Sadece LitRes`te okuyun

Kitap dosya olarak indirilemez ancak uygulamamız üzerinden veya online olarak web sitemizden okunabilir.

Kitabı oku: «Sabatay Sevi»

Yazı tipi:

BAŞLARKEN

Sabatay Sevi, miladın on yedinci asrı ortasında, yani zamanımızdan üç yüz sene kadar evvel Türkiye’de büyük bir sosyal ve siyasi hareket meydana getirmiş ve yalnız bizim memlekette değil, bütün Avrupa’da dikkat çekmiş bir adamdır.

Dinî veya siyasi birtakım davalar güden birçok türediler gibi eğer o da hiçbir iz bırakmadan tarihe karışmış olsaydı, zamanında uyandırdığı merak ve heyecandan dolayı yine bir dereceye kadar incelemeye layık görülürdü.

Fakat Sabatay Sevi’nin kendinden sonra bıraktığı iz, hayatında uyandırdığı heyecan ve cereyandan daha mühimdir.

Hatırasını, pek sınırlı bir zümre içinde olsa bile, hâlâ dipdiri yaşatmaya muvaffak olan Sabatay Sevi’yi yalnız tarihî bir mevzu olarak değil, aynı zamanda sosyal bir zemin niteliğiyle de incelemek faydalıdır.

Bu adam memleketimizde yaşamış ve mühim bir iz bırakmış olduğu hâlde onun kim olduğunu, neler yapmak istediğini ve neler yapmaya muvaffak olduğunu; nasıl esaslara ve fikirlere dayandığını, macerasının nasıl başlayıp ne şekil aldığını ve üç yüz senelik tarihte bıraktığı izlerin ne gibi değişimlere uğradığını anlatan etraflı değil; kısaltılmış bir tek Türkçe eserimizin bulunmaması, hayrete layık kayıtsızlıklarımızdandır.

Ona dair “Sabbatai Zewi” başlığı ile 400 sahifelik Almanca felsefi ve resimli bir inceleme eseri yazan Josef Kastein’in eserine ilave ettiği bibliyografi incelenince görülüyor ki, şimdiye kadar muhtelif Avrupa dillerinde bu zat için yazılmış bağımsız kitapların sayısı elliden aşağı değildir. Gazete ve mecmuaların yayımladıkları makale ve etütler de bunun haricinde bulunuyor.

Fransız, İngiliz ve Alman dillerindeki büyük ansiklopediler de onu ehemmiyetle kaydederler. İslam Ansiklopedisi de kendisine Musevilikle İslamlık arasında ayrı bir mezhep kurmuş olmak sıfatı ile epeyce mühim bir yer ayırır.

Dilimizde bu zat ile kurduğu müessese hakkında ayrı bir kitap bulunmaması şöyle dursun, tarihlerimizin verdikleri bilgi de gayet kısaltılmış ve yüzeyseldir.

O zamanların vakalarını günü gününe kaydeden Raşit tarihi, onun yalnız Edirne Sarayı’nda ve Dördüncü Mehmed’in huzurunda Müslüman oluşunu beş altı satırlık bir ibare içinde haber vermekle yetiniyor ki bunun sureti aşağıda görülecektir.

Bir nüshası Köprülü Kütüphanesi’nde bulunan Nişancı Abdi Paşa’nın “Vakayiname”si de aynı hadiseyi on beş, yirmi satırlık bir özet hâlinde kaydediyor. Bunun da sureti belgeler arasında okunacaktır.

Fındıklılı Mehmed Ağa’nın sonraları basılmış olan “Silahtar Tarihi”nin birinci cildindeki kayıt da tamamıyla Abdi Paşa’nın Vakayiname’sinden alınmış gibidir. Birkaç kelime ve tabir değişikliğinden başka hususiyeti bulunmuyor.

Sonradan yazılan tarihler arasında benim tesadüf edebildiğime göre, yalnız Kâmil Paşa’nın “Tarihi Siyasi”sinde Avcı Sultan Mehmed zamanını anlatırken Sabatay Sevi’den, adını da yanlış yazmak suretiyle, on beş, on altı satırlık bir ibare içinde bahsetmektedir.

