Sadece LitRes`te okuyun

Kitap dosya olarak indirilemez ancak uygulamamız üzerinden veya online olarak web sitemizden okunabilir.

Kitabı oku: «Frezya»

Yazı tipi:

Her zaman fikirleriyle, dünya görüşüyle, katıksız sevgisiyle, yapmak istediklerime verdiği tam desteğiyle hep yanımda hissettiğim ve olacağına inandığım canım Anneme…


Âşık bir çiçek
Yeniden âşık olmak için baharı bekleyen, narin görüntüsü, büyülü kokusu aşkı hatırlatan Frezya
Rayihasını rüzgârla savuran, kıpırdanan yüreklere
Her bahar gelişinde içi kıpır kıpır olanlar, bir miktar âşık çiçek koklamıştır farkında olmadan
Frezya’nın kökünden, dilinden dökülmeli en güzel hikayeler. İçine dokunan tüm satırlar Frezya kokmalı. Hep yeniden, her bahar aşk olmalı dört bir yan. Frezya’nın sonsuz aşkına ithaf edilmeli tüm şiirler
Ve sen benim küçük Frezya’m; sonsuza kadar benim olmalısın

Hayattan aşkı, aşka seni istedim balım

Zaman küçük bedenlerimizi büyütürken, masum hatıralarımızı geride bırakıyordu. Verilen sözler, edilen yeminler, kurulan hayaller hiç yokmuş gibi, herkes gibi yolumuza devam ediyorduk. Ya da birimiz devam ederken birimiz bekliyordu umutla.

Hayatın, farkına bile varamamış oyun çağındaki iki çocuğun, masum bir aşk dileğiydi yüreğimi zincirleyen. Ben ne çok umut biriktirmişim sana dair. Ben seni yüreğimde büyütürken, zaman birbirimizden uzaklara atıvermiş bizi sessizce meğer.

1998–

– Çiçek, hadi nerede kaldın? Bak gider Osmanların grubuyla top oynarım.

* Geldim ya Poyraz. Amma acelecisin sen de ya…

– Onlar ne?

* Ballı ekmek.

– Hmm Annen nasıl?

* O hasta. Dinlenmesi gerekiyor. Anneannem yarın gelecek ve sevdiğimiz yemeklerden yapacak.

– Çok değil mi onlar? Sınıftaki Ahmet çok bal yiyince her yeri şişmişti. Senin de şişerse?

* Hımm… Ama benim karnım çok acıkmıştı ve peynir ekmek yemek istemedim. Ocağa yaklaşmam yasak. Zaten bir şeyde pişiremem. Belki bir dilimden bir şey olmaz. Bu dilimi de sen yersin. İkimiz de şişmeyiz.

– Çiçek, biliyor musun ben büyüyünce âşık olacağım.

* Âşık mı? Neden?

– Çünkü amcam Ayşe ablayı öptü ve “sana âşık oldum” dedi.

* Öpünce mi âşık olunuyormuş?

– Sanırım. Ayşe abla çok mutlu oldu. “Ben de sana âşığım” dedi.

* Büyüyünce sen kimi öpeceksin?

– Seni.

* Beni öptüğünde âşık mı olacağız? Ama bu kötü sanki?

– Nesi kötü ki? Büyümüş olacağız kızım.

* Şey, babam kızar…

– Babana söylemeyiz bizde. Sadece annene söyleriz.

* Bilmem ki…

– Benim ilk önce okumayı sökmem lazım. Sonra amcam gibi büyük yerlere gidip okumam lazım. O zaman ikimiz de büyürüz.

* Büyürüz değil mi? Ekmeğini yesene.

– Yüzün, üstün başın bal olmuş be Çiçek.

* Ballı Çiçek olmuşum valla.

– Ben sana âşık olduğumda “Aşkım” demeyeceğim.

* Ne diyeceksin?

– Sana “Balım” diyeceğim

Çiçek bal olmuştu, Poyraz ise âşık. Aşk küçücük yüreklerin kuytusunda masum bir öpücüktü belki de. Ellerinde ballı ekmeklerle dilek tutan iki küçük çocuğun aşk oyunu yazılıyordu geleceğe. Biri seçmişti, diğeri ise seçilmeyi istemişti. Oysa unuttukları bir şey vardı. Aşkı yaşamak zordu, sabır ve emek istiyordu.

Ben hep senindim sanki. En başından beri elinde ballı ekmekle “âşık olacağım” diyen küçük senin.

Herkes aşkı farklı dillerde ama aynı kelimelerle anlattı
Onlar kendilerine yakışanı yaptı
Sen ise bana yakıştın
Sen benim aşk dilimdin
Aşk diyene hep seni anlattım

Aşk

Belki de çok insanca, acımasızca, umut kırıcı ama doğarken öleceğini bilmek gibi bir gün biteceğini bildiğin; heyecanlı, mutluluk veren hisler yumağı gibiydi. Tutkuyla, arzuyla, hasretle hep seninle yaşamayı dilemekti yine de umutla. Seninleyken hissettiklerim hep özel kalmalı ve değerini kaybetmemeliymiş gibi gelirdi.

Aşk, her şeye rağmen umut etmekti aptalca…

Seni sana rağmen sevmekti…

Seni düşününce, içimde bir kuş kanat çırpıyor göğe doğru

Sen?

Ben?

Sen de beni seviyor musun?

Ne cevap vermemi istersin?

Kısa bir seviyorum mu istediğin?

Anlat bana…

Benimkisi sevgiden başka bir şey sanki. Öyle alelade sevmelerden değil; sanki aklım, kalbim hiç rastlamadığı bir duygu girdabında debelenir gibi. Hem korkutucu hem kışkırtıcı, belki de çokça arzu. Acemi kalbim bunun aşk olduğunu söylerken aklım dehşete kapılıyor. Seni düşününce içimde bir kuş kanat çırpıyor göğe doğru. Tuhaf, aptal bir mutluluk sarıyor içimi, yüzümdeyse dalgın bir tebessüm. Halim kimilerine garip geliyor. “Hasta mısın?” diye soruyorlar. Hasta mıyım gerçekten diye düşünüyorum. “Eğer aşk bir hastalıksa” diyorum içimden, ben iyileşmek istemiyorum.

Bazen işimi yaparken uçar gibi hızlanıyorum bu duyguyla. Bazen de ağır düşünceli, aksak gidiyor işler. Aylardır düşüncelerimin liste başında adın, yılın hit parçası gibi stabil ve sabit duruyor. Bitebileceğimizi düşünmek çok canımı yakıyor. Bu kadarı hakkım değil belki ama seni senden vazgeçemeyecek kadar bencilce hep yanımda istiyorum. Hiç gitme, başkasına bakma, bir de sevme diliyorum…

Diyorum ya benimki sevgiden de öte bir şey. Kimine göre saplantı, kimine göre aşk. Benimki öyle kısa sevmelerden değil ki kısaca “seviyorum” diyeyim. Ben seni bugün, yarın ve gelecekte ömürlük istiyorum. Gözlerine bakıp göremem diye korktuğum, karşılıksız kalabilecek diye kahrolduğum, sormaya bile çekindiğim bir duygu bu.

Yani anla işte, ben seni “çok, çoook seviyorum.”


Dargın olmayalım, dargın kalmayalım.
Sen benim ol, ben de senin
Adı sonsuzluk olsun… …
Adı aşk olsun…

Bal

Kalırsam değil, eğer gidersem işte o zaman roman olacağız biz seninle. İnan, sert rüzgârın uzaktayken bile yakacak içimi.

Belediyenin yapmaya çalışırken daha kötü hale getirdiği bu yolda, beceriksiz adımlarla valizimi ilerletmeye çalışıyordum. İki sene üniversiteyi erteledikten sonra son anda karar verip, ek kontenjan ile en kötü şehri kazanmak –yani bana göre– benim başıma gelecek türden bir olay olmalıydı. Kendi başımın buyrukluğuna mı kızsam, anneannemin ısrarla “gitmesen mi kızım? Oralarda tek başına ne yapacaksın? Burada da okul var. Hem beni sana hasret bırakma yavrum” deyişlerine rağmen, girdiğim bu yoldan geri dönemeyişime mi hayıflansam bilemiyordum.

Hep akıllı geçinirim ya ben, bugün bu yolda karar verdim tam bir aptal olduğuma. Ne kadar da kolay git dedi bana. “Git ve hayatın için çabala.” İçinde hayat olan ama bizi barındırmayan bir cümle. Kızgınlığım ona mı yoksa aptallığıma mı bilemiyorum. Uzak ve soğuk oluşunu ise birçok farazi varsayıma bağlıyorum epeydir. Onun yanında aynı okulda okuma hayalimi hiç önemsememiş olması, yine bizi barındırmayan bambaşka bir şehirde iş başvurusu yapması… Bilemiyorum. Öylesine yaptığım, bir şey beklemediğim tercihten çıkan sonuç tuz biber oldu üstüne. Aramızda adam akıllı konuşulmamış, söylenmemiş bir şeyler oluyor ve ben farkına varamıyorum. Sinirle karar verdim, “gidiyorum” dedim. O da dur demedi. O bana uzun zamandır ne hissettiğimi de sormadı. Sorulmayan sorularımız, söylenmeyen azalan kelimelerimiz var artık bizim.

Bu yollar da benim gibi kırık dökük, gökyüzü gözlerimden beter bulutlu ama karşı kaldırımdaki Poyraz gülümsüyor sanki. Her zamankinden yakışıklı olmuş bugün. O çapkın yürek yakan bakışları yine pırıl pırıl. Senelerdir içimde biriktirdiğim ona dair her şeyi söylemek istiyorum şu an.

Ben, bizi hiç unutmam ki… Ben, bizden hiç gitmem ki… Ama sen ne kadar da kolay git dedin be Poyraz.

– Balım bak her şey çok güzel olacak. Biz hep bunu hayal etmedik mi? Okumalısın. Nerede, kiminle olduğunun ne önemi var ki? Hem sandığın kadar kötü de değil. Yatay geçiş şansın da var. Olmadı onu denersin.

* Zaten vazgeçmeyi düşünmüyorum. Gördüğün gibi gidiyorum. Her zamanki gibi sözünü dinliyorum Poyraz.

Yüzüme baktı, belki de gözlerimde kendini gördü. Silkelendi ve elini uzattı. Sırtımdan dolanan bir kol, saçlarımı okşayan bir el, sağ kaşım üstüne konulan öpücük ve kaldırımda bir bütün olmuş biz. Uzun zamandır bu kadar sıcak sarılmamıştı bana. Konuşmak istedim ama yine ve yine dudaklarım titremeye başladı. Fırsattan istifade sıcak kucağına sindim kedi gibi. Farklı kokuyordu. Aldığım parfümden başka bir şey kullanmıştı belli ki. Tuhaf bir tepkiydi ama bir anda sordum bende.

* Farklı kokuyorsun Poyraz.

Sırtımı sıvazlarken mırıldandı. O da beni kokluyordu sanki.

– Sen hep aynı kokuyorsun Balım. Çiçek gibi, adın gibi Frezya.

Ben hep aynıydım Poyraz. Şimdi de aynı Çiçek’im. Senin arına bal olan Çiçek. Yanındayken kilometrelerce uzağında kalan Çiçek. Verdiğin sözü tutmanı bekleyen, yüzü gözü bal olmuş, aşk dilenen Çiçek.

* Bizim kapıda ballı ekmeklerimi bölüştüğümüz günü hatırlıyor musun?

– Hatırlıyorum. Çok küçüktük ve hayal dünyasında yaşıyorduk. Sana Balım demiştim. Nereden çıktı şimdi bu?

* Hiç, ben şey… Dediğin gibi küçüktük ve büyük hayaller kurduk muhakkak.

Geri çekildim ve yüzüne baktım. Deminkine nazaran pırıltısı azalmış bakıyordu şimdi. “Hatırlatma” der gibiydi. Ben yine onun sözünü dinledim. Sustum.


Geride kalan uzun senelerdir, yuva bellediğim anneannemin kendi gibi yorgun evine baktım. Camdan gözü yaşlı bizi seyrediyordu canım anneannem.

“Seni üzdüğüm için özür dilerim.”

İlkokul üçüncü sınıfı bitirmeme iki hafta kala annemin müzmin, düzelmeyen hastalığı ömrünü tükettiğinde hem annesiz hem babasız günlerim başlamış oldu. Babamın uzun zamandır ilgisiz olması, başka bir kadınla yeni bir hayata başlaması ve beni o hayata dahil etmemesi hiç şaşırtıcı olmamıştı. Çok değil, üç ay sonra yeni ikametgâhım anneannemin evi oldu. Babasızlığı yadırgamadım ama annesizlik dokundu çocuk yüreğime. İnsan babası ölünce değil annesi ölünce yetim olurmuş. Zira babam hâlâ yaşıyor. Sağlıklı bir karısı ve iki de oğlu var. Benim dahil olamadığım, anca misafir olduğum bir mutluluk var evlerinde. Gerçi pek görmeyiz birbirimizi, nadiren bayramlarda bir araya geliriz o da formaliteden. Ama yine de ufak bir kıskançlık hissederim beni sarmayan baba kolların oğullarını candan sarışına.

