Читайте только на Литрес

Kitap dosya olarak indirilemez ancak uygulamamız üzerinden veya online olarak web sitemizden okunabilir.

Kitabı oku: «Bir nefeste 20. yüzyıl», sayfa 2

Yazı tipi:
Sanat ve Bilimde Devrimler

Sanayi Devrimi’nin sonucu olarak ortaya çıkan bilimsel ve teknolojik gelişmeler, sanatçıları yaşamın her yönünü tekrar gözden geçirmeye teşvik etti. Yeni bir akım olan modernizm, yeni üretim yöntemlerine ve burjuva değerlerine geçişin etkilerine karşı romantizmin on dokuzuncu yüzyıldaki isyanı olarak ortaya çıktı. Modernist sanatçı, sanatın gelişmeyi engellediğine inanılan geleneksel formlarından kaçınan bir devrimciydi. Fransa’da çalışan İspanyol avangard ressam Pablo Picasso, geleneksel perspektifi reddetti ve onun resim deneyleri, nesnelerin analiz edilip soyut biçimde yeniden birleştirilmesini kapsayan kübizm, fütürizm ve sürrealizm gibi diğer farklı sanat akımlarına yol açtı. Alman ekspresyonist ressamlar Paul Klee ve Wassily Kandinsky ile Çek romancı Franz Kafka, kentsel sanayileşmenin insanları makineleştiren etkilerine tepki gösterdiler ve sanatta gerçekçilikten uzaklaştılar.

Müzikteki modernizm akımı, Avusturyalı-Amerikalı besteci Schönberg’in, belirli bir anahtarı kullanmanın getirdiği kısıtlamayı önleyen ve modern besteciler arasında geniş ölçüde etkili olan on iki ton tekniğini kullanarak geleneksel ses armonisi üzerinde denemeler yapmasına yol açtı. Mimarlıkta, İsviçreli-Fransız Modernist Le Corbusier, geleneksel mimari tarzları reddetti ve binaları “içinde yaşanacak makineler” olarak yeni baştan şekillendirdi.

Bilim, yirminci yüzyılın başlarında insanlığın ufuklarını genişletmeye devam etti. Röntgen ışınları 1895 yılında Wilhelm Röntgen tarafından daha yeni keşfedilmişti ve çok geçmeden Marie ve Pierre Curie, radyoaktiviteyi belirleyerek maddenin yapısıyla ilgili fikirlerde değişikliklere yol açtılar. 1900’de Max Planck, enerjinin (daha önce düşünüldüğü gibi) sürekli bir akış içinde olmadığını, onun muhtemel en küçük miktar “kuantum” olmak üzere, küçük paketler veya “kuantumlar” halinde hareket ettiğini ileri sürdü. Einstein, bu düşünce üzerinden giderek, 1905 yılında kendi özel izafiyet teorisini ortaya attı; bu teoriyle, uzay ve zamanın mutlak olduğunu savunan önceki görüşü devirerek, bunların gözlemciye göre izafi olduğunu (bizim için bir milyon yıl olan süre, yüksek hızlı bir roketin içinde olan bir kişi için sadece birkaç saniye demek olabilir) ileri sürdü. Onun 1916’da yayınlanan genel izafiyet teorisi, maddenin uzayda bir eğrilmeye neden olduğunu ve bunun evrendeki göksel cisimlerin algılanış hareketini açıkladığını ilan etti.

Milliyetçilik, Tarihin Akışını Değiştiriyor

Çin ve Rus imparatorlukları, yirminci yüzyılın ilk yıllarında yıkılan birçok imparatorluktan iki tanesiydi. 1914-1918 yılları arasında devam eden I. Dünya Savaşı sırasında, daha fazla sayıda imparatorluğu yok edecek bir güç giderek büyümekteydi. On dokuzuncu yüzyıl ile yirminci yüzyılın başlarındaki nispeten barışçıl iklimde, vatanseverliğin aşırı bir şekli olan milliyetçilik, kendi ülkelerinin ekonomik, kültürel ve askeri üstünlüğüne güvenle inanan Avrupa ülkelerini birleştirmeye hizmet etmişti. Fakat aynı zamanda Avrupa güçleri arasında şiddetli bir rekabet ve çekişme yarattı. 1871’de Almanya’nın Fransa-Prusya Savaşı’ndan sonra birleşmesiyle kurulan Alman İmparatorluğu, dünyayı I. Dünya Savaşı’na sürükleyecek olan milliyetçi ve emperyal hırslara sahipti ve bu da sonuçta Alman İmparatorluğu’nun çökmesine neden oldu.

Aralarında, on dokuzuncu yüzyılda Avusturya ve Macaristan’ın birleşmesiyle kurulan ve hanedanlıkları Kutsal Roma İmparatorluğu’na kadar uzanan Habsburg Hanedanlığı tarafından yönetilen Orta Avrupa’daki Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun da olduğu diğer imparatorluklar da Almanya ile birlikte düşecekti.

