Kitabı oku: «Japon Mitleri ve Efsaneleri», sayfa 4

Yazı tipi:

Tahta Kılıç

Prens başkente giderken İdzumo Takeru adında başka bir kanun kaçağıyla karşılaşmış. Yine bir yardımcısına başvurarak bu adama son derece arkadaşça davranmış. Tahtadan bir kılıç yapıp çelik silahının kılıfına sıkıca sokmuş. Takeru’yla tanışmayı beklediği zamanlar bunu takmış.

Prens Yamato bir defasında Takeru’yu Hinokawa nehrinde yüzmeye davet etmiş. Haydut akıntıya doğru yüzerken Prens gizlice karaya çıkıp Takeru’nun kıyafetlerinin yanına gitmiş. Sahile uzanarak kılıçları değiştirmeyi başarmış ve tahta kılıcını Takeru’nun keskin çelik kılıcının yerine koymuş.

Takeru sudan çıkıp kıyafetlerini giydiğinde Prens ondan kılıç becerisini göstermesini istemiş. Takeru, “Hangimizin daha iyi kılıç ustası olduğunu göreceğiz,” demiş.

Takeru bunu memnuniyetle kabul edip kılıcını çıkarmaya çalışmış. Kılıç sıkışmış ve tahtadan olduğu için elbette hiçbir durumda işe yaramazmış. Haydut bu şekilde mücadele ederken Yamato onun kafasını kesmiş. Yaptığı kurnazlık bir kez daha onun işine yaramış; saraya döndüğünde onun adına ziyafet verilmiş ve kral babasından birçok pahalı hediye almış.

“Ot Yaran Kılıç”

Prens Yamato sarayda uzun süre boş oturmamış çünkü babası ona doğu illerindeki bir Anyu isyanını bastırmasını emretmiş.

Prens ayrılmaya hazır olduğunda Kral ona “Sekiz Kol Boyunda Mızrak” adı verilen kutsal ağaçtan yapılmış bir mızrak vermiş. Prens Yamato, bu değerli hediyeyle İse tapınaklarını ziyaret etmiş. Başrahibe teyzesi onu tekrardan buyur etmiş. Yeğeninin anlattığı her şeyi ilgiyle dinlemiş ve kendisine verdiği cüppenin maceralarında ne kadar işe yaradığını öğrendiği için özellikle çok mutlu olmuş.

Hikâyesini dinledikten sonra tapınağa gitmiş ve bir kılıç ve çakmaktaşından bir çanta getirmiş. Bunları Yamato’ya veda hediyesi olarak vermiş.

Bu kılıç, Japonya İmparatorluk Hanesi’nin sembollerinden biri olan Murakumo kılıcıymış. Bu Prens için en güzel hediyeymiş. Bu kılıcın bir zamanlar tanrılara ait olduğu ve Susa-no-o tarafından keşfedildiği hatırlanacaktır.

Uzun bir yürüyüşün ardından Prens Yamato ve adamları kendilerini Suruga eyaletinde bulmuşlar. Vali onu misafirperver bir şekilde karşılamış ve eğlence amaçlı bir geyik avı düzenlenmiş. Kahramanımız arada sırada aldatılsa da en ufak bir şüphe duymadan ava katılmış.

Prens, yüksek otlarla kaplı büyük ve ıssız bir ovaya götürülmüş. Geyiği avlamakla meşgulken aniden ateşin farkına varmış. Ardından her yönden alevlerin ve duman bulutlarının yükseldiğini görmüş. Her tarafı ateşlerle çevriliymiş. Görünüşe göre buradan kaçış yokmuş. Dürüst savaşçı bir tuzağa, hem de çok sıcak bir tuzağa düştüğünü fark ettiğinde çok geçmiş.

Kahramanımız teyzesinin ona verdiği çantayı açmış, yanındaki otları ateşe vermiş ve Murakumo kılıcıyla her iki taraftaki uzun yeşil yaprakları çabucak kesmiş. Bunu yapar yapmaz rüzgâr birdenbire yön değiştirip alevleri ondan uzaklaştırmış. Böylece Prens en ufak bir yanmaya maruz kalmadan oradan kaçmış ve Murakumo’nun kılıcı “Ot Yaran Kılıç” olarak bilinmeye başlamış.

Ototaçibana’nın Fedakârlığı

Prens’in sadık karısı Prenses Ototaçibana, tüm bu maceralarda Prens’in peşindeymiş. Savaşta övgüye değer olan kahramanımız, ne yazık ki aşk konusunda o kadar da becerikli değilmiş. Karısına tepeden bakıyor ve onunla ilgilenmiyormuş. Zavallı sadık ruh efendisine hizmet ederken güzelliğini kaybetmiş. Güneş derisini yakmış, giysileri pislenip yırtılmış. Yine de hiç şikâyet etmemiş ve üzgün olmasına rağmen her zamanki tatlı tavrını korumak için büyük bir çaba göstermiş.

Derken Prens Yamato, büyüleyici Prenses Miyadzu ile tanışmış. Prenses’in elbisesi çok hoş, teni kiraz çiçeği kadar narinmiş. Prensin ona umutsuzca âşık olması çok uzun sürmemiş. Ayrılma zamanı geldiğinde tekrar döneceğine ve güzel Prenses Miyadzu’yu karısı yapacağına yemin etmiş. Çok geçmeden yukarı bakıp Ototaçibana’yı görmüş; kadının yüzünde yoğun bir üzüntü varmış. Ancak Prens Yamato kalbine taş basmış ve sözünü tutmaya kararlı bir halde oradan uzaklaşmış.

Prens Yamato, eşi ve adamları İdzu’nun deniz kıyısına vardıklarında takipçileri, Kadzusa Boğazı’nı geçebilmeleri için bir birkaç tekneyi güvence altına almak istemişler.

Prens kibirle bağırmış: “Öf! Burası yalnızca bir dere! Bu kadar tekne niye? Buranın üstünden atlayabilirim!”

Hep birlikte yolculuklarına başladıklarında büyük bir fırtına çıkmış. Dalgalar su dağlarına dönüşmüş, rüzgâr çığlık atıyormuş, kara bulutların arasından şimşekler parlıyormuş ve gök gümbürdüyormuş. Görünüşe göre Prens’i ve karısını taşıyan teknenin batması gerekiyormuş. Zira fırtına Prens Yamato’nun gururlu ve aptalca sözlerine kızan Deniz Kralı Rin-Jin’in işiymiş.

Mürettebat gemiyi doğru yolda tutma umuduyla yelkenleri indirdiğinde fırtına yatışacağına daha da kötüleşmiş. Sonunda Ototaçibana ayağa kalkmış ve efendisinin sebep olduğu tüm üzüntüyü afederek çok sevdiği kocasını kurtarmak için hayatını feda etmeye karar vermiş.

Sadık Ototaçibana şöyle demiş: “Ah, Rin-Jin; Prens kocam, kendiyle övünerek seni kızdırdı. Ben Ototaçibana, Yamato Take’nin yerine sana zavallı hayatımı veriyorum. Şimdi kendimi senin büyük dalgalı krallığına bırakıyorum;

karşılığında efendimi sağ salim bir şekilde kıyıya ulaştırın.”

Bu sözleri söyleyen Ototaçibana fokurdayan dalgaların içine atlamış ve bir anda gözden kaybolmuş. Bu fedakârlık yapıldıktan hemen sonra fırtına dinmiş ve bulutsuz bir gökyüzünde güneş parlamış.

Yamato Take varacağı yere sağ salim ulaşmış ve Anyu isyanını başarılı bir şekilde bastırmış.

Kahramanımız sadık karısına kesinlikle yanlış yapmıştı. Onun iyiliğini takdir etmeyi çok geç öğrenmiş. Ancak Prenses Miyadzu tamamen unutulmuşken, Prens onun sevgi dolu anısını ölünceye kadar saklamış.

Yılanın Katledilmesi

Yamato Take babasının talimatlarını yerine getirdikten sonra Omi eyaletine varana kadar Owari eyaletinden geçmesi gerekiyormuş.

Omi eyaleti büyük sıkıntı içindeymiş. Pek çok insan yas tutuyor ve üzüntüden ağlayıp feryat ediyormuş. Prens soruşturma yaptıktan sonra her gün büyük bir yılanın dağlardan inip köylere girerek talihsiz insanların çoğunu mideye indirdiğini öğrenmiş.

