Kitabı oku: «Çin Kültürü»
George Tradescant Lay İngiliz bir doğa bilimleri uzmanı, misyoner ve diplomattı. 1825 ve 1828 yılları arasında İngiliz gemisi HMS Blossom’da doğabilimci olarak çalışarak California, Alaska, Kamchatka, Çin, Meksika, Güney Amerika ve Hawaii gibi bölgelerden örnekler topladı. Layia gaillardioides çiçeğini ilk keşfeden kişi olarak tanınır. Ardından 1836’dan 1839 yılına kadar British and Foreign Bible Society adına misyonerlik yapmak amacıyla Çin’e gitti ve orada Çin dili ve kültürünü araştırdı. 1839’da İngiltere’ye dönmeden önce deneyimleri sayesinde Çin Konsolosu olmaya hak kazandı. 1834’de Kanton’a, 1844’te Foochow’a ve nihayet 1845’te Amoy’a gönderildi ve o yıl humma nedeniyle hayatını kaybetti.
Cemal Can Tarımcıoğlu, 1988 yılında Üsküdar’da doğdu. 2012’de İstanbul Üniversitesi tarih bölümünü felsefe yandal programıyla birlikte tamamladı. 2014’te ise askeri tarih alanında yüksek lisansını bitirdi. Aynı sene İstanbul Üniversitesi’nde yakınçağ tarihi alanında doktorasına başladı ancak 2018’in sonlarına doğru çeviri yapmaya başladıktan sonra doktorayı yarıda bıraktı. O tarihten itibaren kitap çevirileri yapmaya devam ediyor, ayrıca Marmara Üniversitesi’nde İngilizce öğretmenliği okuyor.
Çin İmparatoru, makam mührünü teslim ediyor.
BIRINCI BÖLÜM
Çinlilerin Fiziksel ve Ahlaki Özellikleri
İnsanın fiziksel ve entelektüel karakterini, birbirine sıkı sıkıya bağlı şeyler (beden ve zihin), birbirini karşılıklı olarak etkileyen ve belirleyen birliğe karşılık gelen yanları olarak görüyorum. Yaratılış, insan doğasının farklı çeşitlerinin ilginç örnekler sunduğu bir uyumlar evrenidir. Bir Avrupalının zihni bir Avrupalının bedenine ve bir Çinlinin zihni bir Çinlinin bedenine uyarlanmıştır. Avrupalılar arasında Kafkas ırkına mensup en iyi olanı alın ve onu Moğollarla akraba olan Çin’in çocukları arasında en seçkin olanın yanına koyun; daha sonra her birinin zihinsel olarak en güzel örneğini alın ve bir araya getirin ve aşağıdaki analojiyi elde edin: İnsan, dış simetri ve güzellikte nasılsa, eserleri veya zihinsel kapasitesiyle ilgili verdiği sözler de öyledir. Bu nedenle, doğanın bir Çinli üzerinde etkilediği bu dışsal çizgilerin ve oranların birkaçının izini, onun bazı önde gelen alışkanlıkları ve doğal yetenekleriyle yakın ilişki içinde izleyeceğim.
Avrupalıların genel yapısıyla karşılaştırıldığında bir Çinlinin kafasının arkası geniş, önü dardır. Başın ön kısmı entelektüel yeteneği temsil ediyorsa avantaj bizim lehimizedir. Çinlilerin insanlığın geri kalanıyla karışmadıkları ve bu nedenle bir insanın bir başkası üzerinde uyguladığı keskinleştirici etkiye uğramadıkları zaman zaman belirtilmiştir. Ancak Çin imparatorluğu, Hıristiyanlık döneminden önce birbirleriyle pek çok çatışmaya girmiş birçok ulusun bir bileşimidir. Öyle ki, insanların sürtüşmeleri ve itişmeleri entelektüel harikalar gibi bir şeyi ortaya çıkarabiliyorsa, dünyanın bu kısmı bu açıdan çok şanslı demektir.
Bir Çinlinin kafasında, çok genel olmasa da dikkatimizi çekmeye değer başka bir özellik daha vardır ve bu, tepeden alın bölgesine kadar açık bir şekilde uzanan çıkıntıdır. Bu, bazı durumlarda kafatasının yüzeyinde aniden ve dik olarak yükseldiği için bir tepeye benzer ve bazı resimlerde evriminin aşırı durumuyla temsil edilir; zira ressamlar, yaşlı insanları bu çok tuhaf süslemeyle resmetmeye bayılırlar. Şimdi, modern bilimin bir branşından bir ipucu alırsak ve bu olağanüstü yükselişi sebat, iyi mizah ve hürmet gibi içsel alışkanlıklarıyla bağlantılı olarak ele alırsak, kanıtlama değilse bile argümanımıza uygulanabilirlik kazandırmak için yeterli zemini bulacağız.
Birincisi, bir kez ele alındıklarında insanları fikirlere, geleneklere ve girişimlere bağlı kalmaya sevk eden sebat etme içgüdüsü veya yetisiyle ilgilidir. Bu, kendilerini her zaman, yoldan çıkma konusunda isteksiz gösteren Çinlilerin bir özelliği olarak kabul edilir. Eylemlerinde, âdetlerinde ve eğlencelerinde eski olana çarpıcı bir bağlılık sergilerler. Bunun yanı sıra, kendi sağduyularının ve öğretilerinin onları daha fazla güzellik veya uyum için birçok şeyi değiştirmeye teşvik ettiği görülebilir. Ama burada yeniyi kullanırlar ve eskiye hayran kalırlar.
Sabırlı bir uygulamayla elde edilen başarı, hiçbir yerde Çin’deki kadar sık örneklendirilemez. İyi bir tarzda yazmanın salt başarısı, yalnızca uzun yıllar süren meşakkatli çalışmanın ve özveride bulunmanın sonucudur. Bir yabancı, konuyu hemen kavramaya heveslidir ve bir şeyin başlangıcını tam olarak görmeden sonunu ayırt edemezse tatmin olmaz. Bir yerli, günler, aylar ve yıllar hızla ilerlerken, yığının arttığı gecikme hızının farkında olmadan, bir seferde bir tahıl almakla yetinir. Yazılı karakterin güzelliği, kompozisyonlarının tamamlanmış zarafeti, ipek imalatlarının, işlemelerinin vb. mükemmelliği, porselenlerinin çekiciliği ve ister sanata ister bilgiye ait olsun diğer her şey, sabırlı çalışkanlığın ve uygulamanın gerçek sonuçlarıdır. Bir Çinli, hiçbir kestirme yol kullanmaz, işten kaytarmak için hiçbir basit yönteme başvurmaz; bir amaca ulaşmak için ustaca kaynaklara sahip olsa da zamandan tasarruf etmek için böyle bir şansı yoktur. Hayran kaldığımız bu fildişi oyuncaklar, işe sabırla bağlı kalınarak işlenmiştir.
İkincisi, sosyal duygu veya iyi mizah, yumuşak huyluluk ve başkalarının neşe ve sevincini paylaşmaya yönelik iyi huylu bir eğilim, Çinli bir grupla karşılaştığımız her yerde görülür. Birbirleriyle mükemmel bir uyum içinde, çoğu zaman farklı meslekler peşinde koşan işçilerle dolup taşan dükkânlar görürüz. İşte ya da oyun oynarken, yiyeceklerini temizlerken ya da bir yemeği paylaşırken iyi bir anlayışın hâkim olduğunu görürüz. Bir tartışma çıkarsa kısa süre sonra geçer, anlaşmazlık sona erer ve yeniden barış ortamı oluşur. Toplum içinde yaşamak bir Çinlinin ekmeği ve suyudur. Bir Çinli, hemcinslerinden oluşan bir grup içerisinde bir kimlik kazanır.
Üçüncüsü saygıdır. Çin karakterini genel araştırma sınırlarının biraz dışına çıkıp incelersek itaat hareketlerinde korkunun hiçbir etkisinin olmadığını görürüz. Başlarını yere, kadim çağları yumuşaklık ve iyilikseverlikleriyle süsleyen atalarının ve bilgelerin gölgesine doğru eğerler. Ahlaki sistemlerinin kökü ya da ahlaki sorumlulukların kökeni, gençlerin yaşlılara gösterdiği saygı ya da tapınmada yer alır. İş dışında, Çin’deki yerlilerin ilişkileri küçük saygı eylemlerinden oluşur. İlişkili görev kuralları, bir kişinin komşusunu ağabey olarak görmesini ve dolayısıyla bu ihtiyarlığa saygı göstermesini emreder. Dolayısıyla bu hürmet gösterilerinin sebebi korku veya kazanç elde etme umudu değildir; bunlar, ulusun karakteri için gerekli olan bir özelliğin kendiliğinden gelişen sonuçlarıdır.
Bir Çinlinin saçı, kaba ve düzensiz dokusuyla dikkat çekicidir, bu nedenle bir örneğini gördüğünde bir yabancıyı bunun gerçekten bir insan kafasına ait olduğuna ikna etmek bazen kolay değildir. Bu durum, belki de büyük kısmı tıraş etme ve gerisini zarif bir kuyruk ile yukarıdan aşağıya doğru bırakma uygulamasına yol açmıştır. Bu gelenek, Çinlilere yaklaşık iki yüzyıl önce Tatar veya Mançu fatihleri tarafından dayatılmıştır. O dönemden önce, Lewchew halkının şu anda yaptığı gibi saçı sarıp bir düğümle tutturuyorlardı. Japonlar zarafet ve rahatlık için başın ön kısımlarını tıraş ederler. Kafkasyalılar (bizler) ile Moğollar (Çinliler, Japonlar vb.) arasındaki fark, hiçbir bakımdan bu özellikten daha çarpıcı görünmez. Bir akşam Makao’daki çarşıdan geçerken, bir çocuğun olağandışı görünüşü gözüme çarptı ve bakmak için durdum. Eşsizliğin başlıca nedenini oluşturan şey, kulakların ve alnın üzerine gevşekçe sarkan yumuşak kumral saçlardı ama çehresinde, havasında, dadısının ona verdiği elmayı tutuş biçiminde çekici bir şey vardı. “Güzel çocuk!” dedim kendime ait canlı bir hatırayla elimi başının üstüne koyarken. Bu çocuğun annesi yerliydi, siyah bir folyo üzerine yerleştirilmiş bir mücevher gibi görünen bu saçı ufaklığa miras bırakmıştı.
Çinlinin yüzü geniş ama gözleri, ağzı ve burnu küçüktür. Dolayısıyla aşağı yukarı söyleyebiliriz ki, bir heykeltıraş bir büstü yontarken, bir durumda yüz vuruş yapmak zorunda kalacakken diğerinde bir tanesi yeterli olacaktır. Duyguların dışa dönük tezahürleri, yüzde kalan tüm boşlukları doldurur ve büstün yaşam ve güzellik dokunuşlarını verir.
Çinlilerin cüsse olarak bizden pek de aşağı kalır yanları yoktur ve çoğu son derece iyi uzuvlara sahiptir. Kişisel güç, sıradan insanlar tarafından çeviklik ve hareket hafifliğinden daha az olmayan bir başarı olarak kabul edilir. Erkekler genellikle, özellikle halk şenlikleri ve umumi toplanma zamanlarında her iki ucunda da ağır bir granit tekerleği olan bir baltayı yukarı kaldırarak eğlenirler. Bu kullanışsız jimnastik egzersiz aletinin idaresi, belki de güçten daha fazla beceri gerektirir. Hastanedeki bir askerin sözlerinden, bunun kullanımının sıradan insanlarla sınırlı olmadığını, askeri eğitimin bir parçasını oluşturduğunu öğrendim. Bunun yanı sıra askerlere, bazen Kanton’un banliyölerindeki dükkânlarda satışa sunulan çok ağır demir silahları kullanmaları öğretiliyor.
Bir Çinlinin dizleri, zarif bir yürüyüş sergilemesine izin vermez. Eskiden bunun, bebeklik çağındaki çocukların kundaklanıp giydirilişindeki grotesk tavırdan kaynaklandığını düşünüyordum. Bebekliğin yumuşaklığına ve masumiyetine çok uygun görünen uzun beyaz cüppe ve narin dantel püsküllü şapka yerine, ufaklıklar tamamen yetişkin kıyafetleriyle giydirilir. Bu yüzden bebek, ufak bir yaşlı gibi görünür.
Çinlilerin fiziksel karakterlerinden ya da doğal zihin ve beden yapısından sonra, onların ahlaki karakterlerini ya da eğitim ve gelenek bakımından nasıl olduklarını ele alacağız. Ahlak duygusunun pek çok hususta Çinliler arasında oldukça yaygın olduğunu, hatırı sayılır bir kesinlikle doğrulayabileceğimizi düşünüyorum. Çocukluktan itibaren, birçok ilgili görevin değeri, sürekli telkinle zihne kazınır ve tartışmada güçlü olan ya da doğanın etki alanlarında güzel olan her şey, ahlaki tümevarım etkisini sağlamak için desteklenir. Anne babaya ve büyüklere saygı, kanuna itaat, iffet, nezaket, tutumluluk, sağduyu ve kendine hâkim olma, oldukça yaygın temalardır. Ve bunlardan birkaçının hemen hemen herkes tarafından uygulandığı birkaç istisna dışında inkâr edilemez. Ancak uygulamanın kusurlu olduğu yerde teori doğrudur; birey, doğruyu ve iyiyi onaylayıp takdir eder ve komşusuna değer verir.
Bununla birlikte ahlak tarihlerinde, düşüncelerimi sık sık meşgul eden ve kanıtlandığında yalnızca eğitici olsalar bile, kendine hâkim olma alışkanlıklarının ne olduğunu çok güçlü bir şekilde gösteren bir nokta bulunmaktadır. Bir Çinli, hayatın sıradan pürüzleri ve darbelerinin arasında dengeli, güler yüzlü ve ılımlıdır ama felaket, olağan hesaplamanın ötesindeyse düşüncelerini hatırlama veya eylemlerini yönlendirme gücü olmadan öfkelenir veya dikkati dağılır. Bir yerde Esav’ın “öfkesinin sürekli gözyaşı döktüğü” söylenir. Bu, öfkesi ya da kederi onu paramparça eden ve ona hiçbir dinlenme noktası ya da düzensiz güçlerini toplayabileceği hiçbir yer bırakmayan bir Çinli için güçlü bir şekilde geçerli görünen bir ifadedir. Bazen bir tutku fırtınası tarafından bu şekilde hırpalanmış ve parçalanmış zavallı bir insan gördüğümde, çocuklarımızın birbirleriyle olan ilişkilerinde tüm öfke gösterilerini kontrol etmekte doğru olanı yapıp yapmadığımızı kendi kendime sorarım. Sık sık birbirlerinin kontrolü altında alınan bu sert azarlamalarda, bir yanda vicdan sızlamaz, öte yanda sabır ders vermez mi? Bu sorular bir diğerinin cevabına bağlı olarak ele alınabilir, yani kalıcı etki açısından en iyi eğitici hangisidir, formlarıyla eğitim mi, yoksa gerçekleriyle yokluk mu?
Çinli, bir iş adamıdır ve bu nedenle gerçeğin değerini anlar çünkü onsuz küçük işler yapılabilirse de bu erdemin uygulamada göz ardı edildiği yerde, herhangi bir ölçüde ticari işlemlerin herhangi bir başarıyla yürütülmesi imkânsızdır. Çin’deki dürüstlük ölçütü, belki de diğer ticari ülkelerdeki kadar yüksektir, bu konuda olumlu ya da dogmatik olmak istemiyorum çünkü elimizde birçok ayrıntının tümevarım ve karşılaştırmalı bir ifadesinden başka bir ölçütümüz olmadığı için, çizgiyi çizmeye veya şakayı askıya almaya yönelik her girişimin çok sayıda istisnayla karşılaşacağı bir yerde doğrulukla konuşmak kolay değildir. Bu insanları en uzun süredir tanıyan yabancılar, dürüstlükleri hakkında çok iyi şeyler söylerler. Öte yandan en hünerli hırsızlar ve her türden haydut da Çin’de çoktur, çünkü Çin’in onları besleyecek kalabalık bir nüfusu vardır, ancak bu insanlar ulusal karakter hakkında genel görüşü etkileyecek kadar çok değildirler.
Bir arkadaşım kısa bir süre önce bizzat tecrübe ettiği bir olaydan bahsetti. Bir beyefendinin yerli bir tüccara yüklü bir miktarda borcu varmış ve bu borç karşılığında ona bir bono ve bir teminat vermiş. İlki eve dönmek için bir fırsat bulmuş, ama ayrılmadan önce olağan bir veda görüşmesi yapmış ve diğerlerinin yanı sıra alacaklısına gitmiş. Bu vedaya, şuna benzer bazı sözler eşlik etmiş: “Atalarımın yurduna dönmeyi düşünmek kalbimi ısıtıyor ama bu ülkeden sana karşı yükümlülüklerimi yerine getirmeden ayrılacağımı hatırladığımda sevincim nasıl da hüzne dönüşüyor.” “Seni üzecek tek şey buysa,” diye yanıtlamış cömert yerli, “bunu yakında halledebiliriz.” Böyle diyerek çekmecesine gitmiş, içinden bonoyu çıkarmış ve onu parçalara ayırmış. Bu tür eylemleri eğitimsiz doğanın kendiliğinden ürünleri olarak değil, sıklıkta ortaya çıktıklarında ahlaki eğitimin sonuçları olarak görüyorum. Ahlaki, sosyal ve medeni etki bakımından farklı konumlardaki insanların konuyla ilgili çokça düşünce ile birlikte biraz kapsamlı bir gözlemi beni bu görüşe getirdi: Akıl ve duygunun doğal donanımları, dolaylı olarak Tanrı’nın armağanıdır; ama herkese hakkını vermek gibi vicdani bir alışkanlık, fakirlere şefkat göstermek ya da eşitlere cömertlik göstermek bir kazanımdır.
İKINCI BÖLÜM
Çinli Kadınlar
Çinli bir kadının yüzü, yüzünün genişliği ve ağzının, burnunun ve gözlerin küçüklüğü ile ayırt edilir; öyle ki, erkekte olduğu gibi yüz hatları normalken, belirgin bir dalgınlık hali ya da en azından bir ifade eksikliği gibi yorumlanabilecek bir hal söz konusudur. Bir tiyatroda, ön galeride bir araya geldiklerinde yüzlercesini izledim ve gördüğüm her yüzün yol açtığı düşünce bu oldu. Beyaz tene duyulan hayranlık o kadar yaygındır ki pek çoğu, bakanın zihnindeki boşluk hissini artıran sanat uygulamalarıyla doğanın kusurlarını gidermeye yardımcı olur. Ancak kötülük ya da iyi mizaç gözlerinde parıldadığında ve basit yüz hatları bir gülümsemeyle eridiğinde, eksiklik artık hissedilmez.
Çinli bir kadının gülümsemesi anlatılamayacak kadar çekicidir. Bir eşin ya da metresin seçtiği nesne üzerine zevk ve gönül rahatlığı duyguları ışıldadığı zamanlar dışında nadiren böyle bir şey görürüz. Kaş bazen incedir ve ince kemerlidir, bu da güzelliğin en yüksek noktalarından biri olarak kabul edilir ve bize klasik hikâyenin Güzellik Kraliçesi’ne adadığı mükemmelliklerden bazılarını anımsatabilir. Yüze profilden bakıldığında çeneden alnın en üst noktasına kadar uzaklaşma gibi bir şey görülür ya da teknik bir dille konuşursak Çinli kadınlarda yüz açısı bizimkine göre daha azdır. Bir keresinde, sözleri ve gülümsemesiyle etrafındaki herkesi neşelendiren bir kadına vurulduğumu hatırlıyorum. Teninin makyaja ihtiyacı yoktu, hatları çok düzgündü ve dişleriyse bir inci dizisi gibiydi. Nezaket ve iyi huylar, yüzünün her yerine tarifsiz bir güzellik vermişti. Gözlerim tatmin oldu, ta ki yandan şöyle bir bakıp da birdenbire tüm çehresindeki bu durgunluğunu fark edene kadar… İşte o zaman hayran olduğum kişinin o olduğuna kendimi ikna etmem zor oldu.
Çinli kadınlar, neredeyse kafa biçiminde ve yüz hatlarında olduğu kadar kişinin genel hatları bakımından da Kafkas ırkından farklıdır. Geniş kalçaların ve dik göğüslerin zarif kıvrımlarını (hem doğanın hem de sanatın, anlayışın ve kalbin en yüksek saflık düzeyine ulaştığı uluslar arasında istisnai bir şekilde kadınsı olarak damgalamak için bir araya getirdiği özellikler) burada göremiyoruz. Çinli kadınların elbisesi (belki de dünyadaki en çekici elbisedir) iyi bir figürün bu özelliklerini gereksiz kılıyor. Omuzların düşük olması bir lütuf olarak kabul edilir; erkeğin aksine kadınlara özgü bir nitelik. Yurttaşlarının bu konudaki fikirlerini açıklayan bir Çinli, erkeğin bu özelliğinden bahsederken omuzlarını silkiyor ve bunları kadınlığın ne olduğunun göstergesi olarak ağzından kaçırıyor.
Tuhaf bir şekilde işlenmiş bir yaka, boynu çevreler ve bir merkezden olduğu gibi aynı noktadan gevşek bir şekilde yelek sarkar ve bu nedenle omuzların bu hayranlık uyandıran çöküşünü destekler. Kollar genellikle iyice kıvrılmıştır ve bu nedenle doğal güzelliğin sergilenmesi için boynun yerini alır. Elbise kolları işlemeli kenarlıklarıyla, kısa ve büyüktür; öyle ki, hafif bir kol hareketiyle büyük kısmı görülebilirken muhteşem dikiş işçiliği açık ten ve yuvarlak şekli ortaya çıkarmaya yardımcı olur. Parmaklar uzundur ve gittikçe incelir, uçları uzun tırnaklarla süslüdür ve uzunlukları, bizim en çok neyin yakışmakta olduğuna dair fikrimize uymaz. Tırnak uzatmanın iki sebebi var gibi görünüyor: Tırnak, parmağın ucunun genişlemesini ve tırnağın ondan ayrıldıktan sonra genişlemesini önler. Tırnağın her iki yanındaki oyuk çok derindir, bu nedenle kenarlarının bükülmesinden başka hiçbir sınırlayıcısı olmayan tellerle gerilmiş bir alet olan Tsing çalmak için yapay bir pirinci bu şekilde tutturabilirsiniz. Bu oluk bana derin geldi ama bu tuhaf mızraplar, az önce bahsettiğim alete uygulandığında parmağımda bir an bile durmazdı. Etki sevgisi – gitarın veya arpın varlığının kullanımlarını bir zorunluluk haline getirmediği bazı durumlarda – parmakların her birine gümüş uçlar takmaya teşvik eder. Bütün bunlarda onları kolayca affedebiliriz. İnsan doğası bir yandan mükemmelliklerini sergilemeyi, diğer yandan da sanatın buluşlarıyla onları yüceltmeyi sever.
Ama onlarla asla anlaşamayacağımız bir konu var, o da ayağı yok etme uygulaması. Zengin adamın kızının ayağı beş yaşında o kadar sıkı bir şekilde bağlanır ki, halk arasındaki tabirle, bütün ayak öldürülür. Ayak tabanı, ufak kızın boyunu artırmak için bacak ile bir çizgi halinde bastırılırken, ayak parmaklarından ikisi tabanın altına doğru bükülür, böylece genişliği sadece en küçük boyutta olabilir. Böyle bir sürecin acısını tahmin etmek zor olurdu ancak yaklaşık altı hafta sürdüğü söylenir. Sanırım tüm parçaların boşa gitmesi ve işlevlerinin çoğunun durması bütünü acıya karşı duyarsız hale getirir. Honam adasındaki tapınaktan sorumlu kişi, kız kardeşinin ayağının tabanında veya daha doğrusu alt ve daha orta kısımlarında çok fazla acı çektiğini belirttiğine göre, acıya karşı bu duyarsızlık belki de dış kısımlarla sınırlıdır. Bu ayağı yok etme uygulamasını ahirette benzer kötülüklerin bekleyip beklemediğine dair bazı sorulara hayır diye cevap verdi ve o, hükmüne güvenilebilecek zeki bir kimseydi. Hastanelere sağlık ve şifa bulmak için gelen kalabalığın arasında, hastalıkları bu kaynağa isnat edilebilecek kimseyle henüz karşılaşılmadı. Bu ilginç bir gerçektir ve bizi bu hastalıklı organın anatomisini daha yakından tanımaya (doğanın, böylesine büyük bir felaketin baskısı altında, atardamar ve sinir sistemi arasındaki ilişkiyi nasıl sürdürdüğünü ve uzvun bundan maddi olarak zarar görmesini nasıl engellediğini görebilelim diye) yöneltebilir.
Bacağın baldırını oluşturan kasların gelişimi, kontrol edilen uzuv, sonuç olarak, herhangi bir yükselme veya bükülme olmaksızın yuvasından ayağa doğru incelir. Bu, kadının dizinin erkeğin dizi gibi çıkıntılı olmadığını ve çok korunduğunu ve böylelikle acı çekmeden uzun süre diz çökebileceğini söyleyen Çinliler tarafından güzelliğin mükemmelliği olarak kabul edilir. Ayağın doğal boyutunu korumasına izin verildiğinde, ayağın uzunluğu uçtan uca belki daha azdır. Ama bu, kas biçimsizliğini uyaran egzersiz eksikliğinden mi yoksa işlevsel bozukluk sebebiyle besin eksikliğinden midir bir şey diyemem; ama birincisinin gerçek neden olduğundan şüpheleniyorum. Aksi takdirde durum, körelmeyle tamamen yok olana kadar gitgide daha kötü olacaktır.
Bu ve bir sonraki gravür, doğal ve yapay ayak arasındaki boyut farkını göstermek için belirli bir ölçekte çizilmiştir.
Beş santim uzunluğundaki bir ayak, bir Çinlinin doğanın ve dilin sağlayabileceği en değerli sıfatları bolca kullandığı idolüdür. Ama güzellikleri bütünüyle idealdir çünkü dış derisi soyulduğunda, geriye bir çamaşırcı kadının elinin sabun ve suda uzun süre yumuşadıktan sonraki derisine benzeyen, cansız bir örtü yığını kalır. Görünüşü övgümüzü değil merhametinizi harekete geçirmeye uygun; bir deformasyon yığınına dönüşen güzel bir uzuvdur! Çinli bir kadının ayağını görme düşüncesi bir tebessüme sebep olabilir ama sanırım en neşeli bile olsa gevşemiş bandajlar, acı gerçeği gözlerimize ifşa ettiğinde gülmemek için kendimi tutabilirim. Ama fantezi, rolünü o kadar iyi oynamıştır ki erkekler tarafından nadiren görülen ya da belki de hiç görülmeyen bu mahvolmuş doğa parçası, kadın güzelliğinin en önemli unsuru olarak görülüyor. “Yerli bir kadının ayağı,” dedim Çinli bir tanıdığıma, “çok güzeldir, bu yüzden onu bozmak ne kadar da yazık.” Bu iltifata büyük bir memnuniyetle gülümsedi ama bunun yalnızca yürüyüşü engellediğini itiraf etti: “O kadar iyi yürüyemiyorlar,” sözü, benim lehime verdiği taviz oldu. Bu organın gerçek halini bilemeyecek kadar kutsanmıştı ve bu nedenle hayranlığının hiçbir değeri yoktu. Gelenek, bu ufak ayaklara gözlerimi öyle bir alıştırdı ki Çinli bir kadın onsuz pek tamamlanmış gibi gelmiyor artık ama maskesinin düştüğünü görmek benim talihsizliğimdi ve bu yüzden ona sempati duyamadım. Bu küçük ayakla ilgili masonik bir gizlilik gibi bir şey olduğunu göstermek için, evin hanımı sargıları çözmeye başladığında hizmetçinin kızardığını ve yüzünü duvara çevirdiğini söylemem yeterlidir. Eski çağlarda hanımların yerlere kadar uzanan ve ayakları gözden uzak tutan uzun elbiseler giymeleri âdetti. Şairler yine de geleneğe uygun olarak küçük “altın zambakları” göklere çıkarabilir ve bir ayağın, bu uzunluktan üç kat daha uzun olan sadece altı santim olduğunu söylese ya da gerçekte yalnızca bir biçim bozukluğu olan güzelliğin mükemmelliği olarak adlandırsa da o şeyin ahlakı konusunda kayıtsız kalırdı. Umuyorum ki bu davranış yakında terk edilecektir. Yürürken diz eklemi bükülmez; dolayısıyla herhangi biri, sadece kalça ekleminin döner hareketiyle adım atıp diz ve ayak bileğini aynı pozisyonda sabit tutarak ülkenin çok beğenilen yapmacık yürüyüşünü taklit edebilir. Bu yürüyüş tarzını süslemek ve kabalığını hafifletmek için ister otursun ister ayakta olsun, beden her zaman farklı bir eğilim içine atılırken, kollar hem kendi özel zarafetlerini sergilemek hem de kişinin bütününe etki etmek için sürekli hal değiştirir. Bu kitapta gösterilen resimde tek bir düz çizgi bulunamaz. Her poz belli bir derecede eğrilik sergiler. Vücut, yürürken asla dik görünmemek için bir yandan diğer yana sendeler. Düz çizgiler ve diklikler, vücudun taşınmasını düzenleyen kurallar ve ayrıca resimsel güzellik kanunları tarafından yasaklanmıştır. Yelpazeyi neredeyse unutuyordum. Yelpaze, icat edildiği yer olan Çin’de konuşmada ya da oyunculukta belagatli olan her şeye güç veren bir hitap ve nezaketle kullanılır. Hafif bir sarsıntıyla kapatılan veya açılan yelpaze, kararlılığın gelgitlerine ve akışlarına bir şıklık verir. Sakinlik hislerine yumuşak bir sallanma eşlik eder. Yüzün önünde eğik bir şekilde tutulduğunda amaç, yarı umutsuz âşıktan rıza gösteren sevgi gülümsemesini gizlemektir. Böylece kalbin ve anlayışın tüm evrimleri boyunca onu takip edebiliriz, bunlar dışadönük insanı etkiler. Kullanımı çok erken başlar: Bir keresinde, elinde tüylü zarif bir yelpaze tutan kadını allayıp pullayan küçük bir kızla tanıştığımı hatırlıyorum. Ben yanından geçerken yanağını örtmek için yelpazeyi edepli bir şekilde kaldırdı. Ona doğru ilerlerken cazibesinin tam bir dökümünü yapmıştım ve bu yüzden çok güzel bir yüzün unsurları arasında benden saklayacak hiçbir şey yoktu. “Bu kadar etkilendiğim için,” dedim bir arkadaşıma, “onu cebime atasım geldi.” Alçakgönüllülüğün, ister gerçek ister yapmacık olsun, onu hoş kılan doğal bir çekiciliği vardır ve belki de bunların dışsal alışkanlıkları, zihin üzerinde sağlıklı bir etki yaratmadan asla uzun süre korunamaz. Çünkü kalbin dışsal davranışı etkilemesi gibi, aşağı taraf daha üstün olan üzerinde etkide bulunduğunda, daha düşük bir düzeyde olsa da dışsal davranış da kalbi etkiler. Böylece anne, kızını bu utangaçlıkla giydirerek daha çekici hale getirirken, yerli alçakgönüllülüğünün etkisini de güçlendirir.
Tutarlılık, saygı alışkanlığı ve sosyal duygu, kadın karakterindeki kolay tanınma ışığında kendini gösteriyor gibi görünüyor. Sırasıyla her biri için bir veya iki satır bir şeyler söyleyelim. Çin hikâyeleri, sınır tanımayan aşk örnekleriyle doludur. “Tek bir cennet var,” dedi kimsesiz bir bakire, annesiyle babası, sevgilisinin mezarında tuzlu gözyaşlarıyla günlerini geçirdiği için onu azarladığında, “ve işte o, benim için cennetti!” Derin kuyu ve akan nehir, genellikle kadın sevgisinin çözülmez doğasına melankolik bir tanıklık ederdi. “Sadece bir kişinin başına gelen o kişiyi başka birine teslim etmektense, onu suya atacağım ya da bir yulara asacağım.” En Yüce’nin kendi kendini öldürmeyi yasakladığını bilmeyen birçok kişinin böyle üzücü bir kararı olmuştur.
Antik Çin’in kutsanmış öyküleri, belki de bu türden bir değişmezlik hakkında aşağıdakilerden daha hoş bir örneğini sunmayacaktır. Hint Takımadaları arasındaki Hollanda yerleşimlerinden birinde, toplum içinde saygın bir beyefendi, çok sevdiği karısını kaybedince evi onun için yaşanmaz hale gelmiş ve bu yüzden evini terk ederek yoğun yas dönemini iyi kalpli dostların tesellileri arasında geçirmeye çalışmış. Tanıdıkları arasında, Çin mahallesinin meclis üyesi varmış. Bu adam memleketinin gerçek misafirperverliğini göstererek kederli kocayı akşam vakitlerini evinde Çin’in çok seçkin bazı sosyal oyunlarını oynayarak geçirmeye davet etmiş. Ev sahibi çocuksuz olduğu için yeğenini evlat edinmiş ve onu sevgi dolu bir ebeveynin tüm şefkati ve umutlarıyla büyütmüş. Ziyaretçi, genç hanımı bu ziyaretlerde sık sık görür ve ona olan düşkünlüğünü fark etmesinin üvey babasına iyi davranmaktan başka bir şey olmadığını hissedermiş. Nezaket sözleri kısa sürede aşk sözcüklerine ve tesadüfi bir tanışıklık sağlam temelli bir arkadaşlığa dönüşmüş. Amca neler olup bittiğini öğrenir öğrenmez, belki de yeğeni ve üvey çocuğu bir yabancıyla evlenirse adının silineceğini ve soyunun kesileceğini veya yabancı bir soya karışacağını düşünerek bu ziyaretlerin devam etmesini yasaklamış. Zorluklar çoğu zaman sadece harekete geçmek için teşvik edicidir ve bu nedenle âşık, genç kadının kız arkadaşlarından biri vasıtasıyla, amcasının “koruması”ndan kaçmasını tavsiye ettiği bir mesaj göndermiş. Kız, onun uğruna her türlü fedakârlığı yapmaya hazır olduğunu, ancak gücenmiş akrabalarının kendisine beddua edebileceklerinden korktuğunu ve bu nedenle gelemeyeceğini söylemiş.
Burada birleşmelerinin önüne etkili bir engel konmuştu ve amca, başarısız olma olasılığı olmadan amacını elde etmiş görünüyordu. Ama eyvah! Bütün planlarına rağmen küçükhanım ne ekmek yemiş ne de su içmiş ve bu kararında arkadaşları sadece şu çözüm yolunu bulana kadar ısrar etmiş: Bir yabancıyla evlenmek veya mezara gitmek ve kötünün iyisi olarak ilkini seçmek zorundaymış.
Amcanın ısrar ettiği ve kazandığı tek bir şart vardı ve o da şuydu: Yeğen, kendisi veya teyzesi ölünceye kadar koruyucu ailesinin yanından ayrılmamalıydı. Bu koşula uygun olarak koca, bir Çin konutunda ikamet etmek zorunda kaldı ve işte bu sözlerin yazarı, bir görüşme zevkini yaşadı. Gezilerimizden birinde bana flörtüyle ilgili bu küçük hikâyeyi nazikçe anlattı. Sonunda, ona nasıl bir arkadaş bulduğunu çok merak ettim. Çünkü diye düşündüm, kendi şahsi ziynetinden veya mahallenin küçük dedikodularından başka bir şey düşünmedikleri böyle tenha yerlerde yetişip büyüyen hanımlar, kendi zevklerinden başka bir şeyi asla düşünmezler; bu yüzden onun girişimleriyle ilgilenip ilgilenmediğini sordum. Şöyle cevap verdi: “Evet, ziyadesiyle ilgilendi. Onun düşüncesinden kaçan, bana ne zevk ne de acı verebilecek hiçbir şey yok.” Beyefendi yakışıklı biriydi ve hayatının baharındaydı. Hanımefendi kısa boyluydu ve kilisedeyken, modaya uygun bir tabirle, “mücevherlerle dolu”ydu. Kutsal evlilik müessesesinin sağlamış olduğu mutlulukla ve kalplerinde Tanrı’nın lütfuyla onları cennette sonsuz bir birlikteliğe hazırlamak için sonsuz derecede daha iyi olan şeyle uzun yıllar refah içinde yaşamalarını dilemede okuyucunun bana katılacağını düşünüyorum.
Amerika Birleşik Devletleri’nin bir yerlisi, eğitimin faydalarını hiç hissetmemiş olan, bu nedenle kendisinden daha yaşlı olanlardan dersler alarak bu duyguyu geliştirmeyi pek öğrenemeyen Çinli bir kadınla evlendi. Kadın, kocasının peşinden Amerika’ya kadar geldi ve ardından bir arkadaşımın efendisini ziyaret ettiği Makao’ya geri döndü. Döndüğünde, ona hayat arkadaşına karşı nasıl davrandığını sordum. Cevap “Büyük saygıyla,” oldu. Ve onun lehine olan bu tanıklığın şahidi de vardı; zira çifti Atlantik’in diğer yakasına taşıyan kaptan, daha önce böyle yolcularla hiç karşılaşmadığını, karısının kabindeki bir hostesin hizmetlerini gereksiz kıldığını ve kendi elleriyle her şeyi takdire şayan bir düzen ve titizlik durumunda tuttuğunu söyledi.
Bu kadının kısa hikâyesi, saygı duygusunun doğal bir hediye olduğunu gösteriyor gibi görünüyor ve her durumda ülkenin âdetleri ve kabul gören görüşleri tarafından el üstünde tutulsa da en olumsuz durumlarda bile kendiliğinden genişlemeye hazırdır. Yoksul insanlar arasında gördüğümüz her şey bu alışkanlığa bir göndermede bulunur; Ahaşveroş’un danışmanları tarafından tavsiye edilen yasanın, Çin’de düşük seviyedekiler arasında olduğu kadar, örf ve geleneğin yetkili hükümlerine rütbece daha yakın olanlar arasında anlaşıldığını ve neşeyle uygulandığını gösteren bir şey. Bununla birlikte bu itaatte ne ilkesel ne de uygulama bakımından aşağılık ya da anlamsız bir şey vardır, çünkü bir Çinli kadının edasında yalnızca özgürlük duygularıyla uyumlu bir heybet vardır. Sesinin tonu ve gözlerinin bakışı, hor görülmek için doğmadığının bilincinde olduğunu gösterir. Bazıları Çinli kadınların aşağılanmasından söz etmişler ve geçici ziyaretlerde gördükleri veya o ülkenin kıyılarında konuşurken duydukları şeylerde bu yönde bir görüşe izin verecek kanıtlar bulduklarını zannetmişlerdir. Buna şaşırmadım; zira bir yabancı, evin hanımının, kocasının dostundan nezaket görme hakkına sahip olmadığını gördüğünde ve bu yasaklamanın, en eski zamanların âdetleriyle kutsanmış ahlâk kuralları üzerine kurulduğunu unuttuğunda, onun hafife alındığını ve Çinlilerin bu kadar çiçekli isimlerle dekore ettiği dairelerin bir tür hapishane olduğunu düşünmeye çok yatkındır.