1299’da Anadolu’da (bugünkü Türkiye) kurulmuş olan Osmanlı İmparatorluğu, 1453’te Roma İmparatorluğu’nun doğu yarısı olan toprakları -Bizans İmparatorluğu’nun topraklarını- ele geçirdi. İmparatorluğun mutlak hükümdarı olan sultan, dünyadaki Müslümanlar tarafından İslam aleminin lideri olarak kabul ediliyordu. Osmanlıların, Avrupalı güçler tarafından alınan toprakları geri kazanmak amacıyla 1914’te Almanya ile yaptığı ittifak, gerilemekte olan bu Doğu Akdeniz gücünün sonunu getirecek olan kaderi mühürlemiş oldu.

2. Bölüm
TÜM SAVAŞLARI SONA ERDİREN SAVAŞ

1914 yılına gelindiğinde, Alman İmparatorluğu Avrupa’da egemen bir ekonomik güç haline gelmişti ve kimya endüstrisiyle dünya pazarında başı çekiyordu. Dünyanın en büyük ordusuna sahip olan Almanya, denizcilikte de İngiltere’nin ardından ikinci sıradaydı ve kıtayı I. Dünya Savaşı kaosuna sokmakta belirleyici bir rol oynayacaktı. Fakat Avrupa’nın her yerinde işin içinde demokratikleşme ve sosyalizm için baskılar, milliyetçilerin talepleri, zor kazanılmış imparatorlukların dağılma korkusu ve en önemlisi, diğer ulusların korkusu gibi başka faktörler vardı. Almanya, Fransa ve Rusya tarafından kuşatılmaktan korkuyordu; Rusya, Almanların Balkanlar ve Yakındoğu üzerinde bir kontrol kurma ihtimalinden endişeliydi; Fransa-Prusya Savaşı’ndaki (1870-71) yenilgisiyle ezilen Fransa, Almanya’nın artan gücü karşısında kendini tehdit altında hissediyordu ve İngiltere dünyadaki dominant konumunu kaybetme kaygısı içindeydi.

Korku, bu ulusları gerekli olduğuna inandıkları ve kendi özgürlüklerini güvence altına almak için haklı gördükleri bir savaşa itti. Bu savaşın kahramanca çarpışılan birkaç ay içinde sona ermesini ve tüm savaşlara son vermesini umuyorlardı. Oysa bu, sivilleri de kendi vatanlarında seferberlik içine sokacak olan yeni türde bir topyekûn savaşın, teknolojinin benzeri görülmemiş derecede önemli ve yıkıcı hale geldiği ve üstelik daha da fazla çatışmaya yol açacak olan bir savaşın başlangıcıydı.

Savaşa Sürükleniş

I. Dünya Savaşı’nın fitilini ateşleyen olaydan önceki on yıl içinde, emperyalist Avrupa ülkeleri kendi ekonomik çıkarları için ticarette, pazarlarda ve bölgelerde rekabet içine girerek iktidar ve statü için didişmeye başlamışlardı. Almanya yükselirken, Osmanlı ve Avusturya-Macaristan imparatorlukları geriliyordu. İngiltere, halen dünyanın en büyük donanma filosuna sahipti ve kendi deniz üstünlüğünü korumak için HMS Dreadnought (1906) ve diğer savaş gemilerini inşa etmişti. Diğer ülkeler, özellikle Almanya, savaşa caydırıcı etki yapacağına inanarak ağır kalibreli silahlar yapma ve ordularını genişletme yarışına girdi.

Artan silahlanma yarışının ışığında ve gittikçe büyüyen masraflarla boğuşan Rus Çarı II. Nikola, silahsızlanma konusunu müzakere etmek ve ülkeleri savaştan ziyade tahkime gitme yoluyla uluslararası anlaşmazlıkları çözmeye zorlamak amacıyla 1899’da Lahey’de bir barış konferansı başlattı. Ancak girişim, Almanya tarafından veto edildi. 1907’de ABD Başkanı Theodore Roosevelt tarafından başlatılan ikinci bir barış konferansı bazı savaş kuralları getirdi. Ancak Almanya’nın, silahlanmayı sınırlama girişimini, İngilizler tarafından Alman donanma filosunu kısıtlamaya yönelik bir hareket olarak görmesi nedeniyle, bu girişim devre dışı bırakıldı.

Liderler savaş olasılığı konusunda kayıtsız davranmaya başladılar. Sözleşmeye bağlanmış olan ittifaklar vasıtasıyla bir güç dengesi kurabileceklerine ve çatışmadan kendilerini koruyabileceklerine inanıyorlardı. Fakat bu ittifaklar Avrupa’yı, Birinci Dünya Savaşı’nın en büyük nedeni haline gelen çok ağır potansiyel yükümlülükler ağının içine sokmuştu.

Dünya Bir Kav Kutusu

1907 yılına gelindiğinde aralarındaki rekabet Avrupa’daki güçleri iki gruba ayırmıştı: Bir tarafta Almanya, Avusturya-Macaristan ve İtalya Üçlü İttifakı; diğer tarafta Rusya, İngiltere ve Fransa’nın Üçlü İtilaf Devletleri. Bu bölünmenin nedeni kısmen Fransa ve Almanya’yı sertçe karşı karşıya getiren 1870-71 yılları arasındaki Fransa-Prusya Savaşı’ndan ve kısmen Balkan bölgesindeki rekabetlerden kaynaklanıyordu.

