Sadece LitRes`te okuyun

Kitap dosya olarak indirilemez ancak uygulamamız üzerinden veya online olarak web sitemizden okunabilir.

Kitabı oku: «Aforizmalar»

Yazı tipi:

çevirmenin önsözü

Alman edebiyatı denildiğinde şüphesiz akla ilk gelen isim Johann Wolfgang von Goethe’dir. Yüzyıllardır nesilden nesle aktarılan başyapıtlarının yanı sıra, yaşadığı çağı ve çağdaşlarını da etkilemiş olmasıyla sadece Alman edebiyatı için değil, dünya edebiyatı için de önemli bir isimdir.

1833 yılında “Maximen und Reflexionen” adıyla yayımlanmış bu eser aforizmalar, düşünceler ve alıntılardan oluşmaktadır. Varlığının toplamını oluşturan bu idrakler ve farkındalıklar, Goethe’nin ölümünden sonra derlenip kitaplaştırılmıştır. Bu derleme, Goethe’nin hayatı boyunca yaşadıklarından ilham alarak kâğıda döktüğü aforizmalardan oluştuğu için, onun hayat tecrübelerinin bir külliyatı olarak algılanmalıdır. Elinizdeki çeviri de, çağdaş Alman edebiyatı profesörü Helmut Koopmann’ın derlemesi temel alınarak yapılmıştır.

Bazı cümlelerdeki bulanıklığa rağmen, mümkün olduğu kadar Goethe’nin üslubuna ve felsefesine sadık kalarak yapılan bu çeviride, Almanca dışında yazmış olduğu sözler dipnotlar halinde okura sunulmuştur. Böylece Latince, Fransızca veya İtalyanca olan aktarımlar da özgün halleriyle okura yansıtılmıştır.

Çevirirken Goethe’nin bütün fikirlerinden ilham ve büyük keyif aldığım bu eserden, okurun da aynı keyfi almasını diler, sadece Alman edebiyatına ilgi duyanlara değil, tüm edebiyatseverlere, felsefe, bilim ve siyaset meraklılarına hitap etmesini gönülden dilerim.

Gülrû Bayraktar

biyografi

Johann Wolfgang von Goethe 28 Ağustos 1749 tarihinde Frankfurt/Main şehrinde doğmuştur. Goethe’nin babası, Johann Caspar Goethe saray meclisinde idari görevi olmayan bir kurul üyesi idir. Annesi ise belediye başkanının kızı Catharina Elisabeth Textor Frankfurt soylularındandır. Goethe 29 Ağustos 1749 tarihinde Protestan kaidelere uygun olarak vaftiz edilir ve bir yıl sonra da kız kardeşi Cornelia dünyaya gözlerini açar. Bunun üzerine babaları evlerini genişletmeye başlar.

Goethe 1755 yılından itibaren Frankfurt’ta bir devlet okulunda öğrenim görür fakat sonra babası tarafından bu okuldan alınır. Goethe’nin eğitimini başta babası üstlenir ve onun sayesinde Latince öğrenir. Daha sonra babası Grossen Hirschgraben Caddesi üzerinde bulunan bu eve bir özel öğretmen getirtir. Yedi Yıl Savaşları sırasında Fransız Askerî Birlikleri Frankfurt’u işgal eder ve 1759 da Fransa Kralı’nın Başkomutanı Kont Thornac Goethe ailesinin evine yerleştirilir.

Goethe babasının ısrarı üzerine 1765 yılında Leipzig’de hukuk öğrenimine başlar ancak o zamanlar bile kendini edebiyat sanatına daha yakın bulur. Gönlünden hitabet ve edebiyat okumak geçer. Goethe burada 1766 senesinde Leipzig hancısının kızı Anna Katharina (Kaethchen) Schönkopf ile tanışır. Aynı sene içerisinde “Annette” isimli şiir külliyatı oluşur ve Goethe’nin onayı olmadan Frankfurt’ta yayınlanan “Die Sichtbaren”(Görünür Olanlar) isimli bir dergide “İsa Mesih’in Cehennem Yolculuğu Üzerine Şairane Düşünceler” isimli şiiri basılır.

Anna Katharina Schönkopf ile olan ilişkisi 1768 yılında son bulur. Goethe, psikolojik ve fizyolojik çöküşü ve ağır hastalığı (iç kanama ve akciğer rahatsızlığı) sebebiyle 1768 senesinde ebeveynlerinin evine Frankfurt’a geri dönmek zorunda kalır. Uzun süren hastalığı sırasında 1769 yılından itibaren annesinin akrabası olan Susanne Katharina von Klettenberg tarafından şefkatle bakımı üstlenilir. Goethe’yi sevgi içinde dindarlık felsefesinin hayal dünyasına ve yeni Platoncu geleneğin panteistik – simyevi yazılarına teşvik eden de o olur (Paracelsus, Basilius Valentinus, Georg v. Welling v.s.).

