Sadece LitRes`te okuyun

Kitap dosya olarak indirilemez ancak uygulamamız üzerinden veya online olarak web sitemizden okunabilir.

Kitabı oku: «Yavuz Sultan Selim’den Halife Abdülmecit’e Yedi İklimin Sultanları Osmanlı Halifeleri», sayfa 3

Yazı tipi:

Vergi ve Toprak Sistemini Düzenledi

Hz. Ömer döneminin başlarında Müslüman olmayanlardan alınan cizye, Medine’deki Müslümanlara dağıtılmaya devam edildi. Ayrıca ticaret mallarına vergi konuldu ve yeni fethedilen toprakların dağıtılmamasına, bu topraklardan alınan haraç vergisinin vakıf olarak kalmasına karar verildi. Bu toprakların gelirlerinin de Haşr Suresi’nin 7 ila 10. ayetleri gereğince bütün Müslümanlara dağıtılması için 636 yılında divan teşkilatı kuruldu. Aynı dönemde nüfus kayıt sistemi de oluşturuldu. Böylece Medine’den başlanarak Kufe, Basra, Suriye ve Mısır’da yaşayan bütün Müslümanlar, üç kişilik bir heyet tarafından divan defterlerine kaydedilerek, Hz. Peygamber’in mensup olduğu Kureyş Kabilesi’nin Beni Haşim kolundan hareketle beytülmal denilen hazine gelirlerinin harcamaları bir sisteme bağlandı. Divan defterlerinde ayrıca kimlere hangi miktarda yardım yapılacağı da kayda alındı. Yapılacak yardımlarda, kişinin ne zaman Müslüman olduğu, Müslümanlığa yaptığı hizmetler ve Hz. Muhammed’e yakınlığı gibi ölçütler dikkate alındı. Medine’de Hz. Ömer’in, taşrada ise valilerinin dağıttığı yardımlardan yararlanmanın öncelikli şartı Müslümanlarla bütünleşmek ve cihada katılmak idi. Aksi takdirde yardım yapılmıyordu.

Hz. Ömer, fetihle ele geçirilen toprakları eski sahiplerine bırakmıştır. Bu topraklarda tarıma devam edilmesini, arazilerin ekilip verimli hâle getirilmesini, üç yıl üst üste ekilmeyen toprakların geri alınmasını istemiş, ziraatın gelişmesi için tedbirler almış, kıraç bir araziyi tarıma elverişli hâle getiren kişinin bu toprağın sahibi olacağını belirtmiştir.

Devletin, Müslüman olmayanlardan aldığı vergi karşılığında onları koruma yükümlülüğü söz konusu idi. 630 yılında gönderilen cizye ayeti, geniş bir coğrafyada yaşayan Yahudi, Hristiyan ve Mecusiler gibi gayrimüslim halka uygulanmıştır. Ayrıca çocuklardan, kadınlardan, fakirlerden, mabet gelirleriyle geçinen din adamlarından ve sonradan Müslüman olanlardan da cizye alınmamıştır. Devletin koruma görevini yerine getiremediği durumlarda toplanan vergi iade edilmiştir. Bunun bir örneğini, Suriye Valisi Ebu Ubeyde b. Cerrah vermiştir. Humus halkını Bizans’a karşı koruyamayacağını anlayan vali, şehri terk etmek zorunda kaldığında, halktan topladığı cizyeyi iade etmiştir. Aynı uygulama Suriye’nin diğer şehirlerinde de yapılmıştır. Bu durum, halkın Bizans’a karşı Müslümanlara yardım etmesine yol açmıştır.

Cizye miktarı kişilerin ve bölgenin gelirine göre belirlenmiştir. Örneğin Irak’ta 12, 24 ve 48 dirhem, Suriye ve Mısır’da önceleri 20 dirhem, sonraları 40 dirhem ile bir miktar yiyeceği kişi başı yıllık vergi miktarı olarak kararlaştırmıştır. Bazı yerlerde de halktan ayrı ayrı vergi toplamak yerine, yıllık olarak müşterek cizye alınmıştır. Cizye ödemek istemediklerini söyleyen Hristiyan Beni Tağlib Kabilesi’nden bu vergi yerine iki kat zekât vermeleri istenmiştir. Cizye miktarları, o bölgede geçerli olan para birimiyle belirlenmiştir. Vergiler bazı durumlarda hurma veya buğday olarak toplanmıştır.

Fethedilen veya eski sahiplerine bırakılan ekilebilir arazilerden yılda bir kez mutlaka vergi alınmıştır. Böylece toprakların boş bırakılarak verimin düşürülmesi engellenmiştir. Tarıma uygun olmayan arazilerden ve yerleşim yerlerinden ise haraç alınmamıştır. Bu çerçevede Osman b. Huneyf ile Huzeyfe b. Yemân’ın sorumluluğunda arazi tespiti ve ölçümü yaptırılmıştır. Tarıma uygun olmayan yerlerin hesaba katılmadığı tahrir işlemleri sonucunda Irak’ta 36 milyon cerîb (bir cerîb 1366 m2’dir) yani 49.176 km² arazi kayıt altına alınmıştır. Hz. Ömer, parada olduğu gibi ölçüde de mahallî hesaplama birimlerini esas almıştır. Irak ve Suriye’de cerîbi esas alırken (1 cerîb=1366 m²), Mısır’da feddanı (1 feddan=4200 m²) esas almıştır. Aynı şekilde vergi miktarlarının belirlenmesinde toprakların verimliliği, sulanabilirliği, tüketim merkezlerine ve pazarlara olan yakınlığı, ürünün cinsi gibi değişkenler dikkate alınmıştır. Bu arada vergi gelirlerinin adil bir şekilde toplanması için halktan güvendikleri bir kişi tespit etmeleri istenmiş, bu kişilerin işlemleri de her yıl Medine’ye davet edilen on kişiye sorulmuştur.

Hz. Ömer, Medine merkezli devletin sınırlarını sürekli genişletirken, sistemi de Kur’an’ın koyduğu ölçüleri ve Hz. Muhammed’in uygulamalarını esas alarak baştan başa kurgulamıştır. Devleti komutanlar ve valiler eliyle yönetmiştir. Hz. Ömer fethedilen yerleşim yerlerinde öncelikle cami yaptırılmasını emretmiş, bazen de fethedilen şehirlerdeki eski mabetleri tamamen veya kısmen camiye çevirtmiştir. Diyarbakır’daki Ulu Cami buna bir örnektir. Keza Şam’ın ortasında bulunan Yuhanna Kilisesi’nin yarısı Hristiyanlara bırakılmış, yarısı camiye dönüştürülmüştür. Kudüs gibi barış yoluyla ele geçirilen yerlerde ise eski mabetlere dokunulmamıştır. Burada Mescid-i Aksa’nın yeri tespit edilmiş ve buraya büyük bir cami yaptırılmıştır. Ayrıca ele geçirilen topraklarda yaptırılan camilerin yanına vali evi ve çarşı inşa edilmiştir. Fethedilen topraklarda kolonisazyon çalışması yapılmış ve ele geçirilen şehirlere Arabistan’ın çeşitli yerlerinden gelerek savaşa katılan askerler ve aileleri yerleştirilmiştir. Oluşan mahallelerde mescitler açılmış, böylece iki ayrı şehir profili ortaya çıkmıştır. Kudüs, Şam, Antakya ve İskenderiye gibi gayrimüslimlerin de yaşadığı şehirler dinlere göre mahallelere bölünürken; Basra, Kufe ve Fustat gibi yeni kurulan şehirlere; Arap Yarımadası’ndan fütuhat için gelen Müslüman Araplar, kabileler hâlinde yerleştirilmiştir.

Hz. Ömer, bir valiyi görev yerine gönderirken günümüzde mal beyanı dedikleri şekilde servetlerini tespit ettirir, görevi esnasında servetlerinde aşırı artış olanların durumlarını araştırtır, artan miktarın gayrimeşru yoldan elde edildiğine hükmederse bu valilerin servetlerinin bir kısmına el koyardı. Bu noktada, bütün görevlileri sıkı bir teftişe tabi tutardı. Bu konuyla ilgili olarak Medine kökenli Müslümanlardan Muhammed b. Mesleme’yi görevlendirirdi. Ayrıca teftiş maksadıyla tanınmayan kimseleri gizlice vilayetlere göndermekteydi.

Savaş Hukukunu Uygulardı

Kurumsal yapısı yeni yeni oluşan İslam Devleti’nde savaş öncesi, savaş esnası ve sonrasında nasıl davranılacağını belirleyen kuralları da Hz. Ömer temellendirmiştir. Savaş onun son tercihi idi. Savaştan önce karşı taraf ile iletişim kurularak onlara elçi heyeti gönderilmesini ve giden heyetin onları İslam’a davet etmesini kurala bağlamıştır. Karşı tarafın Müslüman olmayı kabul etmemesi durumunda cizye ödemelerinin teklif edilmesini, bu teklifi de kabul etmemeleri durumunda aralarındaki sorunun savaş yoluyla çözüleceğinin bildirilmesini istemiştir.

Ayrıca savaş esnasında kadınlara tecavüz edilmemesini, katliam yapılmamasını, kadın ve çocuklara dokunulmamasını emretmiştir. Verdiği emirlerin ordu tarafından uygulanıp uygulanmadığını takip edebilmek ve ayrıca ordu komutanlarına süratli bir şekilde haber ulaştırabilmek için yollara menziller yaptırmıştır. Bu menzilleri aynı zamanda valilerinden düzenli rapor almak için de kullanmıştır.

Hz. Ömer döneminde ordunun ihtiyacı merkezden karşılanıyordu. Aynı dönemde askerlerin adlarının divan defterlerine yazılması işlemi de başlatıldı. Böylece zorunlu askerlik ve düzenli orduların kurulması sağlandı.

Onun döneminde yapılan bir önemli iş ise tarım arazilerinin sulanması için bentler ve kanallar inşa edilmesi olmuştur. Böylece kurak dönemlerde tarlaların sulanması sağlanarak rekolte düşüklüğünün önüne geçilmeye çalışılmıştır.

İslam tarihinde ilk hapishane Hz. Ömer zamanında kurulmuş ve bunun ardından ceza çeşitleri ve miktarlarında da değişiklikler yapılmıştır.

Adalet Onun Alametifarikası Olmuştur

Hz. Ömer, Hz. Ebu Bekir döneminde kadılık görevini yürütürken, kendi döneminde de kadılık görevini düzenledi. Önceleri valiler tarafından yürütülen bu görev için Basra, Şam, Filistin, Humus, Ürdün, Mısır ve Bahreyn’e, kendine doğrudan bağlı kadılar tayin etti. İslam tarihinde siyasi ve idari birçok uygulamayı ilk defa hayata geçiren Hz. Ömer , Ebu Musa el-Eş’arî’ye gönderdiği İslam hukuku ve yargılama usulüyle ilgili mektubu ve kendisine intikal eden davaları çözmede takip ettiği usül ile hukukta birçok yeni prensibi hayata geçirmiş, yargılama usulünün temellerini atmıştır.

Hz. Ömer, İslam fıkhı tarihinde önemli bir yere sahiptir. Hz. Muhammed’in çevresinde oluşan meclislerde ileri sürdüğü isabetli görüşleri nedeniyle Hz. Muhammed tarafından iltifatla karşılanmıştır. Yirmiye yakın meselede vahyin onun görüşlerine uygun biçimde gelmesi nedeniyle kendisi için “muvâfakâtü Ömer” tabiri kullanılmıştır. Böylece Allah’ın hükümlerinin ruhunu kavrama konusundaki özelliği vurgulanmak istenmiştir.

Fıkıh tarihinde en çok fetva veren yedi sahabeden biri olarak bilinen Hz. Ömer, bir konu hakkında yargı yürütürken önce Kur’an’a, sonra sünnete, ardından da kendi görüşüne başvururdu. Hz. Ömer, sünneti ikinci hüküm kaynağı olarak kabul edip hüküm yürütmede sünnete başvurmasına rağmen çok sayıda hadis rivayet edilmesine taraftar olmamış, değişik bölgelere gönderdiği irşat heyetlerine, Kur’an eğitimine öncelik verip çok fazla hadis rivayet etmemelerini telkin etmiş ve bu arada çok hadis rivayet eden bazı sahabileri de uyarmıştır. Onun bu davranışı, hadis rivayeti konusunda kötü niyetli kişilerin hadis uydurma teşebbüslerini önlemek, Kur’an eğitiminin yerleşmesini sağlamak ve Kur’an ile sünnetin birbirine karıştırılmasını önlemek gibi gerekçelerle açıklanmıştır. Hz. Ömer çoğu fıkhi konularla ilgili olmak üzere beş yüzün üzerinde hadis rivayet etmiştir. Hz. Ömer’in rivayet ettiği hadisleri Ebu Bekir, “En-Neccâd Müsnedü Ömer b. el-Hattâb” ve İbn Şeybe, “Müsnedü emîri’l- mü’minîn Ömer b. el-Hattâb” adlarıyla bir araya getirmiştir.

Kur’an ve sünnette hükmü bulunmayan yeni konuları İslam fıkhında rey denilen ilke uyarınca kendi görüşüne başvurarak hükme bağlayan Hz. Ömer, Ebu Musa el-Eş’arî’ye ve Kâdî Şüreyh’e gönderdiği mektuplarda onları da kendi görüşleriyle karar oluşturmaya teşvik etmiştir. O devirde rey, kitap ve sünnette hükmü açıklanmayan meselelerin naslardan çıkarılan prensipler ışığında çözüme kavuşturulması anlamında kullanılıyordu. Reye verdiği önem sebebiyle Hz. Ömer’in “ehl-i rey’’ adıyla bilinen fıkıh ekolünün oluşmasında çok etkili olduğu kabul edilir. Irak’ta ortaya çıkan bu ekole Hz. Ömer’in etkisi, onun en yakın müşavirlerinden Hz. Ali ve Abdullah b. Mes’ud vasıtasıyla olmuştur.

Onun, Kur’an ve sünnette hüküm bulamadığı konularda Hz. Ebu Bekir’in görüşüne başvurduğu, bununla birlikte her zaman onunla aynı görüşü paylaşmadığı bilinmektedir. Nitekim Hz. Ebu Bekir, kendisinden sonra halife olacak kişiyi veliaht tayin etmek suretiyle belirlemeyi uygun gördüğü hâlde Hz. Ömer halife olacak kişinin seçimini şura meclisine bırakmıştır. Hz. Ömer’in başta Hz. Ali olmak üzere, Osman, Abdurrahman b. Avf, Muâz b. Cebel, Übey b. Kâ’b ve Zeyd b. Sabit gibi sahabenin ileri gelenlerinden oluşan bir istişare meclisi bulunmaktaydı. Şura içtihadı yoluyla ortaya çıkan ihtilafsız hükümler bütün Müslümanların uyduğu kurallar olarak kabul görmüştür. Kendi görüşü ile ulaştığı kararlardan gerektiği zaman dönmekten çekinmeyen Hz. Ömer bu konuyu Ebu Musa el- Eş’arî’ye gönderdiği mektupta şöyle ifade etmiştir:

“Bugün verdiğin, daha sonra tekrar düşünüp yanlış olduğunu anladığın bir hüküm seni hakka dönmekten alıkoymasın.”

Fıkıh tarihinde ehl-i rey yanında, ehl-i hadis adı verilen ekolün gelişiminde de Hz. Ömer’in katkısı olmuştur. Sahabe nesli müctehitlerinin başında Hz. Ömer bulunduğu için onun hem kendi döneminde hem de sonraki dönemlerde yaşayan farklı ekollere mensup müctehitler üzerindeki tesirleri derin olmuştur. Bazı fakih sahabiler, Hz. Ebu Bekir ile Ömer’in ittifak ettiği görüşleri diğer sahabilerin görüşlerine tercih etmiştir. Fıkıh usulünde de Hz. Ebu Bekir ve Ömer’in görüşlerinin hüccet olup olmadığı üzerinde durulmuş ve farklı görüşler ortaya konmuştur.

Teravih Namazı Onun Döneminde Camide Kılınmaya Başlandı

635 yılında Mescid-i Nebevi’de ilk defa cemaatle teravih namazı kılınmasını emreden de Hz. Ömer olmuştur. Namaz için kadın ve erkeklere iki ayrı imam tayin etmiştir. Mescid-i Haram’ı da çevredeki bazı evleri istimlak ederek genişletmiş, etrafını göğüs hizasında bir duvarla çevirtmiş, meşalelerle aydınlatmış ve bazı rivayetlere göre sel sularının Kâbe’nin duvarına kadar sürüklediği Makam-ı İbrahim’i eski yerine koydurtmuştur.

638 yılında yaptığı umre sırasında Mekke-Medine arasındaki su kaynaklarında misafirhane yapmak, yeni kuyular açmak ve mevcutları temizlemek isteyen kabilelere, hac ve umre yolcularının öncelikle faydalanmaları şartıyla izin vermiş, Şam-Hicaz arasında da benzer tedbirleri almıştır. Medine’de bir misafirhane yaptırmış, ayrıca Kufe-Hire arasındaki bir konağın misafirhane olarak kullanılmasını istemiştir.

Aynı dönemde çocukların eğitimi için öğretmenler görevlendirmiş ve çocuklara Kur’an-ı Kerim, okuma yazma ve Arap dilinin kurallarının yanında, ensab bilgisi, şiir, darbımesel, yüzme, binicilik ve atıcılığın öğretilmesini istemiş, bu konuda valilere emirler göndermiştir. Ayrıca Kur’an-ı Kerim öğrenen çocuklara beytülmaldan maaş bağlamıştır. Onun döneminde eğitim öğretim hizmeti açısından köle veya hür ayrımcılığı yapılmamıştır.

O dönemde Müslüman olmayanların inançlarına saygı gösterilmiş, Mecusilerin ateşgedeleri, Hristiyanların kiliseleri, Yahudilerin havraları korunmuştur. Diğer taraftan Hz. Ömer, Müslüman olmayanların uyacakları bazı esasları da belirlemiştir. Buna göre gayrimüslimlerin bellerine, kilise rahiplerinin taktıkları kuşak gibi zünnar takmaları, başlarına çizgili başlık giymeleri emredilmiştir. Müslümanlar ile gayrimüslimlerin sokakta ayırt edilmesi için bu zorunluluk getirilmiştir.

HZ. OSMAN (644-656)

577 yılında Taif’te doğdu. Emevi Kabilesi’ne mensuptur. Babası Affan, Mekke’nin en zengin tüccarlarındandı.

O da Mekkeli birçok genç gibi ticaretle gençlik yıllarında tanıştı. Babasının da zenginliği nedeniyle işlerini büyüterek Mekke’nin sayılı zenginleri arasına girdi. Hz. Ebu Bekir’in daveti ile İslam inancını benimseyen ilk on Müslüman’dan biri oldu. Mekke’nin ileri gelenlerinden olması nedeniyle onun İslam’a geçmesi Mekke’de büyük yankı uyandırdı. Onun Müslümanlığı benimsemesine, tıpkı Hz. Muhammed’in amcası Ebu Leheb gibi amcası Hakem b. Ebü’l-Âs karşı çıktı. Ellerini bağlayıp eski inancına dönene kadar çözmeyeceğini söyleyen amcasına kararlılıkla direndi. Sonunda amcası ellerini çözmek zorunda kaldı. Annesi de aynı şekilde onun Müslüman olmasından büyük rahatsızlık duydu. Annesinin uğraşları da sonuç vermedi. İnancında sebat eden Hz. Osman, 615 yılında Hz. Muhammed’in kızı Rukiyye ile evlendi ve aynı yıl eşiyle birlikte Habeşistan’a hicret etti. Habeşistan’da bir yıl kalan Hz. Osman, daha sonra Medine’ye hicret etti.

Sahip olduğu mal varlığını İslam’ın yayılması için harcayan Hz. Osman, Medine’ye hicret ettikten sonra muhacirlerin ev sahibi olmaları için maddi yardımlarda bulundu. Hz. Muhammed, Medine döneminde onu, evinde misafir kaldığı ensardan Evs b. Sabit ile kardeş ilan etti ve Medine’de muhacirlere ev yapmaları için yer tahsis ettiğinde ona Mescid-i Nebevi’nin, kendisinin girip çıktığı kapısının karşısına düşen arsayı verdi. Hz. Osman, eşi Rukiyye’nin hastalığı nedeniyle Bedir Savaşı’na katılamadı. Savaşın kazanıldığı haberi Medine’ye ulaştığı gün Rukiyye vefat etti. Hz. Muhammed, onu da Bedir Savaşı’na katılan Müslümanlardan sayarak kendisine ganimetten pay verdi. Daha sonra da onu 624 yılında diğer kızı Ümmü Gülsüm ile evlendirdi. Ümmü Gülsüm de 630 yılında vefat etti.

Hz. Muhammed, 624 yılında Gatafanoğulları Kabilesi’ne karşı Zuemer Gazvesi’ne ve Enmar, Salebeoğulları kabilelerine karşı 625 yılında Zatürrika Gazvesi’ne gittiğinde Medine’de yerine vekil olarak Hz. Osman’ı bıraktı. Hz. Osman, 628 yılında imzalanan Hudeybiye Antlaşması öncesinde onun elçisi olarak Mekke’ye gitti. Kureyş liderlerinin, istediği takdirde Kâbe’yi ziyaret edebileceğini söylemeleri üzerine Hz. Peygamber’e izin verilmediği sürece kendisinin de ziyaret etmeyeceğini bildirdi. Kâbe ziyaretine müsaade edilmesini sağlamak için görüşmelerini ısrarlı bir şekilde sürdürdü. Dönüşünün gecikmesi üzerine kendisini bekleyen Müslümanlar arasında öldürüldüğü şayiası yayılınca Hz. Muhammed, sahabelerden, müşriklere karşı savaşa girmek şartıyla biat aldı. Biat sırasında, “Osman, Allah ve resulünün emrini yerine getirmek için gitmiştir.” deyip sağ elini sol elinin üzerine koyarak onun adına biat ettiğini gösterdi. Hz. Osman, 630 yılında çıkılan Tebük Seferi sırasında ordunun silahlandırılması için başlatılan yardım kampanyasında en büyük yardımı yaptı.

Üçüncü Halifelik Şerefine Erişti

Hz. Muhammed’e gönderilen Kur’an ayetlerini kaleme alan vahiy kâtiplerinden olan Osman, Hz. Ebu Bekir döneminde de onun kâtipliğini ve müşavirliğini yaptı.

Hz. Ömer, Mescid-i Nebevi’de adalet arayan Ebu Lü’lüe tarafından ağır bir şekilde yaralandığında Allah tarafından cennetle müjdelenenlerden Hz. Osman, Hz. Ali, Hz. Abdurrahman b. Avf, Hz. Sa’d b. Ebu Vakkas, Hz. Talha b. Ubeydullah ve Hz. Zübeyr b. Avvâm’ı, üç gün içinde aralarından birini halife seçmek üzere görevlendirmişti. Hz. Ömer’in vefatından önce başlayan değerlendirme, onun ölümünden sonraya ertelendi. Hz. Ömer’in vefatından sonra yapılan ikinci toplantıya, Medine dışında olması nedeniyle Talha b. Ubeydullah katılamadı. Halifelik talebinden feragat ederek görüşmelere hakemlik eden Abdurrahman b. Avf, üyelerin her biriyle ayrı ayrı, uzun görüşmeler yaptı. Ayrıca Medine halkının ileri gelenlerinin de görüşlerini aldı. Medine’de bulunan vali, komutan ve kabile reisleriyle istişarede bulundu. Üç gün süren bu değerlendirmenin ardından, dördüncü gün sabah namazından sonra kararını açıklamak üzere halkı Mescid-i Nebevi’ye davet etti. Önce Hz. Ali’yi, daha sonra Hz. Osman’ı yanına davet edip ikisinden de Allah’ın kitabına ve peygamberin sünnetine uyma, ayrıca Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer’in siyasetini takip etme konularında güvence istedi. Hz. Ali’nin “Gücümün ve bilgimin yettiği kadar…” şeklindeki cevabına karşılık Hz. Osman’ın tereddütsüz cevabı üzerine Hz. Osman’ı halife ilan ettiğini açıklayıp ona biat etti. Daha sonra Hz. Ali ve mescitte bulunanlar da ona biat etti.

İslam Toprakları Genişlemeye Devam Etti

Hz. Osman’ın döneminde İslam orduları fetihlerini sürdürdü. Horasan’ın bir kısmı, Hamedan ve Kirman başta olmak üzere; Merv’e kaçan Sasaniler’in son hükümdarı Üçüncü Yezdicerd’in 651 yılında öldürülmesiyle İran toprakları tümüyle ele geçirildi. Aynı yılın ikinci yarısından sonra Ahnef b. Kays, Kirman üzerinden Horasan’a girerek tarihte Toharistan olarak geçen günümüzde Afganistan toprakları içinde kalan bölgeyi ele geçirdi. Onu gönderen Basra Valisi Abdullah b. Âmir de Nişabur’u alarak devletin sınırlarını Hazar Denizi’ne kadar genişletti. Bugünkü Afganistan sınırları içinde kalan bazı şehirler kısa süre içinde zapt edildi. Aynı dönemde Ermenistan, Gürcistan, Dağıstan ve Azerbaycan toprakları da ele geçirildi. Erdebil merkez olmak üzere Azerbaycan’ın çeşitli şehirlerine birlikler yerleştirildi.

İslam Devleti’nin enerjisinin yoğunlaştığı bu dönemde Mısır’dan sonra Kuzey Afrika’da fetihlere devam edildi. 646 yılında Amr b. Âs’ın yerine Mısır’a vali tayin edilen Sa’d b. Ebu Serh, tarihte İfrikiye olarak anılan Tunus’a kadar uzanan Kuzey Afrika topraklarını fethetti. Daha sonra da iç kesimlere yönelen İslam orduları, bugünkü Sudan’a kadar uzanan Afrika topraklarını ele geçirip, burada kurulu bulunan Makarra Krallığı’nı egemenliği altına aldı.

Devletin sınırları Akdeniz kıyılarına dayandığında İslam dünyası denizcilikle de tanıştı. Bizans’tan ele geçirilen tersanelerden yararlanılarak donanma oluşturuldu. Böylece daha önce Hz. Ömer’i ikna edemeyen Şam Valisi Muaviye, Hz. Osman’ın izniyle 649 yılında Kıbrıs’ı vergiye bağladı. 650 yılında da Suriye sahillerine yakın Arvâd Adası alındı. İki yıl sonra Akdeniz’i bir Arap denizi hâline getirmek için Sicilya ve Rodos adalarına seferler düzenlendi. Daha önce barış yoluyla vergiye bağlanan Kıbrıs Adası, vergisini ödememesi nedeniyle 654 yılında savaş yoluyla ele geçirildi ve adaya on iki bin asker yerleştirildi. Bu dönemde İslam Devleti en büyük deniz zaferini Bizans donanmasına karşı kazandı. Beş yüz gemilik Bizans donanmasına karşı iki yüz gemilik İslam Devleti donanması Antalya’nın Finike ilçesi açıklarında “Zâtü’s-savârî’’ diye anılan büyük bir zafer kazandı. Böylece Akdeniz’in doğusu İslam Devleti’nin kontrolüne geçti.

Kazanılan savaşlar ve genişleyen topraklar toplumdaki refahı arttırdı. Artan refah, beraberinde paylaşım kavgasını da getirdi. Bu nedenle Hz. Osman’ın yönetiminin ilk altı yılı sakin geçerken, ikinci altı yıllık devresinde sıkıntılar yaşandı. 650-656 yıllarını kapsayan ikinci dönemde halkta hoşnutsuzluklar başladı. İslam’daki siyasi ayrışmalara neden olan olaylar da bu şikâyetlerle başladı.

Yaş sınırı:
0+
Litres'teki yayın tarihi:
11 temmuz 2023
Hacim:
9 s. 16 illüstrasyon
ISBN:
978-605-121-523-5
Yayıncı:
Telif hakkı:
Elips Kitap
Ses
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin PDF
Ortalama puan 5, 1 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 4,5, 8 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 4,6, 28 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 5, 2 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 4, 1 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 2,6, 5 oylamaya göre