Bir zamanlar Ortodoks-Hıristiyan Doğu Roma İmparatorluğu’nun (Bizans İmparatorluğu) bir parçası ve Avrupa’nın çoklu bir etnik yapıya sahip güneydoğu yarımadası olan Balkanlar, ortaçağdan beri Müslüman Osmanlı İmparatorluğu’nun kontrolü altındaydı. İki yüzyıl boyunca Rusya, Ortodoks Hıristiyan Sırpların tarafını tutarak ve kriz içindeki Sırbistan’ın yardımına gideceği vaadiyle Osmanlı topraklarında yavaş yavaş güneye doğru ilerledi. Sırbistan ve Yunanistan on dokuzuncu yüzyılda Osmanlı yönetiminden koptu ve 1877-78 Rus-Türk Savaşı sırasında Rusya, Hıristiyanlara yapılan ayrımcılığa son vermek için mücadele ederek, Osmanlı İmparatorluğu’na karşı bir Doğu Ortodoks Balkan devletleri koalisyonu kurulmasına öncülük etti. Bu çabaları, Karadağ, Romanya ve Bulgaristan’ın bir bölümüne bağımsızlık kazandırdı.

Yirminci yüzyılın başlarında Rusya, Balkan bağımsızlığını desteklemeyi sürdürdü ve özellikle 1908’de Bosna-Hersek’in Rusya’nın ezeli rakibi Avusturya-Macaristan tarafından Osmanlı İmparatorluğu’ndan koparılmasıyla bu destek daha da çok körüklendi.

Alman Şansölye ve Almanya’nın birleşmesinin mimarı Otto von Bismark, Fransa’nın Fransa-Prusya Savaşı’ndan sonra Almanya’ya bırakılan Alsas-Loren’i kurtarma girişiminde bulunmasını bekliyordu ve bu yüzden 1873’te Rusya ve Avusturya-Macaristan ile bir ittifak kurdu. Bu anlaşma, Rusya ile Avusturya-Macaristan arasında süregelen Bosna-Hersek gerginliği nedeniyle kısa ömürlü oldu. Aralarındaki rekabet, 1879’da Almanya ve Avusturya-Macaristan arasında ikinci bir ittifaka yol açtı ve 1882’de İtalya’nın da katılmasıyla Üçlü İttifak olan bu üyeler, başka bir büyük güç tarafından saldırıya uğramaları durumunda birbirlerine karşılıklı destek vaat ettiler. Bu güçlü Üçlü İttifak, 1894’te savunma amaçlı bir Fransız-Rus ittifakına zemin hazırladı.

Şansölye Bismark’ın, Alman İmparatoru Kayzer II. Wilhelm’le olan anlaşmazlıklar yüzünden istifasından sonra, karşılıklı savunma anlaşmalarının karmaşık şartları üzerinde uzlaşmak, 1890’lardaki Alman dış politikası için bir değişiklikti. Bismark’ın ayrılışı, Kayzer’in Avrupa güçlerinin ülkesini kuşatmak ve Almanya’nın genişlemesini durdurmak için gizli bir plan yaptıklarına dair inancından etkilenen imparatorluğu, yeni bir rotaya oturttu. Almanya’nın düzensiz yeni politikası, İngiltere’yi sömürgeci rakipleri olan Fransa (1904’teki Entente Cordiale Dostluk Antlaşması) ve (1907’de) Rusya ile ittifak kurmaya itti. Artmakta olan gerilimler 1912-13 Balkan Savaşları’nın çıkmasına yol açtı. Daha önce Osmanlı İmparatorluğu’ndan bağımsızlığını kazanmış olan Yunanistan, Sırbistan ve Bulgaristan, Osmanlı yönetiminden daha fazla Slav halkını kurtarmak için Osmanlı kontrolündeki Makedonya’yı ilhak etti. Avusturya-Macaristan tarafından kontrol edilen Bosna-Hersek’teki Bosnalı Sırplar, şimdi daha büyük bir Sırbistan’a katılma özlemi içinde özgürlükleri için yaygara koparmaya başladılar. Daha sonra olacaklar için Bis-mark yıllar öncesinden, “Bir gün Balkanlar’daki bazı lanet olası aptalca şeyler yüzünden büyük Avrupa Savaşı çıkacak,” diye bir öngörüde bulunmuştu.

Balkan Kıvılcımı

28 Haziran 1914’te Avusturya tahtının varisi Arşidük Franz Ferdinand, Bosna’nın başkenti Saraybosna’da bir Sırp milliyetçisi tarafından öldürüldü. Arşidük oraya, Avusturya tarafından altı yıl önce ilhak edilmiş olan Bosna-Hersek’teki Avusturya imparatorluk askerlerini teftiş için gelmişti. Karısıyla birlikte üstü açık bir arabayla şehri gezdikleri o gün, tesadüfen Sırpların 1389’da Kosova Savaşı sırasında Osmanlı İmparatorluğu’na karşı savaşırken şehit düşen Sırp askerlerini andıkları Aziz Vitus Günü’ne denk gelmişti. Bosna için bağımsızlık isteyen gizli bir milliyetçi Sırp grubu olan Black Hand (Kara El), Avusturya İmparatorluğu’na karşı harekete geçmek için bu özel günü seçmişti. Devrimcilerden biri, Arşidük’ün arabasına bir bomba attığında, bomba imparatorluk çiftine bir zarar vermeden arabanın arkasına yuvarlandı; fakat sonra kortej yanlış bir yola girdi ve grup üyelerinden bir başkası, on dokuz yaşındaki Bosnalı Sırp Gavrilo Princip, Franz Ferdinand’la karısını vurarak öldürdü.

Avusturya-Macaristan, Sırp Hükümeti’ni suikasttan sorumlu tuttu ve Sırbistan’ı Avusturya karşıtı faaliyetleri bastırmaya çağıran bir ültimatom yayınladı. Sırbistan, Avusturya’nın taleplerinin çoğunu kabul etti; ancak Avusturya, Rusya’nın bir müdahalede bulunması halinde Almanya’nın kendilerine koşulsuz destek sözü vermesinden güç alarak 28 Temmuz 1914’te Sırbistan’a savaş ilan etti. Bu olay, küçük bir çatışma olarak kalabilecekken çığ gibi büyüdü ve karşılıklı savunma antlaşmalarının sonucu olarak büyük bir savaş haline geldi.

Durdurulamayan Bir Savaş

Savaş ilanından bir gün sonra Avusturya, Sırbistan’ın başkenti Belgrad’ı bombaladı. Rusya, birliklerini Sırbistan’ı savunmak için harekete geçirdi.

Almanya’nın dünya meselelerinde güç ve otorite sahibi olması için büyük bir istek duyan Kayzer II. Wilhelm, artık iki cephede savaşa girme ihtimalini azaltmıştı: Rusya ve onun müttefiki -İngiltere tarafından desteklenen- Fransa. Ancak Almanya, çatışmayı sınırlayabilecek olan, Fransa’nın tarafsız kalması karşılığında Alsas için özerklik vermek yerine, Fransa’ya bir ültimatom gönderdi ve sadece Fransa’nın tarafsız kalmasını talep etmekle kalmayıp aynı zamanda stratejik öneme sahip Toul ve Verdun kalelerinin de silahlı çatışma süresince tarafsızlığın bir garantisi olarak kendilerine sunulmasını istedi. Fransa buna cevaben “kendi çıkarları doğrultusunda hareket edeceğini” söyledi. Bunun üzerine İngiltere, eğer Almanya, Fransa ve Rusya’ya karşı tarafsız kalacağına söz verirse, Fransa’nın tarafsız olarak kalmasını teklif etti. Teklif, İngiliz Dışişleri Bakanı ve Londra’daki Almanya Büyükelçisi arasındaki bir telefon görüşmesi sırasında gerçekleşen bir yanlış anlaşılma sonucu Almanya’nın sadece Rusya’ya karşı savaşa girmesi halinde Fransa’nın tarafsız kalacağı şeklinde algılandı.

Savaşın tek bir cephede olacağını uman Kayzer, Alman birliklerinin batıdan Fransa’ya doğru seferberliğini durdurmaya çalıştı; fakat 1 Ağustos 1914’te Alman General von Moltke, Kayzer’e, düzenlemeleri değiştirmenin orduyu “kaotik bir sürü” haline getireceğini söyledi. Aynı gün Alman birlikleri sınırı geçerek Lüksemburg’a girdi ve Almanya Rusya’ya savaş ilan etti.

Alman komutanlar, uzun süredir geliştirilmekte olan Schlieffen Planı’nı takip ederek Fransız ordularının etrafını Belçika üzerinden kuşatıp üstünlük sağlamak ve altı hafta içinde Paris’i ele geçirmek niyetindeydiler ve böylece geri dönüp Rusya’ya saldırmadan önce batıdaki tehdidi durdurmuş olacaklardı. Bu plandaki beklentiye göre Rusya muazzam ordusunu seferber etmekte geç kalacak ve İngiltere, Fransa’ya yardım edecek birliklerini zamanında gönderemeyecekti. Ancak Almanya’nın, birliklerinin ülkelerinden serbest geçiş yapmasını reddeden Belçika’ya saldırarak Fransa’ya savaş ilan etmesi (3 Ağustos) üzerine İngiltere 4 Ağustos’ta, Belçika’nın tarafsızlığını koruyacağını taahhüt eden 1839 Antlaşması’na uygun olarak, Almanya’ya savaş ilan etti. Şaşkınlığa uğrayan Almanya Başbakanı Bethmann-Hollweg, “Bir kâğıt parçası için İngiltere bize savaş mı açacak?” diye bağırdı. Rusya’nın Moltke’yi ordusunu bölmeye zorlayarak birliklerini hem doğuya hem de batıya göndermek üzere on gün içinde harekete hazır hale getirmesi de Almanya’yı ayrıca şaşırtmıştı. İngiliz Dışişleri Bakanı Sir Edward Grey, savaşın yakında bütün kıtayı saracağını ön görerek “Avrupa’nın her yerinde lambalar sönüyor. Onların tekrar yandığını hayatımızın sonuna kadar göremeyeceğiz,” yorumunu yapmıştı.

İki Kamp

Savaş patlak verdiğinde dünya iki düşman kampa ayrıldı. Almanya ve Avusturya-Macaristan Çekirdek Merkez Güçler’i oluşturdu. İtalya, Üçlü İttifak şartları altında onlara sadece savunma savaşında katılmakla yükümlüydü ve başlangıçta tarafsız kalmayı seçti. Almanya’nın, bir isyan başlatarak İngiltere’nin Hindistan’daki kontrolünü istikrarsızlığa uğratma girişiminde bulunduğu Temmuz 1914’teki çılgın diplomatik krizler sırasında Osmanlı İmparatorluğu (Türkiye), Merkez Güçler’e katıldı. Osmanlılar, Türk boğazlarını kontrolleri altında tutuyor ve Karadeniz’e erişim sağlıyorlardı; böylece Rusya’yı İngiliz ve Fransız müttefiklerinden ve güneydeki ikmal kaynaklarından koparabilirlerdi. Balkanlar’daki Bulgaristan da benzer stratejik avantajlara sahipti ve 1915’te Merkez Güçler’e katıldı.

Muhalif tarafta, savaşın başlangıcında Müttefik Devletler olan Fransa, İngiltere, Rusya ve onların sömürgeleri ile Sırbistan, Üçlü İtilaf Devletleri’nin üyeleriydiler. 1902’den beri İngiltere’nin müttefiki olan Japonya, Ağustos 1914’te Müttefiklere katıldı ve hemen Çin’in çevresindeki Alman gemilerinin yok edilmesine ve Uzakdoğu’daki Alman topraklarının işgal edilmesine yardımcı oldu. İtalya, ülkesinin sınırındaki Avusturya-Macaristan topraklarının güvencesiyle Nisan 1915’te Müttefiklere katılacaktı. Romanya da Ağustos 1916’da Müttefiklere katıldı. Birleşik Devletler tarafsız kalmaya çalıştı, ancak Nisan 1917’de Müttefiklerin safında savaşa girdi (bkz. sayfa 49). Yunanistan Temmuz 1917’de Müttefiklere katıldı. Tarihte ilk kez çatışma küresel hale gelecek ve her kıtayı etkileyecekti.

GÖRSEL 3. Avrupa’nın Birinci Dünya Savaşı (1914–18) sırasındaki askeri müttefikleri


Ülkenin Sana İhtiyacı Var!

Erkekler kendi ülkeleri için savaşmak üzere askerliğe akın ettiler ve profesyonel ordular hızla büyüdü. Fransa, Almanya, Rusya ve Avusturya-Macaristan’ın aksine İngiltere, zorunlu askerlik emri çıkartmadı ve bu konuda gönüllülere güvendi. “Ülkenin SANA İhtiyacı Var!” İngiltere Savaş Bakanı Lord Kitchener’in ünlü posterde yer alan sloganıydı ve bununla bir milyondan fazla hevesli genç erkeği İngiltere’nin seferi kuvvetlerine katılmaya teşvik etti. Bunların pek çoğu savaş için hazırlıksızdı ve arkadaşlarla komşuların doluştuğu bu “Ahbap” taburları, yüksek kayıplar verdiler. Askere alınma hedeflerini korumak için İngiltere, 1916’da on sekiz ile kırk bir yaş arası erkekler için (savaşın son aylarında elli bir yaşa kadar çıktı) zorunlu askerlik hizmeti başlattı.

Fransız ve İngiliz imparatorlukları Müttefikler adına savaşmaları için Afrikalıları ve Hintlileri askere aldılar; İngiliz sömürgeleri olan Avustralya, Kanada, Yeni Zelanda ve Güney Afrika, Müttefikleri desteklemek için kendi askeri güçlerini silah altına aldılar. 1917’de ABD Başkanı Woodrow Wilson, Birleşik Devletler’de zorunlu askerliği tekrar devreye soktu.

Zorunlu askerlik sadece erkeklere uygulanıyordu; fakat pek çok kadın, gönüllü hemşire, ambulans şoförü ve savaş doktoru olarak orduya katıldı. Evdeki kadınlar, erkeklerden boşalan işleri veya cephane fabrikalarındaki yeni işleri üstlendiler; diğerleri savaş uğraşlarını hayır işleriyle desteklediler.

Batı Cephesi

Tarihin gidişatını belirleyecek olan mücadele birçok cephede, ancak özellikle Batı Cephesi’ni oluşturan Fransa ve Kuzey Belçika’da (Flanders) yapıldı. Bu ana savaş sahnesi, çatışmanın ilk birkaç ayında kuruldu.

Belçika üzerinden ilerleyen Alman birlikleri sert bir direnişle karşılaştılar ve Fransız sınırına doğru savaşarak ilerlerken 6.000’den fazla Belçikalı sivili vahşice öldürdüler. İlerleyen Alman orduları için her sivil potansiyel bir tehditti; köyler yakıldı ve Almanya’nın düşmanlarına korku salmak için sivillerin ve rahiplerin katledilmesi emredildi.

Almanlar, Müttefiklerle ilk defa 23 Ağustos 1914’te karşı karşıya geldiler, bunlar Belçika’nın Fransız sınırına yakın Mons şehrindeki İngiliz Seferi Kuvvetleri’ydi. Sayısal olarak üstün olan Alman ordusu, İngilizleri Paris’in doğusundaki Marne Nehri’ne çekilmeye zorladı.

Marne Muharebesi

Almanlar, Fransız Hükümeti’ni başkenti terk etmeye zorlamak için Paris’in 50 kilometre kadar yakınına geldiler. Fransız keşif pilotları, Alman General Alexander von Kluck’ün, Marne Nehri’ne doğru geri çekilmekte olan Müttefik Kuvvetlerin peşinden giderken Schlieffen Planı’nı terk ederek Paris’in batı tarafı yerine doğusuna doğru giden birliklerini gördüler. Almanya’nın birinci ve ikinci orduları arasında bir boşluk oluşmuştu ve Fransız komutan Joseph Joffre, 5 Eylül 1914’te onlara Müttefiklerin altıncı ordusuyla bir karşı saldırı yapma şansı yakalayarak von Kluck kuvvetlerinin sağ kanadını vurdu. Lorraine’deki doğu cephesinde bulunan Fransız yedek kuvvetleri altıncı orduyu desteklemek ve Almanları kuzeye doğru sürmeye yardım etmek için demiryoluyla Paris’e, sonra da arabalarla cepheye gönderildiler. Bir hafta süren şiddetli çarpışmaların ardından Almanlar, Aisne Nehri’nin çevresinde siper kazarak mevzilendiler.

Savaşın bu ilk büyük muharebesi Almanya’nın ilerleyişini durdurmuş ve Paris’i kurtarmıştı; ancak savaşta daha önce görülmemiş sayıda, 300.000’den fazla kişinin can kaybına yol açmıştı. Sonraki iki ay içinde her iki taraf da birbirine üstünlük sağlamak için Kuzey Denizi’ne gitgide daha da yaklaşarak bir dizi muharebeye girdiler. Bu “Denize Doğru Yarış”, Flanders kıyısı ile (tarafsız) İsviçre arasında, çatışmayı Batı Cephesi’nde dört yıllık bir çıkmaza sokacak olan 640 kilometrelik bir savunma siper ağı yarattı.

Flanders Tarlaları

“Denize Doğru Yarış”, 19 Ekim ve 22 Kasım 1914 tarihleri arasında Batı Flanders’de (Kuzeybatı Belçika) yıkıcı Birinci Ypres Muharebesi’nde doruğa ulaştı. Her iki taraf da kendilerine, birbirine bakan, dikenli tellerle ve dar bir tarafsız bölge şeridiyle ayrılmış olan siperler kazdılar. Askerler saldırılarla kendi pozisyonlarını koruyor; çamur, bit, sıçan, dondurucu havaların korkunç şartları ve keskin nişancı ateşi, top mermileri ve siper saldırılarının tehlikesi altında yemek yiyor ve uyuyorlardı. Topçu ateşi ve makineli tüfeklerin hâkim olduğu, ölülerle dolu savaş alanında her iki taraf da diğerini geçerek ilerlemeye çalışıyordu. İngiliz, Fransız ve Belçikalı birlikler, sayısal üstünlüğe sahip olmasalar da, Almanya’nın, savaş sırasında Fransa ve Belçika’ya mühimmat sağlamak için hayati önem taşıyan Manş Denizi limanlarına doğru ilerlemesini durdurmayı başardılar.

Kasım 1914’te bütün ordular moralini yitirmişti. Girilen çıkmazın sona ermemesi, herkesin umduğu gibi savaşın Noel’de sona ermeyeceği anlamına geliyordu. Kısa bir erteleme yapıldı: Noel Günü’nde, her iki tarafta bulunan Batı Cephesi askerleri kendi kendilerine ateşkes yaptılar, siperlerinden çıkıp futbol oynadılar ve savaşın vahşi ortamında sosyalleştiler.

Ypres sürekli savaşların merkezi haline geldi. İkinci Ypres Muharebesi (22 Nisan-25 Mayıs 1915) sırasında Almanlar, Fransız sömürge ve Kanada birliklerine karşı zehirli klor gazı kullandılar. Rüzgâr tarafından yayılan ve siperlere nüfuz eden gaz, tahrip edici bir etkiye sahipti ve Müttefikleri kendi kimyasal silahlarını ve gaz maskelerini geliştirmeye teşvik etti.

Temmuz ile Kasım 1917 arasındaki Üçüncü Ypres Muharebesi (Passchendaele Muharebesi) Almanların daha da fazla ölümcül hardal gazı kullanmaları nedeniyle, şiddetli ağustos yağışlarının neden olduğu bir çamur batağında devam eden Flanders muharebelerinin en uzunu ve can kaybı açısından en yüksek bedel ödeneni oldu. İngiliz kumandan Douglas Haig’in komutası altındaki İngiliz ve Kanada kuvvetleri Ypres yakınlarındaki yıkılmış Passchendaele köyünü işgal ettiler, her iki tarafın vermiş olduğu 850.000’den fazla can kaybına karşılık, çok küçük bir kazanımdı bu.

Bir Kanadalı asker-şair John McCrae (1872-1918) şunları yazmıştı:

 
Gelincikler açar Flanders tarlalarında,
Yattığımız yeri işaret ederler,
Sıra sıra dizili haçlar arasında,
Ve tarla kuşları uçar gökyüzünde, hâlâ cesurca şarkı söyleyerek,
Aşağıdaki top sesleri arasında zorla duyulan.
 
Doğu ve Güney Cepheleri

Batı Cephesi’nin aksine Doğu Cephesi’ndeki savaş, durağan siper savaşı gibi açmaza girmemişti. Ruslar, 17 Ağustos 1914’te Alman sınırından Doğu Prusya’ya geçerek Tannenberg’de daha küçük bir Alman ordusu ile karşılaştılar. Yetenekli Alman birlikleri 26 Ağustos’ta Rus İkinci Ordusu’nu neredeyse tamamen yok etti, ardından 90.000 Rus askeri teslim alındı ve Rus General Alexander Samsonov intihar etti; bu sonuç Almanların moralini yerine getirdi.

Daha güneyde, Galiçya’da, Avusturya kuvvetlerini 3 Eylül’de ezen Ruslar daha iyi durumdaydılar. Almanlar gibi Ruslar da sivillere yönelik şiddetli saldırılarla tanınır hale gelmişlerdi ve onların birlikleri yaklaşırken sivillerin pek çoğu kaçtı. Galiçya’daki büyük Yahudi nüfusu, bu birliklerin elinde korkunç bir şiddete maruz kaldı.

Merkezi Kuvvetler, 1915’in başlarında Doğu Prusya, Polonya, Letonya ve Litvanya’nın bir bölümünde Ruslara ciddi yenilgiler yaşatan Almanya’ya her zamankinden daha fazla bağımlı hale geldiler. Yaza girerken Almanlar Galiçya’yı Rusların elinden aldılar ve 1915 sonbaharında Merkezi Kuvvetler Sırbistan’ı ele geçirdiler, böylece Osmanlı İmparatorluğu ile Almanya arasında bir kara tedarik yolunu güvence altına almış oldular.

İtalya, Mayıs 1915’te Müttefiklere katıldı, fakat Avusturya İtalyanları güneye sıkışmış durumda tutmayı başardı. Ancak, Avusturya-Macaristan Cephesi, 1916’da Rus General Aleksey Alekseyevich Brusilov’un Belarus, Ukrayna ve Romanya’ya yaptığı bir saldırı sonucunda dağıldı. Her iki tarafta da büyük kayıplar vardı ve Romanya, Müttefiklerin yanında yer alarak savaşın içine çekildi. Ekim 1917’de İtalya, Caporetto Muharebesi’nde Avusturya ve Alman kuvvetlerine karşı bir felaket yaşadı ve savaşın sonunda Avusturya-Macaristan’la olan sınırındaki daha önceden kendisine vaat edilen bölge için verilen sözlere saygı gösterilmeyerek aşağılandı (bkz. sayfa 72).

Gelibolu Talihsizliği

1915 yılının Mart ayında, İngiltere’nin Deniz Kuvvetleri Bakanı Winston Churchill, Batı Cephesi’ndeki çıkmaza karşı koymak için, 1914’de Almanya ve Avusturya’nın tarafında yer alan Osmanlı İmparatorluğu’na saldırmayı önerdi. Türk başkenti İstanbul’u ele geçirmek amacıyla başlatılan Gelibolu Seferi (1914-16), Türkiye’nin batısındaki stratejik öneme sahip Gelibolu Yarımadası’nda gerçekleşti. Ancak, Çanakkale Boğazı’na giren İngiliz ve Fransız savaş gemileri bir mayın tarlasının içine düşerek battılar. Avustralya, Yeni Zelanda, Hint, Fransız ve Senegal birliklerinin kara istilası, Mustafa Kemal Atatürk tarafından kahramanca yönetilen geçit vermez bir Türk savunması karşısında tam bir çıkmaza girdi. Bu sonuç, Ocak 1916’da birlikleri tahliye edilen Müttefikler için tam bir felaketti. Churchill hükümetteki görevini kısa süre sonra kaybetti, ancak yıllar sonra İngiltere’yi İkinci Dünya Savaşı süresince yine o yönetecekti. Osmanlı Türkleri için bu zafer, savaş bittikten sonra modern Türkiye’nin Atatürk’ün yönetimi altında ortaya çıkması için bir temel oluşturdu (bkz. sayfa 60).

Arap İsyanı

İngilizler için daha başarılı sayılacak olan durum, Ortadoğu’daki Arap topraklarında Osmanlı İmparatorluğu’nun istikrarının bozulmasıydı. Savaştan sonra Arapların bağımsızlığa kavuşacağı vaadiyle İngilizler tarafından teşvik edilen ve 1916 yılının Haziran ayından 1918’e kadar süren Arap İsyanı, Haşimi klanından Prens Faysal ve Arapların güvenini kazanmış olan İngiliz istihbarat subayı T.E. Lawrence (Arabistanlı Lawrence) tarafından gerilla savaşı eğitimi verilen asilerle birlikte yönetildi. Develere bindirilmiş kuvvetler, demiryollarına sabotaj saldırıları gerçekleştirdiler ve Temmuz 1917’de Akabe Limanı’nı ele geçirdiler. Aralık 1917’de kutsal Kudüs şehri, General Edmund Allenby’nin emri altındaki İngilizlere ve Ekim 1918’de Şam Müttefiklere geçti, böylece Ortadoğu’daki savaş sona erdi. Fakat İngilizler ve Fransızlar bağımsız bir Arap devleti için Faysal’ı desteklemek yerine Ortadoğu’yu kendi aralarında paylaştılar: Filistin ve Ürdün İngilizlere, Suriye ve Lübnan Fransızlara gitti. Küçük bir tazminat olarak, Faysal Irak’ın kralı yapıldı.

Yüzyılın daha sonraki yıllarında yaşanan Arap-İsrail çatışmasının temelinde, bağımsız bir Arap devleti vaadi ve daha sonra İngiltere’nin Filistin’i Yahudilerin vatanı yapma vaadinin yerine getirilmemesinin yattığı söylenebilir (bkz. sayfa 149).

Vive La France! (Yaşasın Fransa!)

1916’da Merkezi Kuvvetler konumlarını güçlendirdiler ve Paris’in yaklaşık 200 kilometre doğusundaki Fransız kale şehri Verdun’a büyük bir saldırı yaparak batıda bir zafer kazanmayı planladılar. Saldırı, 21 Şubat 1916’da 1.200 Alman ağır saldırı silahı ve çok sayıda top mermisi kullanılarak yapılan büyük bir topçu bombardımanı ile başladı. Alman piyadeleri, 24 Şubat’ta Douaumont Kalesi’ni almak için sığ Fransız siperlerini geçerek engel tanımadan ilerlediler. Fakat Fransızlar Verdun’dan çekilmek yerine Alman ilerleyişini durdurdular, onların bu mücadelesi Fransa’nın kendisi için savaşın sembolü oldu. Takviyeler ve malzemeler Fransız birliklerine tek bir yoldan, sürekli saldırıları ve karşı saldırıları tetikleyen Voie Sacrée’den (Kutsal Yol) getiriliyordu. Sonunda, Fransızlar Ekim 1916’da kaybettikleri toprakları geri aldılar. Fransa’yı kurtarmak için yapılan savaşın bedeli, yaklaşık 700.000 Fransız-Alman askerinin kaybıyla çok ağır oldu.

Kızılca Kıyamet Kopuyor

Aynı yıl Verdun’da Fransızlar üzerindeki baskıyı hafifletmek için İngiliz ve sömürge birlikleri Kuzey Fransa’daki Somme Nehri’ne saldırı düzenlediler; bu saldırı büyük oranda İngiliz komutan Douglas Haig’in planıydı. Müttefikler 23 Haziran 1916’dan başlayıp sekiz gün boyunca Alman hattını 2.000’den fazla topla vurdu ve 1 Temmuz’da İngiliz ve İngiliz Milletler Topluluğu’nun (Commonwealth) piyadeleri düşman hendeklerine çok şiddetli bir saldırı düzenledi. Ancak Almanlar derin yeraltı sığınaklarından çıkarak ilerleyen askerleri makineli tüfek ateşiyle kurşun yağmuruna tuttular. Her iki tarafın da zehirli gaz kullandığı ve İngilizlerin ilk tankları konuşlandırdığı muharebe aylarca sürdü. Kasım 1916’ya gelindiğinde Müttefiklerin yaklaşık 12 kilometrelik küçük bir toprak kazancı, bir milyondan fazla kişinin öldürülmesi veya yaralanması pahasına gerçekleşmişti. Bu kadar az bir kazanç için verilen kayıplar açısından savaşın en kötü muharebesi bu olmuştu.

Denizde Savaş

Müttefikler malzeme ve birlikler gönderme konusunda denizdeki hakimiyetlerine güveniyorlardı. Savaş büyük oranda karada yapılmasına rağmen Almanya, Jutland Muharebesi’nde (Mayıs 1916) İngilizlerin donanma üstünlüğüne kafa tutmaya çalıştı. Kuzey Denizi’nde büyük savaş gemileriyle yapılan bu çarpışma, Alman Deniz Kuvvetleri’ni ağır şekilde tahrip eden stratejik bir İngiliz zaferiydi.

1915 yılının Şubat ayından itibaren Alman denizaltılarına (U-Boat), Almanya’ya deniz ulaşımını durduran Kuzey Denizi’ndeki İngiliz deniz ablukasına misilleme olarak, ticaret gemilerine saldırı düzenlemeleri emri verildi. Müttefikler, U-Boat saldırıları ile birçok gemi kaybettiler, ancak sonunda ticaret gemilerini savunulan konvoylar arasına yerleştirerek ve sualtındaki U-Boat’ları tespit etmek için sualtı bombaları ve hidrofon (ses ölçer) donanımları da dahil olmak üzere denizaltı karşıtı savaş yöntemleri geliştirerek bu tehdidi etkisiz hale getirdiler.

Ücretsiz ön izlemeyi tamamladınız.

₺142,02

Türler ve etiketler

Yaş sınırı:
0+
Litres'teki yayın tarihi:
03 temmuz 2023
Hacim:
208 s. 14 illüstrasyon
ISBN:
978-625-8068-12-2
Telif hakkı:
Maya Kitap
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre