Sadece LitRes`te okuyun

Kitap dosya olarak indirilemez ancak uygulamamız üzerinden veya online olarak web sitemizden okunabilir.

Kitabı oku: «Küçük Lord Fauntleroy», sayfa 2

Yazı tipi:

Ama öyle olmadı. Pencereye yürüdü, bir süre yüzü dönük bir şekilde durdu, kendini toparlamaya çalıştı.

“Captain Errol, Dorincourt’u çok severdi.” dedi sonunda. “İngiltere’yi ve İngiltere ile ilgili her şeyi severdi. Evinden uzaklaştırılmış olmak onu daima üzerdi. Yurduyla ve adıyla gurur duyardı. Eminim o da oğlunun o eski güzelim yerleri öğrenmesini, gelecekteki konumu için en uygun şekilde yetiştirilmesini isterdi.”

Sonra masaya doğru geldi ve Bay Havisham’a kibarca bakarak durdu.

“Eşim böyle olsun isterdi.” dedi. “Küçük oğlum için en iyisi bu olacaktır. Biliyorum, hatta eminim kont ona benden nefret etmeyi öğretecek kadar kalpsiz değildir ve biliyorum ki -bunu denese bile-küçük oğlum da babası gibi güçlüdür. Onun sıcak, vefalı bir doğası ve kocaman bir kalbi var. Beni görmese de sevmeye devam eder ve birbirimizi görmeye devam ettiğimiz sürece çok acı çekmem.”

Bencillik etmiyor, diye düşündü avukat. Kendinden hiç bahsetmiyor.

“Hanımefendi!” dedi yüksek sesle. “Oğlunuzu düşünmenize saygı duyuyorum. Büyüdüğünde size teşekkür edecektir. Sizi temin ederim ki Lord Fauntleroy’a çok iyi bakılacak ve onun mutlu olması için tüm imkânlar sağlanacaktır. Dorincourt kontu onun rahatı ve iyiliği için en az sizin kadar duyarlı olacaktır.”

“Umarım…” dedi şefkatli küçük anne oldukça üzgün bir sesle, “büyükbabası, Ceddie’yi sever. Ufaklığın çok sevecen bir doğası var ve sevgiyle büyüdü.”

Bay Havisham yeniden boğazını temizledi. Yaşlı, gut hastası ve barut gibi olan kontun birini çok da sevebileceğini hayal edemiyordu; fakat vârisi olacak çocuğa, asabi tarzıyla, nazik davranmanın kendi yararına olacağını biliyordu. Ceddie de adına layık olursa büyükbabasının onunla gurur duyacağından emindi.

“Eminim, Lord Fauntleroy rahat edecektir.” diye cevapladı. “Kont da onun mutluluğu için sizin onu sık sık görebileceğiniz kadar yakında olmanızı arzuluyor.”

Kontun pek de kibar ve candan olmayan kelimelerini tam olarak kullanmanın uygunsuz olacağını düşündü.

Bay Havisham asil efendisinin teklifini daha ılımlı ve daha nazik bir dille ifade etmeyi tercih etti.

Bayan Errol’ın küçük oğlunu bulup ona getirmesini istediği Mary onun nerede olduğunu söylediğinde Bay Havisham ufak bir şaşkınlık daha geçirdi.

“Onu elimle koymuş gibi bulurum hanımefendi.” dedi Mary. “Şu anda Bay Hobbs’ın yanındadır, tezgâhın yanındaki yüksek tabureye oturmuş, muhtemelen siyasetten bahsediyorlardır veya sabunların, mumların, patateslerin falan arasında tüm tatlılığıyla keyfine bakıyordur.”

“Bay Hobbs onu küçüklüğünden beri tanır.” dedi Bayan Errol avukata. “Ceddie’ye karşı çok kibardır ve aralarında sağlam bir dostluk var.”

Bay Havisham yanından geçerken dükkâna şöyle bir baktığında gördüklerini hatırladı -patates ve elma çuvallarını, tüm o ıvır zıvırları-ve endişeleri yeniden canlandı. İngiltere’de, beyefendilerin çocukları manavlarla ahbaplık yapmazdı. Çocuğun kötü huyları varsa ve ayaktakımını sevmeye eğilimliyse durum biraz zor olacaktı. Kontun hayatı boyunca yaşadığı en büyük utanç iki büyük oğlunun, ayaktakımına düşkünlüğüydü. Acaba, diye düşündü, bu çocuk da babasının iyi özellikleri yerine amcalarının kötü özelliklerini mi taşıyor?

Bayan Errol’la konuşurken bir yandan da sıkıntılı bir şekilde bunları düşünüyordu, derken çocuk odaya girdi. Kapı açıldığında Cedric’e bakmadan önce bir an tereddüt etti. Belki de onu tanıyan birçok insan, annesinin kollarına koşan çocuğa bakarken Bay Havisham’ın içinden geçen meraklı duyguları bilseler, bunu garipseyebilirlerdi. Avukat, çok şaşırtıcı bir duygu değişimi yaşadı. Hemen o anda onun, hayatında gördüğü en güzel ve en yakışıklı çocuk olduğunu düşündü.

Güzelliği sıra dışıydı. Güçlü, esnek, zarif, küçük bir gövdesi ve erkeksi, ufak bir yüzü vardı; çocuksu başı dikti ve cesur bir edayla yürüyordu; babasına şaşılacak derecede benziyordu; onun altın saçlarını ve annesinin kahverengi gözlerini almıştı, fakat o gözlerde üzüntü veya çekingenlik yoktu. Masumane bir şekilde korkusuz gözlerdi bunlar; hayatında hiç korkmamış veya hiçbir şeyden şüphelenmemiş gibi bakıyorlardı.

Hayatımda gördüğüm en iyi yetiştirilmiş ve en yakışıklı çocuk! diye düşündü Bay Havisham. Sesli olaraksa yalnızca, “Demek küçük Lord Fauntleroy bu.” dedi.

Sonrasında, Lord Fauntleroy’u izledikçe daha da şaşırdı. Çocuklar hakkında fazla bir bilgisi yoktu, gerçi İngiltere’de bir sürü çocuk görmüştü; güzel, yakışıklı, al yanaklı kız ve erkek çocuklar, özel öğretmenleri ve mürebbiyeleri tarafından bakılan, kimi zaman sessiz kimi zaman biraz gürültücü olan, ama asla resmî, katı ve yaşlı bir avukat için ilginç olmayan çocuklardı bunlar. Belki de Lord Fauntleroy’un servetine olan şahsi ilgisi Ceddie’ye diğer çocuklardan daha fazla dikkat etmesine sebep olmuştu; ancak ne olursa olsun onun kesinlikle dikkatini daha fazla çektiğini fark etti.

Cedric gözlemlendiğinin farkında değildi ve nasılsa öyle davranıyordu. Tanıştırıldıklarında Bay Havisham ile dostane bir şekilde tokalaştı ve sorularına Bay Hobbs’ınkilere olduğu gibi tereddütsüz bir çabuklukla cevap verdi. Ne sessiz ne de cüretkârdı, Bay Havisham annesiyle konuşurken onun bir yetişkinmiş gibi ikisinin sohbetini ilgiyle dinlediğini fark etti.

“Ufaklık son derece olgun görünüyor.” dedi Bay Havisham anneye.

“Sanırım bazı konularda öyle.” diye cevapladı Bayan Errol. “Çok çabuk öğrenir, yetişkinlerle çok yaşadı. Kitaplardan okuduğu veya başkalarından duyduğu uzun kelimeleri ve ifadeleri kullanmak gibi küçük komik bir huyu vardır, ama çocukça oyunlara da bayılır. Bence oldukça akıllı, ama bazen de son derece çocuksu, ufak bir oğlan çocuğu.”

Bay Havisham onunla tekrar karşılaştığında bu son şeyin doğru olduğunu gördü. Arabası köşeyi dönünce bir grup heyecanlı küçük erkek çocuğu gördü. İkisi yarışmak üzereydi ve onlardan biri onun genç lorduydu, arkadaşları gibi patırtı yapıyordu. Diğer çocukla yan yanaydılar, kırmızı bir bacak adım attı.

“Bir, yerini al!” diye bağırdı başlatıcı. “İki, hazır ol. Üç, başla!”

Bay Havisham kendini arabasının penceresinden merakla sarkmış hâlde buldu. İşaret verildiğinde lordunun asil, küçük kırmızı bacaklarının pantolonunun arkasında yeri yırtarcasına uçtuğunu görünce daha önce böyle bir şey gördüğünü hatırlamadığını fark etti. Küçük ellerini yumruk yapmış ve yüzünü rüzgâra vermişti; parlak saçları geriye doğru dalgalanıyordu.

Çocuklar, “Haydi, Ced Errol!” diye heyecanla dans ederek avaz avaz bağırıyorlardı. “Haydi, Billy Williams! Haydi, Ceddie! Haydi, Billy! Haydi! Bastır! Bastır!”

“Eminim o kazanacak.” dedi Bay Havisham. Kırmızı bacakların uçuşu ve bir aşağı bir yukarı hareketleri, çocukların bağrışması, kahverengi bacakları hiç de küçümsenmeyecek Billy Williams’ın çabası ve kırmızı bacakları yakından takip etmesi onu heyecanlandırmıştı. “Gerçekten, gerçekten onun kazanmasını istiyorum!” dedi özür diler gibi bir sesle. O anda, dans edip, hoplayıp zıplayan çocuklardan çığlıklar yükseldi. Son bir gayretli sıçrayışla müstakbel Dorincourt kontu blokun sonundaki lamba direğine nefes nefese kalan Billy Williams’tan sadece iki saniye önce ulaşıp dokunmuştu.

“Ceddie Errol için üç kere!” diye bağırdı çocuklar. “Oley Ceddie Errol!”

Bay Havisham başını arabasının penceresinden içeri soktu ve yavan bir gülümsemeyle arkasına yaslandı.

“Aferin, Lord Fauntleroy!” dedi.

Arabası Bayan Errol’ın kapısının önünde dururken, kazanan ve kaybeden bağırıp çağıran kalabalıkla oraya doğru geliyordu. Cedric, Billy Williams ile yürüyerek sohbet ediyordu. Sevinçli küçük yüzü kıpkırmızı olmuştu, lüleleri terli alnına yapışmıştı, elleri cebindeydi.

“Görüyorsun ya…” diyordu, belli ki başarısız rakibine mağlubiyeti makul göstermeye çalışarak, “bence bacaklarım seninkilerden biraz daha uzun olduğu için kazandım. Bence sebebi bu. Görüyorsun ya, senden üç gün daha büyüğüm, bu da bana avantaj sağlıyor. Üç gün daha büyüğüm.”

Duruma bu açıdan bakmak Billy Williams’ın moralini yerine getirdi ve çocuk dünyaya yeniden gülümsemeye, sanki yarışı kendi kazanmış gibi yeniden kasılarak yürümeye başladı. Ceddie Errol insanların içini bir şekilde rahatlatmanın bir yolunu buluyordu. Zaferin ilk coşkusunda bile kaybeden kişinin kendini pek iyi hissetmeyeceğini ve farklı şartlar altında kendisinin de kazanan olabileceği ihtimalini düşünmek istediğini hatırlardı.

O sabah Bay Havisham galiple uzun bir sohbete daldı; bu sohbet onun yavan gülümsemesiyle sırıtmasına ve kemikli elleriyle çenesini defalarda ovmasına sebep oldu.

Bayan Errol dışarıdan çağırılınca avukat ve Cedric baş başa kaldılar. Başlarda Bay Havisham küçük dostuna ne diyeceğini bilemedi. Belki de büyükbabasıyla tanışmadan ve yakında yaşayacağı büyük değişiklikten önce onu hazırlayacak bir şeyler söylemek iyi olur diye düşündü. Cedric, İngiltere’ye adım attığında nelerle karşılaşacağını veya kendisini nasıl bir evin beklediğini bilmiyordu. Henüz annesinin onunla aynı evde yaşamayacağını dahi bilmiyordu. Ona söylemeden önce ilk şoku atlatmasının en iyisi olduğunu düşünmüşlerdi.

Bay Havisham açık pencerenin bir tarafında koltukta oturuyordu, diğer taraftaysa Cedric daha büyük bir koltukta oturmuş Bay Havisham’a bakıyordu. Büyük koltuğa gömülmüş, kıvırcık kafası arka yastığa dayanmış, bacak bacak üstüne atmış ve elleri ceplerine gömülmüş, bir nevi Bay Hobbs gibi oturuyordu. Annesi odadayken Bay Havisham’ı gözünü kırpmadan izliyordu; o odadan çıktıktan sonra da saygılı bir düşüncelilikle bakmaya devam etti. Bayan Errol çıktıktan sonra kısa bir sessizlik oldu; Cedric, Bay Havisham’ı inceliyor gibiydi ve Bay Havisham da şüphesiz Cedric’i inceliyordu. Galip ve sırtını koltuğa dayadığında aşağı sarkacak kadar uzun olmayan bacaklarına kısa pantolon ve kırmızı çorap giyen küçük bir çocuğa bir yetişkinin ne demesi gerektiğini bulmaya çalışıyordu.

Fakat Cedric birden sohbeti başlatarak onu rahatlattı.

“Biliyor musunuz?..” dedi. “Kont ne demek bilmiyorum.”

“Bilmiyor musunuz?” dedi Bay Havisham.

“Hayır.” diye cevap verdi Ceddie. “Bence bir çocuk günün birinde kont olacaksa ne anlama geldiğini bilmeli. Sizce?”

“Şey, evet.” diye cevapladı Bay Havisham.

“Acaba…” dedi Ceddie saygılı bir ifadeyle. “Acaba bana açıklatabilir misiniz? (Bazen uzun kelimeler kullandığında yanlış telaffuz ederdi.) Kim onu kont yapar?”

“Öncelikle, kral veya kraliçe.” dedi Bay Havisham. “Genel olarak, kişi hükümdara bazı hizmetlerde bulunduğu veya büyük işler yaptığı için kont ilan edilir.”

“Ah!” dedi Cedric. “Başkan gibi.”

“Öyle mi?” dedi Bay Havisham. “Başkanlarınız bu yüzden mi seçiliyorlar?”

“Evet.” diye cevapladı Ceddie neşeyle. “Bir adam çok iyiyse ve her şeyi biliyorsa başkan seçilir. Fener alayı ve bandoları olur, herkes konuşma yapar. Belki başkan olurum diye düşünmüştüm ama kont olmak aklıma hiç gelmemişti. Kontlardan haberim yoktu bile.” dedi aceleyle, Bay Havisham kont olmak istemediğini zannedip gücenmesin diye. “Eğer haberim olsaydı eminim kont olmayı düşünürdüm.”

“Başkanlıktan bayağı farklıdır.” dedi Bay Havisham.

“Öyle mi?” diye sordu Cedric. “Nasıl? Fener alayı olmaz mı?”

Bay Havisham bacak bacak üstüne attı ve parmaklarının ucunu dikkatle birleştirdi. Belki de bazı konuları netleştirmenin vakti geldi, diye düşündü.

“Kont çok önemli bir şahsiyettir.” diye başladı.

“Başkan da öyle!” dedi Ceddie. “Fener alayı sekiz kilometre uzunluğundadır, havai fişek atarlar ve bando çalar! Bay Hobbs beni onları izlemeye götürdü.”

“Kont…” diye devam etti Bay Havisham, nasıl söyleyeceğinden emin olmadan, “genelde çok eski bir zürriyetten gelir.”

“O ne demek?” diye sordu Ceddie.

“Çok eski, son derece eski bir aile demek.”

“Ah!” dedi Cedric ellerini ceplerine iyice sokarak. “Parkın yanındaki elmacı kadın gibi. Kesin o da eski bir züriyetten. O kadar yaşlı ki nasıl ayağa kalktığına şaşarsınız. Herhâlde yüz yaşında falan vardır ama yağmur yağsa bile dışarıdadır. Ona çok üzülüyorum, diğer çocuklar da öyle. Billy Williams’ın bir keresinde neredeyse bir doları vardı ve ondan hepsini bitirene kadar her gün beş sentlik elma almasını istemiştim. Bu yirmi gün yapıyordu ve bir hafta sonra elmalardan sıkıldı; ama sonra -tesadüfe bakın ki- bir beyefendi bana elli sent verdi ve onun yerine ben elma almaya başladım. O kadar fakir ve eski züriyetten biri için insanın için acıyor. Kemiklerinin gittiğini ve yağmurun daha da beter yaptığını söyler.”

Bay Havisham dostunun masum, ciddi ve küçük suratına bakınca kendini çaresiz hissetti.

“Korkarım beni tam olarak anlamadınız.” diye açıkladı. “Eski zürriyet derken yaşlı demek istemedim; demek istediğim, bir ailenin adı o kadar uzun bir süredir dünyaca tanınıyordur ki, belki de yüzlerce yıldır o soyadı taşıyan insanlar vardır ve ülkenin tarihinde adları geçiyordur.”

“George Washington gibi.” dedi Ceddie. “Doğduğumdan beri adını duyuyorum ve daha öncesinden beri tanınıyor. Bay Hobbs onun asla unutulmayacağını söylüyor. Biliyorsunuz, Özgürlük Bildirgesi ve Dört Temmuz yüzünden. Gördüğünüz gibi, o çok cesur bir adammış.”

“İlk Dorincourt kontu…” dedi Bay Havisham ağırbaşlılıkla, “dört yüz yıl önce kont ilan edildi.”

“Vay canına!” dedi Ceddie. “Amma da uzun zaman önceymiş! Canımın içine söylediniz mi bunu? Çok ilgisini çekecektir. Gelince anlatalım. İlginç şeyleri duymaya bayılır. Bir kont, kont ilan edilmekten başka ne yapar?”

“Çoğu, İngiltere’nin yönetilmesine yardımcı olmuştur. Kimisi yiğitti ve eski zamanlardaki büyük savaşlarda çarpıştılar.”

“Ben de böyle bir şey yapmak isterim.” dedi Cedric. “Babam askermiş ve çok yiğitmiş, George Washington kadar yiğitmiş. Belki de yiğit olmasının sebebi kont olabilecek olmasıydı. Kontların yiğit olmasına sevindim. Bu büyük avataj, yiğit adam olmak. Eskiden bazı şeylerden korkardım, karanlıktan falan, anlarsınız ya, ama Devrim’deki askerleri ve George Washington’ı düşününce bana iyi gelirdi.”

“Kont olmanın başka bir avantajı daha var.” dedi Bay Havisham yavaşça ve zeki gözlerini meraklı bir ifadeyle küçük çocuğa sabitledi. “Bazı kontların çok parası vardır.”

Küçük dostunun paranın gücünü bilip bilmediğini merak ediyordu.

“Ne güzel.” dedi Ceddie masumane. “Keşke benim de çok param olsa.”

“Öyle mi?” dedi Bay Havisham. “Peki neden?”

“Şey…” diye açıkladı Cedric, “bir insan parayla bir sürü şey yapabilir. Mesela elmacı kadın… Çok zengin olsaydım tezgâhını koyması için küçük bir çadır alırdım, küçük bir ocak da alırdım ve her yağmur yağdığında ona bir dolar verirdim, böylece evinde kalabilirdi. Sonra, ah! Ona bir şal verirdim. Böylece kemikleri o kadar kötü olmazdı. Onun kemikleri bizimkiler gibi değil; hareket ettiğinde canı yanıyor. Kemiklerinizin ağrıması çok fenadır. Ona bunları yapacak kadar zengin olsaydım, kemikleri iyileşirdi.”

“Öhöm! Peki, zengin olsaydınız başka neler yapardınız?”

“Ah! Bir sürü şey yapardım. Elbette canımın içine bir sürü güzel şey alırdım; iğnelik, yelpazeler, altın yüksük ve yüzükler, bir ansiklopedi, bir araba, böylece tramvayı beklemek zorunda kalmazdı. Pembe elbise sevseydi alırdım ama o en çok siyah sever. Fakat onu büyük mağazalara götürüp istediğini seçmesini söylerdim. Sonra da Dick…”

“Dick kim?” diye sordu Bay Havisham.

“Dick ayakkabı boyacısı.” dedi genç lord, ilginç planları onu gittikçe daha çok heyecanlandırıyordu. “Görüp göreceğiniz en iyi ayakkabı boyacısıdır. Çarşıdaki bir sokağın köşesinde durur. Onu yıllardır tanırım. Bir keresinde ben küçükken, canımın içiyle yürüyordum, bana zıplayan çok güzel bir top almıştı, onu taşırken arabaların ve atların olduğu sokağın ortasına doğru zıpladı, çok üzülmüştüm ve ağlamaya başladım, çok küçüktüm. İskoç eteği giyiyordum. Dick de bir adamın ayakkabılarını boyuyordu ve ‘Merhaba!’ deyip atların arasına koştu, topu benim için yakaladı, ceketiyle sildi ve topu bana verip, ‘Sorun yok delikanlı.’ dedi. Canımın içi ona hayran oldu, ben de öyle, o zamandan beri ne zaman çarşıya insek onunla konuşuruz. ‘Merhaba!’ der ve ben de ‘Merhaba!’ derim, sonra biraz yürürüz ve bana işlerinden bahseder. İşleri son zamanlarda pek iyi gitmiyor.”

“Onun için ne yapmak isterdiniz?” diye sordu avukat, çenesini ovuşturup garip bir şekilde gülümseyerek.

“Şey.” dedi Lord Fauntleroy, koltukta bir iş adamı havasıyla oturarak. “Jake’in hissesini satın alırdım.”

“Jake de kim?” diye sordu Bay Havisham.

“Dick’in ortağı ve bir insanın sahip olabileceği en kötü ortak! Dick böyle söylüyor. Hiçbir işe yaramıyor ve dürüst değil. Hile hurda yapıyor ve bu, Dick’i çileden çıkarıyor. Bir insan ayakkabıları elinden geldiğince iyi boyamaya çalışırken ve daima dürüst olurken ortağı dürüst olmazsa sinir olur. İnsanlar Dick’i sever ama Jake’i sevmezler, bu yüzden ikinci defa uğramazlar. Bunun için, zengin olsaydım Jake’in hissesini satın alır ve Dick’e ‘patron’ tabelası yaptırırdım; ‘patron’ tabelasının çok etkili olduğunu söyler; sonra ona yeni kıyafetler ve yeni fırçalar alırdım ve ona adil bir başlangıç sağlardım. Hep adil bir başlangıç istediğini söyler.”

Küçük lordun, içtenlikle arkadaşı Dick’ten alıntı yaparak anlattığı küçük hikâyeden daha saf ve daha masum bir şey olamazdı. Bu konunun kendisi kadar, büyük dostunun da ilgisini çektiğinden en ufak bir şüphesi yoktu. Gerçekten Bay Havisham’ın da ilgisini çekmeye başlamıştı; fakat Dick ve elmacı kadından ziyade, kıvırcık sarı saçlarının altındaki kafası dostları için iyi niyetli planlarla meşgul olurken kendini tamamen unutan onun kibar küçük lordu ilgisini çekmişti.

“Peki, kendiniz için…” diye başladı. “Zengin olsaydınız kendiniz için ne yapardınız?”

“Bir sürü şey!” diye cevap verdi Lord Fauntleroy anında. “Ama ilk önce Mary’ye Bridget için biraz para veririm. Bridget onun on iki çocuğu ve işsiz bir kocası olan kız kardeşi. Buraya gelip ağlar, canımın içi ona sepetin içinde bir şeyler verir, o yine ağlar ve şöyle der: ‘Tanrı sizden razı olsun güzel hanım.’ Sanırım Bay Hobbs’a benden hatıra olsun diye altın bir saat ve zincir ve lüle taşı bir pipo alırdım. Sonra da bir topluluk kurardım.”

“Topluluk!” diye haykırdı Bay Havisham.

“Cumhuriyetçi mitingi gibi.” diye açıkladı Cedric heyecanlanarak. “Meşaleler, üniformalar, kendim ve çocuklar için eşyalar alırdım. Birlikte yürür ve talim yapardık. Zengin olsam kendim için bunu isterdim.”

Kapı açıldı ve Bayan Errol içeri girdi.

“Sizi bu kadar süre yalnız bıraktığım için özür dilerim.” dedi Bay Havisham’a. “Fakat başı dertte zavallı bir kadıncağız beni görmeye gelmiş.”

“Bu genç beyefendi…” dedi Bay Havisham, “bana arkadaşlarından ve zengin olsaydı onlar için neler yapacağından bahsediyordu.”

“Bridget arkadaşlarından biridir.” dedi Bayan Errol. “Mutfakta onunla konuşuyordum. Eşinde ateşli romatizma olduğundan zor zamanlar geçiriyorlar.”

Cedric büyük koltuğundan aşağı kaydı.

“Gidip ona bir baksam iyi olacak.” dedi. “Kocasının durumunu sorarım. Sağlığı yerindeyken iyi bir adamdır. Bana tahtadan bir kılıç yaptığı için ona minnettarım. Çok yetenekli bir adam.”

Odadan çıkınca Bay Havisham koltuğundan kalktı. Bir şeyler söylemek ister gibi bir hâli vardı.

Bir an tereddüt etti, sonra Bayan Errol’a dönerek şöyle dedi:

“Dorincourt Şatosu’ndan ayrılmadan önce kont ile bir görüşme yaptım ve bana bazı talimatlarda bulundu. Torununun ve aynı zamanda eş dostunun İngiltere’deki hayatı çok arzu edeceğini umuyor. Lord hazretlerinin hayatının değişmesiyle para ve çocukların hoşuna gidecek şeyler elde edeceğini anlamasını sağlamamı söyledi; bir dileği varsa onu yerine getirip büyükbabasının onun dileğini gerçekleştirdiğini söylemeliyim. Kontun böyle bir beklenti içinde olmadığının farkındayım ancak bu zavallı kadına yardım etmek Lord Fauntleroy’u memnun edecekse eğer bunu yapmamak kontun hoşuna gitmeyecektir.”

İkinci kez kontun sözlerini tam olarak aktarmamıştı. Kont hazretleri aslında şöyle demişti:

“Çocuğun ona istediği her şeyi verebileceğimi anlamasını sağla. Dorincourt kontunun torunu olmak ne demekmiş anlasın. Hoşuna giden her şeyi al; cebine para koy ve onları oraya büyükbabasının koyduğunu söyle.”

Bunları pek de iyi niyetle söylemiyordu ve Küçük Lord Fauntleroy yerine daha az sevecen ve daha soğuk kalpli bir çocuk olsaydı, büyük zarar görebilirdi. Cedric’in annesi de bir zarar geleceğini düşünmeyecek kadar naifti. Çocuklarını kaybetmiş, yalnız, mutsuz yaşlı bir adamın belki de onun küçük oğluna iyi davranmak, onun sevgi ve güvenini kazanmak istediğini düşündü. Ceddie’nin Bridget’a yardım edebileceği düşüncesinden de mutlu oldu. Oğlunun başına konan bu garip talihin ilk olarak ihtiyaç sahiplerine yardım etme imkânı doğurduğunu görünce sevindi. Genç, sevimli yüzüne renk geldi.

“Ah!” dedi. “Kont çok nazik; Cedric çok sevinecek! Bridget ve Michael’a çok düşkündür. Onlar değerli insanlar. Hep onlara daha fazla yardım edebilmek istemişimdir. Michael sağlığı yerinde olduğunda çok çalışkandır, ama uzun zamandır hasta ve pahalı ilaçlara, sıcak tutan kıyafetlere, besleyici yemeklere ihtiyacı var. Bridget ile ikisi kendilerine verilen şeyin kıymetini bilir.”

Bay Havisham ince elini göğüs cebine soktu ve geniş bir cüzdan çıkardı. Keskin hatlı yüzünde garip bir bakış vardı. Aslında torununun yerine getirilen ilk dileğini duyduğunda Dorincourt kontunun ne düşüneceğini geçiriyordu aklından. Aksi, dünya zevklerine düşkün, bencil, yaşlı bir asilzadenin bu durum hakkındaki düşüncelerini merak ediyordu.

“Farkında mısınız bilemiyorum ancak…” dedi, “Dorincourt kontu son derece zengindir. Her türlü şımarıklığı yerine getirmeye gücü yeter. Sanırım Lord Fauntleroy’un dilediğini yapmasından hoşnut olacaktır. Kendisini çağırabilirseniz, izninizle ona bu insanlar için beş sterlin vereceğim.”

“Bu yirmi beş dolar yapar!” diye haykırdı Bayan Errol. “Onlar için bir servet! Bunun gerçek olduğuna inanamıyorum.”

“Gayet gerçek.” dedi Bay Havisham yavan gülümsemesiyle. “Oğlunuzun hayatında büyük değişiklikler oluyor, eline büyük bir güç geçecek.”

“Ah!” diye feryat etti annesi. “Öylesine küçük, o kadar küçük bir çocuk ki! Bu gücü doğru şekilde kullanmayı ona nasıl öğreteceğim? Bu beni biraz korkutuyor. Benim tatlı Ceddie’m!”

Avukat boğazını hafifçe temizledi. Onun kahverengi gözlerinde o hassas, ürkek bakışı görmek maddiyatçı, yaşlı, katı kalbine dokunmuştu.

“Sanıyorum ki hanımefendi…” dedi. “Lord Fauntleroy ile bu sabah yaptığım görüşmeden çıkardığım kadarıyla, müstakbel Dorincourt kontu kendileri kadar başkalarını da düşünecekler. Henüz küçük olabilir ancak zannımca güvenilir bir çocuk.”

Sonra annesi Cedric’e bakmak için çıkıp onu salona geri getirdi. Bay Havisham onun odaya girmeden önce söylediklerini duydu.

“Onunki ateşli romatizma.” diyordu. “Ve bu çok fena bir romatizma türü. Kira ödenemediği için üzgün ve Bridget üzüntünün ateşlenmeyi iyice artırdığını söylüyor. Pat’in üstüne başına giyecek bir şeyleri olsaydı dükkânın birinde iş bulabilirdi.”

İçeri girdiğinde küçük suratı endişeliydi. Bridget için çok üzülüyordu.

“Canımın içi beni çağırdığınızı söyledi.” dedi Bay Havisham’a. “Bridget ile konuşuyordum.”

Bay Havisham ona bir an baktı. Kendini biraz tuhaf ve kafası karışmış hissetti. Annesinin dediği gibi, o henüz küçük bir çocuktu.

“Dorincourt kontu…” diye başladı ve gayriihtiyari Bayan Errol’a baktı.

Küçük Lord Fauntleroy’un annesi birden oğlunun yanına diz çöküp narin kollarını onun çocuksu bedenine doladı.

“Ceddie!” dedi annesi. “Kont senin büyükbaban, yani babanın babası. Çok ama çok iyi bir adam ve seni çok seviyor, senin de onu sevmeni istiyor, çünkü bir zamanlar küçük olan oğulları ölmüş. Senin mutlu olmanı ve başka insanları mutlu etmeni istiyor. O çok zengin ve senin istediğin her şeye sahip olmanı arzu ediyor. Bay Havisham’a böyle söylemiş ve senin için ona bir sürü para vermiş. Bir kısmını şimdi Bridget’a verebilirsin; kiralarını ödeyecek ve Michael’a gerekenleri almaya yetecek kadarını. Bu harika, değil mi Ceddie? Büyükbaban çok iyi biri, değil mi?”

Sonra çocuğun heyecandan rengi canlanan yuvarlak yanaklarını öptü.

Bakışlarını annesinden Bay Havisham’a çevirdi.

“Şu anda alabilir miyim?” diye haykırdı. “Ona şimdi verebilir miyim? Gitmek üzere.”

Bay Havisham ona parayı verdi. Rulo yapılmış yeni, tertemiz bir paraydı.

Ceddie parayı alıp odadan fırladı.

“Bridget!” diye bağırdığını duydular mutfağa daldığında. “Bridget, bekle bir dakika! Al bu parayı. Senin için, böylece kirayı ödeyebilirsin. Büyükbabam verdi bana. Sen ve Michael için!”

“Ah, Ceddie Efendi!” diye haykırdı Bridget şaşkın bir ses tonuyla. “Burada yirmi beş dolar var. Hanımım nerede?”

“Sanırım gidip durumu ona açıklasam iyi olacak.” dedi Bayan Errol.

Bayan Errol da odadan çıktı, böylece Bay Havisham bir süre odada tek başına kaldı. Pencereye doğru yürüdü ve ayakta durup dalgın bir şekilde sokağı izledi. Şatodaki muazzam, görkemli, kasvetli kütüphanesinde oturan gut hastası, yalnız, ihtişam ve lükse boğulmuş, fakat uzun ömrü boyunca kendinden başka kimseyi sevmediği için kendisi de kimse tarafından gerçekten sevilmeyen yaşlı Dorincourt kontunu düşündü. Bencil, rahatına düşkün, kibirli ve hırslıydı; Dorincourt kontunu ve onun zevklerini o kadar önemsemişti ki başkalarını düşünecek zamanı kalmamıştı; tüm serveti, gücü, soylu adının ve mevkisinin sağladığı tüm faydalar sanki yalnızca Dorincourt kontunun zevki ve keyfine amadeydi; artık yaşlandığından tüm o heyecan ve rahatına düşkünlük, sadece hastalık, asabiyet ve onu sevmediği aşikâr olan dünyadan nefrete yol açıyordu. Tüm ihtişamına rağmen Dorincourt kontundan daha az sevilen ve onun kadar yalnız olan bir asilzade daha yoktu. İstediğinde şatosunu davetlilerle doldurabilirdi. Büyük ziyafetler ve av partileri düzenleyebilirdi; ama onun davetlerini kabul edenlerin asık, yaşlı suratından ve iğneleyici, alaycı konuşmalarından korktuklarını gizliden gizliye biliyordu. Acımasız bir dili ve sert bir mizacı vardı; alıngan, mağrur veya ürkek oldukları için eline geçen her fırsatta insanları aşağılamaktan ve tedirgin etmekten zevk alırdı.

Bay Havisham kontun sert, acımasız hâllerini çok iyi biliyor ve dar, sessiz sokağa bakarken onu düşünüyordu. Sonra, onun tam tersi olan neşeli, yakışıklı ufaklık ve büyük koltuğunda oturup dostlarının, Dick’in, elmacı kadının hikâyelerini tüm o cömert, masum ve dürüst hâliyle anlatışı geldi aklına. Ardından zamanı geldiğinde Küçük Lord Fauntleroy’un ceplerine gömdüğü minik, tombul ellerine kalacak olan sınırsız geliri, güzel ve haşmetli mülkleri, serveti, iyi veya kötü yönde kullanılabilecek o gücü düşündü.

“Her şey çok farklı olacak.” dedi kendi kendine. “Her şey bambaşka olacak.”

Cedric ve annesi geri geldiler. Cedric’in neşesi yerindeydi. Annesinin ve avukatın arasındaki koltuğuna oturdu ve garip hâllerinden birini takınıp ellerini dizlerine koydu. Bridget’ın rahata ermesi ve sevincinin neşesiyle yüzü parlıyordu.

“Ağladı!” dedi. “Mutluluktan ağladığını söyledi! Hiç mutluluktan ağlayan birini görmemiştim. Büyükbabam çok iyi bir insan olmalı. Onun bu kadar iyi biri olduğunu bilmiyordum. Artık kont olmak düşündüğümden çok, hem de daha çok makbul bir şey. Neredeyse memnunum, kont olacağım için neredeyse çok memnunum.”

Ücretsiz ön izlemeyi tamamladınız.

Türler ve etiketler

Yaş sınırı:
0+
Litres'teki yayın tarihi:
11 temmuz 2023
ISBN:
978-625-6485-18-1
Yayıncı:
Telif hakkı:
Elips Kitap
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin PDF
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Ses
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Ses
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin PDF
Ortalama puan 5, 1 oylamaya göre
Ses
Ortalama puan 5, 1 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 5, 2 oylamaya göre
Metin, ses formatı mevcut
Ortalama puan 3,5, 2 oylamaya göre