Kitabı oku: «Ben-Hur»
GİRİŞ
Ben-Hur ismini bilen pek az kişi onu General Lewis -Lew olarak da tanınır- Wallace ile ilişkilendirir. Dörtten az olmayan sinema filmi versiyonu ve 1899’dan 1920’ye kadar popüler tiyatro repertuvarlarında neredeyse sürekli olarak yer alan bir sahne uyarlamasının tekrarlanan etkisi, hikâyenin popüler bir edebiyat eseri olarak erken çıkışını engellemiştir. Yine de, tam adıyla Ben-Hur: Bir İsa Hikâyesi, hiç tartışmasız, on dokuzuncu yüzyılın en çok okunan, ticari açıdan en başarılı ve Margaret Mitchell’in Rüzgâr gibi Geçti’si basılana kadar da, bütün zamanların en popüler romanı olmuştur. Günümüzde bu popülerlik ve ün azalmış olup, Ben-Hur’un kökeni ve hikâyesi hakkında bir şeyler bilenler bile, 5. Kitap’ın on üç ve on dördüncü bölümlerinde yer alan araba yarışı dışındaki herhangi bir kısmı hatırlamamaktadırlar.
Eğer bu roman, 1880’de değil de günümüzde yayınlanacak olsaydı, bazı eleştirmenler hiç kuşkusuz Ben-Hur’u bir “yol romanı” olarak nitelendirirken, diğerleri onu bir arayış hikâyesi olarak tanımlarlardı ve her iki örnekte de bu eleştirmenler haklı olurdu. Yahuda Ben-Hur Akdeniz dünyasında, Kudüs’ten, Nasıra köyünden geçip, onu Ege’de Nakşa Adası yakınlarındaki gemi kazasına götüren kalyonlara, oradan Roma, Yahudiye, Suriye, tekrar Kudüs ve sonunda Roma’ya seyahat ederek yol romanı kavramını karşılamaktadır. Yahuda’nın yolculuğu, bazı aralıklarla, bir başka gezgin olan İsa’nınkiyle çakışmaktadır. Yahuda ve İsa farklı yolların gezginleridir, ama her ikisininki de keşif, aydınlanma ve -Yahuda’nın yolculuğu- arınma, kurtuluş ve tamamlanma yoludur. Kitabın yayınlanmasından sonraki ilk on yılda Amerikalı okurlar, romanın sekiz kitabında farklı yerlerde ya da zaman akışı gösteren genel yapısında doğrulandığı gibi, Ben-Hur’u zamanda ve coğrafi engellerde bir yolculuk olarak okumuşlardır. Buna karşın aynı zamanın İngiliz okurları, onu sınıf ve hiyerarşi engellerinden geçiş romanı olarak okumuşlardır. Amerikalı okurlar için bu engeller aşılabilir ya da geçilebilir olarak görülmektedir.
Ben-Hur aynı zamanda bir arayıştır da. Yahuda, Messala ile olan arkadaşlığını yenilemenin peşindedir, ama bu arayış sırasıyla, Messala’dan intikam alma, özgürleşme, kimliğinin ve mirasının geri kazanılması, annesiyle kız kardeşinin hapishane ve hastalıktan kurtarılmasına dönüşmüştür. Bir aşk arayışıdır, Yahuda’nın doğru bir eş seçimi ihtiyacıdır ve hepsinden de öte bir baba arayışıdır. Hur yuvasının kurucusu olan, uzun zaman önce ölen, öz babasından sonra Yahuda bir dizi geçici vekil babayla karşılaşır -Quintus Arrius, Simonides, Şeyh İlderim, Baltazar- ta ki İsa’yı ruhani babası olarak kabul edene kadar. Hayatı da İsa’nınkine benzemektedir; o da Ben-Hur gibi, geçici vekâlet eden bir ebeveynden ilahi ebeveynine doğru yolculuk etmektedir. Romanın başka bir yerinde etkili ve başarısız babalık örnekleri ortaya çıkmaktadır. Simonides, Esther için akıllı ve cömert bir babadır; Baltazar ise bilgeliği ve örnek oluşuyla, sahtekâr ve hırslı İras’ı etkileyememiştir. Ama bu kitap sadece düşünsel ya da ruhani bir arayış veya gelişme romanı değildir. Yahuda bir seferde sadece bir şey yapabilen ve sadece bir şey düşünebilen bir eylem adamıdır.
Romanın alt başlığı olan Bir İsa Hikâyesi, Ben-Hur’un bir eylem arayışı olduğu kadar ahlaki ve ilham verici bir hikâye olduğunu da ortaya koymaktadır. Bu yüzden de, Yahuda’nın intikam alma arzusu tatmin edildiği anda hikâyenin bitmemesi önemli bir noktadır. Ancak üç kitap sonra okura tam ve sağlıklı bir ailenin son tablosu sunulmuştur. İyileşme fiziki olduğu kadar ruhani de olmalıdır. Ben-Hur on dokuzuncu yüzyılda, özellikle son on yıllarında yükselişe geçen, başlıcası İngiliz ve Amerikalı olan güçlü kültürlerin içindeki muhalefetin, bölünmenin, ideolojik ve ahlaki zıtlıkların, aynı zamanda bu çelişen unsurların, hiçbir hasar vermeden o toplumla bağdaştırılmasının anlatıldığı düzyazı ve dramatik edebiyat alanına aittir. Hem İngiltere hem de Amerika hâlihazırda ya da yükselmekte olan görkemli kültürler olduklarından, bu tür keşifler için sevilen metaforlardan biri Roma İmparatorluğu’dur ve bu efsanevi topraklar, her bir kültür, on yıl, sınıf ve ideolojinin kendi endişelerini, korkularını, fantezilerini, dürtülerini ve distopik bakışlarını üzerine yazdıkları boş bir kâğıt hâline gelmiştir. Kitap ve oyun yazarları, ressamlar, tarihî açıdan ve popüler tasavvurda, Hristiyanlara işkence edilmesiyle ilişkilendirilen Neron ve Domitianus gibi Julio-Claudian imparatorların hüküm sürdükleri imparatorluğa ilgi duymuşlardır.
Bu metafor ve değerlerin konumlandırılması kısaca şöyle tarif edilebilir: Roma, soylu kültürü, merkezileştirilmiş yetkisi ve siyasi gücü, askerî başarıları, Stoacılık ve özverisi, zenginliği, zarafeti ve geniş yasal yapısıyla, iyi niteliklerle ilişkilendirilmektedir. Tersine, Roma’nın çöküşü, kötülük, fethedilmiş halkların sindirilmesi, gayriresmî ve yıkıcı mezheplerin ve doktrinlerin zulümleri hoş karşılanmamıştır. Muhalefet genellikle bir anlamda yabancı olan ya da Roma hâkimiyeti tarafından haklarından mahrum edilmiş karakterler vasıtasıyla temsil edilmiştir: Bilgili ve kültürlü Yunanlılar; eski yasalara itaat eden ve tek Tanrı’ya inanan Yahudiler; kırılgan, içgüdüsel olarak ahlaklı ve prensipli, aile ve ev alışkanlıklarını koruyan kadınlar; dürüst, iş ahlakı olan, aşırı lüksü ve savurganlığı sevmeyen işçi sınıfı. Karşıtlar, hükmeden, rahatına düşkün, güçlü soylu erkekler (bazıları ahlaki eylemlere ve yüce düşüncelere muktedir olduklarından habersiz); kinik, nükteli (genellikle kinizmle eş tutulur ve Viktorya dönemi düşüncesine göre kinizm, ateizme tehlikeli bir yakınlık içinde durmaktadır) fırsatçı, cinsel açıdan serbest ve yırtıcı, soylu kadınlar; dalkavuk köleler, yozlaşmış rahipler ve tehlikeli boyutlarda hırslı saray mensupları. Böylelikle Roma İmparatorluğu toplumu, siyasi ve sosyal gündeme modern unsurlar -imparatorluğa kısıtlamalar getirilmesi, “Yeni Kadın” ve “Kadın Sorunu”, özgürleşme ve oy hakkı, eşit sendikalaşma- yerleştiren insanlarla benzeşen kişiler içermektedir.
Bu karakterlerin bazı karmaları -Romalı yetkililer ve yozlaşmış rahipler, kadınlar, Yahudiler, Yunanlılar- âdet olduğu üzere geç Victoria döneminde “toga oyunlar” ya da “toga romanlar” olarak tanınan bir türde, zıtlıklar içinde bir araya gelmektedirler. Bu genelleyici başlıklar kısmen alaycıdır, ama aynı zamanda bu türlerin gücünü ve daimi popülerliğini de kabul eder. Başlıca toga romanlar, Edward Bulwer Lytton’ın, benzetmeler kullanarak İlk Halkın Temsili Yasası zamanında İngiltere’nin durumunu ve sosyal bölünmesini ele alan Pompei’nin Son Günleri (1834); Kardinal Nicholas Wiseman’ın, Victoria dönemi ortalarındaki Protestan İngiltere’de Romalı İngiliz Katoliklerin güç durumdaki bir azınlık olarak ele alındığı Fabiola ya da Katakomp Kilisesi (1854); George John Whyte-Melville’in, İngiliz askeri kahramanlıklarını da öven, cinsel ve siyasi entrika romanı Gladyatörler: Bir Roma ve Yahudiye Hikâyesi (1863); General Lew Wallace’ın, toga romanının pek çok kaygısını Amerika’ya ve bazı yeni Amerikan endişesini de ekleyen Ben-Hur: Bir İsa Hikâyesi (1880); Henryk Sienkiewicz’in, yeni ortaya çıkan Hristiyanlığı Roma düşüncesi ve yüzyıl sonu belirsizlikleri bağlamında konumlandırmaya çalışan Nereye Gidiyorsun? (1896) olarak sayılabilir. Toga dramaya Amerikan sahnesinin katkısı, Robert Montgomery Bird’ün Gladyatör’ü (1831), Lytton’un Pompei’nin Son Günleri’nin Louisa Medina tarafından uyarlaması (1835) ve son olarak Ben-Hur’un William Young tarafından uyarlaması (1889) ile temsil edilmektedir. İngiliz toga draması, Wallace’ın ve Sienkiewicz’in romanları ve Young’ın Ben-Hur sahne eseriyle aynı olağanüstü uluslararası popülariteyi paylaşan Wilson Barrett’in Haç İşareti (1895) ile örneklendirilebilir. Bu popülarite üç romanı da sessiz sinemaya ve sonrasında sesli sinemaya taşımıştır.
Bütün toga edebiyatında Roma zulmünün tehdidi ya da gerçeği ve masum, ahlaklı kadınlar vasıtasıyla hızlandırılan (ve aynı şekilde baştan çıkarıcı kadınların ahlaksız ilerleyişleri tarafından tehlikeye sokulan), önceki, dogmatik olmayan Hristiyanlığa dönüş vardır. Victorialılar böylesi kaos dönemlerinde uzun vadeli, sağlam aileler ve görgü kuralları yaratmak ve korumak için gereken güçlü disiplini erdemli kadınlarda konumlandırmışlardır. Çoğu toga edebiyatında nihai ya da kesin hesaplaşmalar, aç ve delirmiş vahşi hayvanların muhalifleri parçalayacakları ya da bir gladyatör müsabakası veya araba yarışının hayatta kalmayı veya alternatifi olan şehitliği belirlediği kamusal alanda yer alır.
Yazar Lew Wallace ve Ben-Hur’un yaratılma geçmişine ilişkin bilgilerimizin çoğu, ölümünden bir yıl sonra 1906’da yayınlanan iki ciltlik otobiyografisinden gelmektedir. Bu eser üçüncü kişi ağzından yazılmış olup olayları başarılara ve ödüllere dayandırarak anlatmakta, tamamen değilse de büyük ölçüde yazarın duygularına yer vermemektedir. Wallace asla kuşku, yılgınlık ya da korku dile getirmez. Bu eser, esas olarak, Wallace’ın fiziki dünyasının bir tanımı, yolculuğun manevi bedelini hesaba katmadan ya da -ABD Askerî Akademisinde eğitim alan kıdemli subaylardan gördüğü mağduriyetin belirtilmesi hariç- duygusal yıpranma ve gözyaşını anlatmadan onu karanlıktan üne ve zenginliğe taşıyan bir hikâyedir. Bu bakımdan Wallace, tutsaklığının ve köleliğinin en karanlık anlarında bile dürüstlüğünde ya da imanında kuşkuya yer vermeyen Yahuda Ben-Hur için bizi hazırlamaktadır. Yahuda’nın Hristiyanlığa geçişi bile nispeten sancısız olmuştur; bıraktığı inançta herhangi bir aşınma yoktur. Başkaları üzerinde uygulanan acılara, kurtuluşlarına ve selametlerine tanık olmuştur. Kişisel deneyimlerden değil de örneklerden etkilenmiştir ve dinî dönüşümü, büyük bir entelektüel ya da manevi mücadelenin değil, gözlemlerinin doğal bir sonucu olmuştur. Eyüp Peygamber’in acıları ya da Othello’nun esareti ve kurtuluşunun yanında Yahuda’nın inanç krizleri ılımlı bir mücadele gibi görünmektedir.
Otobiyografinin de anlattığı gibi, yazarlık Ben-Hur’un yaratıcısı Lew Wallace’ın ne ilk ne de başlıca mesleğidir; ama yazarın deneyimleri ve aktif yaşamının ayrıntıları hemen bu romanı akla getirir. 1827’de varlıklı bir ailede doğmuş, Indiana’nın Midwestern eyaletinde büyümüştür. Lew dokuz yaşındayken babası vali seçilmiştir. Çok kereler okuldan kaçsa da, genç Lew Wallace eyaletin başkentinde oturmanın avantajlarından yararlanıp sık sık kütüphaneye gitmiştir. Bir yeni yetmeyken eyalet kayıtlarının kopyalarını çıkararak cep harçlığını kazanmıştır. 1845 yılında Meksika ile savaş ilan edildiğinde, Wallace’ın romantik serüvenciliği su yüzüne çıkmıştır. Prescott’un Meksika’nın Fethi kitabından aldığı ilhamla kendisinin de teğmeni olduğu askerî bir birlik oluşturdu. Birlik, Indiana Piyade Bölüğü’ne bağlandı ve Wallace hiçbir yara almadan bir çatışmaya katıldı. Dönünce, edebî merakı ve biraz şiir yeteneği olan Susan Elston ile tanışıp evlendi. Kendi çabasıyla, Susan Wallace, Susan Arnold ve Susan Elston adları altında kendi şiirlerden birkaç seçki yayınlatarak ticari başarı kazandı, günlük kullanıma “küçük ayakların patırtısı” diye bir ifade kattı. Lew Wallace eşinin sonraları kendi yazıları üzerinde etkisi olduğunu kabul etmiştir. Eşinin doğduğu yer olan Indiana, Crawfordsville’e taşınıp hukuk okumuş, Indiana Barosu’na kabul edilmiş, demokrat olarak politikaya girmiş ve Indiana Senatosu’na seçilmiştir. Bir milis şirketi kurup yönetmiş ve 1861’de güney eyaletleri birliğe karşı ayaklandığında yardıma çağrılan ilk şirketlerden biri olmuştur.
Lew Wallace’ın liderliği, birliklerine olan ilgisi, zekâsı, stratejik planlaması, cesareti ve öngörüsünün Birlik Ordusu’nda subaylığa terfisinde katkısı olmuştur. Albay olarak hizmete başlayıp generalliğe ve kolordu komutanlığına yükselmiştir. Onun generalliği hem Cincinnati, Ohio hem de federal başkent Washington’u konfederasyon güçleri tarafından ele geçirilmekten kurtarmakla ünlüdür. Konfederasyon Ordusu’nun sayıca çok olduğu daha sonraki bir çatışmadan oyalama muharebesi yürüterek Kolombiya’nın kurtarılmasını sağlamıştır. İsyan sona erince Wallace, Abraham Lincoln suikastına karışan suikastçıların yargılandığı mahkemede görev almış ve 13.700 birlik tutsağının hastalık, açlık ve ihmalden öldüğü konfederasyonun Andersonville Hapishanesi’nin Komutanı olan Henry Wirtz’in mahkemesine başkanlık etmiştir. Altıncı kitabın ilk iki bölümünde anlatılan, Yahuda’nın (adı belirtilmeyen) annesi ve kız kardeşi Tirzah’ın Antonia Kulesi’nde gördükleri işkence hikâyesinin onun bu deneyiminden alınmış olması muhtemeldir.
Sonra Wallace Meksika’da, Başkan Benito Juarez’i desteklemek üzere bir paralı asker ordusu kurup yönetmiş, 1868’de avukatlık yapmak, siyasi partisini değiştirmek ve başarısız da olsa ABD Meclisine adaylığı koymak üzere Crawfordsville’e dönmüştür. Yaklaşık aynı dönemde roman yazmaya başlamıştır. Prescott’u okumasından, kendi Meksika Savaşı deneyimlerinden ve İsyan sonrası Meksika’ya gidişinden doğan bir Meksika fethi hikâyesi olan The Fair God adlı romanı 1873 yılında yayınlanmış ve geniş çapta övgü almıştır. Indiana’daki evinde Magilerin yolculuğu ve İsa’nın çocukluk yılları üzerine ikinci romanına başlamıştır. Wallace, İsa’nın çocukluğunu ve gençliğini kurgulayamayacağını ve İncil’de belirtilenlerin ötesine geçemediğini anlamıştır. İsa’nın, kimliği ve eylem gücü kutsal kitap metinlerince uzlaşılmamış bir aracı karakter vasıtasıyla incelenip tanımlanması gerektiğini fark etmiştir. Wallace yeni romanına Ben-Hur adını vermiş, ama yazım sürecinde olan bu çalışmadan “Yahudi romanı” olarak söz etmiştir. Aşağı yukarı aynı dönemde adını İmparator Commodus’tan (MS 161-92) alan bir toga oyun yazmaya girişmiştir. Bu trajedi, kurgusal bir köle isyanını ve sonrasında bir kadın karakterin (İras’ı çağrıştıran) ihanetini ve deli bir imparator tarafından bastırılmasını sahneye uyarlamıştır. Amerikalı bir aktör ve yönetmen olan Lawrence Barrett bu oyunu sahneye koymayı reddetmiş ve sonraları oyun Wallace’ın yayınlanan daha önemsiz eserleri arasında yer almıştır.
1878’de Lew Wallace Başkan Rutherford Hayes tarafından New Mexico bölgesi valiliğine atanır. Onun ve Susan’ın yalnız, tehlikeli ve hizip dolu New Mexico bölgesi deneyimleri hiç kuşkusuz Ben-Hur’un içeriğini, dokusunu ve altında yatan ideolojik kapsamını etkilemiştir. Onları Crawfordsville’den bölgeye götüren demir yolu Güneydoğu Colorado’da son bulur, sonra Santa Fe’ye gitmek için atlı arabayla Sangre de Cristo dağları ve kuzey çölünden geçerek yolculuk yapmak gerekir. Bu seyahatin etkisini romanında da görürüz: Baltazar’ın deve sırtında, Magi dostlarıyla buluşmak için yaptığı yolculuk gibi. İspanyollar tarafından terk edilen başkente varınca Wallacelar, 1878-81 arasında, beyaz göçmen çiftlik sahiplerini Meksikalı-İspanyol yerlileriyle karşı karşıya getiren, Lincoln Bölge Savaşı adında bir kan davasının sürdüğünü görmüşlerdir. Çiftlik sahiplerinden biri, Wallace’ı kişisel olarak tehdit ettiği söylenen, haydut William “Billy the Kid” Bonney adında bir savaşçı tutmuştur. Bu tehlikeye ek olarak, her iki taraf da Guadalupe dağlarından inen Apaçilerin ölümcül saldırılarına maruz kalmışlardır. Wallace, çatışan grupları yatıştırmaya çalışarak ve cinayet suçluları haricindeki insanlar için genel af düzenlemesi yaparak kan davalarını sona erdirmeye girişmiştir. Bütün kültürlere olan saygısı ve samimi hayranlığı ve bir başka ayaklanmayı bastırma arzusu valiliğinin ayırt edici özelliği olmuş, bu nitelikler ve dilekler, kasıtlı bir muğlaklık vererek Ben-Hur’da yer almıştır. New Mexico toprakları çöllerin, dağların ve vadilerin kaynaştığı bir yerdir. Gelen beyaz Anglo, Meksikalı, İspanyol ve Amerikan yerlisi etnik karışımı Doğu ve Akdeniz dünyasının birçok kültürüne dönüştürülmüştür: Romalılar, Yahudiler, Suriyeli Araplar, Mısırlılar ve Yunanlılar. Ben-Hur’un Yahudiye Çölü ortamı Kutsal Topraklar ve New Mexico, Roma işgalindeki Kudüs ve Sante Fe’dir. Roma aynı zamanda hem Roma ve genişleyen imparatorluk hem de Vali Lew Wallace’ın askerî birlik taleplerine kaygısızlıkla cevap veren ve onu çatışmayı bitirmek için çözüm bulmaya zorlayan Washington’uyla Amerika’dır. Wallace Gratus ve Pontius Pilate’ın valilik makamlarını işgal edip geçici hizipler arasında yargılama, mahkûm etme, barışı sağlayıp devam ettirme çalışmalarını gerçekleştirir.
Ben-Hur diğer çağdaş konuları da kapsamaktadır. “Kadın Sorunu” ve yeni başlayan “Yeni Kadın” kavramları Wallace’ın zihnini meşgul etmektedir. Eserinde aykırı kadın karakterlere yer vermiştir: Ciddi, itaatkâr, sorumluluk sahibi, içten Esther ve alaycı, nükteli, inatçı, hesapçı İras, anne, Tirzah ve Amrah’ın daha önemsiz rolleri görüşlerinin kısmi ifadesidir. Ek olarak, Wallace’ın “Kötü Etki” olarak adlandırdığı Yedinci Kitap’ın dördüncü bölümünde İras’ın Yahuda’nın dikkatini dağıtmak için anlattığı “Güzel Dünyaya Nasıl Geldi” hikâyesi de vardır. Wallace, hiç de misafirperver olmayan New Mexico bölgesinden ayrılıp Crawfordsville’deki evlerine dönen Susan’a, içinde bulunduğu ortamıyla beraber kinayeli hikâyesinin “Kadın Sorunu”na karşı sert yanıtını ifade ettiğini yazmıştır. Bu belki de Lew Wallace’ın “Kadın Sorunu” konusundaki son resmî sözü olabilir, ama davranışları her ne kadar şaşırtıcı ve küstah olsa da İras’tan bütünüyle hoşlanmadığını kabul etmek zordur. Esther neredeyse cazibeli olamayacak kadar iyi, hoşsohbet olamayacak kadar da sıkıcı biridir. Esther bir müzik sever değilken İras öyledir ve müzik Wallace’ın yaşamının en büyük keyiflerinden biridir.
Ben-Hur entelektüel değildir. Okurun çözmesi gereken öyle karmaşık aydın, ahlaki ya da toplumsal düğümler yoktur. İras haricinde başlangıçta yanlış hüküm verdiğimiz hiçbir karakter yoktur. Roman masalsıdır, ama başlıca ilişkiler kişiseldir; Yahuda’nın kişiliği ve eylemleri ya da aslında diğer karakterlerinkiler de, çok daha soyut kavramlar ya da kurgusal anlatı sınırlarını zorlayan meseleler için bir mecaz niteliği taşımamaktadır. Hatta Ben-Hur ’un başarısı kuşku ve ara sıra da alaycılıkla karşılanmıştır. Roman canlı bir macera anlatımı, çeşitli bölümler olaylar bakımından zengin, genel aksiyon karakterlerin niteliklerinden kaynaklanan değil, bir komplonun (burada kötüye kullanılan komplo) yönlendirdiği bir şey olduğundan ve insani erdemin -tanrısalın aksine- ödüllendirildiği, kötünün ise cezalandırıldığından, Ben-Hur’u hakir görenler olmuştur. Bu sahne melodramı için de geçerli olan bir şeydir (genellikle melodram geleneklerine yabancı olan insanlardan kaynaklanır); aslında orada biz, başlangıçta art niyeti fark edilmeyen, hainliğin kendisini içine soktuğu olumsuz şartlardan sıyrılmayı başaran bir başka karakterin kötülüğünün dezavantajlı duruma düşürdüğü masum bireyin ya da kahramanın zalimlerini tanıyıp yenerek sonsuz bir mutluluğa kavuştuğu hikâyenin altında yatan örüntüyü ayırt edebiliriz. Bu, sadece on dokuzuncu yüzyılın hâkim teatral formu değil, yaygın bir edebi yöntemdir.
Ben-Hur eleştirmenlerinin gözden kaçırdıkları şey, Wallace’ın romanını ustalıkla işleme yeteneğidir; Yahuda’nın sadece yaşadığı zorluklar ve tatmin edici zaferler silsilesine değil, yaklaşık yirmi yıl boyunca başarılan manevi ve sosyal gelişimine de imkân veren bir yapı yaratmıştır. Yahuda, Messala ile tekrar bir araya gelişinin verdiği acıyla annesine neden kendisinin de bir Romalı gibi davranamadığını sorduğu andan itibaren hiç aceleye getirilmeyen bir yolculuğa çıkmıştır. Dönüşüm kaçınılmazdır, ama zamanından önce olamaz. Sonunda kutsal yazıların ana hatları, tarihî hikâyeler ve romanın bütün yapısını kontrol altına alan Yeni Ahit açıklamalarıyla örtüşmelidir. Wallace etkili ve sade bir düzyazı yazar: Anlatımı açıktır ve hiçbir muğlaklığı yoktur; insanları, mekânları ve olayları tasviri gayet iyi araştırılmış olup esere zenginlik katmaktadır; ama araştırmasının genişliği ve ağırlığı asla okurun keyfini bozmaz. Bir yazar pozuna bürünmemiştir. Victoria dönemi kurgusunun standartlarına göre kendisinin ve karakterlerinin hassasiyetlerini ortaya koyuşları genellikle yerinde ve dönemin diğer kurgularının tersine gayet ölçülüdür. Dindarlık söz konusudur, ama pek çok çağdaşı olan toga romanlarında ve bugün okunamaz ve oynanamaz durumdaki oyunlarda olduğu kadar bıktırıcı ve hararetli değildir.
Wallace, Ben-Hur için hazırlanırken, aynı şekilde yıllarca okumuş ve konuya odaklı araştırmalar yapmıştır. Böylelikle bu kaynakların kökenine inerek onun düşünce şekline ulaşabiliyoruz. Kendi kuşağından pek çok Amerikalı gibi hem Eski hem Yeni Ahit hem de Apokrif’e oldukça aşinadır. İncil’le de uyumluluk göstermiştir. Olaylara ve antik dünyanın mekânlarına yaptığı referanslardan anlaşıldığı kadarıyla, muhtemelen Tacitus’un Yıllıklar ve Edward Gibbon’ın Roma İmparatorluğu’nun Gerileyiş ve Çöküş Tarihi kitaplarını okumuş ve el altında bulundurmuştur. Wallace’ın aynı zamanda G. J. Whyte-Melville’in 1867 toga romanı Gladyatörler: Bir Roma ve Yahudiye Hikâyesi’ni de bilmesi muhtemeldir. Yahuda’nın profesyonel boksörler tarafından öldürülmek üzere Idernee Sarayı’na getirildiği bölüm Gladyatörler’deki bir bölümü akla getirmekte ve Whyte-Melville’in etkisini doğrulamaktadır. Her iki roman da askerlerin eserleridir. Whyte-Melville’in romanı Roma İmparatorluğu’nun gerileyişini ve hâkim vatandaşların -Britanyalılar, Yahudiler ve Hristiyanlar- imparatorluğa direnişini konu edinmektedir. Ama Whyte-Melville’in İngilizliğini ve Wallace’ın Amerikalılığını ortaya koyan bazı farklılıklar vardır. Gladyatörler’de cinsel arzu, entrika ve kudret -İngiliz toga roman ve oyunlarının tipik özellikleri- toplumsal sınıf engelini aşmaya ve ihlal etmeye yeltenir, ama hep başarısız olur. Romanın sonunda Romalı işgaline karşı çıkan Zealot İsyanı başarısız olmuştur. Kaos ve katliam vardır, ama aristokratlar ölümde bile hâlâ aristokratlara bağlıdırlar ve alt sınıflar ve mezhepler toplumsal düzene bir zarar vermeden bir araya gelirler. Tersine Ben-Hur bütün sınıf farklılıklarını zenginliğe ve sağduyulu, basiretli ticareti teamüllerin -rüşvet ve hazineye vergi ödemeleri de dâhil- zenginlere sağladığı güvenliğe maruz bırakmanın haricinde sınıf kavramına itibar etmez. Yahuda’nın İras’ın şantaj girişimini engellemesi çok etkileyici bir andır. Hayır, der Yahuda İras’a, Messala’nın altı talentini ve ilave yirmi talenti göndermeyecektir.
Bu ev, eşyalar, ticari mallar, Simonides’in büyük bir kârla ticaret yürüttüğü gemiler ve kervanlar imparatorluk koruması altında, iyiliğin bedelini keşfeden akıllı bir kafa ve hediye şeklinde gelen makul bir kazanımı kan gölünden ve kötülükten gelecek daha büyük kazanıma tercih eden Sejanus.
Burada zenginlik kudretten ayrılır. İkisi aynı şey değildir. Çok çeşitli Akdeniz ve Doğu kültürleri zenginliği elinde tutar, Romalılarsa gücü. Sonunda Yahuda’nın büyük servetini özel bir isyan ve bunun liderliğine değil de, hayırlı bir Hristiyan gayesine yatırması dikkate değerdir.
Whyte-Melville’in tersine, Wallace sınıflar arasındaki uçurumları reddetmektedir; sadece sınıf ahlaki ve demokratik davranışları engellediğinde, kısmen New Mexico deneyiminin bir sonucu olarak, milliyet ve ırk konusunda endişelenmektedir (tıpkı Messala’nın ricası üzerine Yahuda’nın düşündüğü gibi: “Romalının yüzünde de bir dilenci ya da dost ifadesi yoktu; her zamanki gibi bir asilzade alaycılığı vardı; kibirse mükemmel ve rahatsız ediciydi.”) Bununla birlikte, Wallace’ın İsa’yı kabul eden karakterleri, etnik farklılıkları başarıyla aşıp çok kültürlülükle uzlaşmaya doğru kolaylıkla ilerlemektedirler.
Wallace’ın elindeki diğer kaynaklar yazar ve dönemi konusunda çok şey söylemektedir. Bütün roman boyunca okur sık sık topoğrafik ayrıntılarla karşılaşmaktadır. Wallace’ın ilk paragrafı, sanki burada bir savunma ya da saldırı emri veriyormuş gibi bir kusursuzlukla Zubleh Dağı’nın yayılışını tanımlamaktadır. Ayrıntılı ve ölçeklendirilmiş topoğrafik haritalandırma Amerikan İç Savaşı’nın savaş meydanı gereksinimleriyle geliştirilmiştir ve Wallace da bu ölçekli haritaları kullanan ilk taktikçiler arasındadır. Böyle ayrıntılı haritaların etkinliği konusundaki haberler Avrupa’ya ulaşmış ve Alman haritacılar sadece askerî amaçlarla değil, yeni bir kütüphane tarzı ve yerel atlaslar için düzenli araştırmalar başlatmıştır. Wallace, Kutsal Topraklar’ın topoğrafik özelliklerini, köylerini ve şehirlerini ayrıntısıyla gösteren böyle bir Alman atlası edinmiştir ve romanını yazarken bu atlası açıp uzaklıkları gözüyle ölçtüğü, yükseklikleri hesapladığı ve belirgin noktaları ayırt ettiği aşikârdır.
Wallace, başka bir yerde, küçük ama büyümekte olan arkeolojik kütüphanelere son dönemde eklenmiş iki belgeyi tekrar tekrar kullanmıştır. Bugün bile arkeologlar Yunan ve Latin edebiyatı bilginleri için yararlı olan iki metin bulmuş ve bavulunda New Mexico’ya götürmüştür. Takma adını, bu ciltleri ilk düzenleyen Oxford âlimi William Smith’ten alan her iki metin gayriresmî “Smith’in Sözlüğü” olarak bilinmektedir ve romancılar için değil, ciddi âlimler için giderek daha çok açığa çıkan antik dünyanın anlaşılmasında yardımcı olmak üzere hazırlanmıştır. Ama metinler İngilizce olsa da, bu sözlükleri kullananların indekslerde arama yapabilmek için Latince ve Yunanca bilmeleri gerekmektedir. Kazılmış alanların ve arkeolojik eserlerin tanımları Wallace’ın anlatısında canlı ayrıntılar yaratmasına olanak vermiştir. Özellikle de Smith’in Yunan ve Roma Eski Eserleri Sözlüğü’nün ikinci baskısını (1848) Yahuda’nın, korsanların çarptığı kalyondaki hizmetlerini ve Antakya Maximus Arenası’ndaki araba yarışını canlandırmak için kullanmıştır. Arenanın planı ve düzeni lamba oymalarında, mozaiklerde, fresklerde, mücevherlerde ve bronz rölyeflerde resmedilmiştir. Bu ciltte bir başka yerde rakiplerin arabaları da tanımlanmıştır. Smith’in iki ciltlik Yunan ve Roma Coğrafya Sözlüğü’nde Daphne Koruluğu kazılarının, Antakya, Kudüs, Beytüllahim ve Roma’nın başlıca binalarının tasvirleri bulunmaktadır. Wallace belki başka referans kaynaklarına da sahip olabilir. Şeyh İlderim’in çöldeki kamp yerinin ve Yahuda’nın orada kalış ayrıntılarının, 1870’lerde Cezayir’in Oued-Atmenia köyünde ortaya çıkarılan, Afrika Genel Valisi Pompeianus’un villasındaki mozaiklerin renkli reprodüksiyonlarından alınmış olması muhtemeldir. 1878’de sergilenen ve yayınlanan, çok pahalı olan bu çizimler, İlderim’in övündüğü türden bir Fas at yetiştirme tesisini resmetmektedir. Wallace’ın, kazılarda çıkarılan sarayların ve tapınakların Karl Jacob Weber ve Johann Joachim Winckelmann tarafından çizilen ve oyulan, on dokuzuncu yüzyıl sonları ve yirminci yüzyıl başlarına ait canlı ve yaratıcı restorasyon çalışmalarını görmüş ve onlardan esinlenmiş olması da oldukça olasıdır.
Wallace araştırmalarını iyi yapmış olsa da, kaynaklarını kullanma ve başlıca olayları anlatma konusunda saplantılı ve sert değildir. Bu, Yahuda’nın Maximus Arenası’ndaki araba yarışlarına katılmasını ele alışında ve romanın bazı olaylarını Antakya yakınlarındaki Daphne Koruluğu’nda konumlandırmasında gayet açıktır. Tacitus Neron’un yozlaşan ahlakını, imparatorun kamusal alanda araba kullanma çabalarını anlatarak ortaya koyar. Bu şerefine düşkün hiçbir Romalı soylunun tenezzül etmeyeceği bir harekettir. Aksine, on dokuzuncu yüzyıl Amerikan seçkinleri ve orta sınıfı için, birisinin kendi atlarını sürerek yeteneğini göstermesi hoş görülen -hatta onaylanan- bir eğlencedir. Dahası, Gibbon Daphne’den genç kadınları “yersiz utangaçlık ahmaklığından” vazgeçiren “bu şehvet cenneti” olarak söz etse ve Smith Daphne Koruluğu’nun bütün imparatorluk dönemi boyunca her türden cinsel düşkünlüğe müsamaha etmesiyle ünlü bir yer olduğu konusunda gayet açık bir şekilde diretse de, Wallace Koruluk’u rüya gibi bir ağaçlık olarak tanımlar:
Gördüğü şeylerin dinî bir kitabesini anlatıyorlardı ona; açık gökyüzünün altındaki sunaklar… Havada ve yerde bir huzur, her tarafta uzanıp dinlenmeye bir davet vardı. Birdenbire bir ilhama kapıldı. Aslında koruluk bir tapınaktı, uçsuz bucaksız ve duvarsız bir tapınak! Bir benzeri yoktu!
Wallace’ın dili, Roma’nın eleştirmenlerinin değil, “Büyük Canlanma” çağrısına cevap veren binlerce vatandaşı gibi, günler ya da haftalar süren açık hava vaazları, ilahiler, vatansever ve ilham verici konuşmalar, “iyileştirici” müzikler, okuma parçaları ve piyesler (ve nihayetinde filmler) için topluluklar hâlinde ormanlara ve kırsal kamp alanlarına çekilen bir Amerikan Viktoryan’ın dilidir.
Ben-Hur’un başarısı gecikmeden gelmiştir. 1900’den önce otuz altı İngilizce baskı yapmıştır. Bunların çoğu tam metnin olduğu gibi kopyasıdır, ama farklı şekillerde, özellikle deniz savaşı, araba yarışı, Magilerin çöldeki buluşmaları, Beytüllahim’e yolculuk, İsa’nın doğuşu ve çarmıha gerilişi gibi sadece sanatsal bölümlerin yayınlandığı pek çok versiyon da vardır. Ayrıca, roman Hırvatça, Danca, Flemenkçe, Fince, Fransızca, Galce, Almanca, İbranice, Macarca, İzlandaca, Endonezca, İtalyanca, Litvanya dili, Polonyaca, Portekizce, Rusça, Slovence, İspanyolca, İsveççeye ve körler alfabesine çevrilmiştir. Ben-Hur izinsiz olarak da çoğaltılmış ve diğer sözüm ona yazarlar yazarlık iddiasıyla ortaya çıkmışlardır. 1960’a kadar İngilizce baskıların sayısı altmışı geçmiş olup bunların çoğu güzelliğini bozan kısaltmalardır. Ben-Hur’un konusu onu kilise okullarına katılım için aranan bir mükâfat, diğer hayır işleri için de bir ödül hâline getirmiştir.
Ben-Hur’un başarısı onu drama uyarlaması için de hazır bir seçenek yapmıştır. Wallace, sahne versiyonları hazırlamak için başvuran tiyatro idareleri ve drama yazarları tarafından kuşatılmıştır. İsa’yı temsil etmenin imkânsız olduğu gerekçesiyle her seferinde bu istekleri geri çevirmiştir. Bu, İsa’nın çarmıha gerildiğinde çektiği acıyı konu alan oyunları engellemek için 1880’de etkinleştirilen Amerikan yerel yönetmelikler ve hüküm süren bir kralın rolünü oynama ya da Tanrı’yı sahnede tasvir etmeyi yasaklayan İngiliz Parlamento Kararı tarafından güçlendirilen bir problemdir. Wallace, Macar şovmen Imre Kiralfy’nin New York’un Staten Adası’nda yüz yirmi bin metrekarelik bir Ben-Hur tema parkı kurma başvurusunu da benzer şekilde reddetmiştir. 1881’de Başkan James Garfield tarafından Türkiye’ye elçi olarak atanmış ve 1885’e kadar yurt dışında kalmıştır.