Prens Yamato hemen büyük yılanın yaşadığı söylenen İbaki Dağı’na tırmanmaya başlamış. Yarı yolda korkunç yaratıkla karşılaşmış. Prens o kadar güçlüymüş ki yılanı çıplak kollarıyla bükerek öldürmüş. Bunu yapar yapmaz ülke karanlığa gömülmüş ve deli gibi yağmur yağmaya başlamış. Ancak sonunda hava düzelmiş ve kahramanımız dağdan aşağı inmeyi başarmış.

Eve vardığında ayaklarının garip bir acıyla yandığını ve dahası kendisini çok hasta hissettiğini fark etmiş. Yılanın soktuğunu anlamış ve hareket edemeyecek kadar hasta olduğu için ünlü bir madene götürülmüş. Burada eski sağlığına ve gücüne kavuşmuş. Kutsamalar için Güneş Tanrıçası Ama-terasu’ya şükranlarını iletmiş.

Momotaro’nun Maceraları

Bir gün yaşlı bir kadın bir derenin kenarında durup elbiselerini yıkarken suyun üzerinde yüzen dev bir şeftali görmüş. Bu şeftali, kadının şimdiye kadar gördüğü en büyük şeftaliymiş ve yaşlı kadın ve kocası çok fakir olduklarından hemen bu olağanüstü şeftalinin ne kadar mükemmel bir yemek olabileceğini düşünmüş. Meyveyi kıyıya çekecek bir sopa bulamayınca aniden şu dizeleri hatırlamış:

 
“Uzaktaki su acıdır
Yakın su tatlıdır;
Uzaktaki suyun yanından geç
Ve tatlıya gel.”
 

Bu kısa şarkı istenen etkiyi yaratmış. Şeftali, yaşlı kadının ayaklarının dibinde durana kadar yaklaşmış. Kadın eğilip şeftaliyi almış. Kadın bulduğu şeyden dolayı o kadar mutluymuş ki çamaşır yıkamayı bırakıp çabucak eve koşmuş.

Kocası akşam sırtında bir demet otla geldiğinde yaşlı kadın şeftaliyi heyecanla dolaptan çıkarıp ona göstermiş.

Yorgun ve aç olan yaşlı adam, böyle lezzetli bir yemek düşüncesinden dolayı aynı derecede memnun olmuş. Çabucak bir bıçak getirmiş. Meyveyi tam kesmek üzereyken meyve aniden kendi kendine açılmış ve dünyalar güzeli bir çocuk neşeli kahkahalarıyla meyvenin içinden çıkmış.

“Korkmayın,” demiş ufaklık. “Tanrılar, çocuk sahibi olmayı çok arzuladığınızı duydular ve yaşlılığınıza bir teselli olmam için beni gönderdiler.”

Yaşlı çift o kadar mutlu olmuş ki ne yapacaklarını bilememişler. İkisi de sırayla çocuğu beslemiş, sevmiş tatlı ve şefkatli sözler mırıldanmış. Ona Momotaro yani “Şeftali’nin Oğlu” adını vermişler.

Momotaro on beş yaşına geldiğinde kendi yaşındaki çocuklardan çok daha uzun ve güçlüymüş. Damarlarında büyük bir kahramanın yaratılması güdüsü hareketlenmiş ve bu, yanlışı düzeltmek isteyen şövalyelere özgü bir kahramanlıkmış.

Momotaro bir gün üvey babasının yanına gelmiş ve Kuzeydoğu Denizi’ndeki bir adaya doğru uzun bir yolculuğa çıkmasına izin verip vermeyeceğini sormuş. Burada, pek çoğunu yedikleri bir grup masum insanı esir alan bazı iblisler yaşıyormuş. Bunların kötülükleri tarif sınırlarının ötesindeymiş ve Momotaro onları öldürmek, talihsiz tutsakları kurtarmak ve üvey anne babasıyla paylaşmak için adanın ganimetini getirmek istiyormuş.

Momotaro


Yaşlı adam bu cüretkâr planı duyunca hiç şaşırmamış. Momotaro’nun sıradan bir çocuk olmadığını biliyormuş. O, gökten gönderilmiş bir çocukmuş ve dünyadaki hiçbir iblisin ona zarar veremeyeceğine inanıyormuş. Böylece yaşlı adam rıza göstermiş: “Git, Momotaro, iblisleri öldür ve ülkeye barış getir,” demiş.

Delikanlı, yaşlı annesinden bir miktar pirinç keki aldıktan sonra anne babasına veda ederek yolcuğuna çıkmış.

Momotaro’nun Zaferi

Momotaro bir çitin altında pirinç keklerinden birini yerken büyük bir köpek yanına gelmiş ve hırlayıp dişlerini göstermiş. Köpek konuşabiliyormuş ve Momotaro’nun ona bir kek vermesi için tehditkâr bir şekilde yalvarmış. “Ya bana bir kek verirsin,” demiş “ya da seni öldürürüm!”

Ancak köpek, karşısındakinin ünlü Momotaro olduğunu öğrenince kuyruğu bacaklarının arasına almış ve başını yere eğerek “Şeftalinin Oğlu”nun peşinden gitmek ve ona tüm hizmetini sunmak istediğini belirtmiş.

Momotaro, teklifi hemen kabul etmiş ve köpeğin önüne yarım kek attıktan sonra yola çıkmışlar.

Pek fazla yol alamadan Momotaro’nun hizmetine kabul edilmek için yalvaran bir maymunla karşılaşmışlar. Bu talep de kabul edilmiş ancak köpek ile maymunun birbirini ısırmayı bırakıp iyi arkadaş olmaları için bir süre geçmesi gerekmiş.

Yolculuklarına devam ederken bir sülünle karşılaşmışlar. Köpeğin içten gelen kıskançlığı tekrar uyanmış ve ileri koşarak parlak tüylü yaratığı öldürmeye çalışmış. Momotaro tarafları ayırmış. Sonunda sülün de küçük gruba kabul edilmiş, arkada münasip bir şekilde yürümeye başlamış.

Momotaro ve takipçileri Kuzeydoğu Denizi kıyısına ulaşmışlar. Kahramanımız burada bir tekne keşfetmiş. Köpek, maymun ve sülün epeyce korku belirtisi gösterdikten sonra hepsi gemiye binmiş ve kısa süre sonra küçük gemi mavi denizin üzerinde ilerlemeye başlamış.

Okyanus üzerinde geçen günlerin ardından bir ada görmüşler. Momotaro, kuşun uçup gitmesini, onun gelişini ilan edip iblislere teslim olmasını söylemesini buyurmuş.

Sülün denizin üzerinden uçarak büyük bir kalenin çatısına inmiş ve heyecan verici mesajını haykırmış, itaat belirtisi olarak iblislerin boynuzlarını kırması gerektiğini eklemiş.

İblisler sadece gülmüşler. Boynuzlarını ve tüylü kızıl saçlarını sallamışlar. Sonra demir çubuklar çıkarıp öfkeyle kuşa fırlatmışlar. Sülün üstüne gelenlerden kurnazca kaçmış ve şeytanların kafalarına saldırmış.

Bu arada Momotaro iki arkadaşıyla birlikte karaya çıkmış. Karaya çıkar çıkmaz iki güzel genç kız görmüş. Kızlar bir derenin kenarında kana bulanmış elbiselerini sıkarken ağlıyorlarmış.

“Ah!” demişler acınası bir şekilde, “biz daimyosun kızlarıyız ve şimdi bu korkunç adadaki İblis Kralı’nın tutsaklarıyız. Yakında bizi öldürecek ve ne yazık ki yardımımıza gelecek kimse yok.” Bunları söyledikten sonra kadınlar ağlamaya devam etmişler.

“Hanımlar,” demiş Momotaro, “ben buraya sizin aşağılık düşmanlarınızı öldürmek için geldim. Bana kaleye giden yolu gösterin.”

Böylece Momotaro, köpek ve maymun kaledeki küçük kapıdan içeri girmişler. Bu tahkimatın içine girdiklerinde inatla savaşmışlar. Şeytanların çoğu o kadar korkmuş ki, korkuluklardan düşüp parçalara ayrılmışlar, diğerleriyse Momotaro ve arkadaşları tarafından çabucak öldürülmüş. İblis Kral dışında hepsi yok edilmiş. Kral akıllıca davranıp teslim olmaya karar vermiş ve hayatının bağışlanması için yalvarmış.

“Hayır,” demiş Mamotaro öfkeyle. “Senin sefil hayatını bağışlamayacağım. Bir sürü masum insana işkence yaptın ve yıllarca bu ülkeyi gasp ettin.”

Bu sözleri söyledikten sonra İblis Kral’ı maymunun gözetimine bırakıp kalenin tüm odalarını gezmiş. Bulduğu çok sayıda mahkûmu serbest bırakmış.

Dönüş yolculuğu gerçekten çok keyifli geçmiş. Köpek ve sülün hazineyi aralarında taşımışlar, Momotaro ise İblis Kral’ın başında beklemiş.

Momotaro, daimyosun iki kızını ve adada esir alınan diğer pek çoğunu evlerine geri getirmiş. Bütün ülke onun zaferine sevinmiş ancak en çok sevinenler, Momotaro’nun onlara bahşettiği büyük şeytan hazinesi sayesinde hayatlarının sonuna kadar huzur ve bolluk içinde yaşayan Momotaro’nun üvey babasıyla annesi olmuş.

“Efendim Pirinç Çuvalı”

Bir gün büyük Hidesato, güzel Biwa Gölü’nün üstünden geçen bir köprüye gelmiş. Köprünün üzerinden geçmek üzereymiş ki derin uykuda olan büyük bir ejderha-yılanın geçişini engellediğini fark etmiş. Hidesato bir an bile tereddüt etmeden canavarın üzerinden tırmanıp yoluna devam etmiş.

Çok ileri gitmemiş ki birinin seslendiğini duymuş. Arkasına bakınca ejderhanın olduğu yerde bir adamın ona boyun eğdiğini görmüş. Bu, kızıl saçlarının üzerinde ejderha şeklinde tacı olan tuhaf görünümlü bir adammış.

Kızıl saçlı adam “Ben Biwa Gölü’nün Ejderha Kral’ıyım” diye açıklamış. “Biraz önce, benden korkmayacak bir ölümlü bulma umuduyla korkunç bir canavar şeklini aldım. Sen, efendim, hiç korkmadın ve bu beni çok sevindirdi. Dağdan büyük bir kırkayak iniyor, sarayıma giriyor ve çocuklarımla torunlarımı mahvediyor. Evlatlarım teker teker bu korkunç yaratığa yem oldular ve korkarım ki bu kırkayağı öldürmek için bir şey yapılmazsa ben de kurbanı olacağım. Cesur bir fani bulmak için çok uzun süre bekledim. Şimdiye kadar beni ejderha şeklimde gören tüm insanlar kaçtı. Sen cesur bir adamsın ve kötü düşmanımı öldürmen için sana yalvarıyorum.”

Maceraları, özellikle de tehlikeli maceraları her zaman memnuniyetle karşılayan Hidesato, Ejderha Kral için neler yapabileceğini görmek amacıyla hemen rıza göstermiş.

Hidesato, Ejderha Kral’ın sarayına ulaştığında buranın gerçekten de çok muhteşem bir bina olduğunu, Deniz Kralı’nın sarayıyla aynı güzelliğe sahip olduğunu görmüş.

Berrak nilüfer yaprakları ve çiçekleriyle ağırlanmış ve lüks abanoz çubuklarla önüne sunulan lezzetli yemekleri yemiş. O ziyafet çekerken on tane Japon balığı dans ediyormuş ve onların hemen arkasında on tane sazan balığı koto ve samisen ile hoş müzikler çalıyorlarmış. Hidesato ne kadar muazzam bir şekilde ağırlandığını ve şarabın ne kadar da enfes olduğunu düşünürken sanki aynı anda meydana gelen on gök gürültüsü gibi korkunç bir ses duymuşlar.

Hidesato ve Ejderha Kral aceleyle ayağa kalkıp balkona koşmuş. Mikami Dağı’nın tepeden tırnağa büyük kırkayak kıvrımlarıyla kaplı olduğu için güçlükle tanınabilir olduğunu görmüşler. Kırkayağın kafasında iki ateş topu parlıyormuş ve yüz ayağı uzun bir fener zinciri gibiymiş.

Hidesato yayına bir ok takıp bütün gücüyle yayı çekmiş. Ok karanlığın içine doğru hızla ilerlemiş ve kırkayağa saplanmış, ancak herhangi bir yaraya sebep olmadan sıyırıp geçmiş. Hidesato havaya dönen bir ok daha göndermiş. Bu da canavara çarpmış ve zarar vermeden yere düşmüş. Hidesato’nun geriye sadece bir oku kalmış. Birdenbire insan tükürüğünün sihirli etkisini hatırlayarak son okunun ucunu ağzına sokmuş ve sonra aceleyle yayını çekip dikkatlice nişan almış.

Son ok hedefine varmış ve kırkayağın beynini delmiş. Yaratık durmuş; gözlerindeki ve bacaklarındaki ışık sönmüş. Biwa Gölü ve altındaki sarayı korkunç bir karanlık bürümüş. Gök gürlemiş, şimşek çakmış ve o an için Ejderha Kral’ın sarayı yerle bir olacakmış gibi görünüyormuş.

Ancak ertesi gün tüm fırtına belirtileri yok olmuş. Gökyüzü bulutsuzmuş. Güneş ışıl ışıl parlıyormuş. Büyük kırkayağın bedeni parıldayan mavi gölde yatıyormuş.

Ejderha Kral ve etrafındakiler korkunç düşmanlarının yok edildiğini öğrendiklerinde çok sevinmişler. Hidesato bir kez daha ziyafet çekmiş ama bu çok daha görkemliymiş. Oradan birdenbire insana dönüşen balıklarla beraber ayrılmış. Ejderha Kral kahramanımıza beş değerli hediye vermiş: İki çan, bir torba pirinç, bir rulo ipek ve bir tencere.

Ejderha Kral, Hidesato’ya köprüye kadar eşlik etmiş ve sonra kahramanın ve hediyeleri taşıyan hizmetkârların yollarına devam etmelerine gönülsüzce izin vermiş.

Hidesato evine ulaştığında Ejderha Kral’ın hizmetkârları hediyeleri bırakıp aniden ortadan kaybolmuşlar.

Bunlar sıradan hediyeler değilmiş. Pirinç torbası yok olmazmış, ipek rulosunun sonu yokmuş ve tencerede herhangi bir ateş olmadan yemek pişirilebiliyormuş. Yalnızca çanların sihirli özellikleri yokmuş. Bunlar civardaki bir tapınağa takdim edilmiş. Hidesato zengin olmuş ve ünü her yere yayılmış. İnsanlar artık ona Hidesato değil, Tawara Toda yani “Efendim Pirinç Çuvalı” diyorlarmış.

III
Bambu Kesici ve Ay Bakiresi

Kaguya Hanım’ın Gelişi

Uzun zaman önce Sanugi no Miyakko adında yaşlı bir bambu kesici yaşarmış. Adam, bir gün bambu korusunda baltasıyla uğraşırken birdenbire mucizevi bir ışık algılamış. Işığa daha yakından baktığında, bir sazın özünde zarif bir güzelliğe sahip çok küçük bir yaratık keşfetmiş. Yaklaşık on santim boyundaki küçük kızı nazikçe alıp eve, karısına götürmüş. Küçük kız o kadar narinmiş ki ancak bir sepet içinde bakılabilirmiş.

Sonra bambu kesici işine devam edip gece gündüz sazlık kesmiş. Bir gün sazlık keserken altın bulmuş. Bir zamanlar fakirken artık hatırı sayılır bir serveti varmış.

Çocuk, bu basit taşra halkıyla üç ay geçirdikten sonra birdenbire yetişkin bir hizmetçiye dönüşmüş. Şaşırtıcı olsa da böylesine sevindirici bir olaya ayak uydurmak için şimdiye kadar omuzlarına uzun bukleler halinde dökülmesine izin verilen saçları toplanmış. Bambu kesicisi, vakti geldiğinde kıza Kaguya Hanım yani “Sonbahar Tarlasının Kıymetli İnce Bambusu” adını vermiş. Kıza isim verme töreninde tüm komşularının katıldığı büyük bir şölen düzenlenmiş.

