Kitabı oku: «Anadolu'nun Sırları»
Letoon antik kentinden çıkarılan üç dilde (Likçe-Yunanca-Aramice) Büyük Dikme Taş
Yazarın Notu
Tarih ve coğrafya bilmenin öneminin bu ülkede yeterince kavranamadığını düşünmekteyim. Nitekim yıllarca ülkemizi gezdirdiğim memleketimizin insanlarında maalesef bu konuda büyük eksiklik olduğunu yakinen gözlemlemiş oldum. Tarih kitaplarında okuduğumuz uygarlıkların, medeniyetlerin yaşadığı ya da tarihi olayların gerçekleştiği yerlere gittiğimizde ya da sadece coğrafya derslerinde adını duyduğumuz dağlar, ovalar, akarsular ve kentleri bizzat çıplak gözümüzle gördüğümüzde bizde uyandırdığı hisler çok başka oluyor. Fakat aynı zamanda üzerinde yaşadığımız toprakları ne kadar az tanıdığımızı ve aslında hakkında ne kadar az şey bildiğimizi de bize acı şekilde hissettiriyor.
Kitap yazmak zordur, tarih kitabı yazmak daha da zordur fakat en zoru Anadolu tarihi hakkında bir kitap yazmaktır. Çünkü Anadolu tarihi hakkında yazmak demek, insanlığın bilinen tarihinden başlayarak bugüne kadar var olmuş hemen hemen her medeniyet hakkında bilgi sahibi olmayı; arkeoloji, sanat tarihi ve dinler tarihi vb. alanlar hakkında çok şey bilmeyi gerektirir. Bu meşakkatli bilgi edinme sürecinin yanında doğru bilgiler verebilmek adına yazılı yüzlerce eseri ve araştırma yayınlarını okumanız ve notlar almanız gerekmektedir. Yaklaşık altı yıldır üzerinde çalıştığım bu kitap için tüm bu okuma ve araştırmaların yanı sıra Anadolu’yu karış karış defalarca gezerek yerinde incelemeler yapmış, notlar almış, ayrıca fotoğraflamış bulunmaktayım. Ayrıca yurtdışında bulunan Anadolu’dan götürülmüş eserlerin sergilendiği çeşitli ülkelerin müzelerini gezerek inceledim.
Tüm bu yoğun çalışmanın tek bir motivasyon kaynağı vardı o da ülkeme olan derin sevgi ve bağlılığım. Arzum şu ki bu kitap mümkün olduğu kadar çok kişiye ulaşsın ve tüm hemşerilerim yaşadıkları toprakların bugünün dünya uygarlık mirasına büyük katkılarını öğrenerek ne denli değerli bir ülkede yaşadığımızı keşfedebilsinler.
Sultanahmet’teki taşın ikizi Mısır-Luxor, Karnak Tapınağı
GİRİŞ
Avcı-toplayıcı toplum dan günümüz modern dünyasına kadar insanlığın değişim ve gelişim sürecine büyük etki eden bazı özel yerleşim alanları olmuştur. Modern dünyaya miras kalan pek çok icat, keşif ve yeniliğin ilki, bugünün Türkiye’sinde yani Anadolu topraklarında kurulmuş irili ufaklı medeniyetlerde ortaya çıkmıştır.
İnsanlık tarihi nasıl bir gelişim gösterdi ve Anadolu coğrafyası buna hangi katkıları sağladı? Neden günümüz modern dünyasının Türkiye’ye büyük bir vefa borcu var? Bu soruların cevaplarını ancak burada yaşamış önemli kişilerin hayatlarını ve eserlerini öğrenerek ve bu topraklar üzerinde kurulmuş kültür medeniyetlerinin izlerini sürerek bulabiliriz. Fakat bu kadim toprakların kültürel zenginliği arasında, yazılmış binlerce esere boğulmadan ve onları inceleyerek dimağımızın süzgecinden geçirmeden Anadolu’nun kutsal sırlarına erişmemiz mümkün değildir. Bu kitap; kadim Anadolu tarihini keşfetme serüvenine çıkmak isteyenlerin, bilgi karmaşasına boğulmadan, doyurucu üstelik keyifle anlaşılabilir bilgiler edinmelerini sağlamak amacıyla yazılmıştır.
Binlerce yıl önce insanların yaşam biçimlerindeki değişimler, ilk insan toplulukları, ilk büyük yerleşim yerleri ve çiftçiler, antik dünyada kentlerin kuruluşu, ilk tarım faaliyetleri, ilk inşa edilen tapınaklar ve dinlerin ortaya çıkışı, mitler ve efsanelerin doğuşu, ilk edebi yazarlar ve tarihçiler, ilk mega yapılar ve dünya harikaları, toplum hayatına ve teolojiye etki eden kanun yapıcı filozoflar, doğa bilginlerinin coğrafi, biyolojik ve astrolojik keşifleri, ilk büyük kütüphaneler, anatomi ve sağlık alanlarındaki keşifler, ilk eğitim kurumları ve burada yetişen bilginler, antik dünyada kurulan büyük kütüphaneler, tarihin akışını değiştiren savaşlar, antlaşmalar ve göçler… Anadolu toprakları tüm bunlara tanıklık etmiş ve ev sahipliği yapmış olmasından ötürü belki de dünya tarihinde en çok araştırma ve incelemeye değer bulunan yerdir.
Anadolu kültür mirasının, evrensel sürece etki eden ilklerini konu edindiğim bu kitap, arkeolojik bulgular ve yazılı eserler referans alınarak hazırlanmıştır. Sadece tarihi değil, coğrafi, edebi, felsefi, astronomik, matematiksel, folklorik ve teolojik birçok içeriği bir arada sunmaktadır. Dolayısıyla bu kitap günümüz çağdaş uygarlığını biçimlendiren, insanlığın yaşam ve düşünce tarihi ile beraber inanç ve bilim dünyasına etki etmiş olayları da kapsamaktadır.
Tüm bu bulguların ışığında bu kitap sonuçta üç bölümde toplandı. Birinci bölümde Anadolu’da yaşamış ve dünya tarihinde ilkleri gerçekleştirmiş kişilerden bahsedilmiştir. Bunların arasında dünyanın ilk edebi yazarı, coğrafyacısı, tarihçisi, anatomi bilgini, didaktik şairi, şehir plancısı, botanik bilimcisi, gökbilimcisi, fabl yazarı gibi önemli kişiler ve Hıristiyanlık tarihinin ikinci kurucusu olarak kabul edilen Aziz Pavlus ve onun gezileri bulunmaktadır. Ayrıca yine bu bölümde bugün hâlâ eserleri ve hayatları okutulmakta olan dünyaca ünlü Anadolulu filozoflar, doğa bilginleri, hekimleri, astronom, geometri ve matematikçilerinin hayatları ile onların çalışmalarının yanı sıra Amazon kadınları, Noel Baba, paranın mucidi Lidya Kralı Karun, Frigya Kralı Midas gibi mitlere ve efsanelere konu olmuş, haklarında çeşitli ülkelerde filmler ve operalar yapılmış gerçek kişilerin yaşamları aktarılmaktadır.
İkinci bölümde bugünün uygarlık, kültür, medeniyet ve dinler tarihine büyük etki etmiş olayların yaşandığı Anadolu topraklarında yer alan mekânlara yer verilmiştir. Bunlar arasında antik dünyanın yedi harikasından Anadolu’da bulunan ikisi, Efes Artemis Tapınağı ile Halikarnas Mozolesi, ilk megapol kent Çatalhöyük, dünyanın ilk tapınağı Göbeklitepe, ilk ticaret merkezi, ilk borsa binası, ilk üniversitesi, tıp dünyasına büyük katkılar sunan ilklerin çıkış noktası olan ve parşömenin icat edildiği Bergama, dünyanın ilk ve en özgün demokrasi örneği olmanın yanında ilk birleşmiş milletler örneği olarak kabul edilen Likya Birliği ve Hıristiyanlık tarihi açısından büyük önem arz eden iki kutsal mekân, ilk yedi kilise, yedi ekümenik konsil ile bunların Hıristiyanlık teolojisi açısından etki ve sonuçları, ayrıca tüm semavi dinlerde kabul gören İbrahim Peygamber ile Nuh Tufanı yer almaktadır.
Üçüncü ve son bölümde ise tarihe damga vurmuş olaylar ve bu olayların etkileri aktarılmıştır. Bu bölümün ilk konusu tarihteki ilk uluslararası yazılı antlaşma olarak kabul edilen Kadeş Antlaşması çevresinde Anadolu’da kurulmuş ve etkileri günümüze kadar devam etmekte olan Hititler. Homeros’un İlyada destanında anlattığı, Doğu ile Batı’nın ilk büyük savaşı olarak kabul edilen, Bronz Çağı’nda geçtiği kabul gören, etkileri Birinci Dünya Savaşı’nda dahi görülmüş, mitlere ve efsanelere konu olmuş ve içinden çıkmış birçok deyimi günümüz literatürüne kazandırmış olan Truva Savaşı ve Troia Antik Kenti bu bölümde ele alınan bir diğer konu. Günümüz modern hukukunun temellerinin atıldığı Roma Hukuku’nun, “Bütün yollar Roma’ya çıkar,” ve ünlü Roma İmparatoru Sezar’ın “Veni Vidi Vici” deyişlerinin doğuş öyküleri de bu bölümün konuları arasındadır.
Kitabı yazarken dikkat ettiğim ilk husus, her kesimden okuyucunun sıkılmadan ve teorik bilgilere boğulmadan akıcı ve anlaşılır bir şekilde keyifle okumasını sağlamaktı. Ayrıca tarihe meraklı olmasa dahi bugünün Türkiye’sinde yaşayan herkesin, üzerinde yaşadıkları topraklar hakkında bu çarpıcı ve önemli bilgileri edinmesini sağlamaktı. Bu sebeple hem genel kültür edinmek hem de entelektüel birikimlerini geliştirmek isteyenlerin zevkle okumalarını sağlayacak bir eser yazmaya gayret ettim. Ayrıca eseri yazarken tarafsız olmak, doğru ve tam açıklayıcı bilgiler vermek adına aynı konuya ait birçok kaynağa başvurarak, bunları süzgeçten geçirerek, zengin bir içerik sunmaya gayret ettim. Kitapta konuları aktarırken dikkat ettiğim bir başka husus ise, herhangi bir konuyu aktarırken o konudan sapmamak ve okuyucunun aklını bulandırmadan giriş gelişme sonuç ilişkisine dayalı, kısa fakat etkileyici ve doyurucu bir şekilde yazmak oldu. Dolayısıyla bu kitap birçok araştırma inceleme ve tarih kitaplarından farklı olarak, tarihe meraklı olmasa dahi her kesimden okuyucuya hitap etmektedir.
Eserin bir diğer özelliği ise; tarihçiler, sanat tarihçileri, rehberler, akademisyenler ve bu bölümü okuyan ya da meraklı kişiler için ilgilendikleri birçok konu hakkındaki toplam bilgileri, yüzlerce kitap okuma ve araştırma – inceleme gibi büyük bir zahmetten kurtararak, zengin ve önemli kaynakların ışığında bir arada sunmasıdır.
İnsanlık tarihinin bildiğimiz başlangıcından bu yana Anadolu’da pek çok önemli yerleşim yeri, krallık, imparatorluk ve devletler kuruldu ve yıkıldı. Lakin artlarında dünya uygarlık ve medeniyet mirasına çok büyük katkılar bıraktılar. Fakat Anadolu’da yaşayan halklar asla tümüyle yok olmadılar. Bu halklar çokkültürlü ve sürekli gelişen medeniyetler potasında eriyip kaynaştılar ve günümüze kadar geldiler. Böylesine kozmopolit bir coğrafyada elbette ki hiçbir halk ari olarak kalmadı. Fakat bu halkların mirasçısı olan akrabaları bugün içimizde yaşamaktadır. Kim bilir belki her gün gördüğünüz insanlardan biri ya da bu satırları okuyan siz de o kadim mirası genlerinde taşıyanlardan birisinizdir.
Achilles ve Hector savaşını anlatan bir Truva vazosu
ANADOLU
Bugün Türkiye’de yaşayan herkes, kendini Anadolulu olarak addedmesine rağmen, bu kelimenin kökenine ve manasına dair fikri olan pek az kişi vardır. Günlük hayatta sürekli olarak “Anadolu kadını”, “Anadolu erkeği” ve “Anadolu insanı” gibi tabirleri kullanmamıza karşın ne yazık ki manasını bilmeden söyleriz.
Kadim Anadolu coğrafyası, tarihte pek çok ilkin gerçekleştiği topraklar olmuş ve insanlık tarihine yön vermiş pek çok medeniyete ev sahipliği yapmıştır. Türklerin bu kadim topraklara kesin ve kalıcı olarak yerleşmesi ve devletleşmesi XI. yüzyıl itibarıyla olsa da aslında Türklerin Anadolu’ya yüzyıllar önce geldiği, yerleştiği ve Anadolu’da yaşayan diğer halklarla kaynaşarak, Anadolu kültürünün bir parçası olduğu bugün artık herkes tarafından bilinmektedir.
Anadolu adının kökenine dair hepimizin okul yıllarında duyduğu ya da okuduğu bilindik bir efsane vardır. Buna göre: Sefere çıkan Selçuklu hükümdarı Alaaddin Keykubat ve askerleri dinlenmek için Taşlıca Köyü yakınlarında mola verdiği bir sırada Kırmızı Ebe isimli yaşlıca bir kadın, askerlere ayran ikram etmiş. Ayranı bitenlerin kaplarını tekrar doldurmak istediğinde askerler “Ana Dolu, Ana Dolu” demişler. Bu kerametten bu coğrafyanın adı doğmuş.
Bu mantık hatalarıyla dolu efsane, bilimsellikten uzak olmanın yanı sıra, Türk tarihine ve aklına da küçümseyici bir yaklaşımdır. Türkiye tarihini okurken onu sadece son bin yıllık tarihinden başlayarak öğrenmek, bir vücudun sadece kafadan oluştuğunu öğrenmekle aynı şeydir. Vücudu bir bütün olarak ele almaz ve öğrenemezsek, içinde bulunduğumuz yapıyı tam olarak kavrayamayız hiçbir zaman. Böylelikle üzerinde yaşadığımız toprakların bizlere bıraktığı bilgi ve kültür mirasını da gözden kaçırmış oluruz ve aslında kıvanç duymamız gereken dünya uygarlığına katkılarımızı anlamak ve anlatmaktan yoksun kalırız.
Anadolu’yu anlamak; Paleolitik çağdan başlayarak, Mezolitik, Neolitik, Kalkolitik çağlara dair önemli izlerin ve arkeolojik buluntuların bulunduğu; Sümer, Hatti, Hitit, Asur, Likya, Lidya, İyonya, Yunan, Frig, Urartu, Pers, Helen, Roma, Doğu Roma (Bizans), Selçuklu, Türk Beylikleri ve nihayetinde Osmanlı uygarlıklarının kültür izlerini taşıyan, bunların yükseliş ve çöküşüne tanıklık eden, yüzlerce dil ve lehçe barındıran bu kadim toprakların tarihini bilmekten geçer.
Anadolu, işte içinde bu değişik safhaları barındıran uzun tarihiyle bir bütünlüğe kavuşmuştur. Anadolu adının doğuşu ve günümüze kadar gelmesi ise bu kelimenin fonetik yapısı ve içerdiği mana bakımından beğeni kazanması sonucu olmuştur.
Anadolu ya da diğer adıyla Küçük Asya; Karadeniz, Ege ve Akdeniz arasında kalan dağlık bir yarımadadır. Bugün Türkiye’nin Asya Kıtası’nda kalan topraklarının tümünün genel adı olarak kullanılsa da Osmanlı döneminde Fırat Nehri’ne kadar olan Doğu sınırı için bu ad kullanılırdı.
Yunanca olan “Ανατολή” (Anatoli) yön belirtmede kullanılan ve “Doğu” anlamına gelen bir kelimedir.
Truva Savaşı’ndan sonra Küçük Asya’ya hızla yerleşmeye başlayan Yunanlılar, burada pek çok koloni şehirler oluşturdular. Zamanla bu şehirlerin sayısı hızla arttı. Yunanlılar burada kalan toprakları anakaraya göre doğuda kaldığı için Anatoli kelimesinin ek almış hali olan “Anatolia” ibaresini doğudaki bu şehirlerinin bulunduğu coğrafyayı ifade etmek için kullanmaya başladılar.
Anatolia bu bağlamda “Güneşin doğduğu yer” anlamındadır. Güneşin doğudan doğması ve Anadolu’nun doğuda bulunmasının yanı sıra bu söz aynı zamanda sembolik bir mana da taşımaktadır. Yunanlılar bir yeri isimlendirirken aynı zamanda o isimlerin içinde gizli sembolik ifadeler de kullanırlardı. Güneş ise onlar için medeniyeti sembolize etmekteydi. Çünkü güneş, ışık ve aydınlık demektir. Tarih boyunca birçok ilkin bu topraklarda gerçekleşmiş olmasına ve medeniyetin burada doğmasına yapılmış bir ithaftır bu. Yani bir manada “Medeniyetin doğduğu yer” demektelerdi. Türkler ise bu topraklara yerleştikleri zaman, Anatolia’nın kendi dillerine en yakın söylemi olarak “Anadolu” demişlerdir.
Uygarlık güneşi, Anadolu’dan yükselerek tüm dünyayı aydınlatmıştır.
Birinci Bölüm
KİŞİLER
Kültürel Atamız Homeros
Homeros, antik çağ Anadolu’sunda yaşamış, İyonyalı ozandır. Batı edebiyatının ilk büyük eserleri sayılan İlias ve Odysseia destanlarının yaratıcısı veya derleyicisi olduğu kabul edilir. İki büyük destandan daha büyük ve daha eski olan İlias (İlyada) eserinde; Doğu ile Batı’nın ilk büyük savaşı olarak kabul edilen Truva Savaşı’nı ve bu savaşta yer almış kahramanları anlatır. Odysseia (Odesa) adlı eserinde ise, yine bu savaşa katılmış zeki ve kurnaz İthaka Kralı Odysseus’un savaştan sonra evine dönerken başından geçen olaylardan ve dönüşünde karısı Penelopeia ile evlenmek ve krallığını ele geçirmek isteyen talipleri alt edişinden bahseder.
Homer, Raphael, Vatikan Müzesi
Homeros’un yaşamı hakkında çok az bilgi vardır. Fakat destanlarında kullandığı dilden hareketle, günümüz araştırmacılarınca MÖ IX. yüzyılda, Batı Anadolu’da Smyrna’da (bugünkü adıyla İzmir) yaşadığı ifade edilir. Çünkü Homeros her iki destanında da içerisinde hafif Eol etkisi barındıran İon dilini kullanmıştır ve İzmir İon kenti olmadan önce bir Eol kentidir.
Sümerler Akdeniz kıyıları için “Deniz kenarındaki güneş bahçesi” derlerdi. Homeros’un adı Akdeniz’in eşanlamlısı. O, deniz kenarındaki güneş bahçesinin bahçıvanıydı.1
Büyük İskender, Homeros’un büyük bir hayranıydı. Generallerinden Lysimakhos’a, Melez çayının altında yeni bir İzmir kenti kurmasını buyurmuştu. Zira Homeros “Melesigenes” (Melezli) olarak tanınmıştı yani Melez çayının çocuğu. Melez İzmir’e akıyordu başka yere değil. Bundan başka, Roma İmparatorları zamanında basılan İzmir sikkelerinde Homeros’un resmi bulunuyordu. Bu da onun İzmirli olduğunu kanıtlıyordu.2
Romalı hatip Cicero, Homeros metinlerini ilk düzenleyen ve bugünkü biçimine sokan kişinin MÖ VI. yüzyılda Atina’da Tiranlık yapmış olan Peisistratos olduğunu söylemektedir. Yalnız Peisistratos bu düzenlemeyi gerçekleştirirken destanda birtakım değişiklikler yapmıştır. Akaları kötüleyen bazı parçaları destandan çıkarmıştır.
Homeros destanları dünya edebiyat tarihinin en eski edebi eserleri olarak kabul edilmektedir. Homeros ise ilk edebi yazar ve şair olma onuruna sahiptir. Epik destan türünün doruk noktası olma saygınlığı taşıyan eserleri, çağından binlerce yıl sonra dahi rahatlıkla okunabilir ve anlaşılabilir niteliktedir. Kendisinden önceki destan anlatıcılarından farklı olarak yeni bir destan dili keşfetmiştir. Bu özelliği ile Homeros, çağdaşlarının çok ilerisinde bir anlatma bilgeliğine sahiptir.
Homeros destanlarında sadece insanlar değil antik çağ tanrıları da yer almıştır. Yunan panteonunda yer alan tanrılar ilk kez onun eserlerinde insanlar arasında taraf tutmuştur. Olymposlu tanrıların davranışları, yaşantıları ve düşünceleri hakkında yazmıştır. Antik Yunan dininin, Homeros’un eseri olduğu görüşü bu yüzdendir.
Destanlarında anlattığı dönemin halklarının tarihsel ve kültürel belleğinin aktarımını sağlamıştır. Antik çağ halklarının yaşantıları, birbiriyle ilişkileri, konumları, inançları, ritüelleri, kültürleri hakkında verdiği bilgiler sonraki çağlarda ve günümüzde edindiğimiz bilgilere kaynaklık etmiştir.
Homeros bilinçli bir anlatıcıdır ve eserlerinde insanın soylu yönlerini yücelterek onlar aracılığı ile dersler vermiştir. Eserlerinde Yunanlı tanrıların bencil, kibirli ve kötü davranışlarına karşılık sıradan insanların sergilediği asil davranışlar ile insani değerlerin yüceliğini vurgulamak istemiştir. Belki de bu Homeros destanları üslubunun en değerli özelliklerinden biridir.
Eserlerinde yarattığı kader bilinci sonraki çağların yazarlarına esin kaynağı olmuştur. Bir krallığın, kralın ya da kahramanların yazılmış kaderden yani onları bekleyen sondan kaçamamaları ve trajik akıbetlere uğramaları edebiyatta kader bilincini doğurmuştur.
Günümüz yazın bilimcileri ve kültür tarihçilerinin görüşlerine göre; Homeros’un eserlerinin anlatı gücü tarihin hiçbir döneminde etkisini yitirmemiştir. Tarihsel, kültürel ve mitsel bilgiyi harmanlayarak destansı anlatı biçimini geliştiren Homeros, antik dönemin “anlatı bilgesi” olarak kabul edilir. Onun anlatma bilgeliği, keskin zekâsının yanında, yaşadığı çevreden ve dünyayı anlama bilgeliğinden kaynaklanır.
Homeros; iyi bir gözlemci, tarihi iyi bilen bir bilgeydi ve tarihin yaşamı belirleyen gücünü görebilmişti. Eserlerinden ayrıca şehirler, yollar, deniz, dağlar, ovalar, akarsular kısacası derin coğrafya bilgisi içeren bilgeliğini de okuyabilmekteyiz. Bir bakıma, Akdeniz coğrafyası ve halklarının yaşam biçimini sanatsal içeriğe dönüştürmüştür.
Bilindiği gibi antik dönemin önde gelen egemen sanatı, anlatı sanatıdır. Anlatı sanatının ana konusu tarih, tanrılar ve mitlerdir.
Mitler antik dönemde yaşamın her alanında vardır ve anlatı için önemli bir başvuru kaynağıdır. Fakat destanlarda geçen söz konusu mitlerde anlatıldığı coğrafyaya göre farklılıklar vardır. Tarihsel bir olayı mitolojik bir biçimde aktarma özel bir çalışma gerektirir. Antik çağda mitsel anlatım; tarihsel ve siyasi çevreye göre uyarlanmaktadır. Bu sebeple hemen hemen her şehrin kendi mitleri vardır. Ozanlar bu versiyonların da bilgisine sahip olmalıdırlar ki özgün olabilsinler. Bu mitsel destanların en zengin kaynağı ise Anadolu’dur. Anadolu’nun Ege kıyısındaki şehirleri bu türün ana kaynağı olmuştur. Homeros’un yaşadığı İyonya coğrafyası ise; Sümer, Babil, Asur, Hitit, Mısır ve Yunan gibi birçok zengin kültürle beslenmiş ve dogmatik fikirlerden uzak, özgür ve özgün düşüncelerin kendine yer bulabildiği güzel bir yerdi. Bu sebepledir ki destan türünü sanatsal zirveye taşıyan ve destansı anlatımın en özgün eserlerini veren Homeros’un bu bölgeden çıkması hiç de tesadüf değildir.
Homeros, hem İlias hem de Odysseia destanlarında kendi zamanına değin gelen eski sözlü tür olan anlatıların dilini, anlatma biçimini aşmış; yapıtlarını özgün içeriklerle donatmıştır. İlias destanı altılı ölçüyle yazılmış on altı bin dizeden, Odysseia ise on iki bin dizeden oluşur. Yapıtları döneminin anlayışından farklı ve ileridir. Geleneksel olanın yerine farklı bir üslup getirmiş yani “yeni destan dilini” keşfetmiştir. Eski Yunan destanlarının anlatı dilindeki, olayları başlangıcından kronolojik olarak anlatma ve sonlandırma gibi klişeleri aşarak olay örgüsünü ve hikâyeleri çeşitlendirmiş ve monotonluğa düşmeden anlatma becerisi göstermiştir. Onun destanlarında anlatı olayların başlangıcından değil, ortasından başlar ve sonlandırılmaz. Böylelikle yazınsal ve sanatsal yönü güçlü bir tür yaratmıştır.
Homeros’un kültürel atamız olarak kabul edilmesinin en büyük sebeplerinden biri onun tarihte en çok okunan, eleştirilen ve alımlanan yazar olmasıdır. Önce Antik Yunan kültüründe ardından Antik Roma kültüründe kazandığı popülaritesi, günümüze kadar devam etmiş ve Avrupa’dan Amerika’ya kadar yayılmıştır. Anadolu kıyılarında doğan tarih, coğrafya, kültür anlatma bilgeliği barındıran eserleri başka kültür coğrafyalarındaki yapıtlara öncülük etmiştir. Herkes Homeros’tan bir şeyler öğrenmiştir diyebiliriz. Birçok yazar ve şair onun eserlerini taklit etmiş ya da hikâyelerinden esinlenmişlerdir. Homeros’un eserleri günümüze değin okul kitaplarında yer almış ve bilgi kaynağı olarak değerlendirilmiştir.
Homeros’un yazdığı eserler nesiller boyunca dilden dile dolaşmış, dünyanın en bilinen destanları olmuştur. Çocukluklarında bu efsanelerle büyüyenler, Kral Priamos’un hazinelerinin peşine düşmüş, savaşlarda çarpışan gençler kendilerini Truvalı Prens Hector’un ya da Achilleus’un yerine koymuşlar ve onlar kadar cesur ve büyük savaşçılar olmayı hayal etmişlerdir. Büyük İskender’den Roma İmparatoru Augustus’a, Fatih Sultan Mehmet’ten Mustafa Kemal Atatürk’e kadar tüm büyük önderlerin etkilendiği eserler olmuştur.
Yunan ve Roma dünyasından, Troia temasını ayrıntıları ile tasvir eden çok miktarda sanat eseri günümüze kadar ulaşmıştır. Türkiye, Avrupa ve Amerika’da pek çok müzede İlyada’dan çok çeşitli konuların tasvir edildiği örnekler bulunmaktadır. Avrupa’nın kültürel atası olarak kabul edilen İtalya’nın kurucusu dahi, Homeros’un İlyada eserinde geçen Truvalı kahraman Aeneas olarak kabul edilir.
Bütün Avrupa tarihinin biçimlenmesinde önemli etkileri olan modern dünyanın bakış açışını büyüten filoloji, edebiyat, tarih, coğrafya, retorik, sanat, teoloji, felsefe gibi birçok alanı etkilemiş Homeros yapıtlarının, Anadolu’da ortaya çıkmış olması, bizim açımızdan gurur verici bir durumdur.