Sadece LitRes`te okuyun

Kitap dosya olarak indirilemez ancak uygulamamız üzerinden veya online olarak web sitemizden okunabilir.

Kitabı oku: «Kreutzer Sonat – Niçin?», sayfa 2

Yazı tipi:

IV

Bir sigara yaktı ve dirseklerini dizlerine dayayarak devam etti:

“Evet, ancak birçok tecrübelerden ve ızdıraplardan sonra hepsinin sebebini, nasıl olması lazım geleceğini anladım ve dehşetini o zaman fark ettim.

Vaka neden oldu, nasıl oldu, bunu size işte şimdi anlatacağım. Başlangıcı eskidir, ta on altı yaşlarıma kadar gitmek lazım; ben kolejde idim. Ağabeyim üniversitede tahsil ediyordu. Henüz hiçbir kadınla münasebetim yoktu. Fakat bütün arkadaşlarım gibi ben de pek gözü kapalı değildim. Bir seneden beri arkadaşlarımla konuşa konuşa ahlakım eski masumiyetini kaybetti. Bir kadına gönül vermiş değildim. Kadınlığa müştak idim. Tatlı bir varlık, çıplak bir kadın vücudu hayalimi zapt etmişti. Benle akran olanların yüzde doksan dokuzu gibi bu yüzden üzüntü içinde idim. Daimî bir korku içinde bulunduğum için Allah’tan imdat umuyor, fakat yine de gittikçe düşüyordum. Her ne kadar hayalen ve hakikaten yoldan sapmış isem de daha son adımı atmış değildim. Başka hiçbir vücuda elim değmeksizin kendi âlemimde kendimi harap ediyordum.

Bir gün ağabeyimin bir arkadaşı geldi. Şen bir talebe. Böylelerine iyi bir çocuk denilir. İyi bir çocuk, yani haylazların en berbatı. Bizi içkiye, kumara alıştırdı. Sonra da sarhoşluğumuzdan istifade ederek bizi bir umumhaneye götürdü. Benim gibi masum olan ağabeyim o gece baştan çıktı. Ben ise on altı yaşında bir çocuk, yalnız kendim lekelenmekle kalmadım, hayalimde kadın namına taşıdığım ülküyü de birlikte lekeledim. Büyüklerimden hiç kimse bana yaptığım işin fenalığını anlatmamış olduğu için bu fenalığın derecesini ölçmeye de muktedir değildim. Vakıa bunları din dersinden öğrenebilirdim. Fakat din dersini biz ancak imtihanlarda papazlara cevap vermek için ezberledik. Ezberlediğimiz şeylerin herhangi bir gramer kaidesi kadar da bizce önemi yoktu. Büyüklerimden, düşüncelerine saygım olan kimselerden de hiçbiri bunun fena bir şey olduğunu bana söylememişti. Bilakis kendilerine kıymet verdiğim kimseler bunun iyi bir şey olduğunu söyledilerdi.

Onların dediğine göre ben üzüntülerimden böylelikle kurtulacaktım. Bunu ben başkalarından da işitmiş ve bir yerde okumuştum. Hatta büyüklerimden bunun sıhhat için faydalı olacağını bile duymuştum. Arkadaşlarım ise işin içinde ayıplanacak bir şey değil, erkeklik şanından sayılacak bir yararlık görüyorlardı. Bir hastalık kapmak tehlikesine gelince: Bunun da çaresi bulunmuştu. Hükûmet vazifesini yapıyordu. Böyle kapalı evlerin yolunda işlemesine nezaret ederek mekteplilere, eğlence âlemlerinde hastalık bulaşmamasını temin ediyor. Bu iş için doktorlara ücret veriliyor. Tabii değil mi ya! Mademki sefahat sıhhat için lazımmış, ona göre de tedbir almak lazım. Ben anneler bilirim ki oğullarının bu bakımdan sıhhatlerini korumak için çare ararlar. İlim namına onlara umumi evlerin yolunu öğretenler de eksik değildir.”

“İlim namına mı? Nasıl şey bu?”

“Doktorlar ilim adamlarının başkanları değil midir? İşte bu kabil hıfzıssıhha4 dersleriyle gençlerin ahlakını bozan, sonra da hiç onlar değilmiş gibi ağır bir vakar ile frengilerine bakan onlardır.”

“Bakmasınlar mı?”

“Eğer frengi tedavisi için sarf olunan yararlığın yüzde biri sefahatin önüne geçilmek için sarf edilmiş olsaydı, bu hastalığın çoktan nam ve nişanı kalmazdı. Hâlbuki bütün yararlıklar sefahatin artması için sarf olunduktan sonra onun korkunç neticeleri önlenmek isteniyor.

Neyse, bunu bir tarafa bırakalım. Ne anlatıyordum?.. Ha, evet, o gece biz bir kere düştük. Bu akıbete uğrayan yalnız ben miyim?.. İnsanların onda dokuzu, sade bizim dengimiz olanlar değil, hatta köylüler bile nasıl düşüyorlarsa ben de öyle düştüm. Hem bir kadının güzelliğine tutularak düşmek de değil: Benim için bir tesadüf eseri olan bu işin bazılarına göre sıhhate yarar, faydalı ve yerinde bir nefsi körletme sayılmasından, bazılarına göre de bir genç için mazur görülecek masum ve tabii bir eğlence olması telakkisinden ileri gelen bir düşüş! Zevk ve ihtiyacın doğurduğu bu hareketin düşmek tabiriyle ifade edilmesinin sebebini anlamıyordum. Gençliğim ve görgüsüzlüğüm içkiye, sigaraya kendini nasıl kaptırdıysa buna da öyle kaptırdı.

Bununla beraber bu ilk sukutun5 acı, dokunaklı bir hususiyeti de oldu. İyice hatırlıyorum ki daha odadan çıkmadan, hemen o işten sonra, derin bir kedere uğradım, gözlerim doldu: Temiz ve suçsuz ruhumun artık benden uzaklaştığına ve kadınla olan normal münasebetlerimin ebediyen mahvolduğuna yanıyordum. Evet, kadınla olan normal münasebetlerim bir daha dönmemek üzere uçup gitmişti. O andan itibaren bir kadınla tertemiz bir münasebet akdetmem kabil olamazdı. Artık tabiri mahsusuyla ben bir şehvet adamı olmuştum. Şehvet adamı olmak ise ne bileyim, işin maddiliği itibarıyla alkolik veya esrarkeşlik derekesine düşmek gibi bir şeydi. Bir alkolik, bir esrarkeş nasıl artık normal bir hayat geçiremezse birçok kadınlarla görüşen, her çiçekten bal toplayan bir kimse de artık normal değildir. O, baştan çıkmış, ahlakı bozulmuş bir sefihtir. Bir alkolik, bir esrarkeş nasıl hâlinden belli olursa bir şehvetperest de öylece belli olur. Bu adam ihtiraslarıyla mücadele ederek kendini zapta kadir olsa bile bir kadınla kardeşçe, temiz ve hilesiz bir münasebet bağlayamaz. Bu ebediyen geçmiştir. Bunların zaafı bir genç kızın yüzüne baktıkları vakit gözlerinden anlaşılır. Ben de bir şehvet adamı olmuştum ve öyle kaldım. Beni mahveden de işte bu oldu.”

V

“Evet, böyle oldu. Sonra gitgide işi azıttık. Allah’ım! Bu kötü yolda bütün yaptıklarımı hatırladıkça, hele arkadaşlarımın her defasında benim bir türlü görgüsüzlüğümle, masumiyetimle nasıl alay ettiklerini düşündükçe nefretimden titrerim. Ya o yaldızlı gençlik, o zabitler, o Parisliler için söylenen şeyler! Ya o bizim gibi otuz yaşında, vicdanı kadınlara karşı binbir suçla dolu zevk adamları! Suçsuz, günahsız, masum bir eda ile sinekkaydı tıraş, resmî elbise veya üniforma içinde, gömleklerimizin parıltıları gözleri kamaştırırken baloya veya bir salona girişimiz vardır! Ne temizlik remzi! Ne hülya!..

Biraz düşünelim: Ne yapıyoruz, ne yapmamız lazım? Mesela bu sefihlerden biri kız kardeşime veya kızıma yanaşmış. Ben onun ne mal olduğunu bildiğim için bir tarafa çekerek ‘Arkadaş…’ diyorum, ‘ben senin ne çapkın bir adam olduğunu, gecelerini kimlerle beraber geçirdiğini bilirim. O hâlde burada işin yok demektir. Burada bulunan kızlar hep namusludurlar!’ İşte ona söylenecek söz bundan ibarettir. Hâlbuki biz bilakis ne yapıyoruz? Bunlardan, biri çıkıp kız kardeşimin veya kızımın belini sararak onunla dans edecek olursa keyfimizden kıs kıs gülüyoruz, çünkü delikanlı zengindir, kaçırılacak av değildir. Olabilir ya, belki benim kızımı da alıp şereflendirmek tenezzülünde bulunur. Hatta onda berbat bir hastalığın az çok izleri kalmış ise bile zararı yok! Bugün artık o hastalıkları iyi ediyorlar! Yüksek ailelerden ne kadarını bilirim ki kızlarını böyle hastalığı olan sefihlere vermişlerdir. Oh, ne iğrenç! Fakat elbet bir gün gelecek ki bütün bu alçaklıklar ve bütün bu yalanların maskesi düşecektir!”

Gene birkaç kere acayip seslerle geğirmeleri duyuldu. Çayına katmak için sıcak suyu kalmamıştı. Ağza alınmayacak derecede koyu olan çayını öylece susuz olarak içti. Kendim, içtiğim iki fincan çayın tesirini gördüğüm için bu çayın ona ne kadar dokunacağını kestirebiliyordum. Filhakika Pozniçev gitgide heyecanlanıyor, sesi değişik bir hâl alıyordu. Yerinde duramıyor, şapkasını çıkarmasıyla giymesi bir oluyordu. Yarı karanlıkta gördüğüm yüzünün her an ifade ettiği mana başka idi.

Devam etti:

“Zihnim aile ve izdivaç meseleleriyle meşgul olduğu hâlde bu suretle otuz yaşına geldim. O zaman işime uygun gelecek kızları tetkike başladım. Baştan çıkmış, sefih bir adam olduğum hâlde temizliği benim seviyemde bir kız aramaya cüret ediyordum. Masumiyetlerinin derecesini kendim için kâfi derecede bulmadığım birçoklarını mahaza bu sebeple reddettim.

Nihayet Penza taraflarında, arazi sahibi olan birinin iki kızından birine talip oldum. Bu adam vaktiyle zengin iken sonraları servetini kaybetmişti.

Mehtaplı bir gecede, bir vapur gezmesi dönüşünde, çıkacağımıza yakın, onun yanına oturmuş, düzgün endamını seyre dalmıştım. Vücuduna yapışık sıkı bir kazak o müstesna vücudun kalıbını olduğu gibi gösteriyordu. Gözlerimi ondan ve saçlarının kumral buklelerinden ayıramıyordum. Birdenbire ‘İşte!..’ dedim. ‘aradığım kız budur!’

Bana öyle geliyordu ki yüksek düşünce ve duygularım onda bir makes buluyor,6 bir ayna gibi ona aksediyordu. Endamına ve saçlarına bitiyordum, bir günlük tanışma bende daha candan bir tanışıp anlaşma isteğini uyandırdı.

Şaşılacak şeydir! Güzellikle iyilik ekseriya eş ve kardeş sayılır! Bir güzel kadın ne manasız şeyler söyler de bakarsınız dinleyenlere bunlar birer nükte, birer hikmet gibi gelir. O, münasebetsizlikler eder. Fakat göze çarpan yalnız onun hoşa giden güzel taraflarıdır. Şayet manasız şeyler söylemez ve münasebetsizlik etmezse o zaman o bir ahlak numunesi ve zekâ harikası telakki olunur.

Eve geldiğim vakit ruhum tatlı intibalarla dolup taşıyordu. Onu kadınlığın en mütekâmil bir örneği addederek, benim karım olmaya layık olduğuna hemen kanaat getirdim ve ertesi gün gidip kızı istedim.

Ne karışık mesele! Bizim ulusumuz gibi bir ulus halkı içinde ancak binde bir erkek belki çıkar ki resmen evlenmeden evvel on kere, yüz kere, hatta bin kere evlenmemiş olsun.

Bugünkü günde bu işin şaka götürür yeri olmadığını, bilakis fevkalade önemli bir ciddiyeti bulunduğunu takdir eden namuslu gençler vardır sanırım. Allah onları nazardan saklasın! Fakat bizim zamanımızda böylesi on binde bir çıkmazdı.

Bunu herkes bilir de hiç bilmiyormuş gibi hareket eder. Romanlarda duyguları bütün inceliğiyle tasvir olunan kahramanlar görülür ki akarsular, çitler, çiçekler arasında bir genç kıza karşı olan büyük sevgilerinden bahsolunduğu vakit onların mazilerine, kerhaneleri ziyaretlerine, hizmetçi kızlarıyla, aşçı kadınlarıyla, başkalarının karılarıyla olan münasebetlerine dair bir tek söz bile geçmez. Eğer bunlardan bahseden romanlar olursa bu gibi uygunsuz kitaplar asıl onları okuması lazım gelenlere, yani onları okumakla en çok istifade edecek olan genç kızların ellerine verilmez.

Bütün erkekler düşündüklerini genç kızlardan sakladıkları gibi kendi aralarında bile açığa vurmazlar. Sözlerine, sohbetlerine bakın, sanki ortada böyle bir mesele hiç yokmuş gibidir. Büyük şehirlerde ve hatta köylerde hemen herkesin içinde yuvarlandığı rezaletlere hiç temas bile etmezler. O kadar samimi görünen bir kanaatle söz söylerler ki sonunda, söyledikleriyle kendileri de aldanırlar. Fakat onları dinleyen zavallı genç kızlar… Onlar işittiklerine hakikaten inanırlar. Benim zavallı talihsiz karıcığım da işte bunlardan biri oldu.

Bir gün nişanlı iken ona içyüzümü gösterdiğimi hatırlıyorum. Onu geçmiş hayatımın ve bilhassa en son münasebetimin safhalarına agâh etmeyi7 kendimce bir ödev bilmiştim. Çünkü bunu ben söylemesem nasıl olsa başkalarından öğrenecekti.

İçyüzüme vâkıf olunca öyle derin bir yeis ve dehşete düştü ki o dakikada benden ayrıldığını sezdim. Keşke hakikaten ayrılmış olaydık! İkimiz için de ne kadar iyi olacaktı!”

Pozniçev sustu. Çayından bir yudum daha aldı.

VI

Sonra yüksek sesle “Hayır!” dedi. “İsabet ki böyle olmuş; çünkü ben de layığımı bulmuş oldum. Fakat sadet haricine çıkmayalım. Maksadım bu gibi işlerde aldananların hep genç kızlar olduğunu anlatmaktı.

Kocalarından ders aldıkları için anneler bunu bilirler ve erkeklere, erkeklerin masumiyetlerine inanır gibi görünerek güya inanmıyorlarmış gibi hareket ederler. Onlar hem kendileri hem kızları için erkekleri yemlemesini ve oltaya çekmesini bilirler.

Biz erkekler, öğrenmeye istidadımız olmadığı için bu işten anlamayız. Onlar pek iyi takdir ederler ki en temiz, tabiri mahsusuyla, en şairane sevgi kadının manevi vasıflarına değil belki yatak hâline, başının tuvaletine, giyinişine, boyanışına tabidir. Tecrübeli bir kokete hangisine razısın diye sorunuz: Ele geçirmek istediği bir erkeğin yalanına dolanına, cevrücefasına, hatta çapkınlıklarına mı yoksa ona kılıksız, kıyafetsiz takdim olunmaya mı? Göreceksiniz ki evvelkini tercih edecektir. Kadınların hepsi böyledir.

Onlar bilir ki biz temiz, lekesiz bir aşktan bahsederken yalan söyleriz. Bizi imrendiren münhasıran onların vücutlarıdır ve biz onların herhangi bir ahlaki pürüzlerini biçimsiz bir kılıklarından daha ehven buluruz.

Koket onu hiç düşünmeden içine doğarak; genç kız masum bir şuursuzlukla, hayvan gibi, aynı izi takip eder. İşte bunun için bu daracık, vücuda yapışık roplar giyilir; yapma kıçlar, lastik memeler yapılır; omuzlar, kollar, göğüsler meydana çıkar.

Kadınlar, hele malumatını erkeklerden edinmiş olanlar pek iyi bilirler ki hangi yüksek mevzu üzerine konuşulursa konuşulsun erkeğin gözünde bunlar kuru laftan başka bir şey değildir ve onun gözü asıl kadının vücudunda ve o vücuda renk veren şeylerdedir. İşte bundan dolayı onlar da erkeklerin bu zaafına göre cephe alırlar. Bizim için bir tabiat-i saniye8 yerine geçen bu itiyat ne gibi amillerin tesiriyle bizde kökleşip kalmış, bunu aramayalım. Sosyetenin muhtelif tabakalarına ait rezilane hayatı gözümüzün önüne getirelim. Düpedüz bu bir kerhane hayatı değil midir?.. Siz başka türlü mü düşünüyorsunuz?..”

Ve benim itirazıma meydan bırakmadan “Durun size ispat edeyim.” dedi. “Sizin düşüncenize göre bizim sosyete kadınlarımız kerhanedekilerden ayrı bir gaye ve menfaat peşindedirler, öyle mi?.. Ben diyorum ki hayır! Ve işte size ispatı! Muhtelif gayeler takip eden kimselerin yaşama tarzları da muhtelif olur. Onlar bütün bütün başka olurlar ve bu benzemeyiş zahir hâllerinde apaçık görünür. Şimdi siz kerhanelere düşmüş o zavallı kadınlarla en yüksek sosyal tabakalarımızdaki kadınları karşılaştırınız: Ne görürsünüz? Aynı tuvaletler, aynı edalar, aynı kokular, aynı çıplak omuzlar, kollar, göğüsler, gerdanlar, aynı sıkma roplar, daracık eteklikler… Süse ve elmasa aynı düşkünlük; dansa, musikiye, şakımaya aynı heves! Erkekleri imrendirmeye çare aramak bunlar için de onlar için de aynı derece mübahtır. Açık söylemek lazımsa şunu itiraf edelim: Muayyen bir müddetle kiralanan orospu herkesin hakaretine uğrar, kaydı hayat9 şartıyla orospu ise herkesin hürmetine mazhar olur, mesele budur!”

VII

“İşte beni de baştan çıkaran bu daracık elbiseler, bu ondüle saçlar, bu yapma arkalar oldu.

Vakıa beni baştan çıkarmak zor bir iş değildi. Tuzağa düşmek için bahane arıyordum. Çünkü öyle bir muhit içinde yetişmiştim ki serlerde yetişen hıyarlar gibi orada da genç âşıklar türer. Bol gıda işsizleri kışkırtan bir şey değil midir? Bizim sosyetelerde erkekler aygır gibi besleniyorlar. Buna şaşıyorsunuz değil mi? İstediğiniz kadar şaşınız, bu böyledir. Son zamanlara gelinceye kadar ben de bunu fark etmemiştim, fakat şimdi görüyorum. En ziyade canımı sıkan şey de kimsenin bunu fark etmeyip de deminki kadın gibi ahmakça mütalaada bulunması oluyor.

Bu yaz köylüler bizim tarafta bir demir yolu işinde çalışıyorlardı. Bizim köylülerin ne yediklerini siz bilir misiniz? Ekmek, köpürmüş arpa suyu, bir de soğan. Bu kadar gıda bir mujiği pekâlâ tarlada çalıştırabiliyor. Demir yolu idaresi bunlara köpürmüş arpa suyu ile adam başına yarım kilo et veriyor. Fakat o, ağır bir el arabası sürerek günde on altı saat çalışmak suretiyle aldığını fazlasıyla ödüyor. İş ile gıda ödeşiyor. Biz ki onun iki misli et, balık, av eti, türlü türlü içkili, harlı yemekler yer içeriz. Bu yediklerimizi nasıl harcıyoruz? Sefahat âleminde vücudumuzu israf ederek, öyle değil mi? Eğer bu işte emniyet supabı açık bulundurulduysa her iş yolunda gider. Fakat benim ara sıra yaptığım gibi supap kapatılacak olursa o zaman azgınlık baş gösterir. Bir taraftan romanlar, şehvet edebiyatı, musiki, ziyafet gibi amiller de inzimam edince bu azgınlık karakteristik bir sevgi, hatta ‘Eflatunî’ bir aşk olur.

İşte ben de herkes gibi bu suretle âşık oldum. Bu aşkın hiçbir eksiği yoktu: Lezzeti, yumuşaklığı, şiiri vardı. Doğrusu aranırsa bu aşk bir taraftan anaların ve terzinin, bir taraftan da ense yapmanın ve işsizliğin marifeti ve mahsulü idi. Vapur gezmesi yapılmasaydı; o düzgün endam, o tıpa tıp vücuda göre biçilip dikilmiş roplar olmasaydı, bütün ev halkı çıkıp genç kız bol penyuvarıyla yalnız bırakılmasaydı; ben de yaptığı iş nispetinde beslenen, normal bir kimse vaziyetinde bulunacağım için bu aşka düşmeyecektim ve bu felaket vukuya gelmeyecekti.”

VIII

“Hâlbuki inadına gibi el birliğiyle hepsi bir araya gelmişti: Benim müsait vaziyetim, iyi bir terzi elinden çıkmış bir rop, şairane bir vapur gezmesi hep yolunda idi. Yirmi kere teşebbüs edilse belki hepsi boşa çıkardı. Bu seferki boşa çıkmadı. Size söylüyorum, bu hakiki bir tuzaktı, şaka değil.

Evlenmeler nasıl oluyor, biraz tetkik edelim. Bakılırsa bundan daha tabii ne olabilir? Kız yetişmiştir onu kocaya vermeli. Gelinlik bir kızı evlendirmekten daha basit bir şey olmaz. Yüzüne bakılmayacak kadar çirkin olmadıkça ona göz atacak âşıklar çıkacaktır. Eskiden kızlar evlenme çağına geldiler mi anaları, babaları onları evlendirirlerdi. Dünyanın her yerinde, Çin’de, Hindistan’da, Müslümanlarda, bizim köylerimizde, hasılı insanların yüzde doksan dokuzunda bu böyle olmuştur ve böyle olmaktadır. Geri kalan yüzde bir, yani biz ahlaksızlar bu usulü beğenmemişiz, başka bir yol bulmuşuz. Bulduğumuz yol nedir? Kızlar panayırda satılığa çıkarılır gibi ortaya çıkarılır.

Erkekler için duhuliye serbesttir; istediklerini seçebilirler. Orada genç kızlar açıktan söylemeye cüret edemezler, fakat içlerinden geçen şudur: ‘Sevgili! Gel, beni al, onu alma! Bak şu omuzlarıma, başka taraflarıma da bak!’ Biz erkekler bakar geçeriz, yine geçeriz. Onları gözden geçirirken içimizden memnun, şöyle deriz: ‘Biliyorum, biliyorum, boşuna üzülme, avlanmam!..’

Güzel ama, hele bir boş bulun, pat! Avlandığın gündür!”

“Fakat…” dedim, “başka türlü nasıl olabilir? Resmen kızlar mı erkeklere talip olsunlar, böyle mi istiyorsunuz?”

“Bilir miyim? Fakat mademki erkek kadın bir deniyor, müsavat10 adamakıllı olmalı. Kılavuzla evlenmek usulünü çirkin buldular. Şimdiki usul ondan bin kat fenadır. O usulde iki tarafın da hakları ve umaçları mahfuzdur. Bunda ise kadın bir esir mesabesindedir. Yahut tuzağa konmuş yem gibidir. ‘Çocukluktan çıkan bir kızı törenle ortaya çıkarıp sosyeteye karıştırmak’ koca avlamaya çıkarmaktan başka bir şey midir? Bu hakikati olduğu gibi bir anaya veya kızına söyleyin; bunu bir hakaret sayar, hemen gücenir. Hâlbuki maksatları, gayeleri bundan ibarettir, başka şey olamaz. Bunun daha müthişi bazı çok körpe kızlar görülüyor ki, masum ve görgüsüz, ne yaptıklarını bilmeyerek bunu yapıyorlar.

Bu analar, kızlar bari sözlerinde samimi olsalar! Hayır, ne münasebet, hepsi gösteriş, hepsi yalan!..

‘Ah, mahlukatta nevilerin menşesi, enteresan mevzu!’

‘Ah, edebiyattaki cazibe başka nerede vardır!’

‘Lili’nin resme ne kadar merakı var!’

‘Ede siz, sergiye gidecek misiniz?’

‘Araba gezintileri yapıyor musunuz?’

‘Tiyatroya gidiyor musunuz?.. Konsere gidiyor musunuz?..’

‘Lili’nin musikiye olan istidadı bizi hayrete düşürüyor.’ ‘Bu mütalaalara iştirak etmemeniz neden ileri geliyor?’

‘Ah, vapur gezintileri, ne hoş!..’

Bunları söyleyen kadınların ise düşünceleri şundan başka bir şey değildir:

‘Gel, benim ol, istersen Lili’mi al. Hayır, beni al. Hiç olmazsa dene bir kere!..’

Ne sahtekârlık! Ne yalancılık!”

Pozniçev çayını içip bitirmiş, fincanını kaldırıyordu.

IX

Şekerini, çayını çantasına yerleştirirken “Hâkimiyetin…” dedi, “kadında olduğunu elbet tasdik edersiniz. Erkeklerin bütün çektikleri kadın yüzündendir.”

“Nasıl? Hâkimiyet kadında mıdır dediniz? Fakat hak ve salahiyet erkeğe has bir imtiyaz değil midir?”

Heyecanla “Hah…” dedi, “işte ben de bu noktaya işaret etmek istiyorum. Bu fevkalade meselenin çözüm noktası buradadır; bir yandan onların son derece yumuşak başlı olup aşağıdan aşağıdan almaları, bir yandan kudret ve nüfuzu ellerinde tutmaları. Bu cihetten onlar Yahudilere benzerler. Yaşadıkları memleketteki mütevazı durumlarının intikamını paralarıyla çıkarırlar. İçlerinden geçen şudur: ‘Siz bize yalnız ticaret hakkını veriyorsunuz, öyle mi? Âlâ! Fakat biz ticaretimiz sayesinde sizin efendiniz olacağız, bilmiş olun!’ Kadınların da içinden geçen şudur: ‘Siz bizi yalnız zevkinize alet olarak kullanmak istiyorsunuz, öyle mi? Pekâlâ, öyle olsun! Biz de sizi bu yönden esaretimiz altına alırız!’

Kadın hukukunu baltalayan şey onların intihap hakkından mahrum olmaları veya hâkimler sırasına geçememeleri değildir. Bunlar bir hak sayılmaz. Kadın ile erkek arasındaki müsavatsızlık kadının istenmeden bir erkeği istemesinin veya boşanmadan ondan ayrılmasının yasak olmasındadır. Daima erkek seçer, beğenir, kadın beğenilir, seçilir; işte müsavatsızlık bundadır. Ne o! Hoşunuza gitmiyor, değil mi? Pekâlâ, öyle ise şimdi de erkeği aynı haklardan mahrum ediniz. Yani elinde tuttuğu ve kadına vermek istemediği hakları onun elinden alınız. Yapabilir misiniz? Fakat kadın hedefe başka yoldan gitmesini bilir; aradaki müsavatsızlığı gidermek için onun en çok güvendiği şey erkeğin hayvani duygularıdır. Erkeği yere vurmak için bu duygular onun elinde bir silahtır. Bu suretle görünüşte seçen erkek olduğu hâlde hakikatte kadındır. Hele kadın bu işin ehli olursa erkeğin başına çıkar ve orada müthiş saltanatını kurar.”

