Sadece LitRes`te okuyun

Kitap dosya olarak indirilemez ancak uygulamamız üzerinden veya online olarak web sitemizden okunabilir.

Kitabı oku: «Seyahatü'l Kübra», sayfa 13

Yazı tipi:

SİLİFKE

Silifke, kadim dönemlerde Selefikiya-yı Trahya adıyla bilinmektedir. Güneydoğusundan bulunduğu Mersin’e 68 kilometre uzaklıktadır. Göksu Nehri’nin sağ sahilindeki bir dağın eteğinde konumlanmıştır. Bu küçük liva sancağının nüfusu 2 bin 500’dür.

Silifke’nin şimdiki yeri MÖ 311’de Selefkiyan yönetimi zamanında büyük bir körfez idi. Harabelerin tamamen bayırlarda bulunmasından anlaşıldığı üzere Kasabaya doğru olan tepedeki kale o dönemde limana hâkim bir yerde bulunmaktaydı. Şehrin önünden geçen Göksu Nehri’nin kendi yatağından getirdiği kumlar Akdeniz sularının doğal yoldan çekilmesine meydan hazırlamaktadır. Bu nedenle sahilden kasabanın başlangıcına kadar olan uzunluğu 16 kilometre olan ovanın sonradan oluştuğuna dair hiçbir şüphe bulunmamaktadır.

İlk Çağlarda gerçekleşen savaşların sertliğini ve büyüklüğünü sergileyen Silifke Harabeleri’nin çoğunluğu Mersin yolu üzerindedir. Yine bu yolun orta kısmındaki Paşa Türbesi civarında buluna “Karikus” adı verilen kadim şehrin her tarafa savrulmuş harabeleri bahsettiğim o kanlı savaşları akla getirmektedir.

Hâlen mevcut olan Kızkalesi olarak da bilinen kayalık bir ada üzerindeki Gorgus Kalesi adlı eski kale de bu harabelerin tam karşısındadır. Limos Nehri suyunu bu kaledeki büyük su sarnıcına taşıdıktan sonra kolaylıkla gemilere dağıtmak amacıyla suyu dereden dereye aktarmak için yüksek ve sıralı taş köprüler yapmışlar. Bu surları nehrin üzerinden aktarmalarına bakılırsa o çağlarda su terazisi tekniğinin henüz bilinmediği anlaşılıyor.

ERMENEK

Ertesi sabah güneşin doğuşuyla birlikte Silifke’den ayrılarak öğlenden sonra Gökbelen’e geldim. Burası Silifke’nin güneybatısına düşmekte ve aralarında 30 kilometre mesafe bulunmaktadır. Yeşil bir vadi olan bu toprakların suyu bol, havası güzel ve bağ ve bahçe bakımında zengindir. Silifke’nin varlıklı insanları yaz mevsiminde buraya gelir eylül sonlarına kadar kalırlar. Buradaki her bir bağda birer yazlık bulunmaktadır. Gökbelen’de bir gece konakladım. Ardından sabah yola çıkarak gün ortasında Arik Deresi’ne ulaştım. Güneş battıktan sonra ise Ermenek’e varmıştım. Karun gibi yerin dibine geçmiş olan bu güneş görmez gölgeye boğulmuş dereden Ermenek’e geçtim. Fakat beş saat yokuş yukarı yaptığım bu seyahat çekilir bir dert değildi.

Ermenek ile Silifke arası yirmi beş saat sürmektedir. Boğa Sıradağları’nın zirvesinde bulunan Ermenek 120 metre yükseklikte korkunç bir uçurumda konumlanmıştır. Havası güzeldir. Suyu çok kalitelidir. Bulunduğu yerin manzarası ferahtır. Şehrin her tarafı bağ ve bahçe ile doludur. Sokakları dardır ve iki kişinin yan yana geçmesi dahi zordur. Öyle ki değil insan şeytan dahi asasıyla burada hareket edemez. Bayırlarının tamamen kaplayan bağ ve bahçelerinde gezinirken bir kişinin kazara ayağı kaysa derinliği yürümeyle beş saat mesafe alan büyük vadinin en altına kadar bir dakikada Göksu Nehri’ne ulaşır.

Dış görünüşü hiç de iç açmayan evleri, aynen sokakları gibi düzensizdir. Şehrin nüfusu 4 bin civarındadır. Gezinti yapılması zor bir yamaca kurulmuş olan bu şehirde üç gün konakladım. Ermenek sonrası Karaman’a geçtim.

KARAMAN

Karaman uçsuz bucaksız verimli bir ovanın ortasında bulunmaktadır. Su kaynakları bol, bağlık ve bahçelik bir şehirdir. Nüfusu 8 bin olan Karaman düzenli yapıları ve sokaklarıyla bayındır bir kasabadır. Yolculuk istikametimde olan burada bir gece konakladım. Ertesi sabah araba ile yola çıkarak bir gün içerisinde Konya’ya ulaştım.

KONYA

Anadolu vilayetleri içerisinde önemli bir yeri olan Konya, kendi adıyla anılan ucu olmayan bir ovanın kıyısında bulunmaktadır. Şehrin bugün itibarıyla nüfusu 44 bindir. Nereye giderseniz gidin Konya gibi bereketli ve pazarı ucuz bir şehre kolayca rastlayamazsınız. Mesnevi Şerif’inde geçen “Köpeğin imanı var, kadının imanı yok.” kelimeleri ile anlatmak istediği derin düşünceye önceleri itiraz etmeme rağmen kazandığım hayat tecrübesi sonrası takdir ettiğim Mevlana Celaleddin Rumi hazretlerinin mübarek kabirlerini ziyaret ettim.

Bu ziyaretin ardından ise Konya’dan tren ile ayrılarak Eskişehir’e ve oradan da hiç vakit kaybetmeden İstanbul’a geçtim. Eskişehir’e gece varıp, güneş doğmadan ayrıldığımız için gayet tertipli istasyonu dışında hiçbir yerini görme fırsatım olmadı. Konya’dan İstanbul’a tren menzili 450 kilometredir.

YENİDEN İSTANBUL

İstanbul’a geldikten iki gün sonra Ermenilerin Osmanlı Bankası’na baskın yapmak gibi bir eşkıyalık ve ahmaklığa yeltendikleri haberi yayıldı. Güya fırıldakçı İngilizlerin menfaatlerine hizmet etmek için kendi canlarını ortaya atan bu bir avuç milletin yapmış olduğu alçaklık ve nankörlük herkesi şaşkınlığa sevk etti.

Osmanlı Devleti’nden gördükleri bu kadar güzel muamele ve iyiliğin kıymetini anlayamayan bu kötü karakterli milletin yeltendiği bu eşkıyalığa engel olmak ve yapanları da yakalamak için İstanbul’un sokakları ve caddeleri güvenlik güçleri ile doldu. Gece gündüz demeden dolaşan bu süvari ve piyade alayları ile birlikte jandarma ve polis birlikleri gibi cesaret sahibi insanlardan yol bulup da ilerlemek çok zor bir hâl almıştı. Bu nedenle hiçbir yere çıkamıyordum. Ne zaman canım sıkılsa Telgraf Bakanlığı binasının bulunduğu Gülhane Parkı’na ve Sarayburnu’na dolaşmaya giderdim. Bu vesileyle de o bölgede bulunan Devlet Müzesi’ni (Arkeoloji Müzesi) de sıkça ziyaret etmeye başladım.

Devletimizin tavizsiz üzerinde durduğu düzen ve intizamın bir meyvesi olarak en iyi şekilde sergiye açılan müzedeki kıymetli eserler saymakla bitmeyecek sayıdadır. Bu müze, geçmişin ilim ve gelişimini öğrenebilmek ve bu sayede bugün sanayi ve teknikte gelinen noktayı kavrayabilmek için kurulmuştur. Tamamen sergilenen eserlerle dolu bu kültür yuvasında bulunan eski eseler, sanat eseleri ve insanda merak uyandıran tasvirlerin en önemlilerinden bir de Büyük İskender’in mezar taşıdır.

İstanbul’a bu üçüncü gelişimde Bakan Hasan Ali Bey vefat etmiş, onun yerinde de yadigârı Boşnak Hüseyin Hasip geçmişti. Hatta aynı zamanda Meclis Başkanı Reşat Bey ile heyet üyelerinin çoğu değişmişlerdi. Bu arada Halep başlığında yaptığı kötülükler anlatılan soysuz Bedri oradan Adana’ya kovulduğundan bahsetmiştik. Fakat Sadrazam Halil Rıfat Paşa’nın sırdaşı konumunda olan Hacı Ağa’ya çok pahalı hediyeler göndererek görev yerini önce Posta Müdüriyeti vekili olarak İstanbul’a, oradan da Telgraf Bakanlığı muhasebeciliğine aldırmış. Bu şekilde gönlü alındığına hayretle şahit oldum.

Koskoca bir Bakanın okuma yazma bilmeyen ve rüşvetçi bir hizmetkârının ağzıyla iş yapması sonucu böyle rezil adamların korunduğunu büyüklük kapısı efendimize arz eden bulunmamaktadır. Daha doğrusu herkesin Ata Beyzade Cavit’in şerrinden korktuğu esnada Süleyman ne yapsın? Padişahımızın bu kadar kendisine sadık hizmetkârları bu durumdan habersiz değil ya! Kesinlikle bekledikleri bir nokta bulunmaktadır. Bu düşünceyle o adamın kötülüklerinden daha fazla bahsetmeyerek susmayı tercih ettim.

Soysuzlar ne zaman ellerine imkân verilse firavun kesilirler. İşte bu soysuz sınıfının önde gelenlerinde biri olan Bedri de Hüseyin Hasip gibi ellerine geçirdikleri tımarhane kaçkını, bilgisiz ve akıldan nasibi olmamış Bakan’ın maaş dışında bir fikrinin olmadığını anlayınca idareyi sahipsiz ve meydanı da boş bulmuşlardı. Bu adam, eline geçirdiği Bakanlığın muhasebeciği ile Bakanlık İdare Heyeti üyeleri arasına da girmişti. Böylece başı göğe ererek rast gelene sataşmaya başlamıştı. İyice kuduran bu kuduz köpek, iktidarsız Bakan’ın akıl hocalığına da soyunmuştu. Bu şekilde Bakanlıktaki tüm ipleri eline geçirdiği için derdimi de kimseye anlatamadım. Sonuç olarak da 260 kuruş maaş kesintisi ile Dırac Müdürlüğü’nü kabul etmek zorunda kaldım.

Hükûmetimizin mahvedici gücüne karşı koymanın mümkün olmadığını çok acı bir tecrübe ile anlayan Ermeni bozguncuları delikten deliğe kaçarken Halep başlığında anlattığım gibi bu bozguncuların en hayırsız yardımcıları olan Bedri’nin ise tam aksine yüksek makamlara getirildiğini ve ödüllendirildiğini gördüm. Bu karmaşık günlerde ben de İstanbul’dan ayrılarak Dıraç’a doğru hareket ettim.

Önce İzmir’e gidip, oradan başka bir vapura aktarma yaparak doğrudan Mersin’e geçtim. Oradan da Adana’ya geçip orada bulunan annemi yanıma aldım. Sonra da deniz yoluyla Selanik’e doğru yol aldım. Bu esnada Yunan sınırına yoğun bir şekilde asker sevki ve savaş malzemeleri nakli gerçekleşmekteydi. Gece gündüz durmadan yapılan bu sevkler nedeniyle Tren Yönetimi kimseye bilet vermiyordu. Bu nedenle tekrardan vapura binerek Girit adasına ait Kandiye, Retna ve Henya iskelelerine uğradık. Ardından da Pire, Korfu ve Avlonya istikametinden Dıraç’a ulaştım.

DIRAÇ

Dıraç, Osmanlı Avrupası’nın batı sınırını çizen Adriyatik Denizi sahilindeki en büyük ve en güzel kasabamızdır. Geniş bir körfezin kuzeybatı ucunda olan kayalık bir buruna kurulmuştur. İlirya, yani eski Trieste krallarından olan Pidamyus zamanında kurulmuştur. Şehir onun halefi Dırahyos zamanından büyüme kaydedip daha güzel hâle geldiği için Dırahyum adını da almıştır. Şimdi kullanılan Dıraç isminin buradan kaynaklandığı ya da Yunanca’da korkunç anlamına gelen pidamyus veya kayalık demek olan dırahyon kelimelerinde geldiği tarih kitaplarında net olmamakla birlikte ifade edilmektedir. Buranın yerli halkında edindiğim bilgiyi de aşağıda ekliyorum.

Diraç ismini “Durres” olarak ifade eden Arnavutların söylediklerine göre şehrin kurulduğu yarımada milattan önce yaşanan bir deprem sonucu denizin derinliklerine batarak gözden kaybolmuştur. Yarım yüzyıl sonra tekrar gün yüzüne çıkıp eski hâlini alsa da bundan böyle kimse oraya gitmeye cesaret edememiş. Bu nedenle yıllar boyu bu bölge boş kalmıştır. Sonraları Dıracu isminde bir Çingene kendi birlikte olduğu halkıyla bu bölgeye korkmadan girerek burada yaşamaya başlamışlar.

Burada yaşayan diğer topluluklar ise bahsettiği bu topluluktan çok sonra gelip yerleşmişlerdir. Onlar da daha evvel verilen Dıracu ismini kullanmaya devam etmişlerdir. Avrupalıların da Dıraç yerine Dıracu kelimesini tercih etmeleri bu anlatıyı dolaylı bir şekilde doğrulamaktadır.

Ben Dıraç’a geldiğimde buranın Sancak Beyliğini yapan mutasarrıfı Muharrem Bey’di. Bu şahıs bir yıl sonra İpek’e tayin edildi ve onun erine Arapzade Rıza Paşa görevlendirildi.

Bahsettiğim bu kişilerin ikisi de güler yüzlü, iyi huylu, tatlı dilli olmakla birlikte sohbet ve nezaketleri insana hoş gelen namuslu insanlardı. Geldiğim dönemde buranın yazışma müdürlüğünü Tiran beylerinden Kazım Bey; meclis idare başkâtipliğini şehrin itibarlı kişilerinden İsmail Efendi; muhasebeciliğini Bursalı Rıza Efendi; Kadı Ali Efendi, savcı vekilliğini Erkan-ı Harp Kaymakamı Manastırlı meşhur Osman Senai Bey’in kardeşi Davut Efendi; ceza mahkemesi başkanlığını İsmail Bey ki kendisi o kötü namlı Bedri’nin ne kötü bir adam olduğunu bilen ve Bedri’nin hemşehrilerindendi; Divan-ı Umumi mahkemesi başkanlığını Ali Bey ki bu kişi de o kötü namlı Bedri’nin nasıl biri olduğunu bilen ve Bedri’nin hemşehrilerindendi; belediye başkanlığını Tiran beylerinden meşhur Hacı Beşir Ağa soyundan gelen Süleyman Ağa; idare meclisi üyeliğini Bosna göçmenlerinden Süleyman Ağa; belediye azalığını bir önceki kişinin kardeşi Hacı Ahmet Ağa; belediye doktorluğunu Yanya asilzadelerinden Naki Efendi; vergi müdürlüğünü Podgoriçe göçmenlerinden ve asilzadelerinden Zeynel Efendi yapmaktaydılar.

Bu şahısların hepsi varlıkları ile övünülecek insanlardı. Böyle asil ve nazik insanların olduğu Dıraç’a görevlendirilmekten dolayı kendimi çok bahtiyar kabul görüyordum.

Kale surları içerisinde bulunan Telgrafhane’nin yıkık bir vaziyetteydi. Bu nedenle bölge zenginlerinden Torka adındaki birinin deniz kenarında yaptırdığı yüksek kâgir evin ikinci katının yarısını kiraladım. Sonra da makineleri oraya taşıdım. Bir zaman sonra medeniyet tutkunu Padişah Hazretleri sayesinde resmî izin alarak yeni bir telgrafhane yaptırdım. Kalenin büyük kapısı üzerine iki katlı yüksek ve donanımlı ve şekilde yapılan bu telgrafhane sayesinde yönetimi kira köşelerinden kurtarmayı başardım. Buradaki mesele sadece resmî bir makamın kiralık bir yerde olması değildi. Ayrıca o bahsettiğim binada Avusturya ve Yunanistan’ın konsoloslukları da kirada durmaktaydılar. Bu kurumların resmî ve bayram günlerinde çektikleri bayraklar yazışma odasının camında aşağı sarkıyordu. Bu şekilde istemeden de olsan üstüne yabancı bayrağı çekilen bu yerde memuriyet yapmak bana uyan bir durum değildi. Bu konuyu ilgili yerlere arz edip yeni bir telgrafhane yaptırma izni alıncaya kadar çok zorluklar yaşadım.

Küçük bir belde olan Dıraç ticaretinin canlı olması nedeniyle bünyesinde gayet yüksek yapılar barındırmaktadır. Şimdiki Kosova Valisi Hafız Mehmet Paşa mutasarrıf iken denizin kenarını süsleyen belediye bahçesi yakının kâgir olarak yaptırılan Hükûmet Dairesi’nin yüksekliğinde bir binaya livalarda değil vilayet merkezlerinde dahi sıkça görülen bir resmî daire değildi.

Sultan II. Mahmut hazretlerinin tanınmış vezirlerinden Kırım Fatihi merhum Gedik Ahmet Paşa Hicri 886’da Avlonya’yı ele geçirmiş, İtalya yarımadasındaki Otranto ile birlikte başka birçok kaleyi fethettikten sonra Dıraç’ı kuşattığı esnada şehit düşmüştür. Bu nedenle kabri şarampolün dışındaki geniş çimenliğin ortasında bulunmaktadır. Din ve devlete övgüye layık hizmetler yapan böyle temiz vicdanlı bir vezirin Edirne’de bir hamamda idam edildiğini yazanlara bu cevabı vererek bu yalandan uyanmalarını umuyorum. Kaldı ki bu dayanaksız yakıştırma Avrupalıların düşmanca yazdırılmış kayıtlarından alınmış uydurma bilgilerden biri olarak yalanların en kötüsü sıfatını hak etmektedir.

Dıraç’ın kurulu bulunduğu yarımadayı kuzey tarafından bağlı bulunduğu kara parçasından keserek ada hâline getirmek amacıyla kadim topluluklar tarafından bir kanal açılmıştır. Bu kanal şimdi toprak ve döküntülerle doludur. Bu nedenle bataklık hâline gelen bu yerden şimdilerde yüklü miktarda tuz çıkarılmaktadır. Limanın doğusundaki Kavaye adı verilen sahilde de işletilen zengin bir tuz madeni bulunmaktadır. Dıraç şehrinden bulunduğum dönemde şehre yakın mesafede olan Kavaye, Şiyak, Tiran ve Akçehisar gibi kasabaları ziyaret ettim.

KAVAYE

Bunlar içerisinde Kavaye, batıdan doğuya doğru uzanan büyük ve bereketli bir ovanın sahiline yakın bir yerdedir. Kasaba insanı ticarete düşkündür. Aynı şekilde geniş ve verimli odası, dağları ve bayırları ormanlarla örtülüdür.

TİRAN

Yukarıda bahsedildiği gibi güzel bir ovanın kıyısına Hicri 1027 yılında bölge emirlerinden merhum Süleyman Bey tarafından kurulan Tiran Arnavutlukta mevcut büyük şehirlerin küçük olanlarında olsa da en önemlisidir. Burası Makedonya’nın önde gelenlerinin üs olarak kullandığı yer olması nedeniyle çok sayıda yüksek bina bulunmaktadır. Her köşesi zümrüt gibi yemyeşildir. Sokakları geniş ve tertiplidir. Ticari anlamda iyi bir noktada olan bu güzel şehrin yaklaşık 20 bin nüfusu bulunmaktadır. Keten gömleklerin en kalitelisi burada üretilmektedir. Bugün Hindistan’daki bir sınıfın geliştirmeye çalıştıkları yerli kıyafetlerine uygun ve onlar için kıymetli olan bu gömlekler eğer Hindistan’a gönderilebilse milyonlarca adet satılabilir.

ŞİYAK

Dıraç’a 4 saat mesafede ve onun kuzeyinde bulunan Şiyak kasabası Podgoritsa ve Ölgün göçmenlerinin yarım yüzyıl önce kurdukları yeni bir beldedir. Bu nedenle henüz şehir mimarisi oturmamıştır. Bu kasaba İbşim Ormanı batı köşesinde ve Tiran yolu üzerindeki bereketli ve sulak bir ovada konumlanmıştır.

AKÇEHİSAR

İslam dininin Arnavutluğa girişinden, diğer bir ifadeyle Osmanlı’nın Avrupa kıta sahasına yayılmasından önce Akçehisar denen bölgeyi kendine merkez edinen Yan Kasturyan’ın oğlu asi İskender’i ele geçirmek için kırk yıl boyunca devam eden savaşlar esnasından Osmanlı ordusunun verdiği şehitler bu dağın eteklerinde yatmaktadırlar. “Her nefis ölümü tadacaktır.” ayetinin şahitlik ettiği gibi sonu şüphesiz ölüm olan şu fâni dünyada şehitlik mertebesine ulaşan o bahtiyar müminlerin yattıkları o kutlu kabristan şu an yeşil bir orman içerisindedir. Akçehisar’da ne han ve otel ne de yabancıların gece konaklayabileceği özel bir yer bulunmaktadır. Bu nedenle bir gece Kaymakam Şerif Bey’in evinde misafir oldum ve ertesi gün Dıraç’a geri döndüm.

Sırbistan’da ne ve kim oldukları herkesin malumu olan Galiçai kabilesinin dolaşıp durduğu Niş Dağları’ndaki mağaralarda nesilden nesile hayat sürerlerken babası Davulcu Ali’nin ilkbaharda kurduğu kıl çadır altında yaptığı maşa, kürek, ıskara ve öküz nalını annesiyle birlikte mahalle araların sattığı zamanlarda bu Bedri zurnacı Puka Mahmut diye bilinirmiş. Şimdi Telgraf Bakanlığı muhasebecisi olan Bedri’nin şu durumunu kendileri de Nişli olmaları sebebiyle Bedri’nin önceki hayatını ve ecdadını detaylıca bilen Dırac’ın Divanı Umumiye başkanı Ali Bey ile Ceza Mahkemesi Başkanı İsmail Efendi’den öğrenmiştim. Daha sonra bu meseleyi ilgili yerlere anlatmak istedim. Fakat Bakanlığı küçük düşündürmeye çalıştığım iddia edilerek bu adamın hatırı için beni görevden aldılar.

Kadınların iddet süresi gibi burada da iki yıldan biraz fazla görev yaptığım esnada yine Bakanlık bana memurluk görevimi yerine getirmemi kolaylaştırıp izin vermedi. Böylece Bakanlığın bir zulmü olarak görevden alındım. Bunun üzerine yola çıktım. Yine Avlonya, Serenduz, Korfu ve Pire istikametinden Yunanistan’ın başkenti Atina’ya geldim. Burada birkaç gün dinlendikten sonra İstanbul’a devam ettim.

AVLONYA

Avlonya limanı, kendi adıyla anılan geniş bir körfezin batısında bulunmaktadır. Liman, her köşesi zeytinliklerle örtülü bir yeşil tepenin üzerinde kuruludur. Avlonya, deniz kıyısına yirmi dakika mesafede 7 bin nüfuslu güzel ve bayındır bir kasabadır. Limanı çok işlektir ve ticareti kayda değerdir.

SERANDUZ

Yine Yanya şehrinin ana iskelesi olmasına rağmen Seranduz ise çok gelişmemiştir. Üç beş evden oluşan bu yer arazi olarak taşlık harabe bir köyü andırmaktadır.

YUNAN ŞEHİRLERİ

KORFU

Korfu, Yunan Devleti’ne (Yunanistan) bağlı yedi adanın büyük olanlarından biridir. Otranto Boğazı’nın dışında kalan bu ada doğu istikametinde karşısında bulunan Seranduz ile arasında yarım saat mesafe bulunmaktadır. Şehir, kendi adıyla anılan bereketli bir adanın ortasındadır. Bayındırlık bakımında çok iyi olan bu şehrin nüfusu 25 bindir. Güvenilir ve gelişmiş olan limanı Adriyatik Denizi’nde sefer yapan gemilerin uğrak bir yeridir. Bu nedenle ticari olarak işlektir. Çok güzel olan iskelesinin üç tarafına da yapılmış olan düzenli rıhtıma küçük vapurlar yanlamasına sıralı bir biçimde yanaşmaktadırlar. Bu verimli güzel ada bir zamanlar Fransız ve İngiliz devletlerinin idaresindeyken içinde yapılan yüksek binalar rıhtım boyunca bulunmakta ve iç taraftaki geniş meydanı çevrelemektedirler. Bu meydanın her tarafı ağaçlıktır. Deniz kenarındaki kısmında ise Yunan Kralına özel küçük bir yazlık bulunmaktadır. Havası güzel ve suyu kalitelidir. Korfu’nun her yeri gül bahçesi gibidir. Tepeleri, bayırları zeytinlikler ve vadileri ise portakal ve limon ağaçları ile doludur. Bu verimli adada her cins tahıl yetişmektedir. Yunan şehirleri içerisinde Teselya’dan sonra verimli olan ikinci yeri yalnız bu adadır.

PİRE

Burası Atina’nın bir iskelesi olan Pire’de birbiriyle iç içe iki tane güvenli liman bulunmaktadır. Doğal bir liman olarak devam eden dış limana henüz dokunulmamıştır. Bu limanın çevresinde bina ve yapılaşma bulunmamaktadır. Korfu iskelesinde olduğu gibi diğer limanın üç tarafı da düzenli bir şekilde tamirden geçirilmiştir. Yine baştan başa inşa edilen rıhtım boyunca resmî ve özel çok sayıda yapı bulunmaktadır.

Burası resmî hizmete özel bir tersane olarak kullanılmaktadır. Limanın hem Belediye binası ile Dış Liman’ın ağız tarafına konuşlandırılmış istihkâm yerleri arasında kalan sağ kısmını, hem de gümrük ve fener idareleri ile aynı hizada olan sol kısmını tamamen Yunan gemileri kaplamaktadır. Ticaret gemileri ise bu zırhlı gemilerin park hâlinde yattıkları yere kadar yanaşsalar da zincirlemek için boş bir yer bulamamaktadırlar. Bu nedenle dışarıdaki körfezi yenileyerek buraya bir askerî liman yapılması planlanmaktadır. Fakat hem yetersiz ticaret hacmi nedeniyle hem de 20 bin nüfustan ibaret büyüklüğü ile şehrin oralara kadar uzanması mümkün değildir.

Şehrin mevcut binaları genellikte kâgirdir ve ancak bir kısmı düzenlidir. Caddeleri ise tamamen geniş ve düzenlidir.

Bu kasabanın ziyaret edilebilecek yerleri arasında yalnızca Osmanlı Devleti zamanından kalma Paşalimanı üzerindeki meydan ile iskeledeki rıhtımda bulunan Belediye Dairesinin çevresi mevcuttur. Kurulduğu düz yoldan başka bir istikamete gitmeyip diğer sokaklara uğramayan buharlı tramvayı bulunmaktadır. Bu taşıt şehre 7 kilometre mesafede bulunan Atina’ya kadar devam etmektedir. Ayrıca atlara bağlı başkaca bir treni de bulunmaktadır.

Ücretsiz ön izlemeyi tamamladınız.

Türler ve etiketler

Yaş sınırı:
0+
Litres'teki yayın tarihi:
09 ağustos 2023
Hacim:
14 s. 23 illüstrasyon
ISBN:
978-625-99843-1-5
Yayıncı:
Telif hakkı:
Elips Kitap

Bu kitabı okuyanlar şunları da okudu