1924’te, Sabatayistlerden Karakaşzade Mehmet Rüştü, mensup olduğu zümrenin sırları hakkında birtakım ifşaatta bulundu. Onlara karşı yazdığı açık mektuplarla gazete yazarlarına verdiği mülakatlar, Vakit gazetesinde yayınlandı. Bunun üzerine yine bu zümre tarafından çıkarılan Vatan gazetesi “Tarihin esrarengiz bir sahifesi” unvanı altında bir seri tarihî makale yayınladı: On makaleden oluşmuş bu yazı dizisi, dilimizde Sabatay Sevi ve bilhassa zümresi hakkında ilk defa yayınlanmış bir inceleme eseri gibi sayılabilir. Ancak bu serinin yayınlanmasındaki maksat; Karakaşzade Mehmet Rüştü’nün, hâlâ yaşadığından ve devamından ısrarla bahsettiği zümre özellik ve geleneklerinin tarihe karışmış birer hurafe olduğunu ileri sürmekten ve işin bu cihetine herkesi inandırmak arzusundan ibaretti. O makalelerin hakikate hiç de uygun olmayan noktaları aşağıda gelecek olan tahlillerinden anlaşılacaktır.

Ondan sonra birkaç haftalık gazetede Sabatay Sevi hakkında bazı dağınık yazılar yayınladılar. Mesela Resimli Dünya ve Resimli Gazete, bazı dikkate şayan yazılar yayınlamışlardı. Ve Son Saat gazetesi “Dönmelik Nasıl Çıktı, Nasıl Gelişti?” başlığı altında güya tarihî olmak iddiasıyla uzun bir yazı dizisi tutturdu.

Memleketimizde bu mevzuya dair ilmî bir mahiyet taşıdığı sayılabilecek eser, Profesör Abraham Galante’nin 1935’te, İstanbul’da Fransızca olarak basılan 125 sahifelik kitabıdır sanıyorum. Bu kitap, “Sabatay Sevi Hakkında ve Mensuplarının Teşkilatı ve Âdetlerine Dair Yeni Belgeler” ismini taşır. Onda, doğuda Sabatay Sevi’ye ait İbranice, İspanyolca, Rumca ve Ermenice eserlerin ve belgelerin isimleri ile bir kısmının suretleri de vardır.

Ben “Meşhur Adamlar Ansiklopedisi”ni hazırladığım sırada, Sabatay Sevi’ye ait malumatı bizim tarihlerle Avrupa ansiklopedilerinde aramakla beraber, ona ait gravürleri içerdiğini haber aldığım Josef Kastein’in kitabını da bilhassa bunun için Viyana’dan getirtmiştim.

7 Gün mecmuasında “İzmirli Sabatay Sevi’nin Hayatı ve Macerası” başlığı altında yazdığım beş makaleyi de o vesile ile yaptığım araştırmalardan ve bilhassa Abraham Galante’nin eserinde bulduğum malumattan istifade ederek meydana getirmiştim.

Bütün buIabiIdiklerimi daha iyi bir tertip ile sıralayarak, Sabatay Sevi hakkında tarihî ve toplumsal mahiyette küçük bir inceleme tecrübesi olarak meydana koymayı, gerek bugün o mevzuyu merak edenler gerek ileride meseleyi genişleterek etraflı bir araştırma yapacak olanlar için faydalı saydım.

Ben Sabatay Sevi geleneklerinin bugün tarihe karışmış bir hurafeden ibaret olmadığını yakından bilenlerdenim. Vatan gazetesi “Tarihin esrarengiz bir sahifesi” başlığıyla yazdığı makalelerde, zümrenin başlıca fertleri arasında yardımlaşmaya dayanan hususi teşkilattan başka bir ayrılık belirtisi kalmadığını ve eski anane ve hurafelerin artık tarihe karıştığını ileri sürdüğü sıralarda, ben Marki köyünde bu zümre tarafından kurulmuş yatılı bir kız lisesinin müdürü idim ve bir buçuk sene aralarında yaşamak sureti ile Sabatay Sevi’den kalan anane ve âdetlerin, onların hayatında hâlâ ne kadar hâkim olduğunu bizzat gördüm. Bilhassa yedi, sekiz yaşındaki Sabatayist çocukların defterleri arasında, aileleri tarafından kendilerine ezberletilen yarı İbranice yarı İspanyolca duaların suretlerini buldum. Henüz on beş sene evvel:

“Beşamı barohya ilen Sabatay Sevi, es Sabatay Sevi etnedolos mondos” yani “dünyanın yarısı hükmünde olan Sabatay Sevi’nin mübarek adı ile” diye besmele çeken ve duasına böyle başlayan çocukların, bugün ancak gençlik çağlarında bulunduğunu bilirken, “Sabatay Sevi” ananesine tarihe karışmış bir hurafe nazarıyla bakmakta elbette mazur görülürüm.

Sabatay’ı, halifelerinden sayılan ve vaktiyle tanrılık mertebesine kadar çıkarılan Osman Ağa’nın “ağa” lakabının kaldırılmasından sonra “Osman Oğan” suretinde söylenip yazılmaya başlaması da zümreye mensup olanlardan bir kısmının pek yeni bir buluşudur ve ananenin ne kadar canlı olduğuna pek yeni bir delildir.

Bununla beraber, memleket kanunlarına muhalif olmamak şartı ile her vatandaşın istediği gibi düşünmek ve inanmak hürriyetine hürmetkâr olmak icap eder ve bu risalede, o hürmete muhalif bir maksadın ne sebebi vardır ne de zerresi.

Bilhassa nesil itibarı ile Sabatay zümresine mensup olanlar arasında, memleketin iş ve fikir hayatında yer tutmuş, zeki ve değerli insanlar mevcuttur ve onların içinde bu satırları yazanın şahsi dostları ve arkadaşları da vardır. Şüphe yok ki onların bir kısmı, Sabatay Sevi’den kalan âdet ve ananeleri artık birer hurafe saymakta samimidirler. Hatta aralarında umumi camiaya ırk itibarı ile dahi karışmaya başlamış ve yalnız kendi aileleri arasında evlenmek âdetini kırmış olanlar da var. Fakat sınırlı bir zümre içinde olsa bile, Sabatay Sevi hatırasının hâlâ dipdiri yaşadığında asla tereddüt edilemez.

Bundan dolayıdır ki bu küçük risaleyi yalnız tarihî değil, aynı zamanda memleketimize ait sosyal bir inceleme, tecrübe veya taslağı addetmek yanlış olmayacaktır.

İbrahim Alâettin GÖVSA

SABATAY SEVİ – MEHMED AZİZ EFENDİ

Sabatay Sevi’nin Edirne Sarayı’nda Müslüman edildikten sonra, kendisine kapıcılık rütbesi ve Mehmed ismi verildiği malumdur. Mehmed ismine Aziz lakabının da ilavesi, herhâlde kendini Aziz olarak tanıyan zümrenin işi olacaktır.

Bu suretle Mehmed Aziz Efendi namını alan Sabatay Sevi’nin asıl adını, muhtelif kitaplar hayli değişik şekillerde yazarlar; Alman, Fransız ve İngiliz ansiklopedilerinin yazış tarzı çok ayrıdır. Kimi Sabbatai Sevi, kimi Sabbatai Zewi, kimi de Sabatai Sebi şeklinde yazıyor.

Bizim tarihler, bu arada vakanüvis Raşid tarihi ile Abdi Paşa’nın Vakayinamesi ve Fındıklılı Silahtar Mehmed Efendi tarihi, asıl adını hiç kaydetmeyerek “Yahudi meşhur” ve “Haham” diye zikretmekle yetinirler. Kâmil Paşa, “Tarih-i Siyasi”sinde bu ismi Sapatay Levi şeklinde kaydediyor.

Vatan gazetesinin tarihî yazı dizisinde, sahte mesihin ismi “Sabatay Sivi” şeklinde tespit edilmiştir. Bu gazete, zümre mensuplarına ait olduğu, o makaleler de Sabatayistlerden birinin kalemiyle yazıldığı için, hakiki telaffuzu onların daha iyi bilmeleri akla gelebilirse de isim; esasen Musevi adı olduğuna göre, Musevilerin telaffuz tarzına daha çok itimat etmek doğaldır ve bu da “Sabatay Sevi” suretindedir. Josef Kastein, eserinde Sabbatai Zewi imlasını tercih etmiş; Abraham Galante ise Sabatai Sevi şeklinde yazmıştır ve Türk telaffuzuna daha fazla uyan şekil de sanıyorum ki budur.

Mesih Ne Demektir?

Miladın on yedinci asrı ortalarında, yani bundan tam 274 sene evvel İzmir’den İstanbul’a, Selanik’e, Kudüs’e, hatta Avrupa’nın Yahudileri bolca olan bazı memleketlerine kadar uzanan garip, meraklı ve heyecanlı bir haber bütün halk zümresi arasında dolaşıp çalkandı: İzmir’de bir Mesih türemiş!

Bu haberi Yahudiler, heyecanla her yerde birbirine fısıldıyorlar; Hristiyanlar, işin sahte olması ihtimalini münakaşa ediyorlar ve olgun Müslümanlar, Mesihlerin ve Mehdilerin öteden beri gelip geçtiklerini bildikleri için sakallarının içinde gülümsüyorlardı.

İstanbul’da mahalle çocukları da Yahudi mahallelerinde “Deccal geldi mi, çıfıt geldi mi?” nakaratını bir türkü hâlinde tutturup geziyorlardı.

O zaman, ortaya çıkması hayli merak ve heyecan uyandırmış olan bu sahte Mesih’ten bahsetmeden önce, Mesih’in ne demek olduğunu anlamak faydalı olur.

Mesih ve Mesiha, İbranice bir kelimedir. Allah’ın tasfiye ettiği adam manasına gelir. Tevrat’ta umumi olarak krallar, peygamberler ve bütün ilahi ve mukaddes mahiyette vazife gören insanlar için “Mesih” tabiri kullanılmış olmakla beraber; hususi manasıyla İsrail oğullarını kurtarmak için Allah’ın göndereceği peygamber veya kurtarıcı için de Mesih denmiştir.

İsa, kendine inananlar tarafından beklenen kurtarıcı olarak kabul edildiği için, Hristiyanlarca Mesih odur. Nitekim Arapçada Mesih kelimesi, İsa’nın bir adı olarak kullanılır.

Hristiyan ananesine göre İsa’nın doğuşunda, mensup olduğu ailede, doğduğu memlekette ve ölümünün şeklinde güya mukaddes kitapların haber verdikleri bütün vasıflar ve şartlar yerine gelmiştir. Fakat Museviler, İsa’yı Mesih olarak kabul etmedikleri için asırlarca onu beklediler. Orta Çağlarda, ötede beride ara sıra Mesihlik iddiasında bulunan adamlar ortaya çıkmıştır. Musevilik vatanını ve istiklalini kaybettikten sonra İsrailoğulları, gelecek Mesih’in kendilerine vatanlarını ve devletlerini kazandıracağını ümit ederlerdi. Halkın inanışına göre Mesih, yalnız bir peygamber değil; aynı zamanda kral da olacaktı ve büyük bir devlet kurarak, bütün dünyada Museviliğin hükümran olmasını temin edecekti.

Eski milletlerin hemen hepsinde bu inanışa benzer inançlar bulunduğunu; eski Çin’de, Mısır’da ve İran’da, İskandinavya’da hatta Meksika yerlileri arasında bile bir kurtarıcı ümidine bağlanmak ananesinin mevcudiyetini, dinler tarihi kaydediyor. Gaipten haberler beklemek ve harikuladeliklere ihtimal vermek, insanların umumi bir zaafıdır. İslam halkı arasında da Mehdi ve Deccal inanışları buna benzer. Mehdi, kurtarıcı ve doğru yolu gösterici bir timsal; Deccal ise dünyayı karıştıracak, altüst edecek bir tiptir. Ve ikincisi, güya kıyamete yakın zamanlarda ortaya çıkacak ve İsa, gökyüzünden inip onu öldürerek insanları şerrinden kurtaracaktır. Bu tarzdaki belirsiz rivayetler ve inanışlar, bazı devirlerde hadiselerin zorlamasıyla yahut maddi ihtiyaçların baskısı ile ve bilhassa cehaletin ve esrarengiz meselelerle uğraşmanın fazlalığı nispetinde kuvvet kazanmıştır.

On yedinci asır ortalarında da Mesih beklentisi, birçok hadiselerin tesiriyle cahil halk arasında umumi bir ihtiyaç hâline gelmişti.

Protestanlık inkılabını takip eden mezhep mücadeleleri, bütün Avrupa’da bir manevi buhran meydana getirmiş oluyordu. İngiltere’de “Puritanisme” denen mutaassıp mezhebin ortaya çıkması ve buna istinaden Cromwell’in, kralları kovacak ve İngiltere’de bir diktatörlük kuracak derecede kudret kazanması; o asrın manevi vasfına bir misaldir. Bilhassa engizisyon mahkemelerinin hiçbir vicdan hürriyetine imkân vermediği memleketlerde, Musevilerin kitle hâlinde zulümlere uğramaları ve İspanya’dan ve Avrupa’nın bir kısım memleketlerinden kovularak dünyanın muhtelif köşelerine ve bu arada Türkiye’ye ilticaları; Musevilik âleminde büyük buhranlar ve ızdıraplar uyandırmıştı.

Manevi teselli bulmak ihtiyacı, hahamları ve Yahudi düşünürlerini Kabala incelemelerine, yani tasavvuf çeşnili eski metinlerden deva aramak merakına düşürmüş ve cahil halk kitlesi doğal olarak bu türlü haberlere ve işaretlere her zamankinden fazla bağlanmıştı.

Bu devirde, dinî metinlere ve tasavvufi eserlere fazla düşkünlüğün; Musevilik inançlarında nasıl sarsıntılar yapmak kabiliyetinde olacağına, Hollandalı meşhur filozof Spinoza’nın hayatı da kuvvetli bir misal teşkil eder. 1632–1677 yılları arasında yaşayan ve Amsterdam’da doğup Lahey’de ölen bu genç Yahudi düşünürü, haham olmak üzere hazırlanmış; eski klasik dilleri öğrenmişti. Tasavvufa fazla düşkünlük yüzünden mukaddes kitaplar hakkında şüpheler göstermesi üzerine sinagogdan ve Yahudi cemaatinden kovulan bu genç ve yüksek Yahudi düşünürü, Sabatay Sevi’nin yetiştiği tarihteki Musevi inanç buhranının kuvvetli bir timsalidir.

Sabatay Sevi de haham olmak üzere hazırlanmış ve pek genç yaşlarından itibaren, eski dinî metinlerin simgesi ve tasavvufi delaletlerini yorumlamakta yeti kazanmıştı. Onu Mesihliğe sürükleyen ananeler dikkate şayan olduğu gibi, birkaç sene sonra etrafında derhâl inanıcı bir zümrenin meydana gelivermesini temin eden hadiseler ve tesadüfler de hayrete layıktır.

Kabalistlere, yani mukaddes yazıları simgesel ve mistik bir çeşni ile izah edenlere göre, İbrani alfabeden her birinin ifade ettikleri rakamlar ve kelimelerden çıkan toplamlar mühim manalara ve hadiselere delalet edebilir. Yahut böyle yorumlanabilirler.

Arap harflerinde geçerli olan “Ebcet hesabı”, nasıl her harfi bir rakama muadil tutuyorsa aynı hesap İbrani dilinde de mevcuttur.

Mesih’in hangi tarihte dünyaya gelerek, ezilmiş olan Yahudiliği yeni bir saltanata ve tam bir refaha kavuşturacağı hakkındaki ananeler de işte bu hesaba göre bazı Tevrat ayetlerinin kelimelerinden toplanan rakamlara dayanıyor. Ve muhtelif ayetlerin bazı küçük cümleleri ayrı ayrı hesap edildiği zaman, hepsi de miladi 1648 tarihine tekabül eden bir rakamı göstermektedir.

Ve Sabatay’ın Mesihlik iddiası tamam bu yıla tesadüf eder ki, o zaman 22 yaşında bulunuyordu.

Yine o kitaplardan çıkan ananeye göre, Mesih’in gelmesi yahut Musevilikte bir Mesih devresi, yani refah ve saadet inkılabının hasıl olması için bütün dünyadaki Yahudiliğin büyük bir baskı altına düşmüş, manevi ve maddi güçlükler içinde bunalmış olması şarttır. Ve bu şart da, yukarıda işaret ettiğimiz hadiseler neticesinde, o tarihlerde tamamıyla hasıl olmuştur.

Bir kısım Yahudi mutasavvıfları, Mesih devresi ve Mesih’in gelmesi tabirini yalnız manevi ve mecazi bir şekilde izah ederek, bunun ancak Musevilik âleminde iyiliğe ve refaha doğru açılmış bir inkılap olacağını söylerler. Bir kısmı ve bilhassa halka mensup olan kütle, Mesih’in bir insan şeklinde; bir peygamber, bir kurtarıcı ve hükümdar suretinde tecelli edeceği vehminde bulunurlar.

Mesih’in Filistin’de hükümran olacağı ve Kudüs’ü merkez yaparak, dünyanın dört köşesine yayılmış olan Yahudiliği burada toplayacağı tahmin edildiğine göre; o zaman bu memleketleri elinde bulunduran Osmanlı İmparatorluğu toprakları, onun türemesine en müsait bir zemin teşkil ediyordu ve İzmirli zeki ve genç haham, bütün alametleri kendi başarısı lehine sezmiş ve toplamış bulunuyordu.

Yukarıda da temas ettiğimiz üzere, zaten dünyaya o tarihlerde bir Mesih geleceği ananesi, yalnız Yahudiliğe de özgü değildi. Hristiyan mutasavvıfları arasında da miladın 1666 senesinde dünyaya bir Mesih geleceğine inananlar vardı ki, bu tarih Yahudi kâhinlerin tespit ettikleri rakamdan yalnız 18 sene farklıdır.

O zamanlar bu hurafe, daha fazla Protestanların bulunduğu memleketleri meşgul etmiş hatta İngiltere’de de İskoçya sahillerine, uzak denizlerden gelme mitolojik bir filonun yanaştığı, bu donanma yelkenlerinin ve iplerinin ipekten yapılmış olduğu, bütün mürettebatının İbrani dili konuştuğu ve bayraklarının üstünde de “İsrail’in on iki kabilesi” kelimelerinin yazılı bulunduğu masalı uydurulmuştu.

Bu türlü rivayetler, o zamanlar bir kısım Hristiyanlar nazarında da Yahudilik âleminde yakın bir değişiklik meydana geleceği kanaatini uyandırıyordu.

Cemiyet psikolojisi, insan kitleleri arasında esrarengiz fikirlerin hastalıklardan daha kolay sirayet ettiklerini birçok misalleriyle ispat eder. Bir devre içinde icat edilmiş heyecanlı bir masalın, muhtelif diller konuşan ve ayrı âdetlere, inanışlara bağlanan birçok insanları birdenbire istila etmesi; bu sirayetin hayret veren bir neticesidir.

Aynı hadisenin kuvvetli bir misali de Sabatay Sevi’nin, Mesih olmak davasıyla ortaya atıldığı aylar içinde, buna benzer bir masalın cahil ve basit bir kısım Müslüman halkı da meşgul etmiş olmasıdır. Nitekim tam o tarihte, Musul’un İmadiye kasabasında Şeyh Abdullah isminde bir Kürt şeyhi, genç oğlu Şeyh Mehmed’i, Mehdi diye ortaya atmıştı. Etrafına binlerce adam toplayan bu genç Mehdi; Raşit tarihinin, Hicri 1077 senesi olayları arasında kaydettiğine göre, hayli geniş askerî tedbirlerle ele geçirilebilmişti. Sabatay’ın Müslümanlığı kabule mecbur olduğu haftalar içinde, o da Edirne Sarayı’na getirilerek Dördüncü Sultan Mehmed’in huzurunda bu Mehdilik davasını inkâra mecbur kalmıştı.

İşte, İzmirli haham Sabatay Sevi’nin Mesihlik hususundaki iddiasını besleyen hurafelerin ve masalların bir kısmı bunlardır. Fakat bu davanın, kendi şahsı etrafında dahi bir takım delillere ve belgelere dayandırılması ve bu yolda dahi eski metinlerden birtakım işaretler, simgeler ve ebcet hesabına dayalı rakamlar çıkarılması, işin çok kurnazca idare edildiğini gösterir.

Bundan dolayıdır ki, genç Sabatay, ilk zamanlardan itibaren etrafında epeyce büyük bir halk kitlesi toplayabilmiştir ve bu noktalara ait izahlar, hayatına ait malumat sırasında verilecektir.

Ücretsiz ön izlemeyi tamamladınız.