“Sonbahar Tarlasının Kıymetli İnce Bambusu”nun Flörtü

“Bir kadın, bir kadın topluluğu içerisinde diğerlerinden biraz daha güzel olduğunda erkekler onun güzelliğinden kendilerini alamazlar!”

Taketori

Kaguya Hanım artık tüm kadınların en güzeliymiş ve şölenden hemen sonra güzelliğinin ünü tüm ülkeye yayılmış. Müstakbel âşıklar çitin etrafında toplanmış ve en azından bu sevimli bakireye bir göz atma umuduyla verandada oyalanmışlar. Bu ümitsiz talipler gece gündüz beklemişler ama nafile. Mütevazı mizaca sahip olanlar, kurlarının faydasız olduğunu yavaş yavaş fark etmeye başlamışlar. Ancak varlıklı beş talip amaçlarından vazgeçmemişler. Bunlar; Prens İşizukuri ve Prens Kuramoçi, Sadaijin Dainagon Abe no Miuşi, Çiunagon Otomo no Miyuki ve İso Lordu Morotada imiş. Bu ateşli âşıklar, “kışın buzuna ve karına, yaz ortasının kavurucu sıcağına” katlanmışlar. Bu efendiler sonunda Bambu Kesici’den kızını onlardan birine vermesini istediğinde, yaşlı adam kibarca kızın aslında onun kızı olmadığını ve bu nedenle söz hakkı olmadığını söylemiş.

Sonunda beyler malikânelerine dönmüşler ama her zamankinden daha ısrarlı bir şekilde yalvarmaya devam etmişler. Nazik Bambu Kesici bile Kaguya’ya sitem etmeye ve beş soylu talip arasında kesinlikle çok iyi bir evlilik yapabileceğini belirtmeye başlamış.

Bilge Kaguya şöyle cevap vermiş: “Bir adamın inancından emin olabilecek kadar güzel değilim ve eğer kalleş olduğu apaçık biriyle evleneceksem kaderim ne zavallıdır! Bahsettiğin beyler, asil beyler şüphesiz ama kalbi tamamen sınanmamış ve bilinmeyen bir adamla evlenmem.”

Sonunda Kaguya’nın en değerli olduğunu kanıtlayan taliple evlenmesine karar verilmiş. Bu haber beş büyük beye bir anlık umut vermiş ve gece vakti geldiğinde kızın “müzikler, şarkılar, ilahiler, ritimler ve alkışlar eşliğinde” yaşadığı evin önüne toplanmışlar. Serenatlar için beylere teşekkür etmek üzere dışarı yalnızca Bambu Kesici çıkmış. Eve döndüğünde Kaguya talipleri test etmek için şöyle bir plan yapmış:

“Tenjiku’da (Kuzey Hindistan), bilge Buda’nın bizzat taşıdığı bir dilenci çanağı var. Prens İşizukuri’nin gidip bana aynısından getirmesini istiyorum. Doğu okyanusu üzerinde yükselen Horai dağında kökleri gümüş, gövdesi altın ve saf beyaz yeşim meyveleri olan bir ağaç var; Prens Kuramoçi’den oraya gitmesini bir dal kırıp bana getirmesini istiyorum. Yine, Morokoşi ülkesinde insanlar Alev Geçirmez Sıçan’ın postundan kürklü cüppeler yapıyorlar ve Dainagon’dan bana böyle bir tane bulmasını rica ediyorum. Sonra Çiunagon’dan, ışıltısını ejderhanın kafasının derinliklerinde gizleyen gökkuşağı renkli mücevher istiyorum. İso Bey’in ellerinden kırlangıcın geniş deniz düzlüğünden buraya getirdiği deniz kabuğunu almak istiyorum.”

Ücretsiz ön izlemeyi tamamladınız.

₺151,73

Türler ve etiketler

Yaş sınırı:
0+
Litres'teki yayın tarihi:
17 mayıs 2024
Hacim:
11 s. 19 illüstrasyon
ISBN:
9786258068962
Telif hakkı:
Maya Kitap
İndirme biçimi:
Metin, ses formatı mevcut
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin PDF
Ortalama puan 5, 2 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin PDF
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin, ses formatı mevcut
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 5, 1 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin PDF
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre