Kitabı oku: «Yetişkin Olmak», sayfa 2
BIR ZAMANLAR İŞE YARAYAN ŞEY İŞE YARAMAMAYA BAŞLAYINCA
Yetkin ve kendisine hâkim görünmek okulda ve işte de Nina’nın işine yaramaya devam etti. Ama bir terfi sonrasında yeni işine başladığında alışkanlıkları o kadar da iyi iş görmemeye başladı. En acil sorun, Nina’nın sosyal ortamlarda giderek artan bir kaygıyla karşı karşıya kalmasıydı. Mükemmellik aşina olunan işlerin idaresinde ve statükonun korunmasında müthiş işe yarayabilir ama sosyal açıdan öldürücü olabilir!
İnsanlar sizi ne yaptığınızdan çok, onlara kendilerini nasıl hissettirdiğinize bakarak severler. Nina’nın soğuk mükemmeliyetçiliği, içten gelen kaygılarının güdümünde olsa da yeni meslektaşlarınca pek dostane bir tutummuş gibi yorumlanmıyordu. Meslektaşları yansıttığı yetkinlik görüntüsü nedeniyle gerçekten de onunla bir bağ ve ilişki kuramıyordu. Bu da ona karşı daha az dostane davranmalarına, yeni rolüne geçiş sürecinde ihtiyaç duyduğu desteği vermeye daha az istekli olmalarına yol açıyordu. Doğal olarak bütün bunlar da Nina’nın sosyal kaygılarını artırıyordu!
Duygusal alışkanlık kalıplarımızı zaman içinde geliştiririz, çünkü bir noktada bu kalıplar tümüyle kendimizi daha iyi hissetmemiz ya da daha az kötü hissetmemiz ya da ihtiyaçlarımızın karşılanması konusunda işe yaramıştır. Ama hayatımızda stres yaratan büyük bir olay ya da geçiş dönemiyle karşı karşıya olduğumuzda işe yaramayı kesme gibi sinir bozucu bir yönleri vardır. Bilin bakalım, hayatınızda ne zaman hiç olmadığı kadar fazla stres yaratan etkenle, geçiş süreciyle karşı karşıya kalırsınız? Evet, tam da bir işe başlarken! Yeni okullar, yeni işler, yeni sevgililer, yeni daireler: Hayatınızın bu döneminde her şey yenidir ve değişiyordur!
Geçiş dönemleri doğal olarak streslidir, çünkü değişiklik psikolojik kaynaklarınıza yüklenir. Bu nedenle alışkanlıklarımızı güncellememiz gerekir. Her zamanki manavınıza gitmişsiniz de her şey yeniden düzenlenmiş gibi, yani artık hiçbir şey onları bulmaya alışık olduğunuz yerde değil. Bu ne kadar sinir bozucudur dersiniz? İlk birkaç seferde, kendinizi aradığınız ürünün eskiden durduğu yere, sağa doğru yürürken bulabilirsiniz. Ama artık durmanız, bakınmanız, kendinizi yeni duruma uyarlamanız gerekir. Ürün artık dükkânın sol tarafındadır. Manav ortamının yeni gerçekliğine kendinizi uyarlamanız gerekmektedir. Ama hayatta değişiklikler sürekli ve daha inceden inceye meydana gelir. Dolayısıyla durma, bakınma ve uyum sağlama ihtiyacımızda o kadar da açık değilizdir.
ARA Kısa süre önce meydana gelmiş bazı değişiklikleri (ya da değişiklik ihtiyaçlarını) ya da karşı karşıya kaldığınız stresli durumları tanımlayabilir misiniz? Bunları günlüğünüze yazıp sizi etkilemiş olabilecek bağlamsal etkenleri belirtin.
Ortamdaki, bağlamdaki değişiklikleri o kadar açıkça fark etmediğimizden, çoğu kez işlerin olmaları “gerektiği”ni sandığımız kadar iyi gitmediğini fark ederiz. Peki ilerleme kaydetmiyorsak ya da olmak istediğimiz yerde olmadığımız için kendimizi çok kötü hissediyorsak ne yaparız? Çoğu kez eskiden işe yarayan şeyi iki katına çıkarmaya çalışırız. Küçük bağımlılıklar gibi, daha iyi hissetme-daha az kötü hissetme alışkanlığınızın dozunu yine işe yarayacağı ümidiyle artırmaya çalışabilirsiniz. Ama bir noktada, aynı şeyin daha fazlasını yapmanın giderek daha az işe yaradığını anlarsınız.
Aslında sıklıkla kırılganlık ya da rahatsızlık sorununu çözmek için yaptığınız o şey ya da benimsediğiniz düşünme biçimi yeni bir sorun halini almıştır. Jessica’nın güven araması evde işine yarıyordu ama üniversitede daha fazla yalnızlaşmasına ve yalıtılmasına yol açıyordu. Nina’nın mükemmeliyetçiliği okulda ve bildiği işlerde işe yarıyordu ama başkalarının ona yaklaşması olasılığını azaltıyor, onun sosyal kaygılarına katkıda bulunmaktan başka bir işe yaramıyordu. Eddie’nin sosyal ortamdan kaçınması ve sağlıksız alışkanlıkları kısa vadede işe yarıyordu ama depresyon ve kaygı semptomlarını ağırlaştırıyordu. Anladınız mı? Çözüm işte böylece sorun haline gelir.
Bu kitapta sık rastlanan bazı duygusal alışkanlık kalıplarını ve kendi alışkanlık kalıplarınızı nasıl tanımlayacağınızı öğreneceksiniz. Şimdilik asıl önemli olan nokta, duygusal rahatsızlığımızdan kaçınmak, onu kontrol altına almak ve en aza indirmek için yaptığımız doğal ve otomatik şeylerin bizim için kör nokta olan duygusal alışkanlıklar haline gelebileceğidir. Bunlar tepkisel, otomatik ve bilincimizin dışındadır. Ama bu gündelik alışkanlık kalıplarının kendilerini nasıl gösterdiğini büyük resimde hissetmenin iyi bir yolu, kişiliğinizin tayfındaki iki uca bakmaktır.
DUYGULARINI AŞIRI DÜZENLEYEN ILE YETERINCE DÜZENLEMEYEN KIŞILIKLER
İnsanların kişilik hakkında sık sık genel ifadeler kullandığını işitiriz. “Ah, bu onun kişiliği” derler, sanki kişilik taşa kazınmış bir şeymiş, göz renginiz gibi değişmezmiş, dönüşü olmayan bir anlaşmaymış gibi. Ama genetik olarak belirlenmiş çoğu özelliğin hayat deneyimlerinin ve çevresel etkenlerin etkisiyle oluştuğunu biliyoruz artık, aynı şey kişilik için de geçerlidir.
Kişilik tipik düşünme, hissetme ve davranma kalıplarındaki bireysel farklılıklar olarak tanımlanır. Kişiliğimiz kalıpların toplamı, bu kalıplar da alışkanlıklarımızın toplamıysa, kişilik tanımı gereği akışkan bir şeydir. Alışkanlık kalıplarımızı değiştirebiliriz! Elbette başladığınız belli bir nokta vardır. Ama duygusal alışkanlıklarınız, kişiliğinizin ve hayatınızın alacağı yön üzerinde büyük bir etki yaratacaktır.
Kişilik gelişiminin önemli bir veçhesi iki kutup arasındaki bir tayfta gerçekleşir (Luyten ve Blatt 2013). Büyürken kimlik ihtiyaçlarımızda bir denge tutturmaya can atarız. Bambi gibiyizdir, neyi savunacağımızı, kendi benliğimizi bulmaya çalışırız. Bu yolda bir uçtan diğerine savruluruz. Tayfın öbür ucunda kişilerarası ilişkiler kurma ihtiyacımız vardır. Başkalarıyla iyi ilişkiler içinde olmak için kimi zaman arzularımızdan taviz vermemiz, vazgeçmemiz gerektiğini çok çabuk öğreniriz. Çevremizde bizi destekleyen, hayatlarımızı paylaşan insanlar mutluluğumuzun temel birer parçasıdır. Bu tayfın öbür ucunda öz tanım yer alır. Kimi zaman tutarlı ve benzersiz bir kimlik kurmak amacıyla başkalarına sınır koymamız, onları durdurmamız gerekir. Bu kez kendi ihtiyaçlarımızı öne sürüp sınırlar çizme ihtiyacı duyarız. Çocukluğunuzda biriktirdiğiniz psikolojik alışkanlıklar bu iki kutup arasında bir denge tutturma girişimlerinizi yansıtır.
Her iki uçta da aşırıya kaçmak tam olarak gelişmiş duygusal bir yetişkin olarak ilişkilerimizi, kariyer hedeflerimizi ve özgürlüklerimizi başarıyla müzakere etmek için ihtiyaç duyduğumuz esnek, uyarlanmaya müsait tepki biçimini kaybetmemize neden olabilir. Her iki uçtan da bazı niteliklere sahip olmayı, koşullara bağlı olarak hangi tarafa yöneleceğinizi bilmeyi istersiniz. Bu kişilik özellikleri, duygularını yeterince düzenlemeyen ya da aşırı düzenleyen biri olma eğiliminizin temelinde yatıyor olabilir.
ŞATO VE KÖY METAFORU
Şato ve köy metaforu bu kuramı basitleştirebilir, böylece alışkanlık kalıplarınızın nasıl üst üste eklendiğini, yararlarını ve bazı bedelleri büyük resimde görebilirsiniz. Bu bölümü okurken bu tarzlardan birine diğerine nazaran daha yakın olup olmadığınıza bir bakın: Şato sakini, duygularını aşırı düzenleyen biri olmaya daha mı meyillisiniz? Yoksa bir köy sakini gibi duygularını yeterince düzenlemeyen biri misiniz? Bu size gündelik duygusal alışkanlıklarınızda kitap boyunca neler aramanız gerektiğini hafifçe gösterecektir. Küçük beyliklerle dolu bir dünya düşünün. Her beylikte de bir kralı ya da kraliçesi, köy sakinleri olan bir şato var.
ŞATO SAKINLERI
Şato sakinleri erişilemeyecek bir yerde, bir tepenin üstünde, titizlikle örülmüş duvarların ardında yaşar. Bütün iyi şatolarda olduğu gibi bu duvarların amacı bir güvenlik ve üstünlük görünümü vermek, kırılganlığı saklamaktır. Şato sakinleri bu erişilmezlik görüntüsünü korumaya çok fazla zaman ve enerji harcar. Statülerinde fiziksel ve finansal her başarı etraflarındaki koruma duvarını güçlendirir.
Bu duvarların amacı krallar ve kraliçeleri duvarların dışında bulunanların kargaşası ve tehlikelerinden korumaktır. Bu durum, birçoğumuzun kırılgan stres hislerine ve güçlü duygulara ayak uydurma (ya da ayak uyduramama) biçimimize benzer. Bu, bazı durumlarda çok etkili bir yol olabilir. Şato sakinleri, Nina gibi, dışarıdan bakıldığında her şeye sahipmiş gibi görünür. Saygı ve hayranlık uyandırabilir, sıklıkla grupları iyi örgütleyebilir, diğerlerinin de bir yardım eli uzatmasını sağlayabilir. Aslında kendi kendini koruma biçimi olarak bu yaklaşım bazı durumlarda, örneğin liderlik konumunda ya da bir kriz sırasında çok etkilidir. Kimi zaman bir şato duvarı inşa etmek, kendimizi işgalcilerin içeri sızmalarından korumak için yapabileceğimiz sağlıklı ve olumlu bir şeydir.
“Eh peki, işe yarıyorsa o zaman neden yapmayayım?” diyebilirsiniz. Mesele şu: Nina’nın da öğrendiği gibi, katı bir biçimde yaslandığınızda bu kendi kendinizi koruma stratejisinin sorunları vardır. Bu ayak uydurma kalıbının başlıca bedeli bölünme ve yalıtılmaya yol açabilecek olmasıdır. Bazı durumlarda yüksek ve kudretli duvarlar bir öfke ya da kıskançlık kaynağı olabilir, dışarıdan saldırılara neden olabilir. Böyle saldırılar geldiğinde şato sakinleri hemen işe koyulup bir koruma katmanı daha ekleyebilir. Köprüleri kaldırıp kapıları kapatırlar.
Fazlasıyla güçlendirilmiş bu duvarlar sık rastlanan iki soruna yol açabilir. Birinci sorun şudur: Duvarlar giderek kalınlaştıkça, şato sakinleri kendilerini daha güvende hissettikçe duvarların dışını görme becerilerine ne olur dersiniz? Zaman içinde, kalın duvarların ardında dışarıdaki şeylerin görüntüsü daralır ve çarpılır. Böylece duvarlar yükselmeden önce gördükleri şeyin tam tersine ilişkin bilgiler içeri girmez. Buradaki sorunu görebiliyor musunuz? Şato duvarının dışındaki dünya (ya da bağlam) değişirken şato sakinleri kendilerini eski bilgilere dayanarak koruyordur. Şato sakinleri hayatlarını değiştirecek bir olay ya da geçiş dönemi yaşarken bu durum özellikle sorunlu bir hal alır.
Nina açısından eski mükemmeliyetçilik alışkanlıklarına sarılma ve kendisini kapatma girişimleri fiili koşulların taleplerine cevap vermemesi anlamına geliyordu. Yeni meslektaşlarıyla tanışmak, ihtiyaç duyduğunda yardım istemek yerine, hiç istemeden sözsüz bir biçimde “uzak dur” mesajları veriyordu. Alışkanlıkları yeni işinde ihtiyaç duyduğu desteği almak için yaratıcı problem çözümünün önüne geçiyor, onun daha yalıtılmış, daha desteksiz hissetmesine yol açıyordu.
Şato sakinlerinin ikinci sorunu kendilerinin ve başkalarının duygularını dinleyip tolere etme yetileriyle ilgilidir. Şato gözcüleri rahatsız edici duyguları ve düşünceleri kendi bilinçlerinden uzak tutma konusunda sıklıkla mükemmel bir iş çıkarır. Ama birazdan öğreneceğiniz üzere duygularımız bizim için derin anlam taşıyan şeyler hakkında bize kılavuzluk eder. Şato savunmasının aşırı kullanımı (aşırı düzenleme) ilgi eksikliğine ve gerçekten ne istediğinizi bilemediğiniz hissine yol açabilir. Aynı zamanda bu tipler başkalarının ifade ettiği duygularla ilişki kuramadıklarında karşı karşıya kaldıkları saldırganlığa da anlam veremeyebilirler. Şato insanları epey yargılayıcı bulunabilir. Yargıları genellikle şuna benzer, “Ben karmaşık duygularımı kesmekte o kadar mükemmel bir iş çıkardım ki, diğerlerinin de aynısını yapabilmeleri gerekir!” Duyguların, zorlayıcı düşüncelerin sarıp sarmalanıp saklanması, kontrol altında tutulması gerekir. Şato modunda olduğumuzda empati kurmak zordur. Er ya da geç şato duvarları saldırılar ya da eleştiriler karşısında yıkılabilir hale geldiğinde, şato insanları kendi duygularını hissetme pratiğine sahip değildir. Dolayısıyla bir kez aşıldığında duvarlar güçlü bir duygusal fırtınayla yıkılabilir.
KÖY SAKINLERI
Öte yandan köy sakinleri tam tersi eğilimdedir. Köy sakinleri duygularını hissetme konusunda epeyce deneyime sahiptir. Bu duyarlı ruhlar yaratıcı tiplerdir: sanatçılar, aktörler, yazarlar vb. Güçlü duygularını hayatlarında yarattıkları şeylere, işlerine, evlerine, sevdiklerine yansıtırlar. Köylüler çok fazla sevgi ve nefret deneyimler, yakın yoğun ilişkiler içindeyken serpilip gelişirler.
Aslında kimi zaman yakın bağlar onlar için o kadar temel önemdedir ki, gerçekten istedikleri şeyi gözden kaçırabilirler. Bağdan yoksunmuş gibi hissetmek onlar için o kadar tatsızdır ki tercihleri birlikte oldukları kişi tarafından belirlenebilir. Köy sakinleri bu bağlı olma hissini korumak için kendi ihtiyaçlarını bir kenara bırakma, sıklıkla aşırı ikramda bulunma eğilimi gösterir. Çoğu kez bunu başkalarını memnun etmekten hoşlandıkları ve cömertliklerinden ileri gelen bağlılık hissini sevdikleri için yaparlar. Ama bağın koptuğunu hissettiklerinde ya da başkalarının onların iyiliklerini verili kabul ettiğini ya da onlardan iyilik beklediğini hissettiklerinde içerleme ve öfke biriktirebilirler.
Jessica’nın deneyimlediği şey buydu. Çalışmamız sırasında Jessica, işitildiğini hissetmediği zaman ayak uydurmakta özellikle zorlandığını keşfetmişti. İnce duyarlılıklara sahip bir insan olarak en ufak değişiklikler bile gözünden kaçmıyordu. Yeni tanıdığı insanlarla gündelik sohbetlerini banal ve sinir bozucu buluyordu. Anlaşıldı ki çocukken ailesinin onun iyi davranışlarını görmezden geldiğini hissetmişti; ancak onların yardımını gerektiren bir tür kriz yaşadığında kendisine anlamlı bir ilgi gösterilmişti. Jessica’nın içselleştirdiği anlam, kendisini yoğun bir biçimde ifade etmesinin ihtiyaçlarının karşılanması için temel önemde olduğuydu, bu onun duygusal alışkanlığı haline gelmişti.
Şimdi, köylüler duygularını gayet kuvvetli hissettiklerinden, duygularına dayanarak hareket etmemeleri çok zordur. Bu Jessica’nın sık sık söz ettiği bir zorluktu, kendisi duygularından ötürü paralize olduğunu açıklardı. Duygularının algıları üstündeki etkisini engelleyen şato sakinlerinin tersine, köy sakinleri duygularıyla yönetilme eğilimindedir. “Hissediyorsam, gerçek olması gerekir!” inancı vardır burada. Bunun köyde nasıl çok fazla kargaşa ve krize yol açabileceğini görebilirsiniz.
Köy ilişkilerinin de birçok inişi ve çıkışı olabilir. Köylüler kavga eder, barışır. Severler, nefret ederler ama bu tipler sahicidir! Başka türlü olmak onlara acı verir. Duyarlı ve hisseden köylüler için sorun, kimi zaman köydeki bütün iniş çıkışların ve yaşam yoğunluğunun ezici bir ağırlığa sahip olabilmesidir. Köylülerin içindeki güçlü duygular içlerindeki en iyi yönleri ortaya çıkarabilir ve onların sevdikleri şeyleri yapma, yaratma ve bağ kurma becerilerini etkileyebilir.
ARA Hangi tarzla daha fazla ilişkilisiniz? Aşağıdaki tablodaki hangi nitelikler sizi betimliyor? Hangi yöne meylettiğinizi görmek için hepsini günlüğünüze not alın.
Tablo 1.1 Duygusal Alışkanlık Kalıplarının İki Kutbu
UÇLARDA YAŞAMANIN BEDELLERI
Hemen herkes kendisinin şato sakini ya da köy sakini ya da her ikisi birden olduğunu görebilir. Kimi zaman farklı durumlar bir moda karşı diğerini daha fazla öne çıkarır. Köy modunda olduğumuzda, iç huzursuzluğumuzla “oturmak” daha zordur. Sıkıntı toleransının düşük olması uzun vadeli hedeflere bağlı kalmayı çok zorlaştırabilir. Köylüler daha tutarlı bir biçimde güçlü, derin duygular hisseder. Duygular güçlendiğinde odak noktasını kaybetmek, uzun düşünceler ve kaygılarda kaybolup gitmek kolaydır. Duyguların yeterince düzenlenmemesi ruh hali, kaygı ya da davranış sorunlarıyla ilgili kronik mücadelelere yol açabilir.
Öte yandan duygularını aşırı düzenleyen şato sakinleri duyguları, ihtiyaçları ve arzularıyla bağlantı kurup onları “dinleme” konusunda daha büyük bir zorluk çeker. Bu durum bir motivasyon, ilgi, hayatiyet eksikliğine, gerçekten neyi dert ettiklerini bilmemelerine neden olabilir. Tehdit duygusu yüksek olabilir, ödüllendirilmeye duyarlılık da daha az olabilir, bu da aşırı kontrolcü olma girişimlerini artırır (Lynch 2018). Renk vermeyen gerçek şato sakinlerinin yardım çağrısında bulunması sıklıkla daha uzun zaman alır. Ama yardım istediklerinde bunun nedeni genellikle, önemsedikleri birinin yardım almalarında ısrar etmesi ya da şato duvarlarının ciddi bir darbe almasıdır. Çektikleri zorluklar kişilerarası anlaşmazlık olarak sızma eğilimi gösterir, kimi zaman bunlar öfke yönetimi, çok büyük bir sıklıkla da sosyal kaygılarla ilgilidir. Nihayetinde nüfuz edici yalnızlık ve yalıtılmışlık hisleri sonucu depresyon ortaya çıkabilir.
Nina klasik şato, Jessica ise klasik köy kalıpları sergiler. Onların betimlemeleri ofisimde tekrar tekrar gördüğüm kalıpların derlenmiş halidir. Araştırmalar bu gözlemleri haber veren olası etkenleri de betimler. Araştırmalar, ebeveynler (performansa dayalı) koşullu sevgiyi vurguladıklarında mükemmeliyetçi özeleştiri ve kendi kendini büyük görmek gibi yararı olmayan şato özelliklerinin gelişebileceğini ortaya koyuyor (Curran, Hill ve Williams 2017). Öte yandan iki uçta yer alan ebeveyn müdahalesi daha ziyade köy özellikleriyle ilişkili bulunmuştur: çocukların sorunlarını ve krizlerini çözmeye aşırı odaklanmak ya da tam tersine çocuğun iç duygularına ya da hislerine kulak vermemek ya da onları değersizleştirmek. İlk davranış biçimi daha sonradan kaygıya, depresyona, hayattan memnuniyetin ve refahın daha düşük olmasına neden olabilir (LeMoyne ve Buchanan 2011; Nelson, Padilla-Walker ve Nielson 2015; Schiffrin vd. 2014). İkincisi ise sıkıntı toleransının düşük olması ve kişilerin ilişkilerde duygularını düzenleme konusunda çektiği zorluklarla ilişkilendirilmiştir (Fruzetti, Shenk ve Hoffman 2005; Sturrock ve Mellor 2013).
BAĞLARDAN KURTULMAK: DUYGUSAL ALIŞKANLIKLARI BIRAKMAK
Hedeflerimizin peşinden giderken duruma bağlı olarak duygularımızı idare etmekte her iki kutuptan özellikleri en etkili biçimde kullanmamız gerekir, en iyisi budur. Kimi zaman bağımsızlığınızı korumak için şato duvarlarını yükseltmek, dolayısıyla bağlantısızlık ve yalıtılmışlık hislerine tahammül etmek en etkili yoldur. Kimi zaman da başkalarıyla bağ kurmak ve birlikte yaratmak için kırılgan olmanın rahatsızlığını hissetmek en etkili yoldur. Yetişkinliğe başarılı bir geçiş yapmanın ve yetişkinlikte başarılı geçişler yaşamanın anahtarı, belli bir bağlamda işe yarayan şeylere beceriyle ve esneklikle nasıl uyum sağlanacağını öğrenmekte yatar.
Bundan sonraki bölümlerde kendi kendinizi keşif yolculuğunuzda size kılavuzluk edeceğim. Her bölüm kendi kendinizi anlamanıza yeni bir katman ekleyecek ve size hayatınızın hikâyesini, okumayı istediğiniz gibi kurma yolunda bir yol haritası sunacak. Bütün büyük keşif gezileri gibi bunda da korku, sıkıntı ve hayal kırıklığı yaşadığınız anların yanı sıra huşuya kapıldığınız, zafer duygusunu hissettiğiniz anlar olacak. Peki diğer seçeneğiniz ne? Aynısının daha fazlası mı? Gelin: Bu sözcükleri yetişkin olma yolculuğunuzdaki ekmek kırıntıları olarak kabul edin.
İKİNCİ BÖLÜM
Zihin-Beden Aracınız: Bütüncül Sisteminiz
New Mexico’da bir kelebek kanadını çırparsa Çin’de bir kasırga görebiliriz.
– KELEBEK ETKISI, MATEMATIKTEKI KAOS KURAMINDAN
Her şey birbirine bağlı, ey insanlar!
Her şeyin bir nedeni var. Bu nedenlerin ne olduğu her zaman bilinemeyebilir. Yine de neden yakın da olsa uzak da olsa her şey birbirine bağlıdır. Bir toplantıya geç kaldığınızda bunun bir nedeni vardır. İlişkiler çetin olduğunda bir nedeni vardır. Bir kargaşaya takılıp kaldığınızda, kendinizi çekip çıkaramadığınızda bir nedeni vardır. Hedeflerinizi belirleyip onlara doğru ilerleyemiyormuş gibi göründüğünüzde… evet, her zaman bir nedeni vardır.
İyi haber şu ki, öğreneceğiniz araçlar ve becerilerle davranışınızın altında yatan sisteme girmeye, duygusal alışkanlıklarınızı belirlemeye, bu nedenlerin bazılarını aydınlatmaya başlayabileceksiniz – kendi kontrol alanınızda yer alanları! Elbette her zaman sizin kontrolünüz dışında şeyler de olacak, bu hayatın bir parçası sadece. Ama yine de Yunan filozof Epiktetos’un dediği gibi “Önemli olan başınıza ne geldiği değil, ona nasıl tepki verdiğiniz.”
Dolayısıyla yetişkinlik denen şeyde ustalaşmanız için kendi kendinizi güçlendirmenin ilk adımı, takılıp kaldığınız duygusal alışkanlıkların temelinde yatan, birbiriyle ilişkili parçalardan oluşan sistemi (bütün insanların donanımını) anlamaktır. Geçen bölümde ister şato ister köy insanını kendinize daha yakın bulmuş olun, bütüncül sisteminizin işleme biçiminin temel mekanizmasını bilmek, hayatınızda istediğiniz değişikliği yapma gücünü size verecektir. Bu bölüm uyarıcı ile cevap, neden ile sonuç arasındaki kayıp halkaları oluşturan iç tepkilerinizin bileşenlerini anlamanıza katkıda bulunacak. Elinizde bu bilgi olduğunda, benzersiz hikâyenizin sisteme nasıl bağlanabileceğini ve takılıp kalıyor olabileceğiniz yerleri görebileceksiniz!
ZIHIN-BEDEN ARACINIZI TANIMAK
Mutluluğunuz ile hayatınız arasındaki karmaşık etkileşim üzerine düşünmenin iyi yollarından biri de zihninizi-bedeninizi hayat yollarında sürdüğünüz bir araç gibi düşünmektir. Şu anda bu sözcükleri okurken içinde oturduğunuz beden sizin aracınızdır, doğduğunuz günden itibaren, ilkokul, ortaokul, lise yılları boyunca, şimdiye dek öyle olmuştur. O araç içinde hayatın bütün yollarından geçip de bu âna geldiniz. Hayat yolunu rahat ya da rahatsız olarak algılayıp deneyimlemenizi sağlayan şey araçtır.
Elbette ki farklı büyüklükler, renkler, yapılar ve modellerde birçok farklı araç türü vardır. Bazıları daha hantaldır, SUV’lar gibi, ağır yükleri taşıyabilir, hayatın yokuşlarını iyi tırmanabilirler ama çok çabuk hızlanamazlar ya da birkaç kör noktaları olabilir. Bazıları daha spordur, ortalıkta hızla dolanabilir ama asfalt dışındaki yollarda o kadar iyi gidemez, belki biraz daha fazla bakıma ihtiyacı olabilir. Her birimiz her tür farklı güç ve hassasiyetin bir araya geldiği benzersiz araç tipleriyiz.
ARA Ne tür bir araçta yaşıyor olabilirsiniz? Günlüğünüze betimleyin. Aracınız dayanıklı mı hassas mı? Yoldaki diğer araçlara benziyor mu yoksa farklı mı? Dikkat çekici parlak bir rengi var mı yoksa daha mı belirsiz? Aracınızın özel güçleri ve hassasiyetleri neler?
Zihniniz, içinde bulunduğunuz zihin-beden aracının tipiyle ilgili görüşler üretmeye başladı mı, farkına varın. Bu çalışmaya başladığınızda ve bedeniniz üstüne düşündüğünüzde, içinde yaşadığınız makineyle ilgili düşünce ve görüşlere kolayca kapılıp gidebilirsiniz. Bedeniniz eski bir travmayı yaşıyorsa ya da şu anda bir rahatsızlık kaynağıysa fiziksel bedeninizle ilgilenmek sizi zorlayabilir. Şimdilik sizi bedeninizi ulaşım aracınız olarak görmeye davet ediyorum. Kendi kendinize şu soruyu sorun: Bir SUV mu kullanmak daha iyi, yoksa spor bir araba mı? Bu soruya vereceğiniz cevapla ilgili güçlü bir görüşünüz ya da düşünceniz olabilir. Ama gerçek şu ki SUV’lar spor arabalardan daha iyi ya da daha kötü değildir, iş bir andan diğerine değişen yolun taleplerine bağlıdır.
Belli bir anda yaşadığınız rahatlık ya da rahatsızlığı kısmen belirleyen şey yolun talepleri ile araç arasındaki uyumdur. Ama araç (ya da biyolojiniz) nasıl hissettiğinize, gitmek istediğiniz yere ne kadar başarılı ulaştığınıza katkıda bulunan bileşenlerden sadece biridir. Araca ne kadar iyi bakıldığına, sürücünün becerisine dikkat etmek de bir o kadar önemlidir; buradan alınacak asıl ders de budur. Gerçek bir arabanın tersine, bu aracı verip yenisini alamazsınız. Sahip olduğunuz tek araç bu, o nedenle ona özen göstermek kilit önemdedir! Bu kitap, içinde yaşadığınız araca özen göstermeyi, kendinizi hayatınıza neşe ve anlam getiren yöne götürmeyi konu alıyor. Öğreneceğiniz farkındalık ve özen becerileri, içinde yaşadığınız bu muhteşem makinenin performansını en iyi duruma getirmenize yardımcı olacak!
ARA Şimdi, bu sayfadaki sözcükleri okurken gözlerinizin ardında, yüzünüzün ardında, bu sayfadaki sözcükleri gören bir siz olduğunu fark edebiliyor musunuz? Baskı, ısı, dokunma gibi bazı fiziksel duyumlar hissettiğinizi fark edebiliyor musunuz? Bu kitabın ya da onu okuduğunuz Kindle’ın, iPad’in ağırlığını hissedin. Gözlerinizin, yüzünüzün ardından bakarken kendi aracınızın içinden dışarı bakıyorsunuz. Kim fark ediyor? Sürücü kim?
İyi iş çıkardınız. Ara pratiğini okuduktan sonra bu metaforun ne anlama geldiğini hissettiniz mi? Sizin sadece aracınızdan (bedeniniz) ya da iç deneyimlerinizden (zihniniz) ibaret olmadığınız daha açık hale geldi mi? Zihninizin ve bedeninizin ürettiği deneyimler üstüne farkındalıkla düşünebilen bir siz var. Bu nedenle, bu deneyimler üstüne düşünebiliyorsanız, bu düşüncelerin ve hislerin ardında olan bir parçanız, bilinçli bir parçanız var. Bir anlam ifade ediyor mu? Sürücü sizsiniz!
Duygusal alışkanlıkların ötesine geçmek, aracınızı gitmek istediğiniz yere götürmek için direksiyon hâkimiyetini kazanmakla ilgilidir! Sizin için önemli olan şeylere yönelmek, yolda karşınıza çıkan kaçınılmaz rahatsızlığı idare edebilmek için gerekli becerileri kazanmakla ilgilidir. Hiç kuşku yok ki hepimiz, sanki biz o deneyimlermişiz gibi kendi tepkisellik repertuvarlarımıza çekilebiliriz. İnsanların sık sık “Ben böyleyim” ya da “O böyle” dediğini işitiriz. Sanki gerçekten de bizim, deneyimlerimiz olduğumuza inanıyoruz. Ama biraz önce gördüğünüz gibi bilinçli insanlar olarak geri çekilip bilincimizde bir alan yaratıp deneyimimizi gözlemlemek gibi benzersiz bir beceriye sahibiz. O gözlemci kısmınız her zaman orada. Aslında gerçekten siz olan bir yer, bir tür ruh yeri varsa, ben gözlemcinin bulunduğu yerin orası olduğunu söylerdim!
Yetişkin olma girişimlerinizde çıkış noktasını söylemesini istediğiniz kişi o, belki bir kez işe yaramış ya da sizi zorluklardan aşırmış ama artık gerçek yolunuzdan ayrı düşmenize neden olan eski, yıpranmış, otomatik pilota bağlı duygusal alışkanlıklar değil. Sürücü olarak kimi zaman geçmeniz gereken yollar aracınızın gücüyle uyumlu değildir. Bu da uğraşmanız gereken işlerin farklı tipte aracı olan başkalarına göre daha zor olacağı anlamına gelir. Kimi zaman talihli olacaksınız, yolda başkalarına nazaran daha rahat sürüp gideceksiniz. Hayat her zaman böyle güzel değildir. Ama hayatın engebeli arazisini daha hünerle müzakere etmeyi tepkisellikten ziyade bu sahiplik alanından öğrenebilirsiniz.
KULLANICI KILAVUZU 101
Hangi tip bir aracın içinde yaşadığınızdan bağımsız olarak, sürüş keyfini çıkarabilmenizin altında yatan, birbiriyle ilişkili parçalardan oluşan standart bir sistem vardır. Arabanızda olduğu gibi, her parçanın bakımı için bazı ihtiyaçların karşılanması gerekir. İşte bu nedenle aracınızın kaportasının altında neler olup bittiğini öğrenmek için bir dakika ayırmaya değer, böylece araçta sorun çıktığında, sorunun kaynağını aramak için nereye bakmanız gerektiğini bilirsiniz.
Bütün arabalarda aynı asal parçalar vardır: bir motor, bir direksiyon ve aracın içinde sürüşün rahatlığını etkileyen tekerlekler. Aynı şekilde bütün insanlarda da psişemizin tıkır tıkır işlemesini sağlayan, günlük ruh halimizi ve motivasyonumuzu etkileyen parçalar sistemi bulunur. Aracın dışında gerçekleşenleri, içinde hissettiğimiz Duygular, Düşünceler ve Eylem itkileri (DDE) sayesinde işler ve algılarız.
Benim (bileşenleri hatırlamaya yarayan kullanışlı bir kısaltmayla) DDE regülatörü dediğim bu zihin matrisi hayatlarımızın gerçekleriyle ilgili algılarımızı (mutluluğumuz ya da mutsuzluğumuz) yaratmak üzere arka planda kesintisiz olarak çalışır. Her parçanın bütüncül sisteminize nasıl katkıda bulunduğunu anlamak daha sonra düzenlemeyi artırma ya da azaltma ihtiyacı duyduğunuzda gerekli değişiklikleri yapma becerilerinizi daha büyük bir farkındalıkla kullanabilme yolunda atacağınız ilk adımdır.
DUYGULAR: BIZI SÜREN MOTOR
Biz insanlar duygularımızla biraz çatışmalı bir ilişki içindeyizdir. Hepimiz neşe, esinlenme, huşu ve sevgi gibi iyi duygulara daha fazla sahip olmak isteriz. Ama üzüntü, hayal kırıklığı, kaygı ve (tanrı korusun) utanç gibi rahatsızlık verici duygulardan kaçınmak için elimizden geleni yaparız. Kahretsin, muhtemelen siz de böyle yetiştirildiniz. Anne babalarından “Canım, ben sadece senin mutlu olmanı istiyorum” klişesini işitmiş olanlar ellerini kaldırabilir mi lütfen? Doğru, öyle değil mi? Bu kitabı satın almanızın bir nedeni de bu muhtemelen. Size mutlu olacağınız söylendi!
Elbette ki ebeveynleriniz sizi mutluluğa teşvik ederken en iyi niyetlerle hareket ediyorlardı. Bu hâlâ müthiş bir hedef! İşleri berbat edebilecek şey o “sadece” kısmıydı. Benim kuşağım ve benden öncekilerin bilmediği ama sizlerin çocuklarınıza aktarabileceğiniz şey şu: Nasıl ki bir arabayı tümden kapatmadan, motorunun bir parçasını çıkaramıyorsak bütün duyguları kısmadan bazı duyguların önünü kesemiyoruz. Zihin-beden aracımız bazı duyguları kapatacak şekilde tasarlanmadı. İşe yaramaz.
ARA Şu deneyi yapın. Şimdi bu sözcükleri okurken, dikkatinizi oturduğunuz sandalyede poponuzu (ya da somut başka bir duyumu) hissetmeye yöneltin. Peki, poponuzu hissediyor musunuz? Poponuz var mı? Güzel! O duyumlar hep oradaydı, ama dikkatinizi bu fiziksel duyumları bilincinize taşımaya verdiniz. Şimdi şunu deneyin. Poponuzu hissetmemeyi deneyin. Hissetmeyi bırakın. Deneyin, bekliyorum.
Bir kez farkına vardıktan sonra bir şeyi (bu örnekte poponuzu) hissetmemekte şansınız yaver gitti mi? Elbette ki hayır! Bir şey hissettiğimizde, öylece hissetmemeyi başaramayız! Ama bunu duygularımızda o kadar sık deneriz ki. Aklımıza başka bir şey getirmekte sınırlı bir başarı elde edebiliriz. Dikkati dağıtmak çok güzel işe yarar, kısa bir süreliğine. Ama rahatsızlığınızı azaltmak için bir alışkanlık olarak dikkatinizi dağıtmaya aşırı yüklendiğinizde odaklanma kaslarınıza ne olur sizce? Muhtemelen şunun farkına vardınız, poponuzu ne kadar çok hissetmemeye çalıştıysanız o kadar çok hissettiniz!
Duygularımızı hissetmemeye çalıştığımızda da benzer bir şey olur. Onlardan ne kadar kurtulmaya çalışırsak, onlara daha fazla saplanıp kalmaya meylederiz. Bunun nedeni duygularımızın sadece hayatta kalmamız için değil, bizim için önemli şeylerin peşinden giderken de temel bir işlevi yerine getirmeye hizmet etmesidir.
DUYGULARIN AMACI
Duygularınızı en son ne zaman tüm bedeninizde duyarak deneyimlemiştiniz hatırlıyor musunuz? En son ne zamandı yakıcı gözyaşlarınız, üzüntüden kızarmış yüzünüz, hızla çarpan göğsünüz, kaygıdan terlemiş avuçlarınız, öfkeyle kısılmış gözleriniz ve gerilmiş kaslarınız, şefkatle açtığınız kollarınız, sevgiyle yumuşacık dudaklarınız? Bu hazla dizgininden boşalmış şelaleler bizi yüceltici ya da korkutucu olan kendi sanal gerçekliğimize yöneltebilir. Ama onlar olmasaydı avlanmak, özen göstermek, yaratmak ve bağ kurmak için ihtiyaç duyduğumuz itkiye sahip olmazdık.