“Bu fevkalade kudrete, bu saltanata siz nerede rastladınız?”

“Nerede mi? Her yerde ve her şeyde! Büyük şehirlerde mağazalara giriniz. Orada akılalmaz, hesaba sığmaz büyük ve ince çalışmaların verimini yığın yığın milyonlar hâlinde bulursunuz. Bu mağazaların onda dokuzunda erkeğe yarar ufak bir şey görebilir misiniz? Hayatta lükse ait ne varsa hepsi onu arayan, onu kıymetlendiren kadınlar içindir. Atölyeleri, tezgâhları birer birer geziniz. Hepsi manasız birtakım kadın süsleri yapmakla meşguldür. Nesil nesil milyonlarca işçi bu manasız kadın hevesleri uğruna mahvolup gitmiştir. Zi-kudret11 kraliçeler gibi kadınlar beşeriyetin onda dokuzunu esir gibi kullanmış, çalıştırmıştır. Bütün bunlar ne için? Erkeklere eş haklar kendilerine verilmediği için. Gizli duygularımıza kurdukları tuzağa biz düştükçe onlar öçlerini almış oluyorlar. Üzerimizde öyle derin bir tesir yapmaya muvaffak olmuşlardır ki yanlarında irademizi kaybediyoruz. Erkek bir kadına bir kere yaklaştı mı sihrine kapılmış demektir. Şuur, muhakeme geçmiş ola!

Ben ne zaman balo tuvaletiyle bir genç kız veya bir kadın gördümse sıkılmışımdır. Şimdi ise bu manzara bana korku veriyor. Bunda erkekler için bir tehlike, tabiata aykırı bir şey görüyorum. Bu tehlikeyi izale için her vakit içimde, polis çağırmak, ondan imdat ummak isteğini duyarım!

Gülüyorsunuz, fakat ben hiç de şaka söylemiyorum. Eminim ki bir gün gelecek -ve o gün belki de pek uzak değildir- o gün herkes birbirine hayretle soracak, ‘Nasıl olmuş da…’ diyecekler, ‘kadınların hisleri gıcıklayarak herkesi baştan çıkaran şekillerle sosyetenin rahatını bozmalarına göz yumulmuş!’ Umumi gezme yerlerinde gezginlerin ayakları altına birer tuzak kurmadan bunun farkı ne? Hatta bu ötekine göre ehven bile kalır.

Size sorarım: Kumarı ve başka şans oyunlarını ne için yasak ediyorsunuz da ondan bin kere daha çok tehlikeli olan bir şeye, kadınların yarı çıplak ortaya çıkmalarına ses çıkarmıyorsunuz?..”

4.Hıfzıssıhha: Sağlıklı yaşamak için alınması gerekli önlemlerin bütünü. (e.n.)
5.Sukut: Düşüş, düşme. (e.n.)
6.Makes bulmak: Yansımak, yansıyacak yer bulmak. (e.n.)
7.Agâh etmek: Haberdar etmek. (e.n.)
8.Tabiat-i saniye: İkinci tabiat. (e.n.)
9.Kaydı hayat: Ömür boyunca, yaşadığı müddetçe. (e.n.)
10.Müsavat: Eşitlik, denklik. (e.n.)
11.Zi-kudret: Kudret sahibi. (e.n.)

Ücretsiz ön izlemeyi tamamladınız.

₺62,46

Türler ve etiketler

Yaş sınırı:
0+
Litres'teki yayın tarihi:
11 temmuz 2023
ISBN:
978-625-99852-9-9
Yayıncı:
Telif hakkı:
Elips Kitap
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin PDF
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 1, 1 oylamaya göre
Metin PDF
Ortalama puan 3,7, 3 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin PDF
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre