları”dır.
Agahan Durdıyev de Sovyet döneminin ilk yıllarında, kadın hakları ve kadının bilinçlenmesi doğrultusunda en çok eser veren yazarlardandır. Özellikle de “Kartal Pençesinde Bir Güzel”, “Akca’ya Annesi Karşı Çıktı”, “Camal”, “Hastalığın Sorun Değil”, “Han Küyli” gibi hikâyelerinde yazar, bu konuyu sosyalist düzen ve kolhoz yaşamıyla birlikte ele alır.
Hikâyelerde, eski düzende ve geleneklerde ailenin tavırlarının kız çocuklarına karşı çok sert olduğu ön kabulü mutlaka vurgulanır. Örneğin “Akca’ya Annesi Karşı Çıktı” adlı hikâyede Akca kızların toplantısına gitmek ister fakat aldığı cevap çok serttir:
“– Anne, bugün kızların toplantısı var, ben de ona gideceğim, dediği zaman annesi hamurdan yumruğunu çıkartıp, dağılmış saçlarının arasından sert bir bakış ile:
– Sen, yüzü kara10, tepe gibi bir kız olmuşsun!11 Ot biçmek, toplamak, okul, toplantı dendiği zaman herkesten önce koşuyorsun! Senin bu hallerinden hiç hazzetmiyorum. Senin şu toynaklarını kendi ellerimle keserim bekle bakayım.” (Akca’ya Annesi Karşı Çıktı)
Sadece kızların toplantısına gitmek isteyen Akca, bunun karşılığında “utanmaz olmak”, “gezme düşkünlüğü” gibi ifadelerle suçlanmakla kalmaz aynı zamanda “toynaklarının! kesilmesiyle” de tehdit edilir.
Akca annesine karşı kendini savunmaya çalışsa da daha ağır hakaret ve tehditlerle karşılaşır:
“– Anne, milletin de benim gibi kızları az değil ki! Onların anneleri kızlarına: “Okula, toplantıya gidiyorsun” diye, senin gibi hemen ağır laflar etmiyorlar ki!
– Hey utanmaz kız, benim el ile işim olmaz!
– Senin işin olmazsa benim olur. Ben de milletten geride kalmam, gideceğim!
– Haydi, gidebilirsen git! Şuracıkta iki ayağını da keserim. Sen beni daha fazla konuşturtmadan git yerine otur da işini yap!” (Akca’ya Annesi Karşı Çıktı)
Kızını her şekilde tehdit eden annenin tavrı, köyün diğer kızlarına kolhozdan ve devlet tarafından hediye verildiğini duyunca, iki yüzlü bir tavra dönüşür:
“O sırada kapıdan oğlu Murat geldi:
– Anne, Ogulsona ile Ecegız, Aşkabat’tan geldiler. Onlara bir sürü şey ödül vermişler, dedi.
– Ne ödül vermişler, oğlum?
– Dikiş makinesi, parlayıp duran kol saati, palto, bir sürü yün seçekli(atkı, kaşkol) ve beş-altı tane şal ödül vermişler.
– Ey oğlum, başarılı olacak kız kendini hareketlerinden belli eder! Onlara kolhozumuzdan da önceden verilen koyunlara ne diyeceksin?! Milletin kızları çalışma konusunda tıpkı ateş gibi! Sonra böyle bir insanı devlet de destekler, kolhoz da destekler. İşte, bizde bir kız var, hazır versen yiyecek, vurursan ölecek, bir ekmek düşmanı…” (Akca’ya Annesi Karşı Çıktı)
Kendi kızına baskıcı davranan annenin başkalarının çocukları ödül alınca onlardan övgü ile söz etmesi karşısında Akca’nın verdiği cesurca cevaplar, aslında Agahan Durdıyev’in de bütün hikâyelerinde “yeni tip kolhoz kadını”nda görmek istediği ve sürekli idealize ettiği özelliklerdendir.
“…dediği an Akca annesine sinirlenerek:
– Ey anne, ikiyüzlü oluverdin! Biraz önce başka türlü konuşuyordun, şimdi de başka türlü konuşuyorsun. Benim Oğulsona gibi başarılı olmama engel olan sensin. Anne sen benim çok içimi yaktın! Sen bir elinde hem eski gelenekleri hem yenilerini tutmak istiyorsun. İkisini de aynı anda elde edemezsin. Sen şimdi eski düşüncelerini bırak da, yeniye yapış! Bırak beni kendi bahtıma!
– Git, haydi, izin verdik, alan da kalan da senin!12
– Şunu önceden demiş olsaydın, şimdiye kadar çok saygın birisi olurdun. Şimdi benim yapacaklarımı seyret!” (Akca’ya Annesi Karşı Çıktı)
A.Durdiyev’in hikâyelerinde idealize ettiği kadın tipi “cesur” olmalıdır. Karşısındaki annesi de olsa, kocası da olsa haksızlık karşısında susmamalıdır. Eleştiri konusunda engel tanımamalıdır.
Bu cesaretin en güzel örneklerinden birisi de “Hastalığın Sorun Değil!” adlı hikâyedeki kadın karakter tarafından verilmektedir. Tembellik edip türlü bahanelerle kolhozdaki işten kaçan kocasına karşı taviz vermeyen kadının cesareti A.Durdıyev’in kalemine şu şekilde yansır:
“– Geçmişte birisi; “Başka düşmanın yoksa da kardaşın yok mu?” demiş. Kadın sen bana düşmansın!
– Kim tembel olup, riyakarlık edip, işten kaçarsa o benim düşmanımdır. Sen değil babam olsa acıyacak değilim. Kalk da hemen işine git!
– Hadi oradan bir çaycağız kaynatıver!
– Tembele ben çay kaynatacak değilim.
– Yapma, biraz idare et!
– Tembeli asla idare edecek değilim!
– Sonu iyi olmaz, birden ikimiz ayrılırız!
– Vah vah, sen beni böyle korkutacak değilsin!” (Hastalığın Sorun Değil)
Görüldüğü gibi kolhozdaki işten kaçan kocasıyla ayrılmayı bile göze alan cesarette kadınlar, A.Durdıyev’in çizdiği ideal kadın tipi karakterleridir.
Hikâyelerin birçoğunda, bu cesur kadın tipinin bu özellikleri yüzünden kendilerini anlamayan toplum tarafından kınandığı da görülür:
“Geldi ağanın karısı Annagül, hayırseverlik yönünden bir adım öne geçmezdi. Bunun yemeğinin suyunun temiz olmasına, çaydanlık ve bardakların makineden çıkmış gibi daima ışıldayıp duruşuna, pişirdiği yemeğe de şeker atılmış gibi yiyip-doyulmazdı. Ama Annagül’e elin bulduğu ayıp; “Kendi hakkını almaya sıra gelince, Tanrısını da saymaz!” deyip konuşurlardı.” (Annagül Hak-Hukukun Üstünde)
Annagül karakteri “hak arama” konusunda bir kadının gösterebileceği bütün tepkileri gösterebilecek bir karakterdir. Yeri geldiğinde toplumun dediğini de hiçe sayabilir:
“Annagül, kocasının şöyle bir hakiki gevşek adam oluşuna kızıp sinirlenirdi:
– Ah Tanrım, evvelden beni erkek yaratsan olmaz mıydı? Şöyle adamların beşinin bitireceği işi ben kendim tek başıma yapardım. Vah, sen beni kadın olarak yarattın! Bir zamanlar bu, hakikaten kendi su nöbetini göz göre Paşık baya aldırıp gelmişti. Amma dişlerimi sıkıp saldırırdım fakat: “Filanın karısı kocasından öne geçmiştir.”dedirtmek istemiyordum. Bırak, cehenneme gitsin, şimdi ben onu dedireceğim. Çoluk çocuğumu aç bırakıp eski bir köşede oturacak değilim, deyip, igini çekerek uzatıp, sümek13li elinden gözünü ayırmazdı.” (Annagül Hak-Hukukun Üstünde)
Hikâyelerin birçoğunda “işbaşa düşünce” kadınların nasıl davranacağı konusu örneklendirilir. Hikâyelerde kurgulanan durumlar üzerinden kadınlara yeri geldiğinde öz eleştiri yapmaları ve düştükleri durumun suçunu bir bakıma kendi “tepkisizliklerinde” aramaları da örneklendirilir.
“Kartal Pençesinde Bir Güzel” adlı hikâyede, 10 yaşında bir çocukla türlü entrikalarla evlendirilip mutsuzluğa sürüklenen ve acımasız kaynanasının eziyetine maruz kalan Akcamal, sonuç olarak suçu kendi “tepkisizliğinde” bulur:
“Sultan ana kızının kahroluşunu görüp;
– Vah, yavrum, annen kurusun!Alnına yazılana bak!dedi.
Akcamal;
– Anne, bu şeylerin hepsini ben kendimden görüyorum. Anne-babamın gönlüne bakıp, ben kendi kendimi yaktım. Ben ahmakmışım. Anne-babamın yüzüne doğru dönüp; “Kendi sevdiğim olmasa ya da varacağım adamı görmesem olmaz!”deyip inat etseydim bunlar başıma gelmezdi. Hiçbir şey edemezlerdi. En fazla edecekleri öldürür gibi vurmak değil miydi?
O zamanda şu anki durumumdan iyi olurdu, dedi.” (Kartal Pençesinde Bir Güzel)
A.Durıyev’in hikâyelerinde, toplumun her kesimini hatta kendisini bile eleştirebilecek kadar cesur bir karakter olarak çizilen yeni kadın tipinin en belirgin özelliklerinden birisi de “umutsuzluğa” hiç düşmemesi ve her duruma uygun çözümler üretebilmesidir.
“Camal” adlı hikâyede cephedeki oğlu için tasalanan kayınvalidesini hem teselli eden hem de “şikayet” yerine “hareket”e geçmeyi öneren bir kadın tavrı görürüz:
“– Yagdı’nın annesinin söylediğine! Biz onlar için elimizden geldiği kadar durmadan çalışıyoruz. Yakınlarda bütün kolhoz toplanıp, sıcak tutacak giyecekler toplayıp, onlar için gönderdik. Sen oğlunu kaygı çekme, oğluna soğuk işlemesinin imkânı yoktur. Boş ver de sen, anne, yumuşak yünlerinden eğir de dolak14 doku, ben de ellik, çorap öreyim. Öyle, anne bir çıkın gönderelim.” (Camal)
Bütün bu örneklerde de görüldüğü gibi A.Durduyev’in hikâyelerinde yeni sisteme entegre olacak bir kadın tipi örnek olaylar üzerinden idealleştirilmiştir. Bu kadın tipinin özellikleri şöyle özetlenebilir:
* En kötü durumlarda bile umutsuzluğa kapılmamalıdır.
* Çözümü başkalarından aramak yerine öncelikle kendi elinden geleni yapmalıdır.
* Başına gelenlerden dolayı daima başkalarını suçlamak yerine kendi “tepkisizliği”ni de eleştirmelidir.
* Karşısındaki annesi-babası veya kocası da olsa, “tembelliğe ve haksızlığa” müsamaha göstermemelidir.