Nisan 1770 yılından itibaren Goethe hukuk eğitimine Strasburg’da devam eder ve yanı sıra da Tarih, İktisadi Bilimler, Anatomi, Cerrahlık ve Kimya gibi derslere de katılır. Aynı yıl içinde kendisinden beş yaş büyük olan şair, felsefeci ve ilahiyatçı olan Johann Gottfried Herder ile tanışır. Eylül 1770’den Nisan 1771’e kadar süren Herder ile olan neredeyse günlük görüşmelerinde Herder Goethe’ye Hamann’ın Aydınlanma ile ilgili eleştirisini ve kendi dil felsefesi fikirlerini sunarak Goethe’nin nazarını Shakespeare’e, Homerüs’e ve Ossian’a çeker.

Burada Ekim 1770 yılında Goethe Sessenheim papazının kızı Friederike Brion ile tanışır ve ona duyduğu aşk ile ilk olgun şiirlerini yaratır (Örn: Hoş Geldin ve Veda). Goethe 1771 yılının Ağustos ayında mezuniyet sınavını Strazburg’da başarıyla geçer ve “licentitatus juris” olarak adlandırılan hukuk doktorasını tamamladıktan sonra avukatlık yapma yetkisine haiz olur. Bunun üzerine 1771 yılının sonbaharında avukatlık yapabilmek için gerekli hazırlıkları başlatmak üzere Frankfurt’a döner. Frankfurt’ta 1771’de “Götz von Berlichingen” isimli dramı tamamlar. Akabindeki senelerde burada “Wanderers Sturmlied” (Gezginin Coşkun Şarkısı, 1772), “Mahomets Gesang” (Muammed’in Şarkısı, 1772), “Prometheus” (Prometeus, 1774) ve “Ganymed” (Jüpiter, 1774) isimli büyük kasideler kaleme almıştır.

Goethe 1772 yılından itibaren “Sturm und Drang” (Coşumculuk) hareketinin baş temsilcisi kabul edilir ve bu hareketin eleştirici kolu olan “Frankfurter Gelehrten Anzeige” (Frankfurtlu Bilginlerin Bildirisi) isimli yayına Hukuk Bilimleri, Hitabet ve Edebiyat dallarında eleştiri yazıları ile katılır. Aynı sene içerisinde Goethe Darmstadt Duygulular Cemiyetine “Gezgin” rumuzu altında kabul edilir ve anlatıcı Sophie von La Roche ile kızı Maximiliane ile tanışır.

Main şehrinde Goethe 1772’ den 1775’ e kadar avukat olarak 28 dava yürütür ve at pazarında çocuk katili Margaretha Brandt’ın kılıçla idam edilişine tanık olur. Bu tablo Goethe’nin “Faust” eserindeki Gretchen karakterinin temelini oluşturur. Wetzlar Yargıtay’ındaki stajyerliği esnasında Charlotte Buff ile tanışır. Bu ihtiraslı fakat karşılıksız sevgiden “Die Leiden des jungen Werther” (Genç Werther’in Acıları, 1774) isimli, mektup şeklindeki roman doğar.

Goethe 1773 yılında “Götz von Berlichingen” isimli dramı tamamlar ve Herder’in 1. baskıyla ilgili yaptığı sert eleştiriden sonra Goethe 1771 yılının Haziran ayında tekrar eserin üzerinden geçer ve eser 2. baskıyla yeniden yayınlanır. 14 Nisan 1774’ de Goethe’nin eseri “Götz von Berlichingen” sahne uyarlamasıyla Berlin’deki Koch kuruluşu tarafından ilk kez sahnelenir. Bu dönemde “Prometheus”, “Ganymed” ve aydınlanma çağı şairi Christoph Martin Wieland’a yazılmış olan bir hiciv yazısı “Götter, Helden und Wieland” (Tanrılar, Kahramanlar ve Wieland) adlı kasideler oluşur. Konusu evlilik ve ihanet olan “Clavigo” isimli bir trajedi 23 Ağustos 1774’te ilk kez Hamburg’da sahnelenir. Eserde genç yazar Clavigo ihanetiyle sevgilisi Marie’nin ölümüne sebep olur ve Clavigo kadının erkek kardeşi tarafından vurulur.

Goethe 1775 yılında Frankfurtlu bir bankacının kızı olan Lili Schönemann ile nişanlanır ancak nişan altı ay sonra atılır. Goethe 1775 yılında Ch. Ve F.L. zu Stolberg-Stolberg isimli kontlarla İsviçre’ye seyahat eder. Oradan döndükten sonra Kasım 1775’te Saksonya-Weimar’ın yeni Dük’ü Carl August von Sachsen-Weimar’ın daveti üzere Weimar Sarayına gider.

Düşes Anna Amalia, içlerinde Christoph Martin Wieland ve Charlotte von Stein’ın da bulunduğu birçok edebi alanda faal olan saraylıyı bir araya toplamıştır. 1776 yılında Goethe Charlotte von Stein’a aşık olur. Ancak bu aşk umutsuzdur çünkü Charlotte von Stein kraliyet imrahorunun eşidir. Aynı sene içinde “Claudine von Villa Bella”, “Die Geschwister” (Kardeşler) ve “ Stella” adlı dramalar ilk kez sahnelenir. “Stella” isimli eser bir ilişki üçgenini anlatır ve skandala yol açar; böylelikle Hamburg’da eserin yasaklanmasına sebep olur.

Goethe Weimar’a taşınır, orada Dük’ün ona hediye etmiş olduğu Stern’deki bahçeli eve yerleşir ve kendisine Weimar vatandaşlığı hakkı tanınır. Goethe Weimar’da çok sayıda siyasi görev alır. Daha sonraları tiyatronun yönetimini ve Saray Tiyatrosu ile eğitim işlerinin denetimini üstlenir. 1777 yılında Goethe eyalet makamının en üst mevkiinde oy ve oturum hakkı olan gizli elçilik meclis üyeliğine seçilir. Böylelikle geliri garantilenmiş olur. Aynı sene içerisinde kız kardeşi Cornelia vefat eder ve bundan kısa bir süre sonra Goethe eski dostu Johann Gottfried Herder’i de Weimar sarayına aldırır. 1778’de Goethe dük Carl August ile birlikte Potsdam’a ve Berlin’e, akabindeki sene de yine Dük’ün eşliğinde İsviçre’ye seyahat eder. İsviçre’ye yaptığı bu ikinci gezisinde bir mineral taş koleksiyonu oluşturur.

1779 yılında Goethe savaş komisyonu ile dağ ve yol yapımının başına getirilir. Aynı sene içinde özel meclis kurulu danışmanlığını alır ve “Iphigenie” isimli tiyatro eserinin çalışmalarını başlatır. Bu eser Yunan mitolojisini esas almaktadır. Eserde kralın kızı olan Iphigenie tapınak rahibesi olarak Tauris dağında sürgündedir ve erkek kardeşi Orest tarafından oradan kurtarılarak eve geri getirilir. 1781 yılında Goethe mineraloji üzerine çalışmalarına devam eder ve bir renk öğretisi geliştirir. Ancak bu renk öğretisi daha sonra bilimsel bilgi ışığında çürütülür. Ayrıca kendisi tarafından Weimar’da kurulmuş olan “Özgür Çizim Okulu”nda anatomi dersleri verir. 1782 yılında Kral II. Joseph tarafından soylu ilan edilir ve bundan kısa bir süre sonra da Frauenplan’daki eve taşınır. Bu sene içinde babasını kaybetmiştir ve kendisine defterdarlığın en üst merciinde bir idari görev verilir.

Goethe 1783 yılında İlluminatilere katılır ve ikinci kez Harz bölgesine seyahat eder. Ertesi yıl aynı bölgeye üçüncü kez gider. O sene Goethe insan kafatasında ara çene kemiğini (intermaksil kemiğini) bulur. 1785 senesinde Goethe daha yoğun olarak doğa bilimleriyle uğraşır ve aynı sene ilk defa kalmak üzere Karlsbad’a gider.

3 Eylül 1786 tarihinde Goethe daha önce de düşünmüş olduğu Weimar’ın kıskacından kurtulma niyetini Karlsbad’a gizlice kaçarak gerçekleştirir. Seyahati esnasında bilhassa antik Roma ve İtalyan Rönesansı ilgisini çeker. Goethe Roma yolculuğunu neredeyse dört ay sürecek bir Napoli ve Sicilya seyahati için keser ve bu süreyi araştırmaları için de kullanır. Jeolojik çalışmalar sebebiyle Vezuv’a tırmanır. Palermo’daki botanik parkında ise kendisine ait olan “Öz Bitki” kuramını tasdiklenmiş bulur. Bu fikir varlığın her alanında, sanatta olduğu kadar doğada da, genel geçer olanı kendisine örneğiyle sunmaktadır. Roma’da Goethe J.H.W. Tischbein ve Angelika Kaufmann gibi bilhassa güzel sanatlar alanında çalışan sanatçılara yakınlık gösterir. Yazar Karl Philipp Moritz de bir süre ona Roma’da arkadaşlık eder. Bu süre zarfında Goethe deha çağının coşkulu şairinden bir klasik dönem temsilcisine dönüşür ve “Iphigenie Tauris’de” (1787) isimli eserinin son halini yazar.

1788’de Goethe Weimar’a geri döner ve Christiane Vulpius ile bir birliktelik yaşar, bu da Charlotte von Stein ile olan ilişkisinin bitmesine sebep olur. 7 Eylül 1788’de Jena Üniversitesinde Tarih profesörü olabilmesine destek olduğu Friedrich Schiller ile ilk defa karşılaşır. Goethe 1568’de Hollanda bağımsızlığı için savaşmış ve İspanyollar tarafından idam edilen Kont Egmont’u konu alan trajedisi Egmont’u tamamlar. 1789 yılında Goethe’nin oğlu August doğar. 1790 yılında Goethe İtalya’ya ikinci bir seyahat gerçekleştirir. Bu sefer Venedik’e gider ve burada İtalya seyahatinin en belirgin eseri olan Venedik Hicivleri’ni yazar (1788-90). Ardından Torquato Tasso (1789) isimli oyununu kaleme alır. Bu eserde yaratıcı insanlar ile toplum arasındaki çekişmeyi, bu durumla baş edemeyen ve kendisini edebiyata adayan şair Torquato Tasso (1544-95) örneğinden yola çıkarak anlatır. Goethe 1774 yılında başlamış olduğu Urfaust’u (İlk Faust) “Faust. Bir Fragman” ismiyle tamamlar. 1792’de Goethe Dük Carl August’a Fransızlara karşı ittifak kurmuş olan birliğin karargâhına gitmek üzere eşlik eder ve 1793 yılında Fransız devrim savaş birliklerinin yardımıyla Jakoben Cumhuriyeti’nin kurulduğu Mainz’ın işgalinde yer alır. Fransız devrimiyle olan teması Büyük Coptha (1792) ve Halk Generali isimli komedileri yazmasına vesile olur.

Goethe 1794’ün sonunda bir tesadüf sonucu Friedrich Schiller ile yakınlaşır. Her ikisi de doğa bilimsel bir cemiyetin sempozyumuna katılırlar, bu da Goethe’ye Schiller ile derinlemesine sohbet etme fırsatını verir. Bunu izleyen verimli döneme bilhassa Schiller ile olan arkadaşlıkları damga vurmuştur. Schiller’in idealist estetiği Goethe’nin şiir üretimini kalıcı olarak etkilemiştir. Bu dönemde Hermann ve Dorothea (1797) isimli destan ile arayan ve yaratan insanın dramını sergileyen ve ancak Schiller’in ölümünden üç yıl sonra 1805’te biten Faust’un birinci bölümünü tamamlamıştır. Ortak çalışmaları arasında “Xenien” (1796) ve “Die Horen” ile “Propylaen” isimli dergiler, ayrıca “Schiller’in İlham Almanağı” sayılabilir. “Öz Kız Evladı” isimli oyunun fikrini Goethe nasıl Schiller’e borçluysa, Schiller de “Wilhelm Tell”i Goethe’ye borçludur.

1795 yılında Goethe tekrar Karlsbad’a seyahat eder. 1797 yılında birçok kez estetik akımı düşünürü ve şair Friedrich von Schlegel ile buluşur ve üçüncü kez İsviçre’ye seyahat eder. Aynı sene içinde Goethe Jena ve Weimar’daki kraliyet kütüphanelerinin idaresine getirilir. Balat yılı olan 1797’de birçok eser Schiller ile olan şairlik yarışı esnasında ortaya çıkmıştır. Örneğin “Der Zauberlehrling” (Sihirbaz Çırağı), “Der Gott und die Bajadere” (Tanrı ve Bayader), “Die Braut von Korinth” (Korintli Gelin), “Der Schatzgräber” (Hazine Arayıcısı) ve “Legende” (Menkibe). 1798 yılında Goethe tarafından çıkartılan “Propylaen” isimli derginin ilk sayısı yayınlanır ve Schiller’in edebi dergisi “Die Horen” ile Weimar Klasiğinin bakış açısını temsil eden en önemli eserler haline gelir. 1799 yılının Aralık ayında Schiller ailesi Weimar’a taşınır ve böylece on beş günde bir Goethe malikânesindeki buluşmalar başlar.

Yeni yüzyılın ilk yıllarında Goethe farklı krizler yaşar; bunlar da kendini hastalık olarak gösterir. Bu zamana kadar olan yaşam çemberi yavaş yavaş yıkılmaya başlamıştır, 1803’te Johann Gottfried Herder, 1805’te Friedrich von Schiller ve 1813’te de Christoph Martin Wieland vefat eder. 1805 yılında Goethe’nin kompozisyonlar külliyatı “Winckelmann ve Onun Yüzyılı” yayınlanır. Bu eser Alman Klasiğinin güzellik idealini biçimlendirmiş Arkeolog ve Sanat bilgini Johann Joachim Winckelmann’ın makalelerini içerir.

Bir sonraki sene Goethe Christiane Vulpius ile evlenir. Jena’lı bir kitapçıya yaptığı sayısız ziyaretler esnasında Goethe’nin kitapçının on sekiz yaşındaki üvey kızı Minna Herzleb’e karşı olan babacan yakınlığı ihtiraslı bir sevgiye dönüşür. 1808’de Goethe’nin annesi vefat eder. Aynı sene Erfurt’taki derebeyleri kongresinde Goethe birçok kez Napolyon ile karşılaşır ve Napolyon kendisini Paris’e davet eder. Aynı yıl içinde Gothe’nin “Faust I”, bir sene sonra da “Wahlverwandtschaften” (Seçilmiş Akrabalıklar) ayrıca da otobiyografik bir eser olan “Dichtung und Wahrheit” (Edebiyat ve Hakikat) isimli eserleri yayınlanır.

1812’den 1814’de kadar Goethe birçok kez Ludwig van Beethoven ile görüşür ve şair Friedrich de la Motte Fouque ile mektuplaşmaya başlar. Goethe bu süre zarfında ilk defa Ren, Main ve Neckar nehirlerine seyahat eder ve orada Wiesbaden’da Marianne von Willemer ile tanışır. 1815 yılında Goethe ikinci kez Ren, Main ve Neckar nehirlerine seyahat eder ve orada Prusyalı reformcu Karl von und zum Stein ile birlikte Dom Kilisesini ve Wallraf Sanat Koleksiyonunu ziyaret eder. Aynı sene içinde Grimm Kardeşler olarak bilinen Jacob ve Wilhelm Grimm ile Brentano ve Städel aileleriyle tanışır. Goethe devlet bakanı olur ve edebiyat eleştirisi olan denemesi “Shakespeare und kein Ende” (Shakespeare ve Sonu Yok) yayınlanır. 1816’da eşi Christiane vefat eder ve Goethe’nin “Italienische Reise” (İtalya Seyahati) yayınlanır.

1819’da Goethe Karl von und zum Stein’ın kurduğu “Eski Alman Tarih Bilim Cemiyeti”nin fahri üyesi olur ve sonra bu cemiyeti “Monumenta Germaniae” (Cermen Abidesi) isimli kaynakça çalışmasıyla destekler. Farsî şair Hafız’ın eserinin etkisi altında Westöstlicher Divan (Batı-Doğu Divânı) gibi eserler ortaya çıkar.

1821 yılında Goethe Hint edebiyatı ile meşgul olur ve Marienbad’a seyahat eder. Burada Amalia von Levetzow ve üç kızı ile tanışır. Goethe bu kızlardan on sekiz yaşındaki Ulrike’ye evlenme teklifi eder. Ulrike bunu başta şaka olarak algılar ve akabinde teklifi reddeder. Goethe “Wilhelm Meisters Wanderjahre” (Usta Wilhelm’in Gezi Yılları) ve “Odyssee der Bildung” (Eğitimin Odyseası) isimli eserlerini tamamlar. 1823 yılında Johann Peter Eckermann Goethe’yi ziyarete gelir ve sekreteri olarak yanında kalır.

1825’te Franz Schubert “An Schwager Kronos”, “An Mignon” ve “Ganymed” şiirlerinin bestelenmiş halini Goethe’ye yollar ancak Goethe bunları cevapsız bırakır. Aynı yıl Jena Üniversitesi Hukuk Fakültesi Goethe’ye fahri doktora ünvanı verir. 1827 yılında Charlotte von Stein ve bir sene sonra da Dük Carl August ölür. Goethe 1794’ten 1805 yılına kadar Schiller ile mektuplaşmalarını yayınlar. 1829’da da “Faust I” Braunschweig’daki Ulusal Tiyatro’da ilk kez sergilenir.

1830 yılında Goethe’nin oğlu August Roma’da çiçek hastalığına yakalanarak ölür. Goethe de akciğer kanaması geçirerek ağır hastalanır. Ertesi yıl Goethe “Faust II” isimli eserini tamamlar fakat müsveddeyi mühürler ve ancak ölümünden sonra açılmasını vasiyet eder. Edebi mirasının yayın haklarını varisi olarak tayin ettiği sekreteri Johann Peter Eckermann’a bırakır. 22 Mart 1832 yılında Johann Wolfgang von Goethe Weimar’da vefat eder ve kraliyet kabristanına defnedilir.

tanrı ve doğa

1 “Ben bir Tanrıya inanıyorum!” bu övgüye değer bir sözdür; ancak Tanrıyı, O’nun yarattıklarında tanımak, onun nerede ve nasıl açığa çıktığını bilmek yeryüzünde erişilebilecek en büyük mutluluktur.

2 Doğayı ilahi bir aracı olarak inkâr eden, aynı şekilde tüm vahiyleri de inkâr eder.

3 “Doğa Tanrıyı gizler!” ama herkese karşı değil.

4 Doğa, şimdi, geçmişte ve gelecekte her zaman Jehovadır.

5 Doğadan, hangi yöne bakarsanız bakın, sonsuzluk fışkırır.

6 Bütün olgular arasındaki ilişkiler hakikidir. Yanılgı sadece insanın içindedir. Yanılgısı dışında insanda gerçek olan hiç bir şey yoktur, insan kendisine, başkalarına ve olgulara olan ilişkisini bulamamaktadır.

7 Doğa, herhangi bir hatayı önemsemez. Doğanın kendisi sonsuza dek doğru davranmaktan başkasını yapamaz, oluşacaklara karşı kaygısızdır.

8 Kepler: “Benim en büyük dileğim; dış dünyada her yerde bulabildiğim tanrıyı, içimde, ruhumun derinliklerinde de aynı ölçüde hissedebilmemdir” demişti. Bu erdemli insan, farkında olmadan, özündeki ilahi gücün o anda evrenin ilahi gücüyle doğrudan bağlantı içerisinde olduğunu hissetmişti.

9 Tanrının varlığının teolojik kanıtını Eleştirel Akılcılık ortadan kaldırmıştır; buna boyun eğiyoruz. Kanıt olarak kabul olmayan, duygu olarak kabul olsun. Dolayısıyla Bronto-teolojisinden Nipo-teolojisine kadar tüm dini çabaları davet ediyoruz. Yıldırım, gök gürültüsü ve fırtına olağan üstü bir gücün yakınlığını, çiçek kokusu ve ılık bir esintide bir varlığın sevgi dolu yakınlaşmasını hissedemez miyiz?

10 Akılcı dünyaya, durdurulamaz biçimde gerekli olanı açığa çıkartan ve hatta bundan dolayı kendisini tesadüf olanın efendisi kılan büyük, ölümsüz bir birey olarak bakmak gerekir.

11 Gerçeklik tanrıya benzer. Hemen belirmez, biz onu tezahürlerinden tahmin etmek zorunda kalırız.

12 Fikir, ebedi ve tektir. Çoğul hali ile kullanıyor olmamız iyi olmamıştır. Bizim algıladıklarımız ve konuştuklarımızın tümü fikrin tezahürleridir. Kavramları konuşuyoruz, dolayısıyla fikrin kendisi de aslında bir kavramdır.

13 Fikir olarak adlandırılan: her zaman tezahür edendir ve dolayısıyla bütün tezahürlerin yasası olarak karşımıza çıkandır.

14 Sadece üst düzey ve en genelinde fikir ile tezahür bir araya gelir. Seyrin ve tecrübe edişin bütün orta basamaklarında ayrılırlar. En üst düzey olan farklı olanın aynı olarak seyridir, en geneli ise ayrı olanı aktif bir biçimde kimliğe bağlama eylemidir.

15 Öz-fenomenler: ideal, gerçek, sembolik ve özdeştir.

Ampirizm: Yukarıda saydıklarımızın sınırsız çoğalması, yardımdan umut ve bundan ötürü tamlıktan umutsuzluktur.

Öz-fenomen:

Son fark edilebilir olan olarak ideal olan,

Fark edilmiş olarak gerçek,

Bütün halleri kavrayabildiği için sembolik,

Bütün hallerle özdeştir.

16 Öz-fenomenleri doğrudan algılamamız bizi bir tür korku haline sokar. Yetersizliğimizi hissederiz. Yalnızca ampirik olanın sonsuz oyunu ile bizi canlandırır ve sevindirir.

17 Örtüsüz olarak duyularımıza tezahür ettiklerinde öz-fenomenlere karşı bir nevi korkuya varan çekingenlik hissederiz. Duygularına bağlı olarak yaşayan insanlar şaşkınlığa sığınırlar. Ancak anında çöpçatanlığa meraklı olan akıl devreye girer ve kendince en asil olanla en sıradan olanı bir araya getirmek ister.

18 Oysa gerçek aracı sanattır. Sanat hakkında konuşmak, aracıya aracı olmak demektir ve yine de bunu yaparak çok leziz şeyler başardık.

19 Mıknatıs sadece onu açıklamak için telaffuz edilebilir temel bir fenomendir. Telaffuz edildiğinde, ne ismi ne tanımı olmayan diğer her şey için de bir gösterge/sembol haline gelir.

20 En sonunda artık öz-fenomende sakinleşebiliyorsam bu sadece boyun eğdiğimdendir. Ancak insanlığın sınırlarında mı boyun eğiyorum, yoksa dar kafalı bireyselliğimin hipotetik sınırlılığı içerisinde mi boyun eğiyorum? Bu ikisi arasında hala büyük bir fark vardır.

21 Canlı tekliğin temel özellikleri: ayrılmak, kavuşmak, genele karışmak, özelde kalmak, dönüşmek, özelleşmek ve canlı olanın binlerce şartlar altında nasıl yapıyorsa o şekilde zuhur etmek ve yok olmak, lütfetmek ve erimek, donmak ve akmak genişlemek ve daralmak. Bütün bu etkiler aynı anda gerçekleştiğinden, her şey ve her biri aynı zamanda gerçekleşebilir. Var olmak ve yok olmak, yaratmak ve helak etmek, doğum ve ölüm, sevinç ve acı, hepsi karmakarışık etki eder, aynı anlamda ve aynı ölçüde. Bu yüzden oluşumların en önemli olanı, her zaman genel olanın resmi ve meseli/ benzeri olarak açığa çıkmaktadır.

22 Doğanın büyük, devasa olanını edinmek hiç de kolay değildir, çünkü bu sonsuz küçük olanı kapsayabilecek küçültme camlarına veya lenslere sahip değiliz. Ve eğer zihne bir avantaj sağlanacaksa gerçekten Carus ve Nees gibi gözlere sahip olmak gerekir. Fakat doğa en büyüğünden en küçüğüne kadar hep benzer olduğundan ve her puslu cam güzel maviliği dünyayı bulutlarıyla kaplayan atmosfer kadar iyi gösterdiği için, örneklere yönelmeyi ve bunları önümde bir araya koymayı doğru buluyorum. Burada devasa olan küçültülmemiştir, küçüktür ve sonsuzda olduğu gibi bu boyutlarda da anlaşılmazdır.

23 Her var olan bütün var olanın analoğudur. Bu yüzden varlık bize daima aynı anda ayrışmış ve bağlantılı olarak görünür. Analojiye fazla dalınırsa, o halde her şey aynıyla çöker. Ondan uzak durulursa her şey sonsuzluğa serpilir. Her iki durumda da seyir durağanlaşır, birinde aşırı canlı olarak diğerinde öldürülmüş olarak.

24 Analoji iki sapmadan korkar; biri nükteye kaymaktan ki orada hiç olur, diğeri ise kendisini mecazlar ve benzetmelerin kendisini kuşatmasından ki bu daha az zararlı olanıdır.

25 Analojilerle ifade edilişleri hem faydalı hem de latif bulurum. Analog hal kendini kabul ettirmeye çalışmaz, bir şey kanıtlamaya çalışmaz; o kendisini bir diğerinin karşısına koyar ama onunla bağlanmaz. Birden fazla analog hal kapalı olmayan sıralar halinde birleşir. O verici olmaktan çok canlandırıcı olan iyi bir sohbet ortamı gibidir.

26 Analoglar halinde düşünüyor olmanın kızılacak bir yanı yoktur. Analojinin avantajı sonlandırmaması ve aslında nihai olan bir şey istememesidir. Buna karşı genelleme çürütücüdür. Gözden kaçırmadığı bir amacı vardır ve ona yönelik çalışır, yanlışı da doğruyu da beraberinde söker alır.

27 Doğa sınırsız üretkenliği ile bütün mekânları doldurur. Sadece dünyamıza bir göz atalım: kötü, mutsuz olarak adlandırdığımız her şey, bütün oluşana mekân vermemesinden ve hatta ona süreklilik tanımamasından kaynaklanıyor.

28 Oluşan her şey kendine bir mekân arar ve süre ister. Bu yüzden bir diğerini yerinden eder ve onun süresini kısaltır.

29 Canlı olanın, dış etkenlerin en çeşitli şartlarında dahi rahat etme ve yine de belirli, elde edilmiş bir bağımsızlığı elden bırakmama yetisi vardır.

30 Bütün varlıkların ne kadar kolay sinirlendirilebilir olduğunu bir düşünelim. Mevcut bir durumun en ufak değişikliği, en ufak bir esintide aslında herkesin bedeninde sessizce uyuyan kutuplaşma olgusunu nasıl da ortaya çıkarttığını görebiliriz.

31 Gerilim; olanı açığa çıkartmaya, kendini ayrı göstermeye, kutuplaştırmaya hazır olan enerjik bir varlığın kayıtsız görünen halidir.

32 Doğanın zaman zaman gerçekleştirmediği ve açığa çıkartmadığı hiçbir şeye yasal yetisi yoktur.

33 Kuşlar doğanın çok geç bir ürünüdür.

34 Yalnızca serbest olan madde değil, haşin ve sık olan da varlığa bürünür. Birçok kütle tabiatı ve yapısı gereği kristalindir, ehemmiyetsiz, şekilsiz bir kütle içinde stokiyometrik yaklaşımlarla ve iç içe geçmelerle porfir benzeri bütün formasyonlardan geçen bir görünüm oluşur.

35 Doğa cansız başlangıçlarında bu denli titiz stereometrik olmasaydı, sonunda tahmin edilemez ve ölçülemez hayata nasıl ulaşabilirdi ki?

36 Organik olmayan âlemin en güzel metamorfozu, oluşum esnasında şekilsiz olanın şekle bürünmesidir. Her kütlenin buna dürtüsü ve hakkı vardır. Mika cevheri lal taşına dönüşür ve sıklıkla mikanın içerisinde neredeyse tamamen hapsedilmiş ve sadece en az bağlantı maddesi olarak kristallerin arasında bulunan, dağ kütleleri oluşturur.

37 Bütün kristalleşmeler gerçeğe dönüşmüş bir kaleydoskoptur.

38

Süreklilik (olarak) ile
(ve yine de)
zıtlık

39 Doğa nitelendirilmelere çıkmaz sokağa girmişçesine tepki verir: oradan geçemez ama geri dönmek de istemez; milli oluşum meselesindeki ısrar bu sebepledir.

40 Tüm etkinlikler merkeze Mars ile Jüpiter arasındaki mesafeden daha yakındır.

41 Büyük, ezelden beri var olan veya zaman içinde oluşmuş temel kuvvetler durdurulamaz biçimde gelişir. Yararlı yönde mi zararlı yönde mi gelişirler bu tesadüfidir.

42 “Seyyahlar dağlara tırmanışlarından büyük bir zevk adlıklarında, bu ihtirasları bana göre barbarca, tanrısızca bir şey barındırır. Dağlar doğa gücünün bize neler ifade ettiğinin göstergesidir belki ancak öngörünün ne kadar iyi bir şey olduğunu anlatmaz. İnsanın hangi ihtiyacına yararlar ki? Dağlarda yaşamak istese kışın evini heyelan, yazın ise bir toprak kayması alıp götürecektir. Sürülerini sular alır, tahıllarını fırtınalar. Yola koyulsa her tırmanış Sisifos’un işkencesi olur, her iniş de Vulkan’ın düşüşü; patikaları her gün çakıllarla dolar, dereleri gemiciliğe olanaksızdır. Küçücük sürüleri zor bela yiyecek bulsa dahi veya kendisi onlar için bir şeyler toplasa, ya doğa olayları onları elinden kopartır alır ya da vahşi canavarlar. Bir başına, gariban bir bitki gibi bir yaşam sürdürürdü mezar taşındaki yosun gibi, hiçbir rahat ve cemiyet olmaksızın. Ve dünyanın en güzel enlemlerini, Kuzey Kutbu’nun korkunçluğu ile kaplayan bu çetrefilli yamaçları, bu iğrenç sarp kayaları, bu şekilsiz granit piramitleri, iyi niyetli bir insan nasıl beğenebilir ve bir insan dostu bunları nasıl övebilir?” (Bkz. ek notlar)

43 Onurlu bir insanın halini anlatan bu eğlenceli tezat anlatıma şunu da eklemek gerekir. Eğer ilk dağ sıralarını Nubiya’dan en batıdaki denize kadar geliştirmek ve devam ettirmek ve bunları ara ara kuzeyden güneye bölmek Tanrı’nın ve doğanın hoşuna gitseydi, o zaman öyle vadiler oluşurdu ki atamız Hz. İbrahim öyle geniş bir arazi, Albert Julius da öylesine bir Taşkale bulmuş olurdu ki, zürriyetleri yıldızlarla rekabet edercesine üreyebilirlerdi. (Bkz. ek notlar)

44 Yunanların Entelecheia diye adlandırdıkları şey, daima işlevsel halde bir varlıktır. (Bkz. ek notlar) 45 Bu işlevsel varlık, faal olarak düşünülmüştür.

46 Hayvanların içgüdülerine yönelik soru sadece Monadlar ve Entelechieler kavramı üzerinden çözümlenebilir. Her Monas belirli şartlar altında tezahür eden bir Entelechiedir. Organizmanın ayrıntılı bir araştırması sır perdesinin aralanmasına… (Bkz. ek notlar)

47 Canlı olan her şey etrafında bir atmosfer oluşturur.

48 Bizi uğraştıran doğanın, artık bir doğa olmadığı, Yunanlıların uğraşmış olduğu varlıkla da alakasının olmadığı bir gerçektir.

Türler ve etiketler
Yaş sınırı:
0+
Litres'teki yayın tarihi:
03 temmuz 2023
Hacim:
3 s. 5 illüstrasyon
ISBN:
978-625-8068-66-5
Telif hakkı:
Maya Kitap

Bu kitabı okuyanlar şunları da okudu