Kitabı oku: «Ondan Bundan»
Ön Söz
19. ve 20. yüzyılda her alanda gelişmelerin yaşandığı Tatar toplumunda dil ve edebiyat meşalesinin taşıyıcısı konumunda olan Fatih Kerimî benimsediği ve izlediği idealleriyle İsmail Gaspıralı Bey’den1 ayrı düşünülemez. Kerimî’nin, Gaspıralı’yla olan münasebeti kendisi henüz çocukken babası Gılman Kerimî etrafında şekillenmiştir. Gaspıralı’nın fikirlerinden büyük ölçüde etkilenen Fatih Kerimî’nin ona olan ilgisi babası tarafından hoş karşılanmamıştır. Ancak Gaspıralı ile tanıştıktan sonra fikirleri olumlu yönde değişen Gılman Kerimî, oğlu Fatih’i Gaspıralı’yı takip etmesi için teşvik etmiştir.
Fatih Kerimî’nin Seçme Eserler (Saylanma Eserler) başlığını taşıyan ve üç hikayeden oluşan eseri 2016 yılında tarafımızca Türkiye Türkçesine aktarılmıştı2. Söz konusu aktarmada M. Gaynetdinov’un Kiril harfli Kazan-Tatar nüshasıyla yazdığı metin kullanılmıştır3. Elinizdeki kitap ise Prof. Dr. Fatma ÖZKAN’ın danışmanlığını yaptığı ve 2014 yılında tamamlanan Doktora tezinde yer alan “Ondan Bundan”4 adlı eserin Türkiye Türkçesine aktarımından oluşmaktadır5.
Fatih Kerimî’nin Ondan Bundan adlı kitabı yazarın eserinin Önsöz’ünde belirttiği gibi 1904 yılında Şark-ı Rus gazetesinde “kalem” imzasıyla yazdığı yazılardan oluşmaktadır6. Eserde “Ondan Bundan” ana başlığı altında 17 adet farklı hacimlerden oluşan yazı yer almaktadır. Bu yazılardan Bahtlı Kız başlığını taşıyan kısa hikaye hariç diğerleri genel itibariyle çeşitli konulara dair fikri, toplumsal ve kültürel konulardan oluşmaktadır. Ağırlıklı olarak okumanın önemi7, cehaletle mücadele, liyakatsiz din adamları, gayret ve çalışmanın değeri, insanları dış görünüşüne veya giyim-kuşamına göre değerlendirmenin yanlışlığı, kitap sevgisi, matbuat ve mektep8 gibi konular üzerinde durulmaktadır.
Kerimî’nin düşünce dünyasının izlerini görebildiğimiz bu yazılar aynı zamanda 19. ve 20. yüzyıllardaki Müslüman Türk-Tatar toplumunu kültürel, ilmi ve sosyolojik açılardan anlamamıza da yardımcı olmaktadır. Yazar, eserinde toplum içindeki sorunları dile getirmekte ve çözüm önerileri sunmaktadır.
Türkiye Türkçesine aktarılan Ondan Bundan adlı eserin orijinali 1907 yılında neşredilen Arap harfli nüshadır9. 1927 yılına kadar Arap alfabesini kullanan Tatarlar, bu alfabeyi iki kez reforma tabi tutmuşlardır. 1927’den sonra ise 12 yıl süreyle Latin alfabesini kullanmışlardır. 1939’da kaldırılan Latin alfabesinin yerini Kiril alfabesi almıştır. 1991 yılında SSCB’nin dağılmasının ardından10 özerk bir yönetim olarak varlığını sürdüren Tataristan Cumhuriyeti’nde 2001 yılında tekrar Latin alfabesi kabul edilmiştir. Ancak 15 Kasım 2002’de Rusya Parlamentosu’nun aldığı kararla tekrar Kiril alfabesine geçilmiştir (User, 2006: 335).
Arap harfli metnin okunmasında güçlük çekilen kelimelerin yanına * işareti konmuştur. Ayrıca Arapça-Farsça tamlamaların yanı sıra anlamının bilinmediği düşünülen veya az kullanılan söz varlığı ile Rusça kelimelerin anlamları dipnotlarda ayrıca belirtilmiştir.
Eserin hazırlanmasında üzerimde büyük emeği olan ve akademik alanda beni her zaman teşvik eden değerli hocalarım Prof. Dr. Leylâ KARAHAN, Prof. Dr. Fatma ÖZKAN, Prof. Dr. Erhan AYDIN’a, ayrıca yaşam kaynağım, her şeyim biricik kızım Zeynep AZRA’ya ve değerli eşime teşekkürü bir borç bilirim.
Temmuz 2019Cihan ÇAKMAK
FATİH KERİMÎ
Fatih Kerimî, 30 Mart 1870 yılında Rusya’ya bağlı Samara eyaletinin Minlibay köyünde imam ve ahund bir ailenin evladı olarak dünyaya gözlerini açmıştır. Fatih Kerimî, İdil-Ural boyunda gazetecilik ve yazarlık faaliyetleriyle ün kazanmıştır. Fatih küçük yaşlardan itibaren Çistay Medresesinde babası Gılman Kerimî’nin yanında öğrenim görmeye başlar. Gelenekçi bir eğitim metodunun uygulandığı medrese yılları Fatih’in zihin dünyasının şekillenmesinde oldukça etkili olmuştur.
Medrese tahsili esnasında yayımlanan Tercüman gazetesini arkadaşları arasında gizlice okuması hocasının tepkisine neden olmuş, bunun üzerine Gılman Kerimî oğlunu medreseden almak zorunda kalmıştır11. Gılman Kerimî, küçük yaşlardan itibaren Fatih’teki ilgi ve istidadı fark etmiş ve onu Rusya’ya tahsile göndermiştir.
Kerimî’nin fikri oluşumunda en önemli iki isimden ilki hiç şüphesiz İsmail Gaspıralı, diğeri ise babası Gılman Kerimî’dir.12 İsmail Bey Gaspıralı açtığı modern mekteplerde uyguladığı ve usul-i cedit adını verdiği reform niteliğindeki eğitim-öğretim metoduyla Fatih Kerimî’yi önemli ölçüde etkilemiştir13. Babası Gılman Kerimî ise Tatar maarif hayatının kurucusu olarak kabul edilmekte, açtığı usul-i cedit okullarında çocukların okuması uğruna verdiği mücadeleyle tanınmaktadır.
1890 yılının sonlarında Kerimî tahsil görmek üzere İstanbul’a gitmiştir. Ahmet Mithat Efendi’nin desteğiyle Mekteb-i Mülkiye’de öğrenim gören Fatih, Osmanlı Türkiyesi ile ilgili önemli izlenimler edinmiştir. Bir taraftan Arapça, Farsça ve Osmanlıcayı öğrenirken diğer taraftan da Fransızca ve Rusça’ya hakim olan Fatih Kerimî bu şekilde çok dilli bir aydın olarak kendini yetiştirmiştir. İstanbul’daki eğitimini tamamladıktan sonra 1896 yılında öğretmenlik yapmak üzere Kırım’a bağlı Yalta’nın Üzen köyüne gitmiştir. Burada Gaspıralı İsmail Bey’in kurduğu okullarda kendisinin de benimsediği usul-i cedid tarzında eğitim vermiştir (Yüziyev vd. 1985: 334).
1905 Ekim Devriminin ardından Rusya’da meydana gelen kısa süreli özgürlük ikliminden istifade eden ve Ceditçiler adı verilen yenilik taraftarları, başta eğitim olmak üzere basın, edebiyat ve fikir hayatında çok önemli gelişmelere öncülük etmişlerdir. Tatar modernleşmesinde önemli bir yere sahip olan Fatih Kerimî, Kazan Türkleri başta olmak üzere Rusya Müslümanlarına en çok hizmet eden şahsiyetlerden biridir. 1905’te Rus İhtilali’nin ardından ruhsat alan Kerimî, Remiyev kardeşlerin sermaye desteğiyle 21 Şubat 1906’dan itibaren Vakit14 gazetesini çıkarmaya başlar. 1917 yılına kadar 11 yılda 2309 adet basılan Vakit gazetesinin başyazarlığını yapmıştır. 1906’da II. Devlet Duması milletvekili seçimlerinde delege olarak görev yapmıştır. Duma’ya seçilen Zakir Remiyev’in vekili olmuş ve Müslüman mebuslarının danışmanlığı görevlerinde bulunmuştur. Petersburg’ta bulunan Müslüman İttifakı Merkez Komitesinde görev almıştır. Balkan Savaşı’nın başladığı yıllarda bizzat cepheye giderek savaşa dair izlenimlerini Vakit gazetesi ile Şura dergilerinde paylaşmıştır. Kerimî, Yaŋa Vakıt adlı bir gazete çıkarmış, Ĭşçĭler Dönyası, Yul, Saban gazetelerinde çeşitli yazılar yayımlamıştır. 1919 yılında Ĭşçĭler Dönyası gazetesinde “Kart Ĭşçĭ” imzasıyla kaleme aldığı yazısı dikkat çekmektedir (Gökçek, 2001: XI, XII; Gaynullin 2000: 209, 210).
