Kitabı oku: «Ana – Cengiz Aytmatovun Anne Şeceresi», sayfa 2
Şimdi şecerenin kendisine geliyoruz. İşmen şeceresini, Tatar araştırmacıları uzun zamandır bilmektedir. Marsel Ahmetcanov bu konudan, 1995 yılında çıkan Tatar Şecereleri kitabında da bahsetmiş. Kitabın asıl nüshası Kazan’daki Mirashane arşivinde bulunmaktadır. Bana kalırsa İşmen şeceresini Cengiz Aytmatov’un şeceresiyle ilişkili olarak inceleme “İdil Dergisi”nde 1996 yılının 5-6. aylarında Rinat Gabdulvaliyev’in Oni Ostavili Dobruyu Pamyat [Onlar Değerli Bir Hatıra Bıraktılar] adıyla yayımlanan makalesiyle başlamıştır. Daha önce de belirttiğimiz üzere Rinat Gabdulvaliyev, Nagime Hanım’ın yakın akrabası, ağabeyi Şerif’in oğludur ve Bişkek şehrinde yaşıyor. Rinat ağabey, bu eserinde Hamza Gabdulvaliyev’in 1840 yılında Kazan’da doğduğunu yanlış yazmış olsa da, en önemli bilgiyi vermekte, onun atalarının 16. yüzyılın ortalarında Meçkere köyünde kök saldıklarını yazmaktadır. Elbette bu, bölge tarihini çalışan Tatar âlimlerine bir işaret oluyor. Kukmara ilçesinin tarihini araştırma müzesi müdürü Lebüde Devletşina, Meçkere’ye gidip okul müzesinden köyün yaşlıları tarafından kaleme alınan İşmen şeceresinin bir nüshasını bulur. Bu nüsha, Arap harfleriyle yazılmış ve bu nesilden dört yüze yakın kişinin ismi kaydedilmiş ve kenarına şu notlar yazılmış:
“Meçkere Köyü Şeceresi. Ahmet Fadik Muhammethadi’nin oğlundan korunmuş olan şecerenin bir kopyasını aldım. Abdilmecid Huciehmed oğlu. 25 Mart 1945.
Dedelerinin bu bölgeye göçünün tahminen 1700’lü yıllarda olması gerekiyor.”
Lebüde Hanım, yerli bölge tarih araştırmacıları ve Kazan âlimleri İrik Hadiyev ve Raif Merdanov yardımıyla İşmen şeceresinin nüshasını Kiril harfleriyle düzenler. Sonra da adı geçen Hasan’ın oğlu Hamza Gabdulvaliyev ve onun akrabaları Ahmetgali ile Galiya isimleri üzerinden Nagime Hanım’a ulaşırlar, Nagime Hanım’ın hayatına ışık tutarlar. Doğrudur, Nagime Hanım’ın şeceresine Cengiz Aytmatov, onun akrabaları ve çocukları sonradan ekleniyor. Çünkü 1945 yılında bu mümkün değildi. Ancak Rinat Gabdulvaliyev ise Meçkere’yi Karakol’da duymuş olmalı, çünkü babaları savaşta ölünce onları, Nagime Hanım’ın küçük erkek kardeşi Abdullah yanına alıyor. Son yıllarda Rinat ağabey Meçkere’den, bu nesilden gelen pek çok aydın kişi hakkında çalışmalar yaptı ve bunları yazdı. O, İshak Hacı Gabdulvaliyev, Hamza ağabeyinin babası Hasan’la kardeştir.
1858 yılı tapu kayıt belgelerine bakınca, İshak’ın 1841 yılında doğmuş olması gerekiyor, ancak çoğu eserlerde 1839 yılı olarak yazılmış ki bu doğru değildir. O dönemde Kazan’da, Orenburg’da, Troitski’de, Erbet’te ticaretiyle ilgilenmiş, zenginleşmiş daha sonra da Semipalatinski’da ve Petropavel’de kendi ticaret merkezlerini açmış sonradan Vernıy (bugünkü Alma-Ata) şehrine gelip yerleşmiştir. O, Jidisu bölgesinin en zengini olarak bütün Rusya ve Çin’le ticaret yapar. İshak Hacı 1880 yıllarında Meçkere’ye gelip ağabeyi Hasan’ın çocukları Hamza, Ahmetgali ve Galiya’yı Orta Asya’ya götürüyor. Böylece Gabdulvaliyevler bugünkü Karakol’a gelip yerleşiyor ve her şeye rağmen burada kök salıyorlar… Bunlar hakkında Karakol bölümünde ayrıntılı bilgi vereceğim, şimdi yüzyıllar öncesinin Meçkere’sine geri dönelim.
İşmen şeceresiyle Meçkere köyündeki 4 Mart 1858 yılının tapu kayıt belgeleri tam olarak birbirini desteklemiyor demiştim. Çünkü bu kayıtlara göre Hamza Gabdulvaliyev’in doğmamış olması gerekiyor, bundan yola çıkarak Hamza’nın 1860’lı yıllarda yaşadığını söyleyebiliriz. Tapu kayıtları gerçekleştirilirken Gabdulveli Gaysin 60 yaşında, onun oğulları Süleyman 30, Hasan 26, Muhammet Yunus 21, İbrahim 20, İshak 17, İsmail 15 yaşındadır. Gabdulveli’nin eşi Mahipcamal 55, kızları (belki torunlarıdır) Bibigayşe 10, Bibiesma 9, Fatıymabanu 6, Negıymebanu 2 yaşındadır. Hasan’ın karısı yani Hamza’nın annesi Bibifatima 21, onların kızı Bibifahihe 1 yaşındadır3. Bu belgelerde görüldüğü üzere, Hamza’nın daha sonra doğmuş olması gerekiyor.
1860 Yılı Maçkara Nüfus Sayımı Defteri
Nedendir bilinmez, 1880 yıllarında Gabdulvaliyevlerden üç kardeş, Hamza, Ahmetgali ve Galiya kervana katılıyor, Orta Asya’ya gidiyorlar. Bu konu benim için henüz açıklanmamıştır. Sadece İshak Hacının daveti, doğduğu köyü, annesini ve babasını terk etmesi için yeterli bir sebep olamaz. Hamza’nın köyde genç eşi ve İsmail isimli oğlu da kalıyor. Bunu kimileri Ütemişev neslinden olarak değerlendirmek istiyor ancak bu pek mümkün değildir. Çünkü onlar akrabadır! Hamza’nın sonradan da Meçkere’ye geri geldiği ve ailesine yardım ettiği söyleniyor. Ama şimdi Hamza Bey’in Meçkere’de kalan oğlu İsmail hakkında köyde epeyce hoş olmayan haberler de duyuldu. Buradaki hayatları kötüleşince evlerini satıp Kırgızistan’a gitmişler ama onu orada soğuk karşılanmışlar, şeklinde bilgiler verdiler. İsmail yeniden köye gelip başkasının evinde yaşadı ve öldü dediler, çok sessiz, iyi bir insan olduğunu söylediler… Ben bu konuda Bişkek’te Roza Hanım’a ve Rinat Gabdulvaliyev’e de sorular sordum ancak onlardan kimse bu konuda bir şey söyleyemedi. Aynı zamanda Nagime Hanım’ın İsmail’le irtibatta olduğu haberleri var. Biz bu konuyu araştırdık ancak sonuçlandıramadık. Çünkü Kırgızistan’da da bu haberi ve soruyu pek kabul etmiyorlar, bundan dolayı ben de artık soruşturmuyorum…
Meçkere’de Hamza ağabeyin yaşamış olduğu araziyi buldum ancak şimdi orada farklı insanlar yaşıyor. Hamza ağabeyin evinin hemen yakınında Meçkere’nin tanınmış medresesi varmış, günümüzde ise o binadan geriye sadece büyük temel taşları kalmış… Meçkere medresesi hakkında zamanında Şehabettin Mercani, Rızaeddin Fahreddin gibi âlimler yazılar yazmış. Bu medrese ve köy, Kayum Nasıyri, Kursavi, Emirhan, Barudi, Camaletdin Bektaşilerin kaderiyle de ilişkilidir. Orada okuyan, mezun olan ve eğitim veren âlimlerin sayısı yüzlercedir…
Hamza Bey’in evinin bulunduğu arazi, medrese ve camiyle aynı sokakta. Medreseden Birinçi Cemig camisine kadar olan yerler beyaz taşla döşeliymiş. Ünlü Hasan Bey’in evi ve dükkânları da bu yol üzerindedir, taş dükkânı hâlâ çalışıyor. Birinçi Cemig Camisini 1791 yılında Gabdulla Ütemişevler yaptırmış, Sovyet döneminde burası tahıl ambarı olmuş, civciv de beslemişler, şimdi onarılma aşamasında. Kızıl kerpiçten yapılmış iki katlı büyük ev, tabanı nakışlı, duvarları kalın, kapıları ve pencereleri atlı araba sığacak kadar geniş… Burada onarım işleri yıllardır devam ediyor, ancak daha yapılacak çok iş var. Bu işleri köyün imamı Möhir Yosıpov idare ediyor ve o ileride burada bir caminin olacağını söyledi.
İkinci Cemig Camisi. İlk önce ahşaptan yapılan bu cami, 1800 yılında Gabdulla Ütemişev’in oğlu Musa Ütemişev tarafından İslam dinini kabul eden Udmurtlar için inşa edilmiştir. 1871 yılında o ahşap cami yanınca, Musa Ütemişev’in oğlu İshak 1872 yılında onun yerine taş cami yaptırmış. Sovyet döneminde cami, eğlence kulübü olmuş, Perestroyka döneminde gündüz cami, gece kulüp olarak kullanılmış. Şimdi ise Meçkere’de, karşı köyden getirilip kurulan yeni cami var, halk namaz kılmaya ve ilim almaya oraya gidiyor. Burada, köy imamı Möhir Efendi’yi de hayırla yâd etmek istiyorum. O, Meçkere köyünün bahtı ve iman bekçisi, duacısı… Allah’ın rahmeti üzerine olsun!
Sonraki durağımız Ütemişevlerin evidir. Aslında evi değil, malikânesi. Meçkere’nin han sarayı gibi milli tarihi, süsü… 1800 yılında Ütemişevler tarafından yaptırılıyor. Büyük sülalenin asıl evi. Ancak Sovyet hükümeti evin sahibi, büyük tüccar, Kazan şehir meclisi üyesi İsmail Ütemişev’i 1929 yılında sürgün eder, onun ailesini, akrabalarını da aynı kader beklemektedir… Ural’ın karşı tarafına sürgün edilen eşi Zübeyde Ütemişeva iki çocuğunu tren penceresinden atar, sonra kendisi de atlar. Allah’ın rahmeti ile o, çocuklarına daha sonra kavuşur. Özbekistan’a kaçarlar. Daha sonra dünyaca tanınan âlim olan Röstem [Özbek] Ütemişev, işte bu tren penceresinden atılan üç yaşındaki çocuktur… Bu olaylardan 85 yıl sonra Röstem Ütemişev’in oğlu İldar Ütemişev, Meçkere’ye gelip atalarının ana vatanına saygı gösterir, mezarlıkta dua eder…
Çiçeklerin arasına gömülüp kalan bu iki katlı taş ev, şimdi de halka yatılı okul olarak hizmet veriyor. Savaş zamanlarında ise buraya Leningrad’dan gelen yetim çocuklar yerleştiriliyor, 1959 yılında hastalanan çocuklar için yatılı okul açılıyor. Biz burada bulunduk ve buradaki güzelliğe, düzene hayran kaldık. Hasta ve problemli çocukların güzel bir şekilde terbiye edilmesinden dolayı çok sevindik. Öğrenci yurdu ve okul müdürü Nekıyp Şevketoğlu Sabitov’un bütün gücünü verip bu ağır yükü çektiğini düşünüyorum, Allah’ın rahmeti onun üzerine olsun!
Yolumuzun üzerinde, köyün başında şırıl şırıl akan pınar, çok eski zamanlardan kalmıştır. Ama son yıllarda unutulmuş, terk edilmiş. Kukmara’nın bölge tarihini araştıran müze müdürü Lebüde Devletşina’nın gayreti ve teklifiyle Bülbül Pınarı yeniden onarılıyor. Bu işe, Ravil Ganiyev çok yardımcı oluyor. Bülbül Pınarı’ndan Cengiz Aytmatov’un dedeleri de eğilip su içmişlerdir. Onlar, bu suyun şifa ve kuvvetini iliklerine kadar sindirip Kırgız bozkırlarına da götürmüşler. Yazarın yaratıcılığına Bülbül Pınarı’nın da suları tesir etmiştir, diye düşünüyorum…
Ve şimdi son durağımız, mezarlık… Köyün başında, altın kırların yanında, sık ormanlar gibi tenha, sadece hüznün uğuldadığı mezarlık… O, üç mezarlık karışmış ve bir mezarlığa dönüşmüş. Dışı çitlerle çevrili, içi taş duvarla çevrilmiş. Bunun gibi büyük taş duvarları, Kirov bölgesinde bulunan Tatar köylerindeki mezarlıklarda da gördüm. Mezarlık karışık orman gibidir; başları göğe değen köknarlar, yüzyıllarca beraber yaşlanan ak kayınlar her mezarın üstünde uğuldayıp dua ediyor gibi… Mezarları çeviren çitler mahvolmuş, kabirler alçalmış, sadece üstlerine yerleştirilen eski mezar taşları burada yatmakta olanların kim olduklarına şahitlik etmektedir. Bu mezar taşlarını günümüzdeki âlimler araştırmış. Onların söylediklerine göre, 33 eski kabir taşının 22’si Ütemişevler nesline aitmiş.
“1998 sonbaharında alan araştırması sırasında, Meç-kere köyünün sadece bir mezarlığında ‘Otuz üç Arapça mezar taşı keşfedildi, envanteri çıkarıldı ve incelendi.’ diye yazarlar. Meçkere köyünün Tatar maarifçiliği tarihinde özel yere sahip olduğunu belirtmek gerekir. Mezar taşlarının metinleri de bu yörenin kültürel ve aydınlık geçmişinde köyün ne kadar önemli rol oynadığının şahididir. Meçkere köyünün kurucusu soylu ihtiyar İşman ve zengin Ütemişev sülalesiyle ilgili geniş bilgi de mevcuttur bu mezar taşları üzerinde” (Kukmorskiy Kray: 52).
Bu sözlerin yazarları İrik Hadiyev ve Raif Merdanov, Kukmara bölgesinin mezarlıklarındaki üç yüze yakın eski mezar taşını araştırmışlar ve bu çalışmalarını da kitap hâlinde bastırmak istiyorlar. Daha önce aktardığımız gibi bu mezarlıkta Nagime Hanım’ın ataları, eski nesli yatıyor… Meçkere köyü de bütün varlığıyla insanların geçmiş tarihlerine sadık kalıyor, bunu başkalarıyla da paylaşıyor. 2008 yılının mayıs ayında burada Cengiz Aytmatov’u güzel bir şekilde karşılamak için toplanırlar. Öz evlatlarına, atalarının toprağında saygı göstermek için bütün köy, ilçe halkı ayağa kalkar ama bu nasip olmaz…
Evet, Cengiz Aytmatov, asırlara denk ulu yola çıkmış olsa da dedesinin doğduğu köye gelememiş. Aslında o da Meçkere’yi severdi. Çünkü böyle kültürlü ve aydın köyü sevmemek mümkün değil! Cengiz Aytmatov gibi Nagime Hanım da babasının doğduğu memlekete gelip görememiş…
Ama bu mukaddes görevi Cengiz Aytmatov’un oğlu İldar Aytmatov yerine getirmiş. O, annesi Meryem Ürmet, kızı ve ninesi Nagime’nin en küçük kızı Roza Aytmatova ile birlikte 2009 yılının yazında Meçkere’ye gelip ana vatanlarına saygılarını sundular… Onlar Tatarlıklarını tanımışlar, Tatar ili, ana yurdu da onları benimsemiş ve kabul etmiş… Ama Cengiz Aytmatov’un ruhu ise umudunun beyaz gemisi olup ak geyiklere ve turnalara dönüşüp yüzyıllara bedel bu buluşmayı yukarıdan izlemiştir… Sevinmiştir, her şeye rağmen sevinmiştir… ve ruhu sonsuza kadar huzura kavuşmuştur…
CENGİZ AYTMATOV’UN TATAR DEDESİ KIRGIZ ÜLKESİNDE
Hamza Gabdulvaliyev’in 1880’li yıllarda Issık Göl civarlarına gelip yerleştiği ve orada uzun süre kaldığı birçok kişi tarafından anlatılmıştır. Bazıları onun Çin’e doğru giden bir kervana katıldığını yazsa da bazıları amcası İshak vasıtasıyla geldiğini yazmıştır. Ne olursa olsun şu bir gerçek ki 1880’li yılların başında Hamza Gabdulvaliyev, Issık Göl civarına Karakol çevresine gelip Ak-Su köyüne yerleşir. Bazı eserlerde Hamza, Ahmetgali ve Galiya adında üç kardeşin buraya geldiği söylenmektedir. Bazılarında ise Hamza’nın onları sonradan gelip aldığı yazmaktadır. Bir başkasında da onların yeni inşa edilen Karakol şehri civarına Hacı İshak tarafından getirildiği yazmaktadır. Hangisi doğru olursa olsun 19. yüzyılın sonunda Meçkere’nin üç Tatarı; Hamza, Ahmetgali ve Galiya Gabdulvaliyev, Karakol’da yaşamaya başlarlar ve kısa bir süre sonra şehrin en zengin ve en yüksek mertebeli kişileri hâline gelirler.
Burada biraz Kırgız ülkesinin o dönemdeki durumuna ve Karakol şehrinin tarihine de değinelim. 19. yüzyılın ortalarında Kırgız bölgesi artık Rusya’nın himayesine girer ve sınır boylarında askeri birlikler kurulmaya başlar. İpek yolunun kıyısından Çin’e giden kervancılar tam da Issık Göl çevrelerine gelip burada durup dinlenirlerdi. Bu yüzden Issık Göl’den uzak olmayan ve o bölgenin kuzeydoğu tarafına yerleşen Karakol şehri, Rus askerleri için de Tatar tüccarları için de çok uygun bir yer olmaktadır. 1 Temmuz 1869 yılında şehrin temelleri atılır ve Karakol Irmağı’nın civarına yerleştiği için bu şehre Karakol ismi verilir. Ama burada 1888 yılının sonbaharında ünlü seyyah Nikolay Prjivalskiy, tifodan ölünce kendi vasiyeti üzerine şehirden uzak olmayan Issık Göl boyuna gömüldüğü için Karakol’u Prjivalskiy diye adlandırmaya başlarlar. Böylece 1889 yılından 1992 yılına kadar şehir Prjivalskiy diye adlandırılır. Ondan sonra 1939 yıllarında bir ara tekrar Karakol olur, Prjivalskiy’nin ölümünün 100. yılında bu isme yeniden geçilir ve 1992 yılına kadar Prjivalskiy olarak adlandırılır. Ancak Kırgızistan bağımsızlığına kavuştuktan sonra Issık Göl boyundaki en büyük şehir yeniden Karakol diye adlandırılır ve bu adı bugün de korunmaktadır. Biz ise bu şehrin tarihiyle ilgili söz söylediğimizde şehir o dönemde hangi isimle adlandırılıyorsa burada da o şekilde adlandıracağız.
Elbette, Gabdulvaliyevler gelmeden önce de Karakol’da Tatarlar yaşamıştır. Onlar daha 18. yüzyılın başında bu çevrelerde ticaretle meşgul olmuşlar ve şehir kurulmaya başlayınca da buraya göç etmişler. Çar Hükümeti bu askerî şehirlerde sadece Rusların ve Hristiyan olanların yaşamasını şart koşmuş olsa da Tatarlar çok aktif olmuşlar, ticaret üzerinden buralara girmişler ve kendilerini çalışkanlıklarıyla da tanıtmışlar. “Türkistan bölgesinin idaresiyle ilgili yönetmeliğe göre (1866) Prjivalskiy şehrine sadece Rus ve Ortodokslar’ın yerleştirilmesi doğrultusunda yapılan uygulamaya rağmen Tatar ve Başkurtlar gelerek nüfuslarını çoğaltmışlardı. Gabdulvaliyevler, Rafikovlar, Süleymanovlar, Muhtarovlar ve diğerleri evler yapmışlar, mağazalar ve deri fabrikaları açmışlardı…” diye yazıyor Karakol’da Tatarların tarihini iyi araştıran Rinat Gabdulvaliyev (Gabdulvaliyev, 2013: 37).
Hamza Gabdulvaliyev, Moskova 1889
Tarihte bilindiği üzere, Tatarlar nereye gelip yerleşseler ilk iş olarak cami ve okul açarlar. Burada da böyle olmuş. 1868 yılında Tatarlar, Karakol’da cami inşa etmiş ve onun karşısına da okul açmışlar. Karakol’un övgüye değer sakini, ömür boyu eğitim alanında çalışmalar yapan millettaşımız Şamil İşmöhemmetov önemli bir toplantıda; “1868’de Karakol’a yerleşen Tatarlar büyük bir cami inşa ettiler. Kazan misyonerlerinin aynı yerde farklı milletlerden gelen çocuklara ve yetişkinlere Arapça okuttukları bir mektep açtıklarından bahsedelim.” demiştir (Nauçno-Praktiçeskaya… 2012: 21).
Hamza Gabdulvaliyev geldiğinde, Karakol’da artık iki yüzden fazla ev varmış. İlk başlarda evleri balçıktan yapmışlardır. 1887 yılındaki şiddetli bir depremden sonra Karakol’daki evleri ağaçtan yapmaya başlamışlar. Söylediğimiz üzere, 1897 yılında Rusya’da birinci nüfus sayım sonuçlarının Prjivalskiy-Karakol civarına ait asıl nüshası korunmamış ancak ortalama sayıları biliniyor. 1897 yılında Prjivalskiy şehrinde 8108 kişi yaşıyormuş, bunun yüzde 36’sını Ruslar, yüzde 27’sini Özbekler, yüzde 17’sini Kırgızlar, yüzde 11’ini Çinliler, yüzde 7’sini Tatarlar oluşturuyor. Tahmini olarak burada 600 Tatar bulunmaktadır. Diğerlerine göre sayıları epeyce az olsa da Tatarlar çok çabuk bir şekilde ticaret, zanaat, hafif sanayiyi ele geçirirler.
Issık Göl Devlet Üniversitesi Tarih Bölümü başkanı Jeniş Kerimkulov yukarıda zikredilen toplantıdaki konuşmasında; “Böylece 20. yüzyıldaki Karakol, Tatar kültür tabakası ve Tatar tüccarları sayesinde hızlı gelişen ve geleceği parlak olan sanayi merkezine dönüşür. Ayrıca Tatar azınlığı sayesinde uyanmakta olan Kırgız milleti ve devletinin kültürü, sanatı ve eğitim esaslarının büyük kısmının temeli atılmıştı.” demektedir (Estafita Pamyati: 17).
Hatıralardan elde ettiğimiz bilgilere göre, Hamza Gabdulvaliyev ilk önce Karakol’da başka tüccarlar için çalışmış, daha sonra kendi işini kurmuştur. Bizce, o kendi işini kurmayı bile düşünmemişti. Çünkü Hamza’nın kendisi de akrabaları da çevrenin tanınmış zengini İshak Hacı’nın himayesindeydi, onun “kanadı altında” yaşıyorlardı. İshak Hacı, Gabdulvaliyev ağabeyinin oğlu Hamza’yı baldızı Gazizebanu’yla evlendirir, muhtemelen hayatlarını devam ettirebilmeleri için onlara epeyce mal mülk de vermiştir. Genç aile 1886 yılında kurulmuş olmalı çünkü ilk çocukları Möhemmetcan 1887 yılında dünyaya gelmiş. Gazizebanu, Semipalatinski şehrinin tanınmışlarından Şahiyevlerinin kızıdır. O alçakgönüllülüğü, güzelliği, gençliği ve saflığıyla diğerlerinden ayrılmaktadır. Gözü yaşlı, ak yüzlü Nagime, annesinin dış görünüşünü de karakterini de davranışlarını da almıştır…
Hamza’nın diğer akrabaları da yeni yerlerde kendine göre denk birilerini bulurlar, Galiya, Karakol’un en zengini Gali Hacı Rafikov’la evlenir, Ahmetgali de zengin bir Tatar ailesinin kızıyla evlenir. Yine o zaman da kız isteyip razı edildikten sonra evlenilir, zengin, dindar, okumuş kişilerle aile kurulurmuş. Kardeş Gabdulvaliyevler, Issık Göl boylarında artık sağlam bir hayat kurmaya başlamış, dokuma fabrikası, tuhafiye çalıştırmış, çevredekilerle ticaret yapmışlar. Karakol’da birçok dükkân açmışlar, fabrikalar kurmuşlar, deniz gibi gölde vapurlar, gemiler yüzdürmüşler.
Hamza Gabdulvaliyev’in torunu Rinat Gabdulvaliyev, bundan 22 yıl önce Kırgızistan’da yayımladığı Hamza-Ded Cıngıza [Hamza, Cengiz’in Dedesi] adlı makalesinde “El işleri ve süs eşyaları, demirden yapılan ürünler, cilalar, boyalar, kıldan yapılmış ürünler Gabdulvaliyevler’e ait ticari merkezlerde satılırdı. Hamza’nın başarılı ticaret anlayışına şaşırabiliriz. Hayvancılıkla uğraşan Kırgızlarla dostluk ilişkilerini kurarak Karakol’un güney bölgesinde deri işleme fabrikasını açmıştır. Onun çıkardığı deri ürünleri şehirde, tüm bölgede hatta Merkezî Rusya’da satın alınırdı.”, diye yazar (Slova Kırgızistana, 9 Ekim 1993).
Gabdulvaliyevlere, Kazan’da kalan tüccarlar ve akraba çevresi de çok yardım eder. İshak Hacı’yla birlikte onlar Jidisu bölgesinde çalışkanlığını gösterir. Çin’le Moskova arasında ticaret elçisi rolünü üstlenir. Böylece Tatarlar, Avrupa’yla Asya arasında canlı bir köprü kurar, Avrasya düzlüklerine yeni bir ruh getirir. Tatarlara bugünkü sosyal eylemciler de itibar eder. 2012 yılının ekim ayında Karakol’da Tatarlarla ilgili yapılan bilimsel toplantıda Rossiyskiye Sooteçestvenniki Issık-Kulya [Issık Göl Rusya Vatandaşları] derneğinin başkanı Sergey Ustimov şöyle bir konuşma yapmıştır:
“Dil sorunu olmayan Tatarlar usta arabulucular olmuşlardır. Kendileriyle beraber Rusya’da yeni doğmakta olan kapitalist sınıf temsilcilerinin çalışkanlığı ve sağduyusunu da getirmişlerdir. Merkezi Rusya ve Avrupa’nın kültürel başarılarını getirerek sanayi ve el işleri üretiminde öncü olmuşlardır. Bundan ziyade Kırgız halkını aydınlatmayı kendilerine görev bilmişlerdir. Bunun için Tatarları saygıyla anıyoruz.” (Estafeta Pamyati: 46.)
Karakol; güzelliği, düzenliliği, yeşilliği, zenginliğiyle çevredeki diğer şehirlerden de ayrılmaktadır, bunda Tatarların payı çoktur. İki katlı evlerde ilk olarak Tatarlar yaşamaya başlar. O zaman Karakol’da 12 evin varlığı bilinmektedir. 1909 yılında Hamza Gabdulvaliyev’in geniş ailesi de iki katlı ağaç eve gelmişti. Onların Karakol’da birçok elma bahçesi de vardır, bu bölgenin halkına elma yetiştirmeyi Hamza Gabdulvaliyev öğretmiştir, diye söylerler. Belki, Cengiz Aytmatov Issık-Kulnin Kızıl Almaları [Issık Göl’ün Kızıl Elmaları] adlı eserini Tatar dedesinin anısına yazmıştır. Bu konuya Karakol’daki Issık Göl bölgesinin devlet arşiv müdürü Çınar Seydamatova da dikkat çeker, biraz önce bahsedilen ilmî toplantıda o şöyle bir konuşma yapar:
“Ben her zaman ünlü hemşehrimiz Cengiz Aytmatov’un öykülerinin yapraklarını heyecanla çevirdim. Hatta onların adları son derece kısa tarihî tezleri imgesel olarak seslendirmektedir; Ranniye Juravli [Erken Turnalar], Pervıy Uçitel [İlk Öğretmen], Krasnıye Yabloki İssık-Kulya [Issık Göl’ün Kızıl Elmaları], İ Dolşe Veka Dlitsya Den [Gün Uzar Yüzyıl Olur]… Bir de elmalar hakkında. Galiba yazar Issık Göl kıyısına bu elma türünü anne tarafından akrabaları olan Tatarların getirdiğini biliyordu. Karakol kıyısında onun dedesi Hamza Gabdulvaliyev ilk olarak güzel meyve bahçeleri oluşturdu ki bunlar R.T. Aytmatov ve onların ailesinin ve akrabalarının başka üyelerinin hatıralarında da zikredilmiştir (Estafeta Pamyati).
Cengiz Aytmatov da Karakol’daki Tatar dedesi hakkında hissettiklerini kaleme alır:
“Annem, Hamza Hasanoviç’in okumuş zengin tüccar ailesinde doğdu ve büyüdü. Bize annesi ve babasını, erkek ve kız kardeşlerini, güzel evlerini, elma bahçesini, Tanrı Dağlarının güzelliğini, Issık Göl’ün parlak güzelliğini sık sık anlatırdı.” (Cengiz Aytmatov. “Eve dönerken. Beyaz Düşler” filminden.)
20. yüzyılın başında Karakol-Prjivalski’de on binden fazla insan yaşamıştır, altmıştan fazla sanayi fabrikası çalışmaktadır, bunların çoğu da Tatarların elindedir. “1906 yılında 102 tüccardan 78’i Tatar’dır.” diye yazıyor Rinat Gabdulvaliyev yukarıda bahsedilen eserinde (Abdulvaliyev 2013: 37). Düşünün ki sadece bir şehirde 78 Tatar zengini! Hem de nasıl zenginler! Tatar bayı4 Kerimov’un 20 iş öküzünü koşup iki ay boyunca Almanya’dan Karakol’a mekanik değirmen alıp getirmesi burada hâlen anlatılmaktadır. Genel olarak, Karakol’daki bütün değirmenlerin, tereyağı yapma, yün işleme binalarının, ayakkabı dikme atölyelerinin, deri işleme, sabun kaynatma sanayisinin, tahta kesim fabrikalarının sahibi Tatarlardır ki bunlar arasında kardeş Gabdulvaliyevler de bulunmaktadır. Bu konu hakkında yukarıda bahsedilen ilmî toplantıda Issık Göl bölgesi hükümetinin bölüm müdürü Narmetcan Taşbayev bakın neler söylemiş:
“Tatar iş adamları tarafından çok sayıda değirmen, tereyağı üretim tesisi, tohum öğütme tesisi, ayakkabı fabrikası, ayakkabı atölyesi, dükkân açılmıştı. Büyük yazarımız Cengiz Aytmatov’un dedesi Hamza Gabdulvaliyev birkaç dükkân zincirine sahip olmakla birlikte sabun üretimi ve deri tabaklaması işlerini de yürütürdü. Tatar tüccarları sayesinde Cargılçak köyünde kereste fabrikası kuruldu ve Issık Göl’de uzun yıllar boyunca yük taşıyan mavna ve şalıpa filosu açıldı. Tatar tüccarlarının kervanları dünyanın dört ucundan mal getirerek geleceğin kültür, millet ve devletler arası ilişkilerinin temelini atmışlardı.” (Estafeta Pamyati: 31)
Böylece Tatar zenginleri, Tatar tüccarları Karakol’da yerli ve hafif sanayiyi kurarlar, ana vatanlarından yani Kukmara bölgesinden alıp getirdikleri zanaatı burada da güçlendirip devam ettirirler. Bölgedeki bütün milletlere örnek olurlar.
Yukarıda zikredilen bilimsel sempozyumda felsefe bilimleri doktoru Jeniş Kerimkulov; “Eski zamanlardaki gibi sanayinin yanında zanaatçılık ve el üretimi gelişiyordu. Zanaat ürünlerinin büyük kısmını Tatarlar temin etmekteydi. Onlar kuyumcu, saatçi, marangoz, terzi, ayakkabıcı, at donanımı ustaları, silah (kılıç) ustaları, kalaycı, bakırcıydılar.
Genellikle Tatar asıllı olan Karakol tüccarları büyük mağazalar açtılar, ticari yerler ve dükkânlar inşa ettiler. Karavannaya sokağında ve bugünkü Toktogul’da, Petersburg tarzında dükkânlar açtılar. Şehrin merkezinde bir Ortodoks kilisesi vardı, onun yakınında Tatar camilerinin minareleri güneşte parlıyordu. Vali Hoca, Hamza Gabdulvaliyev, Fatih Süleymanov, Karimov gibi zengin tüccarların evleri güzel yapılardandı.” şeklinde bir konuşma yaptı (Estaeta Pamyati: 16.)
Tatar zenginleri, Karakol’da sadece ticaret işleri ve mal toplamayla meşgul olmamış, aynı zamanda dine, bilime, medeniyete de çok önem vermişlerdir. Söylediğimiz gibi, onlar buraya geldiklerinde ilk olarak cami ve medrese açmışlar. A.P. Yarkov’un Tatarı i Başkirı Kırgızstana (1996) [Kırgızistan’da Başkurtlar ve Tatarlar] kitabına dayanarak Rinat Gabdulvaliyev 20. yüzyılın başında Karakol’da üç caminin olduğunu yazmıştır (Abdulvaliyev 2013: 36). Bu camilerin biri, Dunganlarındır (İslam dinini kabul eden Çinliler), daha önce de dediğimiz gibi ilk camiyi Tatarlar 1868 yılında ikinci camiyi ise 1883 yılında inşa etmişlerdir. Karakol’da bize bu şekilde bilgi verildi. Biz o camiyi gördük ve onun tarihiyle ilgilendik. Karakol’un Tatulık [Dostluk] Tatar derneği yöneticisi, iki numaralı caminin mütevelli heyet başkanı Hacı Reşit Nasıybullin bize ayrıntılı bilgi de verdi:
“1883’te Kazan müftüsünün aldığı karara göre Kur’an’ı iyi bilen ve mescit inşaatında tecrübeli olan birkaç Tatar ailesi Orta Asya’ya, Issık Göl bölgesine gönderilmişti. Bunlardan bazıları Karakol şehrine yerleşti, diğerleri Tamga, Saru, Aksu köylerine yerleşti. Burada yerel halka Kur’an ve başka ilimleri öğretmeye başlamışlardı. Yerel halkın ve göçmenlerin ortak kararı doğrultusunda Karakol’da ilk cami yapıldı… İnşaata katılanlar Abdullayev (Gabdulvaliyev) Hamza, Malik Hoca, Fatih Hoca, Galimcan molla, İşmuhammedov Gaynetdin, Rafikovlar, Muhtarovlar, Nogayevler, Karimovlar, Bekmuhammedovlar, Hisamutdinovlar ailesiydi. İnşaatı yöneten Abdulla Başirov, mescitin imamı Muhtarulla Başirov idi.”
Görüldüğü üzere bu Cemig Camisi’nin yapımına Hamza Gabdulvaliyev de öncülerden biri olarak katıldı. Onun bütün çocukları bu cami karşısındaki medrese-mektepte ilk eğitimlerini aldı, bu konuyu ileriki bölümlerde açıklayacağız. 1935-1991 yılları arasında cami, Sovyet hâkimiyetine geçer ve camide sinema gösterimine başlarlar. Yönetim kararıyla cami 15 Şubat 1991 yılından itibaren yeniden Tatarların hâkimiyetine girer.
Şimdi, yeniden 19. yüzyılın sonlarına ve 20. yüzyılın başlarına dönelim. 1892 yılında Karakol’daki Tatar mektep-medresesinin kapatılma tehlikesi baş gösterir, Rusya’nın eğitim kanununa uymadığı söylenir. Karakol’un Tatar zenginleri ve aydınları, hükümete başvurarak mektebin kapatılmamasını rica ederler. Onlar mektebi koruyabilmek için bilimsel derslere ağırlık vermeyi teklif ederler. Bu konu hakkında, yukarıda bahsedilen bilimsel toplantıda konuşma yapan Şamil İşmöhemmetov şunları söylemiştir:
“Bölge eğitiminin gelişme süreci sırasında 1892’de Prjivalsk şehrinin Tatar azınlığı, mescitin mektebinin kapatılmaması için Türkistan bölgesi valisine bir dilekçe göndermişti. Dilekçeye olumlu cevap verildi. Bundan sonra kararın alındığı günden itibaren mektep resmî bir statü kazandı ve “Yeni Metotla Eğitim Veren Cami Mektebi” olarak adlandırılmaya başlandı. Bir sonraki sene de mektebin çalışmasını kontrol etmek için bölgeye vali tarafından özel bir komisyon gönderilmişti.” (Estafeta Pamyati: 21).
Böylelikle Karakol’un cami karşısındaki mektebinde bilimsel dersler ve bunun yanında Rus dili okutulmaya başlanır. Temel olarak mektepte Tatar dilinde eğitim verilmektedir. Çünkü öğretmenlerin çoğu Tatar’dır. Tarih için Tatar mektebinin ilk müdüründen de bahsedelim. O, Kazan’da Muhemmediya medresesini tamamlayan Salih (Sadih) Nedırşin’dir. Bu mektep-medresede aynı şekilde Gaynitdin İşmöhemmetov, Meçkere’den Ahmetgali Abdullin, Gomer Muzdayiv, Tarançiyev de ders vermişlerdir. “O dönemde mekteplerin çoğu Tatar hayırseverler ve öğrencilerin ödediği düşük ücret sayesinde faaliyet gösteriyordu. 1914’te bu “Tatar” camisinde 77 Tatar, 28 Kırgız ve Kalmuk, 24 Dungan ve yetim çocuklar eğitim görmekteydi (Estafeta Pamyati: 6).
Evet, Tatarlar bu bölgeyi kültür ve bilim merkezi hâline getirirler. 1908 yılında Karakol’da ilk Müslüman Kütüphanesi açılır, yöneticisi ise millettaşımız olan Ehtem İbrahimov’dur. Kütüphaneye sadece Kazan, Ufa ve Orenburg’tan değil, bu bölgeye uzak olan Türkiye-İstanbul’dan ve Kırım-Bahçesaray’dan da kitaplar gelir. Bu kitaplar dünyanın farklı dillerine aittir. Aynı zamanda Hamza Gabdulvaliyev’in değerli evinde çocukları, şehrin Tatar gençleriyle birlikte edebî geceler ve amatör tiyatrolar da düzenlerler. Nagime de bu medeni çevrede büyür. Kırgız halkı bugün de Tatarların Issık Göl boylarında kültür ve medeniyet yaymalarını hayırla yâd etmektedir:
“Biz Issık Göl bölgesinde ilkokulların Tatarlar tarafından açıldığını, Kırgızistan’da ilk tiyatronun Hamza Gabdulvaliyev’in ailesi tarafından hayata geçirildiğini, Kırgızlar’ın ilk defa Avrupa medeniyeti ve bilimiyle Tatarca sayesinde tanıştıklarını asla unutmayacağız.”, diyerek Issık Göl valisi Narmetcan Taşbayev, Tatar halkı için bu objektif sözleri sarf etmiştir (Estafeta Pamyati: 31). Tatar halkıyla ilgili bu kıymetli sözlerin, açıklamaların yazarı ise Issık Göl hükümet vekili Narmetcan Taşbayev’dir. (Estafeta Pamyati: 31).
Vatandaşlarımızın yaptığı bu fedakâr hizmetlerin yüzyıllar geçmiş olsa bile başka milletler tarafından yüceltilmesi çok sevinç vericidir. Tatarlar bütün Avrasya boyunca bu medeniyet ışığını yaymış ve çalışkanlıklarıyla da örnek olmuş, dünyaca tanınmışlardır. Söylediğim gibi bunlar arasında özellikle Gabdulvaliyevler çok çalışkan ve saygıya değerdir. Hayır işlerinden başka kendi toplumsal sorunlarıyla da meşgul olmuşlar, seçim kampanyalarına aktif bir şekilde katılmış hatta Petersburg’da Çar sarayına kendi mallarını satma hakkına da sahip olmuşlardır.
Hamza Gabdulvaliyev Çocuklarıyla, 1909 (?), Karakol
“Tüccarlar, sanat ve eğitime verdikleri destekle şehirliler arasında ve ticari ortamda büyük saygı görürdü. Hamza’nın geliri yüksekti, mülkü 1120 altın ruble değerindeydi. 1907’de Çarlık hükümeti tarafından kendisine Devlet Meclisi (Duma) seçimlerine katılma hakkı verilmişti. 1908’de de Hamza şehir yöneticileri listesine alınmıştı.” (Estafeta Pamyati: 8.)
Ücretsiz ön izlemeyi tamamladınız.