Anneannem canımdır, ciğerimdir. Hem anam hem babamdır. Sever nazlar beni ama şımartmaz. Kuzenlerim kızarlar, “senin en kıymetlin Çiçek” diye söylenirler bazen. Ama herkes evine gittiğinde biz kalırız birbirimize bilmezler. “Seni üzdüğüm için üzgünüm anneanne. Temelli değil ki bu gidiş. Okumaya gidiyorum ya ben. Döneceğim sonunda.”

Gülümseyip el salladım nuruma. Gelme dedim ya kızgındım ya, o da dokunmadı yarama. Önce kapıdan, şimdi de camdan veda ediyor bana. Ya Poyraz, sessizlik var şimdi, ayrılık sessizliği var aramızda. Ne ara taksi çağırmışsa “hadi bin” dedi aniden. “Yok, ben kendim giderim” dedim, anlamadı ve bindik taksiye. Yan yana sessizlik ritüelimiz olmuş sanki. Elimi yanıma koydum belki tutar diye ama gözünü kırpmadan yola bakmaya devam etti. Otogara gelmek uzun mu kısa mı sürdü bilmiyorum ama taksicide en az bizim kadar sessizdi. Elime dokunan sıcak el neden son anı beklemişti bilmiyorum. Sardığı kadar sardım bende. Sadece eller birleşmiş, yürekler ayrılmış gibi hissettim. Farklı bir veda… Yine konuşulmayan, tamamlanmamış eksik bir şeyler hissettim aramızda. Gidecektim ya ben ondandı işte. Ellerimiz ayrıldı, indik taksiden.

Yirmi dakika kadar beklenilen gözlerin sessizliği, bilinmezliği konuştuğu değerli zaman dilimi. O üzgün mü tedirgin mi bilemiyorum. Konuşursam kırılacağım gibi hissediyorum. Elini cebine atıyor, çıkarıyor, ayağını yere vuruyor, bazen birkaç adım yürüyor. Tamam Poyraz gidiyorum işte rahat ol. Sormuyorum da artık, sadece seviyorum. Çok Seviyorum seni Poyraz, hep sevdiğim gibi. Valizim onun elinde kuş kadar hafif bagaja teslim olurken üşüyorum sanki. Ayağım otobüsün merdiveninde titriyorum. Yerime oturmadan ayakta karşılıklı bakışıyoruz.

– Varınca ara mutlaka, merak ederim.

* Mutlaka ararım, bilirsin.

– Bilirim…

Ve anons…

Kimine göre inme, kimine göre gitme vakti.

“Gidiyorum ben Poyraz.”

Sağ kaşımın üstüne hep orada kalmasını dilediğim bir öpücük, sıcacık bir kucaklaşma.

“Allaha emanet ol Balım, hayırlı yolculuklar.”

Bu kadar işte. Sesim kesilmiş bakakalmışım yine. Koltuğum batıyor sanki. Otobüs otogardan çıkmak için hareketlendi. Gözlerim dolu dolu Poyraz’ı arıyor. Beni gördü, el salladı, telefonu çaldı, kulağına götürdü, yana döndü.

Gülümsedi…

Hoşça kal Poyraz…

Hoşça kal.


Yeniden başlamak için bitmeliyiz sevgilim.


Soluğum, neşem, umudum.
Varlığıyla nurlanan yokluğuyla sınanan değerlim
Gittin mi? Bittik mi?
Kayıp mı ettik aşkı?
Yoksa o melun yalancı buna da mı elini attı?
Kaybolup giderken bizi de mi bitirdi?

Hiç var olmamış gibi
silip atabilir mi yüreğimden?
Bitirir mi bizi?
Kıyar mı sevdamıza zamanın elleri?
Öptüm, sarıldım, gözlerinde cehennemi gördüm.
Elimi uzattım, tutmadı
Kanadından yakaladım, savurdu

Çaresiz bir ateş kaçkını gibiydim
düştüğüm yerde
Yanıyor, kora dönüyor, sönemiyordum

Ücretsiz ön izlemeyi tamamladınız.

₺47,54