Stalin döneminde İdil-Ural bölgesindeki pek çok Tatar aydını gibi takibata maruz kalan Kerimî düzmece suçlamalarla 4 Ağustos 1937’de 67 yaşındayken tutuklanmış, 27 Eylül 1937’de öldürülmüştür (Özkan 1997; Yüziyev vd. 1985: 350; Şeref 2000: 111).
Kerimî yazdığı roman ve hikayelerle Tatar modern edebiyatının güçlenmesine büyük katkı sağlamıştır. Eserlerinde genellikle olumsuz din adamları, kadınların okumalarına karşı çıkılması, doğu-batı, mektep-medrese çatışması ele alınır (Çakmak, 2018: 39). Yazdıkları ve eğitim faaliyetlerinde Gaspıralı’nın “Dilde, fikirde, işde birlik” ülküsüne sıkı sıkıya bağlı kalan Fatih Kerimî Müslüman Tatar toplumu özelinde tüm Türk dünyasının modernleşmesini ve ilerlemesini amaç edinmiştir.
Eserleri
Hikayeleri: Komedya (1894), Hüsid Baba (1895), Salih Babaynın Üylenüwi (Orenburg 1901), Şakirt ile Student, Cihangir Mehdümniŋ Avıl Mektebinde Ukuvı (Basılışı Petersburg 1900, Yazılışı 1898), Merhum Gılman Ahund (Orenburg 1904),Mirza Kızı Fatiyma, Soltan Gıyşkı (1906), Tilsiz Hatın (1906), Gayaş Helfe (1906), Hıyalmı, Hakiykatmǐ (Orenburg 1908).
Seyahatnameleri: Avrupa Seyahatnamesi (Petersburg 1902), Kırım’a Seyahat (Orenburg 1904), İstanbul Mektupları (Orenburg 1913), Orenburg Seyahatnamesi.
İlmî Eserleri: Muallim ve Mürebbiyelere Rehnâme I (Kazan 1901), Muallim ve Mürebbiyelere Rehnâme II (Kazan 1901), Muhtasar Târîh-i İslâm (Kazan 1901), Târîh-i Enbiyâ (Kazan 1902, ibtidâî mektepler için ders kitabı olarak hazırlanmıştır), Muhtasar Târîh-i Umumî (Kazan 1911), Resimli Geografiya Dersleri (Orenburg 1919), İçtimaî Terbiye (Kazan 1924)
Gazete ve Dergileri: Vakit Gazetesi, Şura Dergisi (Yüziyev vd., 1985: Çakmak, 2014: 15-18; Gökçek, 2001; Özkan, 2006; Uslu, 2004).
ONDAN BUNDAN
Fatih Kerimî
Ölmez mi güşade çeşm-i millet?
Ta haşre mi sürmeli bu sıklet?
Hep zulmet-i cehldir ki ‘illet
Da’im kalıyor bu hab-ı ġaflet15
“Abdülhak Hamid”OrenburgKerimof, Hüseyinof ve Şürekâsı Matba’ası1907
Her daim kendilerini bir örnek olarak göstermek gerek… Böyle büyük kişilerin herkesi ahmak bilip kendilerini akıllı görmeleri mümkün değildir, şu mecliste bazı avamlar var, sizin her sözünüzde pek çok ikiyüzlülük olduğunu biliyorlar, her ne kadar onlar bu mecliste hiçbir şey söylemese de sonunda size hiç olmazsa beş tenge16 zarar verir yani üyelikten çıkarır, bakınız! Hesap defterinizde bir sene üye olan kişilerin yarısı ikinci sene yok, eski azalar halden anlayıp çıkıp gitseler, her zaman tekrardan yeni azalar bulmak çok zor olur. Bizim malumatımıza göre hesap defterinde kime ne kadar yardım verildiyse ismiyle yazmak gereklidir. Her kim ki isminin yazılmasını makul görmezse, sizden yardım talep etmesin. Bu gibi işlerde hatır gözetmek âdette yoktur. Umumi bir işte hatır olmaz, düzenlemelere uygun bir şekilde davranmak ortadadır.
Cemiyet-i Hayriyeden maksat nedir? Bunu bilmek lazımdır, aynı zamanda bu maksada uygun bir şekilde davranmak gerektiği malumdur. Benim maksadım (Cemiyet-i Hayriye)yi yüzümüzü kara çıkarmayacak derecede bir yola koymaktır. Bu umutla Cemiyet-i Hayriye azalarını uyarırım, başka bir maksadım yoktur. Benim gereksiz ve anlamsız sözlerimi ise affetmelerini rica ederim. Fakat bu hizmeti yapanların kendi nefisleri için hizmet etmelerinin şüphesiz büyük bir günah olduğunu her zaman tembih ediyorum.
Bundan sonra bu hususta dahi birkaç söz yazarız.
Abdulreşid
BİR İKİ SÖZ
1904 senesi Tiflis’te neşredilen, merhum, Şark-ı Rus gazetesine “kalem” imzasıyla birkaç makale yazmıştım. Gerçi hiçbirinde kendi ismim yazılmamış ise de bu hususta bazı dostlarımdan mektuplar aldım: “Şark-ı Rus kalem imzasıyla toplanan makaleler senin yazıların olsa gerektir, biz bunu kokusundan sezdik, lakin muntazam surette hepsini de okuyamadık, eğer kendinde müsveddeleri var ise bunların hepsini birlikte bastırıp neşrederseniz güzel olur idi” diyorlar.
Yazdığım mektupların bazı yerlerinden nüsha (kopya) almak âdetim olduğundan bende bunların nüshaları var idi. Mütalaa, edebiyat, ilim ve marifet heveslisi olan dostlarımın en küçük bir arzularını yerine getirmek için bence en lezzetli bir iş ve en mukaddes bir borç olduğundan bunları birlikte toplayıp ayrıca risale şeklinde neşretmeye karar verdim. Vaktiyle Mirât’in 6. cüzünde toplanmış “Mütâlaa” başlıklı bir makalemin nüshası da defterimin baş tarafında olduğundan onu da burada yazıverdim, hem de risalenin baş tarafına merhum Kemal Bey şiirlerinden birkaç satır yazdım. Bu tür konuları ihtiva eden risaleye ne gibi bir isim vereyim diye bir müddet düşündüm. Tatarca olarak kısaca uygun bir isim hatırıma gelmedi. Türkçe ve Tatarca yazılmış risalelere üçer beşer Arapça sözlerden mürekkep hiç alakasız isimler vermek pek gülünç ve yakışıksız bir şeydir ve ben bundan asla hoşlanmıyorum. Bu risalenin içerisine türlü şeyler yazıldığı için haydi öyle ise bunun ismi de “Andan Bundan” olsun dedim. İş tamam oldu, vesselam!
Muhammed Fâtih.
MERHUM KEMAL BEY’İN ŞİİRLERİNDEN
Birkaç mısra:
Usanmaz kendini insanlar bilenler halka hıdmetden
Mürüvvetmend olan mazluma el çekmez iânetden.
Çıkar olduysa millet şanına noksan gelir sanma
Yire düşmekle cevher sâkit olmaz kadr ü kıymetden.
Vücudun kim hamır mâyesi hâk-i vatandandır
Ne gam râh-ı vatanda çâk olursa cevr ü mihnetden
Muini zâlimin dünyada erbâb-ı denâetdir
Köpekdir zevk alan sayyâd-ı bi-insâfa hıdmetden
Hemân bir feyz-i bâki terk ider bir zevk-i fâniye
Hayâtın kadrini ali bilenler hüsn-i şöhretden
Nedendir halkda tul-ı hayâta bunca rağbetler
Nedir insâna bilmem menfaât hıfz-ı emânetden
Cihânda kendini her ferdden alçak görür ol kim
Utanmaz kendi nefsinden de âr eyler melâmetden
Felekden intikâm almak dimekdir ehl-i idrâke
İdüp tezyid-i gayret müstefid olmak nedâmetden
Turup ahkâm-ı nusret ittihâd-ı kalb-i milletde
Çıkar âsâr-ı rahmet ihtilâf-ı rey-i ümmetden
İder tedvir-i âlem mekinin kuvve-i azmi
Cihân titrer sebât-ı pây-ı erbâb-ı metânetden
Kazâ her feyzini her lutfını bir vakt içün saklar
Fütur itme sakın milletdeki za’f u betâ’etden
Biz ol ulvi nihâdânız ki meydân-ı hamiyetde
Bize hâk-i mezâr ehven gelür hâk-i mezelletden
Ne gam pür ateş hezel olsa da gavga-yı hürriyet
Kaçar mı merd olan bir cân içün meydân-ı gayretden
Kemend-i cân-güdâz-ı ejder-i kahr olsa cellâdın
Müreccahdır yine bin kerre zencir-i esâretden
Felek her dürlü esbâb-ı cefâsun toplasun gelsün
Dönersem kahbeyim millet yolunda bir azimetden
Vatan bir bi-vefâ nâzende-i tannâza dönmüş kim
Ayırmaz sadıkân-ı aşkını âlâm-ı gurbetden
Müberrâyım recâ vü havfden indimde âlidir
Vazifem menfaatden hakkım agrâz-ı hükümetden
Gönülde cevher-i elmâsa benzer cevher-i gayret
Ezilmez şiddet-i tazyikden tesir-i sıkletden
Ne efsunkâr imişsin ah ey didâr-ı hürriyet
Esir-i aşkın olduk gerçi kurtulduk esâretden
Senindür şimdi cezb-i kalbe kudret setr-i hüsn itme
Cemâlin tâ ebed dûr olmasun enzâr-ı ümmetden
Ne yar-ı cân imişsin âh ey ümmid-i istikbâl
Cihânı senin âzâd eyleyen bin ye’s ü mihnetden
Senindür devr-i devlet hükmüni dünyâya infâz it
Hüdâ ikbâlini hıfz eylesün her dürlü âfetden
MÜTALAA
Fransız yazarlarından Monteskiu (Montesqiu): “Dünyâda hiçbir kaygı ve hasret yoktur ki bir saatlik mütalaa onu yok etmesin” demiş ve Türk ediplerinden merhum Kemal Bey de “İnsanın âdemiyeti okumakla ve hayvâniyeti yemekle kâimdir” demiş. Gerçekten, insan beden ile ruhtan ibaret olup bedenini beslemek için maddi gıdaya ne derece muhtaç ise ruhunu beslemek için manevi gıdaya bu nispette muhtaçtır. Yemek içmek olmaz ise insanın bedenine zayıflık geldiği gibi mütalaa ve ilim olmaz ise insanın ruhunu ve kalbini zulmet basar. Yiyip içmek ve yatıp uyumaktan başka bir şey bilmez ise insanın at ve sığır gibi başka hayvanlardan ne farkı olur? Bilmeyen ve okumayan adamın ruhu ne ile beslenir? Namı ilelebet muhterem olan “Jan Gutenberg” tarafından kitap basmak usulü keşfedildikten sonra bilginin arttırılması ve düşüncenin gelişmesi için o kadar geniş bir meydan açılmıştır ki her şeyden haber almak ve her şeyi öğrenmek mümkün olmuştur. Yalnız insanda okumak derdi ve mütalaa hevesi olmalıdır!
Dünyanın neresinde olursa olsun meşhur bir muharrir, büyük bir adam yeni bir eser yazdığında kendi memleketinde binlerce nüsha basılıp dağıtıldığı gibi aradan çok zaman geçmeden başka dillere de tercüme edilerek onun fikrinden bütün dünya halkı için istifade etmeye yol açılıyor. Yalnız okumak derdi ve mütalaa hevesi olmalıdır! Avrupa ve daha doğrusu bütün yeryüzü bir sohbet meclisi hükmüne girmiş, âlimler, hekimler, filozoflar, hüner ve sanat ehilleri din ve mezhep ayırmaksızın genel olarak insanoğlunun mesut ve bahtiyar olması için her gün en gerekli ve mühim meselelerden bahsediyorlar ve her gün dinleyecek yeni yeni şeyler keşif ve icat ediyorlar. Bunların söylediklerini işitip anlamak ve keşfettikleri hüner ve sanatlarından faydalanmak herkes için mümkündür. Yalnız okumak derdi ve mütalaa hevesi olmalı!
İsimleri bütün dünyada meşhur olan: Eflatun, Aristo, Fahr el-Razi, Gazali, İbn-i Rüşd, İbn-i Sina, Volter, Russo (Rousseauo) gibi filozoflar ile sohbet edip çok değerli fikirlerini ve ilginç mesleklerini öğrenmek istiyor musunuz? Pek kolaydır. Yalnız okumak derdi ve mütalaa hevesi olmalı! Eserleri ellişer dile tercüme edilip medeni milletlerin çocuklarına kadar malum olan: Rasin, Gurney ve Viktor Hugo, Puşkin, Lermontof, Sadi, Fuzuli gibi şairlerin her biriyle tanışıp konuşarak duygularını dile getirme ve tabiatı tasvir etme konusundaki maharetlerine vakıf olmak istiyor musunuz? Bu da pek kolay. Yalnız okumak derdi ve mütalaa hevesi olmalı! Cengiz, Anibal, İskender ve Napolyon gibi cihanı titreten savaşçıların ve Rusya padişahı olan Büyük Petro ile Bismark gibi talihsiz ve dâhilerin kimler olduğu ile nasıl ve ne gibi inkılaplara sebep olduklarını öğrenmek istiyor musunuz? Pek kolaydır. Yalnız okumak derdi ve mütalaa hevesi olmalı!
Kısacası: Her türlü büyük adamlar ve meşhur olaylar, önemli işler hakkında haber alıp bilgimizi arttırmak, fikrimizi açmak, kalplerimizi nurlandırmak ve her türlü hüner ve sanattan icat ve keşiflerden haberdar olup dünya ve ahiretimiz için faydalanmak yalnız okumak ve mütalaa sayesindedir. Bunların her birine dair binlerce kitaplar ve risaleler yazılmış ve her gün yazılmaktadır. Mütalaa edenler istifade ediyor. Mütalaa etmeyenlerin gönlü kör, fikri dar, kesesi boş kalıyor.
Muallim ve müderris iseniz çocukların terbiye ilmi ve mektep idaresi hakkında pek çok faydalı kitap ve gazeteler neşrediliyor. Bunlardan istifade edip mesleğinizin terakki ve ıslahına çalışmalı. Tüccar iseniz ilm-i ticarete mahsus, çiftçi iseniz ilm-i ziraate mahsus, özetle: Her türlü mesleğin kendine mahsus okulu ve gazeteleri vardır. Filozof iseniz felsefeye, ruhani iseniz din ve mezheplere dair birçok kitap ve gazete vardır ki her gün yeni şeyler ve yeni fikirler beyan edip duruyorlar. Bunların dini olanları istisna edildiğinde hiçbirisi Hristiyan, yahut Müslüman ve Yahudi olmak cihetinden bahsetmiyorlar. Mademki biz de bir insan yavrusu olarak dünyada yaşıyoruz, o halde onların bildiklerini bilmeye ve öğrenmeye, onlar gibi muhtacız. Onlar bu ilimleri o kadar terk ettirmişlerdir ki bunun derecesinden haberdar olsak şaşıp kalırdık.
Herkese de büyük okulları bitirmek ve türlü ilimleri öğrenmek mümkün olmuyor. Fakat ilkokulda olsa bile güzelce okuma yazma öğrenildiğinde ölünceye kadar mütalaa ile bilgisini arttırmak ve fikirlerini aydınlatmak herkes için mümkün olur. Okumak hevesi çocuklara tâ ilkokula başladığı zamanlarda öğretilmelidir. Bu muhabbet küçük yaşlarda kalplerine yerleşsin ve mütalaadan tamamiyle lezzet alacak bir hale gelsin. Şimdiye kadar bizim mektep ve medreselerimiz bizde öğrencilere okumak ve mütalaa hevesi öğretildiği için avam halkımız şöyle dursun, hatta mollalarımız da mütalaadan lezzet alamıyorlar. Tecrübe ile bilirim ki: Okumak için bir mollanın eline yeni çıkmış güzel bir risale veriyorsun, lakin okumuyor. Öyle ise yalnız dinlemesini rica ederek risaleyi kendin okumaya başlıyorsun. Hatır için az bir vakit dinleyip dursa da aradan çok geçmeden molla uykuya dalıyor. Böyle adamların mütalaadan ne kadar lezzet aldıklarını siz hesap ediniz!
Fakat şu kadarı da vardır ki: Şimdiye kadar bizim halkımız için kıraat ve mütalaaya hevesli olmak da mümkün değil idi. Çünkü Rusçayı bilmiyorlar, kendi dilimizde insanı okumaya heveslendirecek kitaplar yok idi. Arapçanın edebiyatı pek geniş ise de avam değil havasımız bile Arapçadan istincâ17 ile istibrâ18, abdest ile gusl, hayz ile nefes bahislerinden başka pek çok konuyu görmüyorlar ve görseler de anlayamıyorlar.
Bozyigit, Seyfü’l-Mülk, Tâhir ile Zühre ve Kesik Baş kitapları o kadar doyurmuştur ki artık insanın bunlardan midesi bulanıyor. Hamdolsun bu son yıllarda bazı hamiyetli ve gayretli adamlar ortaya çıkıp faydalı edebi risâleler yazmaya başladılar. Halkımızın, hatta hatun kızlarımızın bunları zevkli bir şekilde mütalaa ettikleri büyük bir sevinç ile görülmektedir. Mesela: Hüssâm Minlâ, Güzel Hadice, Günâh-ı Kebâir, Selime Çoban Kız, Nâdânlık, Nenge Cân Hanım, Bagçe Saray Çeşmesi, Bahadır ile Suna, Kilünler Hamaili, Kitâb alâ-Anber, Mihrakü’l-Efkâr, Esmâ, Mülâhaza, Basiret-i Hikmet ve Heyet-i Cedideler, Tarih-i İntişar-ı İslâm, Meşhûr Hatunlar, Yer Risâlesi. Vesair birkaç risale ve kitaplar seve seve okunup fayda alınacak eserlerdir.
Risaleler kendi dilimizde ve açık ibareler ile yazılsa ve herhangi bir şekilde hayatla ilgili birer meseleyle ilgili olarak hikaye tarzında yani doğrudan doğruya beyan edilse herkes tarafından incelense milletin terakkisine pek çok hizmet edeceği âşikârdır.
Kalem sahipleri gayret edip milletin terakkiyat-ı fikriyyesi19 için gereken kitapları yazmalı, başkaları bunları çokça alıp okumalı, okuma bilmeyenler başkalarının okuduklarını dinleyerek de olsa uyanmaya ve ibret almaya çalışmalıdır. Bunların her biri ibadet, her biri sevap ve faydalı işlerdir.
Şurasını da unutmamalıdır ki: Herkes yeni kitapların her birini alıp okumaya ve onlar hakkında bir fikir hasıl etmeye ve okuduktan sonra da onları kaybetmeyip kendisinde hepsinden birer nüsha bulundurarak her hane sahibi kendi evinde küçük birer kütüphane teşkil etmeye çalışmalıdır. Medeni milletlerde her bir hanede değil, hatta bir hane içindeki aileden her birinin kendine mahsus kütüphanesi bulunur. Kitaplar hane için en önemli güzel bir ziynet ve sahibi için de en aziz zenginlik kabul edilmelidir.
Ölmez mi açık olan milletin gözü?Tâ haşre kadar mı sürmeli bu sıklet?Hep cehalet karanlığıdır ki illetDaim kalıyor bu gaflet uykusuAbdülhak Hamid
[Закрыть]
Ücretsiz ön izlemeyi tamamladınız.