Sadece LitRes`te okuyun

Kitap dosya olarak indirilemez ancak uygulamamız üzerinden veya online olarak web sitemizden okunabilir.

Kitabı oku: «Sevgili brütüs»

Yazı tipi:

Sir Matthew James Barrie, (Doğumu: 9 Mayıs 1860, Kirriemuir, Angus, İskoçya. Ölümü: 19 Haziran 1937, Londra, İngiltere.) İskoç romancı ve oyun yazarıdır. Barrie’nin en çok bilinen yapıtı Peter Pan, pek çok kez sinemaya ve tiyatroya uyarlanmış ve birçok dile çevrilmiştir. Barrie, 1913’te V. George tarafından “baronet” unvanıyla onurlandırılmış, 1922’de ise liyakat nişanına layık bulunmuştur.


J.M. Barrie


6 yaşındayken kardeşinin ölümüyle sarsılan Barrie, annesinin bu olay üzerine bunalıma girmesinden de çok etkilenmiş ve bu dönemin izlerinden hayatı boyunca kurtulamamıştır. Edinburgh Üniversitesi’ndeki öğreniminin ardından bir süre gazetecilik yapmıştır. İlk kitaplarında doğduğu ve büyüdüğü yerde geçen hikâyeler anlatmış; yine bu yıllarda ilk oyunlarını kaleme almaya başlamıştır.

1894’te aktris Mary Ansell’le evlenmiş; 1897’de en sevdiği yazarlardan George du Maurier’nin kızı Sylvia Llewelyn Davies’le tanışmıştır. Hem Sylvia’yla hem de Sylvia’nın çocuklarıyla özel bir bağ kuran Barrie, aileyi sık sık ziyaret etmeye başlamıştır.


Sylvia Llewelyn Davies


Aileye maddi açıdan da destek olan yazar, tüm özel günleri çocuklarla oyunlar oynayarak geçirmiş ve adeta yaşayamadığı çocukluk günlerini telafi etmeye çalışmıştır. Başyapıtı Peter Pan yazarın bu çocuklardan aldığı ilhamla ortaya çıkmış ve aynı zamanda bu çocuklar Peter Pan’in maceralarını ilk dinleyenler olmuştur. Sylvia’nın 1907 yılında ölmesinin ardından Barrie, çocukların bakımını üstlenmiştir.

Peter Pan karakteri ilk kez 1902 tarihli The Little White Bird adlı kitapta okurlarla buluşmuştur. 2 yıl sonra ise Peter Pan adını taşıyan oyun Londra’da ilk kez sahnelenmiş ve büyük bir başarı kazanmıştır. Bu tarihten sonra Barrie yetişkinlere yönelik oyunlar yazmaya devam etmiştir. Yapıtlarının hiçbiri Peter Pan’in önüne geçememişse de her biri son derece başarılı olmuştur. 1917 tarihli Sevgili Brütüs ve 1920 tarihli Mary Rose adlı oyunlar tıpkı Peter Pan gibi başka bir boyuta geçmeyi konu alır.


Llewelyn Davies ailesinin çocukları Nico, Jack, Peter, George ve Michael babaları Arthur’la birlikte.


Robert Louis Stevenson’la mektup arkadaşı, Bernard Shaw’la komşu, H.G. Wells’le çok yakın dost olan Barrie; Rudyard Kipling, Arthur Conan Doyle, Jerome K. Jerome, G.K. Chesterton, A.A. Milne gibi pek çok edebiyatçıyı bir araya getiren amatör bir kriket takımının kurucusudur.

Ölümünden önce Peter Pan’in tüm haklarını Great Ormond Çocuk Hastanesi’ne devreden Barrie, 1937’de zatürre sebebiyle hayatını kaybetmiş ve Kirriemuir’de ailesinin yanına gömülmüştür.


Peter Pan kılığına girmiş Michael ve J.M. Barrie (1906)


J.M. Barrie’nin Llewelyn Davies ailesiyle geçirdiği günleri anlatan Düşler Ülkesi (Finding Neverland) filminden bir görüntü.


Yayıncının Notu

J.M. Barrie’nin dünya çapındaki ününü Peter Pan’e borçlu olması sebebiyle diğer yapıtları zaman zaman göz ardı edilmektedir. Oysa kaleme aldığı diğer oyunlar yıllar boyunca pek çok ülkede sahneye konmuş ve izleyiciler tarafından yoğun bir ilgiyle karşılanmıştır.

Bir yaz gündönümü arifesinde karakterlerin sihirli bir ormana girmeleri ve kendilerini hayal ettikleri her şeye sahip oldukları bir hayatta bulmalarını konu edinen Sevgili Brütüs’te Barrie, sıradan insanlara hayatlarını yeniden kurma şansı verir; bu şansı onlardan geri aldığındaysa onları hayatlarına dair düşüncelerle baş başa bırakır.

Barrie’nin eğlenceli ve aynı zamanda düşündürücü oyununu Türkçeye kazandırıyor olmaktan mutluluk duyuyoruz.


I. PERDE

Karanlık bir oda. Bir fareyi dahi ürkütmeyecek kadar usulca açılan perde odayı ortaya çıkarır. Amacımız, iki başkahramanımızı yani Karanlık ve Aydınlık’ı gafil avlamaktır.

Oda, neredeyse görünmeyecek kadar loştur; ancak arka tarafta Fransız usulü pencere kanatları göze çarpmaktadır. Lob’un üzerine ay ışığı vurmuş bahçesi pencerelerden görülmektedir. Bu oda ve bahçenin temsil ettiği Karanlık ve Aydınlık son derece sessizdir. Fakat bu sessizliğin, eski düşmanların karşılaşmadan evvel birbirlerini süzdükleri o kısacık zaman olduğunu hissederiz. Onlara son talimatlarını vermek üzere çiçeklerin arasından süzülen ay ışığı, yüzlerinde bir tebessüm bırakır; fakat bu, karanlıkta yaşayanlar için kötülük barındıran bir tebessümdür. Ardından, ay ışığının pencereleri yavaşça açtığını görürüz. Zira ev ahalisinden bir suç ortağı vardır: Lob. Onunla konuşacak sanırız ama böyle olmaz. Karanlıkta yaşayanlar arasındaki kargaşa buna engel olur.

Bu masumlar yemek odasındadır ve ara kapı sayesinde seslerini duyarız. Aydınlık koridorda koyu gölgeler belirir ve ışıksız odaya giden iki basamakta tereddüt içinde beklerler. Hayalci olanlarımız, çiçekler arasında bir hışırtı işitebilir. Karşılaşma, bizim tasarladığımız şekilde olmasa da başlamıştır.

SESLER

“Haydi, Coady. Bize yolu göster.” “Ah Tanrım! Neden önden ben gidecekmişim, hiç anlamıyorum.” “En iyiler daima önden gider de ondan.” “Eğer aranızda en iyi bensem burası epey tuhaf bir ev demektir.” “Hakikaten tuhaf bir ev.” “Kapıyı kapamayın, elektrik düğmesini göremiyorum.” “İşte burada.” El yordamıyla ilerlemeye çalışmaktadırlar ve bu tecrübeyi gece sona ermeden bir kez daha, hem de daha berbat bir şekilde yaşayacaklarından habersizdirler. Biri, elektrik düğmesini bulur ve oda aydınlanır. Bahçe, sanki ilk karşılaşmada hezimete uğramış gibi bir adım geriye çekilmiş gözükmektedir. Aslında sadece beklemededir.

Bir anda beliriveren masum görünümlü bu oda, bir bekâr evinde olmasına karşın güzel bir sayfiye evinin oturma odası gibidir ve aslında erkek elinden çıkamayacak kadar ince kadınsı dokunuşlarla doludur. Odada bir kadına kötü görünecek hiçbir şey yoktur, muhtemelen bahçeden koparıldığı halde onunla uyumsuzluk gösteren çiçekler hariç. Şömine şüphe uyandırıcıdır. Muhtemelen diğer duvarlar yokken orada bulunan kalın bir duvara oyulmuştur ve Lob’un yalnız başına oturup mavi dumanlar arasında kendi kendine konuştuğu bir oyuk olabilir burası. Bu şöminenin karşısındayken, gölgeler arasına saklanmış bir cüce kadar evinde hissediyordur kendini; fakat odanın geri kalanına pek aşina değildir. Mesela, yalnız başına yatağına giderken odanın diğer taraflarını gördüğünde uzun uzun ve dikkatle bakar, sonra da pek rahatsız olarak kıkırdar.

Yalnızca biri yaşlıca olmak üzere beş kadın vardır. Karanlıktaki seslerden birinin çoktan “en iyi” ilan ettiği Bayan Coade adlı kadındır yaşlı olan. En iyileri odur; gerçi onu böyle tanımlayan ses de pek usta bir hakem sayılmaz. Yakınları tarafından Coady diye çağrılır; yıllardır birlikte olduğu kocasının soyadıdır bu. Coady, balıketli bir kadındır ve çocukluğundan beri yüzünden eksik olmayan neşeli bir gülümsemesi vardır. Yüzyıl yaşayacak olursa, nüfus sayımı yapan görevliye doksan dokuz yaşında olduğunu söyleyecektir. Sakin hayatının yok etmediği hiçbir kötü alışkanlığı yoktur. Kocası Bay Coady’den yana tek bir şikâyeti vardır; ilk karısını çoktan unutmuş olduğundan yakınmaktadır. Tuhaf bir şikâyet doğrusu. Bizim Bayan Coady, kocasının ilk eşini hiç tanımamıştır ama bazen kadının portresine bakar ve kahverengi bir saç buklesi gibi birtakım hatıraları saklar. Gerçi aynı derecede nazik Bay Coady, bir zamanlar bu hatıraların üzerine titremiştir fakat artık unutmuştur. İlk karısı biraz topaldır ve kısa süren evlilikleri süresince onun için yanında ayak desteği taşımayı hiç ihmal etmemiştir. Hatta bu duruma öyle alışmıştır ki bizim Bayan Coady’yle çeyrek yüzyıl geçirdikten sonra dahi sanki o da topalmış gibi gittikleri her yerde tabure bulup getirir. Bayan Coady bu durum nedeniyle yüz buruşturmayı bırakmıştır; bunu artık küçük ve düşüncesiz bir incelik şeklinde algılamaktadır. Hakikaten yıllar içinde kendisinde de zararsız bir topallık baş göstermiştir.

Genç ve güzel diğer dört kadından ikisi evlidir. Bayan Dearth uzun boyludur, ateşli gözlere ve vahşi arzulara sahiptir. Aklının dolambaçlarında karanlık canavarlar pusuda bekler. Beyaz yüzlü, boğuk sesli bir çingenedir. Somurttuğu zamanlar, en güzel olduğu ve dolayısıyla en formda olduğu zamanlardır. Diğer kadınlar kendi aralarında ondan Dearth diye söz eder. Bayan Purdie, tıpış tıpış yürüyen türden bir erkek için daha doğru bir yoldaştır. Nazik ve kibardır; sevdiğinin omzuna başını koyarak alır istediğini, Dearth ise silah zoruyla. Joanna Trout, bu ikisinden de neşeli bir kadındır. Birine duygusal bağlılık hissetmediği zamanlar güleç yüzlü ve güzel vücutludur ama “aşk” kelimesini duyduğu an yüzünden ve bedeninden vazgeçebilir. Joanna’nın kalbi titreşti mi mizah anlayışı yok oluverir ve en sıkıcı adam bile ona karşı ilk adımı atabilir. Geriye mağrur Leydi Caroline Laney kalıyor. Kendisi, kısa süre önce fevkalade seçkin bir okuldan mezun olmuştur ve burada R’leri Ğ olarak telaffuz etmek öğretilir. Leydi Caroline’a da bundan başka bir şey öğretilmemiştir, zaten evlilik konusunda başarılı olmak için başka bir şey bilmeye gerek yoktur. R’leri Ğ olarak telaffuz eden her kadın, bir eş bulacaktır. Centilmen erkekler buna bayılır.

Eski usul nezaket, bu kadınların her birini, onlar kendilerini nasıl değerlendiriyorsa öyle kabul etmeyi emrediyor. Neyse ki bu değerlendirmeler hepsi için olumlu. Onlarla ilk tanıştığımız akşamda kendileri hakkında o saate kadar olan kanılarını kastediyoruz. Ertesi sabah onlara veda ederken kendileri hakkındaki görüşleri geçici olarak değişmiş olabilir. Aynaları her birine sevimli bir yüz göstermektedir. Bu, klasik anlamda mükemmel bir yüz olmasa da o değişken zarafeti haizdir ki İngiliz kadınlarının en güzelleri böyledir. Ketum tabiatının ele verdiğinden çok daha fazlasını görüp yaşamış bir kadındır bu. Bazen gülümser ama pek sevimli olmayan bir şekilde kontrol ettiği o tavizin ardında, “bilgi” denen o iç çekiş saklanmaktadır. Son derece ilginç bir yüz, gizemli bir yüz. Öyle ki mezar taşına şu satır yazılsa yeridir: “Erkek olsaydım, burada yatan kadınla ne maceralar yaşardım kim bilir.”

Peki, bu kadınlar çok mu benziyor birbirlerine? Onlar bunu inkâr edecektir, bu yüzden kendi değerlendirmemizi yapmamız gerek. En azından oturma odasında gözüktükleri şu an itibarıyla ortak bir ilgileri olması bakımından birbirlerine benzemektedirler. Yemek odası kapanır kapanmaz, niyetleri belli olur. Ne tuhaftır ki erkeklerden kurtuldukları an oyun başlar.

ALICE DEARTH

(En karanlık ama aynı zamanda en cesur ruh)

Bir saniyeyi bile boşa harcamamalıyız. Kararımızı verdik, öyle değil mi?

JOANNA

Şimdi tam zamanıdır.

BAYAN COADE

(Hem sevinip hem de şaşırarak)

Evet, yapacaksak şimdi olmalı. Ama yapmalı mıyız?

ALICE

Elbette. Hem de erkekler gelmeden.

MABEL PURDIE

Erkekleri beklememiz gerekmez mi? Onlar da bizim kadar içinde bu işin.

LEYDİ CAROLINE

(Açılış sözlerinde yalnızca bir R sesi olduğu için şanssız)

Lob onlarla olacak. Bu iş yapılacaksa, şimdi yapılmalı.

BAYAN COADE

Lob’a haksızlık olmaz mı bu? Ne de olsa ev sahibimiz.

JOANNA

Tabii ki ona haksızlık olacak ama haydi yapalım artık şunu, Coady.

BAYAN COADE

Evet, yapalım!

MABEL

Bayan Dearth yapıyor zaten.

ALICE

(Bir telgraf yazmakta)

Elbette, yapıyorum. Erkekler gelmiyor, değil mi?

JOANNA

(Keşif halinde)

Hayır. Kocan bir bardak Porto şarabı daha içiyor.

ALICE

Eminim öyledir. Biriniz çağırsın lütfen.

(Cesur Joanna çağırıyor.)

BAYAN COADE

Zavallı Matey!

LEYDİ CAROLINE

Başına gelecekleği fazlasıyla hak ediyoğ.

JOANNA

Geliyor! Komplocular gibi bir arada durmayın öyle.

BAYAN COADE

Komplocuyuz zaten!

(Hemen bir yer bulurlar ve zavallı uşak gözüktüğünde lortlarını bekleyen leydiler gibi oturup kalmışlardır. Matey, güçlü kuvvetli bir adamdır.

Düelloya girse önüne geleni alt edebilir. Ama şimdilik aklın, fiziksel güce üstün gelmesini hoş görmeliyiz.)

ALICE

(“Tehlikenin parlak yüzü” önünde daima güçlüdür.)

Ah Matey, keşke şu telgraf yetişseydi.

MATEY

(Herkesin sevgilisi)

Pekâlâ, hanımefendi. Köy postanesi saat sekizde kapandı ama mesajınız önemliyse…

ALICE

Önemli. Sen de çok akıllı birisin, Matey. Eminim sana yardım etmeleri için onları ikna edebilirsin.

MATEY

(Telgrafı alır.)

Bizzat ilgileneceğim, hanımefendi. Gönderileceğinden emin olabilirsiniz.

(Coady kısa bir iç çeker ki bu, örgüde bir ilmik atmaya denktir.)

ALICE

(Artık Dearth olmuştur.)

Teşekkürler. Anlaman için telgrafı okusan iyi olur, Matey.

(Matey mektubu okur. Kadınlara aynı şekilde inanmayacaktır artık. Dearth, hırıltılı bir sesle devam eder.)

Yüksek sesle oku, Matey.

MATEY

Ah, hanımefendi!

ALICE

(Hırıltısız)

Yüksek sesle.

(Böylece bu ölümcül mektubu okumaya teşvik edilir.)

MATEY

“Polis Karakolu’na, Büyük Cumney.

Yarın sabah ilk iş olarak uşak Matey’yi tutuklamak üzere memur gönderin. Yüzüklerimizi çalmıştır.”


ALICE

Evet, çok doğru.

MATEY

Hanımefendi!

(Fakat kadının eline bir kitap aldığını görünce Leydi Caroline’a döner.)

Leydim!

LEYDİ CAROLINE

(Sesi, Dearth’ünkinden daha soğuktur.)

Kaç yüzük olduğunu da söylemeli miyiz?

ALICE

Evet, yüzüklerin sayısını da ekle, Matey.

(Matey sayıyı eklemez ama gösterişsiz kıyafetinin cebinden üç yüzük çıkarır ve bir haysiyet gösterisi olmaksızın sahiplerine geri verir.)

MATEY

(Meselenin artık kapandığını ummaktadır.)

Telgrafı yırtabilir miyim, hanımefendi?

ALICE

Kesinlikle olmaz.

LEYDİ CAROLINE

Suçlunun bu adam olduğunu söylemiştim. Yüzleğ konusunda asla yanılmam ve senin heğ tağafında kocaman soğu işağetleği göğüyoğum, Matey.

(Matey de onun her yanında Ğ’ler gördüğünü söyleyebilir ama hazırcevaplığın sırası değildir.)

MATEY

Derin bir pişmanlık içindeyim.

ALICE

(Sert)

Eminim öylesindir.

JOANNA

(Nadiren bu kadar uzun süre sessiz kalır.)

Bizi endişelendiren şeyin yüzüklerimiz olmadığını söyleyebiliriz. Yüzükler sadece bir araçtı, Matey. (Kadınların telaşı, daha ilginç bir noktaya vardıklarını gösterir.)

ALICE

Aynen öyle. Başka bir deyişle, telgraf gönderilecek ama…

(Matey başını kaldırır.)

JOANNA

Ama biz hanımların ortak özelliğini söylersen, göndermeyebiliriz.

MABEL

Yalnızca biz hanımların değil; bu evdeki tüm misafirlerin ortak özelliğini söylemelisin.

ALICE

Bir haftadır buradayız ve şöyle düşünüyoruz: Lob hiçbirimizi iyi tanımadığı halde bizi davet etti. Dolayısıyla, davetinin sebebini merak etmeye başladık. Ağzından alabildiklerimizden şunu çıkardık:

Bizi evine davet etti; çünkü ortak bir yanımız olduğunu sanıyor.

MABEL

Fakat ne olduğunu söylemiyor.

LEYDİ CAROLINE

(Joanna’dan biraz uzaklaşarak)

Oysa bizim kadağ biğbiğinden fağklı insanlağ olamaz.

JOANNA

(Minnettardır.)

Gerçekten olamaz.

BAYAN COADE

Ortak noktamızın ne olabileceğini düşünmekten geceleri uyuyamıyoruz, Matey.

JOANNA

(Özetleyerek)

Ama senin bildiğinden eminiz. Bize söylemezsen… kodesi boylarsın.

MATEY

(Artan bir huzursuzlukla)

Ne demek istediğinizi anlamıyorum, hanımlar.

ALICE

Tabii ki anlıyorsun.

BAYAN COADE

Efendinin çok tuhaf biri olduğunu kabul etmelisin.

MATEY

(Kıvranır.)

Biraz garip biridir, hanımefendi. Zaten bu yüzden herkes ona Bay Lob yerine Lob der.

JOANNA

Öyle tuhaf biri ki bizi korkunç bir deney için buraya davet etmiş olması sinirlerimi bozuyor.

(Matey ürperir.)

Sen de öyle düşünüyor gibisin!

MATEY

Hayır, hanımefendi. Ben… yani o…

(Söyleyecek kelime bulamaz.)

Gelmemeliydiniz, hanımlar. Buraya gelmemeliydiniz.

(Bir an için kadınların durumuna kendi halinden çok üzülür.)

LEYDİ CAROLINE

(O da gelmemeliydi.)

Ne demek istiyorsun sen şimdi?

MATEY

Hiçbir şey, hanımım. Sadece, düşündüğü gibiyseniz niye geldiniz ki?

MABEL

Düşündüğü gibi mi?

ALICE

Düşündüğü gibi olan ne? Şimdi bir şeyler anlamaya başlıyoruz sanki.

MATEY

(Ketum)

Hiçbir fikrim yok, hanımefendi.

LEYDİ CAROLINE

(Bu noktadan itibaren Ğ’ler akıllı okuyucularımız tarafından sağlanmalıdır.)

O halde Lob’un bizimle ilgilenmesinin nedeni, erdemimiz değil mi?

MATEY

(Düşüncesizce)

Hayır, leydim. Ah hayır, leydim. (Bu, olumsuz bir etkiye neden olur.)

BAYAN COADE

Yine de biliyorsun ki pek sevimlidir efendin.

MATEY

(Kendini kaptırmış)

Öyledir, hanımefendi. Dünyanın en sevimli iblisidir. Şey, affedersiniz, hanımefendi.

JOANNA

Özür dilemene gerek yok, çünkü söylediğin bir bakıma doğru. Bahçedeki çiçeklerini nasıl sevdiğini, onlarla konuştuğunu, sırf büyüsünler diye dil döktüğünü gördüm.

ALICE

(Belki de yanlış bir sıfat kullanarak) Gerçekten ilahi bir bahçe adeta.

(Hepsi birden gözünü kırpmayan düşmana bakarlar.)

BAYAN COADE

(Diğerlerinden fazla kandırılmış değildir.)

Ay ışığında ne kadar da güzel gözüküyor. Güller, her yerde güller var.

(Rüyada gibi)

Gençken böyle bir şapkam vardı.

ALICE

Lob öyle harika bir bahçıvan ki şapka bile yetiştirebileceğini düşünüyorum.

LEYDİ CAROLINE

(Sorduğuna pişman olacaktır.)

Gerçekten de harika bir bahçıvan. Ama yaşına uygun mu bu? Kaç yaşında bu arada?

MATEY

(Kaçamaklı)

Söylemiyor hanımefendi. Bence kaç yaşında olduğunu öğrenirlerse polis işe karışabilir diye korkuyor. Köyde yetmiş sene evvelinden onu tanıdıklarını ve o günden bugüne hiç değişmediğini söylüyorlar.

ALICE

Saçma.

MATEY

Haklısınız hanımefendi ama usturalarına ne demeli?

LEYDİ CAROLINE

Usturaları mı?

MATEY

Siz usturaları bilmezsiniz hanımefendi, evli değilsiniz çünkü; affedersiniz, yani henüz evli değilsiniz. Ama evli bir kadın, usturalarının sayısına bakarak bir adamın yaşını çıkarabilir. (Biraz korkmuştur.) Usturalarını gördüyseniz eğer, yeni moda jiletlerden tutun da o eski ve korkunç tıraş bıçaklarına kadar ne çok aleti olduğunu fark etmişsinizdir. Çağlar boyunca bunlarla yüzünü nasıl kazıdığını hayal edebiliyor insan.

LEYDİ CAROLINE

Epey eğlendiriyorsun insanı doğrusu. Efendin hiç evlenmiş mi?

MATEY

(Çok kaygısızdır.)

Çoktan unutmuştur, hanımefendi.

(Düşünceli)

Merry England1’dan bu yana ne kadar zaman geçti?

LEYDİ CAROLINE

Niye soruyorsun?

MABEL

Kraliçe Elizabeth devrindeydi, öyle değil mi?

MATEY

Kendisinin Merry England’dan geriye kalan tek şey olduğunu söylüyor o küçücük adam.

MABEL

(Erkek kardeşleri vardır.)

Lob mu? Sanırım Lob adında bir kriket oyuncusu vardı.

BAYAN COADE

Shakespeare’in bir oyununda Lob yok muydu? Hayır, tabii, Robin Goodfellow ile karıştırıyorum.

LEYDİ CAROLINE

Adları çok benziyor.

JOANNA

Robin Goodfellow, Puck’tı.

BAYAN COADE

(Tabii bir mutlulukla)

Benim de düşündüğüm buydu. Lob, Puck’ın diğer adıydı.

JOANNA

Eğer Puck ölmeyi unutmuş olsaydı, kesinlikle bizim Lob gibi bir şey olurdu. Bu arada, çiçeklerine de Elizabeth devrinden kalma adlar vermiş.

MATEY

Çalı Bülbülü’ne hep Philomel der, hanımefendi. Söylediklerinize katkı olur belki.

ALICE

(Pek de bilgili biri değildir.)

Hiç de katkısı olmadı. Şunu söyleyin bana: Hepinizi bilhassa yaz gündönümü haftası için mi çağırdı? (Evet, derler.)

MATEY

(Daha tedbirli bir şekilde sessiz kalmıştır.)

Kesin öyle yapmıştır!

BAYAN COADE

Ne demek istiyorsun bakayım?

MATEY

Onların yaz gündönümünde burada olmalarını ister hep hanımefendi.

ALICE

Onların mı? Kimin?

MATEY

İşte o şeyi paylaşan kişilerin.

MABEL

Ne olabilir ki o şey?

MATEY

Bilmiyorum.

LEYDİ CAROLINE

(Birden iç gözlemde bulunur.)

Hepimiz iyi kadınlarız umarım? Birbirimizi pek de iyi tanımıyoruz.

(Çeşitli kalplerde belli şüpheler doğar.)

Yaz gündönümlerinde sıradışı bir şey yaşanır mı?

MATEY

Bilmiyorum.

JOANNA

Sanırım yaz gündönümü arifesindeyiz!

MATEY

Evet hanımefendi, doğru. Köylüler bunu biliyor. Hepsi bu gece kapılarını sürgüleyip evlerine kapandılar.

LEYDİ CAROLINE

Onun… onun yüzünden mi?

MATEY

Köylüleri korkutuyor. Hakkında hikâyeler anlatıyorlar.

ALICE

Neden korkuyorlar? Anlat bize.

(Telgrafı sallar.)

Yoksa…

MATEY

Tam olarak bir şey bilmiyorum, hanımefendi. Kendim yapmadım hiç. Benden yapmamı istedi ama olmaz dedim.

MABEL

Neyi yapmadın?


MATEY

(Zarif bir cazibeyle)

Hayır, hanımefendi. Bana sormayın, ne olur. Merhamet gösterin, hanımefendi. Ben kötü tabiatlı değilimdir. Beni mahveden hizmetçiliğe başlamam oldu. Kötü kimseler arasına savruluverdim istemeden. Şu dünyada yoksullar hep incecik bir çizgide yürür. Her şey sonraki adımınıza bağlıdır.

BAYAN COADE

(Hoşgörüyle)

Hakikaten öyle.

MATEY

(Güneşin dokunuşu altında)

Gençliğimde, hanımefendi, şehirde bir tezgâhtarlık işi teklif edilmişti bana. O işi kabul etseydim, bugün benden daha dürüst bir insan olamazdı. Her şeye sil baştan başlamak için dünyaları veririm.

(Söylediklerinde son derece samimidir. Gerçi, cesaret edebilseler bahçedeki çiçekler alaycı bir alkış tufanı koparırdı.)

BAYAN COADE

Çok üzücü bir durum, Bayan Dearth.

ALICE

Ben de onun adına üzüldüm ama yine de…

MATEY

(Gözlerini Leydi Caroline’a çevirir.)

Ne dediniz, leydim?

LEYDİ CAROLINE

(Kısaca)

Bana sorarsanız, yeri kodestir derim.

MATEY

(Çaresiz)

Bu konudan daha fazla söz etmezseniz hanımefendi, size değerli bir ipucu verebilirim.

ALICE

Sonunda konuşmaya başladın.

LEYDİ CAROLINE

Dinlemeyin onu.

MATEY

(Eğilerek)

Bana karşı en katı olan sizsiniz.

LEYDİ CAROLINE

Evet ve bununla gurur duyuyorum doğrusu.

MATEY

(Kendini unutur.)

Siz de yanlış yola sapabilirsiniz, hanımefendi.

LEYDİ CAROLINE

Ben mi? Hangi cüretle söylersin bunu!

(Fakat Matey’nin sözleri çiçeklerin pek hoşuna gitmiştir. Hatta akıllarına bir fikir gelmiştir.)

JOANNA

(Yemek odasına açılan kapının anahtar deliğinin yakınındadır.)

Erkekler ayağa kalkıyor.

ALICE

(Acele ederek)

Çok güzel, Matey; aynı fikirdeyiz. Tabii “ipucu” yeterince iyiyse.

LEYDİ CAROLINE

Pişman olacaksınız.

MATEY

Ben öyle düşünmüyorum, leydim. İpucu şu: Bu gece dışarı çıkmanızı isterse, yapmayın. Dilerseniz, bahçeye gidebilirsiniz. Bahçe iyidir.

(Buna gerçekten inanmaktadır.)

Ama yerinizde olsam, daha uzağa gitmezdim. Hiç değilse, bu gece.

BAYAN COADE

Ama daha önce uzağa gitmemizi söylemedi hiç. Bu gece neden böyle bir şey istesin?

MATEY

Bilmiyorum, hanımefendi ama hiçbiriniz gitmesin işte.

(Muzipçe)

Siz hariç leydim; siz gidin bence.

LEYDİ CAROLINE

Terbiyesiz!

(Bu tuhaf uyarıyı dikkate alırlar.)

ALICE

Yırtayım mı?

(Başlarıyla onaylarlar ve Alice telgrafı yırtar.)

MATEY

(Yutkunarak)

Teşekkürler, hanımefendi.

LEYDİ CAROLINE

Yollamalıydınız o telgrafı.

JOANNA

Bize bildiğin her şeyi anlattığından emin misin Matey?

MATEY

Evet, hanımefendi.

(Fakat kapıda daha da cömert davranır.)

Bilhassa ormandan uzak durun hanımlar.

MABEL

Orman mı? İyi de bu yakınlarda orman falan yok ki.

MATEY

Yok hanımefendi, haklısınız. Ama yine de yerinizde olsam gitmezdim oraya.

(Bu esrarengiz uyarının ardından hanımların yanından ayrılır. Ev sahibinin gelmesiyle, bu uyarı hakkında tartışma ihtimali de ortadan kalkar. Lob, çok küçük ve yaşlıdır; yeni doğmuş buruşuk suratlı bebeklere benzemektedir. Öyle ki tıpkı hanımların şu an yaptığı gibi ona ilk kez yakından bakan biri, içi boş ve yeterince şişirilmemiş bir fitil gördüğünü sanır. Sert bir eşyaya çarpacak olsa bitap halde geri dönecek gibidir; neyse ki bunun farkındadır da böyle durumlarda yeterince tedbirli davranır. Öyle hafiftir ki bu gerçek onun huzurunda ağza dahi alınmamalıdır. Ayrıca hanımlar birleşse, üfleyerek sandalyesinden uçurabilirler onu. Lob, olanca uğursuzluğuyla içeri girer. Elleri arkasındadır. Sanki yuvarlak kafasından minik ayaklarına kadar her parçası, içindeki derin düşünceleri yansıtmaktadır. Sonra birden etrafında dönerek misafirlerini yerlerinden sıçratır. Onları böyle görmekten büyük keyif alır ve ağırbaşlılığını güçlükle koruyabilmektedir. Bayan Coade’a hitap eder.)

LOB

Ayakta durmayın, efendim. Lütfen, oturun. (Kadın için bir sandalye bulup oturmasına yardım eder, daha doğrusu yardım edermiş gibi yapar. Bayan Coade bu eve geldiğinden beri Lob, her akşam bu şımarık tavrı takınmaktadır.)

BAYAN COADE

1.Merry England: Kraliçe Elizabeth dönemindeki İngiltere için kullanılan bir ifade. O dönemde İngiltere güçlü ve zengindir; mutlu halk neşeli müzikler eşliğinde dans edip şarkılar söyler. (e.n.)

Ücretsiz ön izlemeyi tamamladınız.