Sadece LitRes`te okuyun

Kitap dosya olarak indirilemez ancak uygulamamız üzerinden veya online olarak web sitemizden okunabilir.

Kitabı oku: «Anne'in Hayaller Evi»

Yazı tipi:

Lucy Maud Montgomery, 30 Kasım 1874 tarihinde, Prens Edward Adaları, Clifton’da doğdu. Annesi, daha o bebekken tüberkülozdan hayatını kaybetti. Kendisini annesinin ailesi büyüttü. Babası, onu büyütmesi için büyükannesine emanet ettikten sonra Cavendish’e taşındı. Cavendish’te yaşamaya başlayan Montgomery’nin çocukluğu yalnızlık içinde, hayalî arkadaşlarla geçti. 1890 yılında, burada eğitimini tamamladıktan sonra, babası ve üvey annesiyle yaşamak için Prens Albert şehrine yerleşti.

9 yaşındayken şiirlerini yazmaya ve günlük tutmaya başladı. İlk şiiri yerel gazetelerde yayımlandıktan sonra düzenli olarak kısa yazılar da yazmaya başladı. Charlottetown’daki Prince of Wales Üniversitesine girerek öğretmenlik lisansı aldı. Kısa süreliğine de olsa öğretmenlik yaptı. 1897’den itibaren yazmaya başladığı yüzlerce kısa öykü, haftalık dergilerde yayımlandı.

1908 yılında yayımlanan ilk kitabı Yeşilin Kızı Anne ile büyük bir başarı yakaladı. Yazarı yaşamı boyunca popüler eden Anne karakteri dünyada en çok sevilen kitap kahramanlarından biri oldu. İlk roman ile birlikte bir seri hâline geldi. Yazar hayatı boyunca birçok roman, otobiyografi, kısa hikâye ve şiir yazdı. Toronto’daki evinde 24 Nisan 1942’de hayatını kaybetti.

Hatice Vildan Topaloğlu, Kilis’te doğdu. İlköğretimine Hasan Ali Yücel İlköğretim Okulunda başlayıp Teğmen Kalmaz İlköğretim Okulunda tamamladı. Özel Sevgi Kolejini birincilikle bitirdi. Hacettepe Üniversitesinde bir yıl işletme okudu. ODTÜ Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi bölümünden mezun oldu. Anadolu Ajansının İngilizce bölümünde 4 yıla yakın çalıştı.

Çevirmenin yayımlanmış tercüme kitapları:

Binbir Gece Masalları, Alâeddin’in Sihirli Lambası, Denizci Sinbad, Ali Baba ve Kırk Haramiler, Yeşilin Kızı Anne / Lucy Maud Montgomery, Avonlea Günlükleri / Lucy Maud Montgomery, Avonleali Anne / Lucy Maud Montgomery, Adanın Kızı Anne / Lucy Maud Montgomery, Rüzgârın Kızı Anne / Lucy Maud Montgomery, Beyaz Diş / Jack London, Kadınlar Alayı / Jack London, Üç Silahşorler / Alexander Dumas, On Beş Yaşında Bir Kaptan / Jules Verne, Sokrates’in Savunması / Platon, Mutlu Prens / Oscar Wilde, Nar Evi / Oscar Wilde, Tavşan Peter / Beatrix Potter

Eski günlerin hatırasına, Laura’ya.


BÖLÜM 1
GREEN GABLES’IN TAVAN ODASINDA

“Şükürler olsun ki geometri öğrenmekle ya da öğretmekle işim kalmadı artık.” dedi Anne Shirley hafif kızgınlık barındıran bir ses tonuyla. Öklid’in biraz yıpranmış eserini diğer kitaplarla birlikte kocaman bir sandığa koyup kapağı zafer kazanmışçasına sertçe kapattıktan sonra sandığın üzerine oturdu. Sabahyıldızını andıran gri gözleriyle Green Gables’ın tavan penceresinden Diana Wright’a baktı.

Tavan arası gölgeli, ilginç, keyifli bir yerdi. Tüm tavan aralarının olması gerektiği gibiydi yani. Anne’in yanına oturduğu açık pencereden tatlı, güzel kokulu, güneşin sıcaklığını da yanında taşıyan hafif bir Ağustos meltemi esiyordu. Dışarıdaki kavakların dalları rüzgârda hışırdıyor ve sallanıyordu. İleride, Âşık Yolu’nun büyüleyici patikasının kıvrımıyla gül rengi mahsullerini cömertçe taşıyan eski elma bahçesi vardı. Masmavi gökyüzünün güney tarafında pamuk gibi bulutların üzerinde süzüldüğü devasa dağ silsileleri tüm heybetiyle uzanıyorlardı. Mücevher misali ışıldayan mavi deniziyle dünya güzeli St. Lawrence Körfezi ise diğer pencereden göz kırpıyordu. İşte bu körfez Kızılderililerin koyduğu yumuşacık ve tatlı “Abegweit” ismi yerine uzun süredir “Prens Edward Adası” şeklinde alelade bir isimle tanınan bölgenin bir kuytusundaydı.

En son gördüğümüz zamankinden üç yıl daha yaşlı olan Diana Wright bu arada daha anaç bir hâl almıştı. Ancak gözleri her zamanki gibi siyah ve ışıltılı, yanaklarıysa gül pembesiydi. Gamzeleri büyüleyiciliğinden bir şey kaybetmemişti. Uzun zaman önce Anne Shirley ile birlikte Bostan Yamacı’nda verdikleri sonsuz dostluk yemininde olduğu gibiydi yani. Siyah kıvırcık saçları olan ufacık bir yavru uyuyordu kollarında. Bu ufaklık, tam iki yıldır “Küçük Anne Cordelia” olarak tanınıyordu Avonlea’de. Avonlea ahalisi Diana’nın çocuğuna neden “Anne” adını verdiğini pekâlâ bilseler de Cordelia ismi kafalarını karıştırıyordu. Wright ya da Barry ailelerinin Cordelia isimli bir akrabaları yoktu. Bayan Harmon Andrews, Diana’nın bu ismi ucuz bir romanda bulduğunu düşünüyordu ve Fred’in bu ismi kabul etmesine akıl sır erdiremediğini söylüyordu. Ancak Diana ve Anne birbirlerine tebessüm ettiler. Küçük Anne Cordelia’nın ismini nereden aldığını çok iyi biliyorlardı.

“Hep geometriden nefret etmişsindir.” dedi Diana hatıraları yâd edercesine gülümseyerek. “En azından geometri öğretmeyecek olmak seni mutlu eder diye düşünüyorum.”

“Öğretmenliği hep sevdim aslına bakarsan, geometri dersi dışındaki dersleri öğretmeyi yani. Summerside’da geçirdiğim son üç yıl oldukça keyifliydi. Eve geri döndüğümde Bayan Harmon Andrews, evlilik hayatını öğretmenlikten daha çok sevmeyeceğimi iddia etti. Belli ki Bayan Harmon, tıpkı Hamlet gibi kendi dertlerimize dayanmanın bilmediğimiz dertlerin ortasına düşmekten daha iyi olabileceği kanaatinde.”

Anne’in eski neşesinden bir şey kaybetmeyen ancak bir tutam tatlılık ve olgunluk serpilmiş kahkahası tavan arasında çınladı. Marilla mutfakta mavi erik reçeli yapıyordu ve Anne’in kahkahasını duyunca gülümsedi. Fakat bu dünya tatlısı kahkahanın ilerleyen yıllarda Green Gables’da daha az yankılanacağı düşüncesi derin bir iç çekmesine sebep oldu. Anne’in Gilbert Blythe ile evlenecek olması Marilla’yı çok mutlu etse de her mutluluk beraberinde hüznün gölgesini de getiriyordu. Anne, Summerside’da çalıştığı müddetçe tatillerde ve hafta sonlarında sık sık eve gelmişti. Ancak artık yılda iki kez gelecek olması bile Marilla’yı sevindirecekti.

“Bayan Harmon’ın söylediklerine aldırma sen.” dedi Diana. Dört yıldır evli olmanın getirdiği sakinleştirici bir teselli vardı sesinde. “Evlilik hayatının inişleri ve çıkışları tabii ki var. Her şeyin her zaman yolunda gitmesini beklememelisin. Ama seni temin ederim ki Anne, doğru kişiyle evlendiğinde evli olmak mutluluk demek.”

Anne gülümsemesini bastırdı. Diana’nın çok tecrübeliymiş gibi davranması onu hep eğlendirirdi.

“Eğer ben de dört yıl boyunca evli olsaydım muhtemelen öyle davranırdım.” diye düşündü. “Ama benim mizah anlayışım beni bundan koruyacaktır herhâlde.”

“Nerede oturacağınız belli mi?” diye sordu Diana. Küçük Anne Cordelia’ya eşsiz bir annelik hareketiyle sarıldığı sırada. Bu hareket Anne’in kalbini dile getirilmemiş tatlı hayaller ve ümitlerin iç içe geçtiği bir hisle, yarısı safi mutluluk, yarısı tuhaf ve manevi bir acıyla dolu bir ürpertiyle dolduruyordu.

“Evet. Bugün sana telefon edip çağırdığımda söylemek istediğim şey de buydu. Bu arada artık Avonlea’de telefon olmasına hâlâ alışamadım. Böylesine sevimli ve eski bir yer için akla hayale sığmaz bir yenilik ve modernlik ifade ediyor.”

“Bunun için A.K.G.T.’ye1 teşekkür etmemiz lazım.” dedi Diana. “Bu işe el atıp üstesinden gelmeselerdi, imkânı yok hat çekilmezdi. Hangi ekip olsa bu kadar olumsuzluk sonrası pes ederdi. Ama onlar bu işte sebat ettiler yine de. O topluluğu kurarak Avonlea’ye büyük bir iyilik yaptın Anne. Toplantılarımızda nasıl da eğlenirdik! Mavi belediye binasını ve Judson Parker’ın çitlerine ilaç reklamı koyma dalaveresini unutmak mümkün mü?”

“Telefon mevzusunda A.K.G.T.’ye ne kadar minnettarım bilemiyorum.” dedi Anne. “Bunun çok kullanışlı olduğunu biliyorum. Eski yöntemimiz olan mum ışığından çok daha kullanışlı hatta! Ayrıca Bayan Rachel’ın da söylediği gibi, ‘Avonlea yeniliklere uyum sağlamalı, o kadar!’ Ama ben Bay Harrison’ın da dediği gibi Avonlea’nin ‘modern kullanışsızlıklar’ tarafından bozulmasını istemiyorum. Buranın eski güzel yıllarda olduğu gibi kalmasını isterdim. Bunun aptalca, duygusal ve hatta imkânsız olduğunu biliyorum. Ben de akıllı, pratik ve imkânlı olmalıyım. Telefon, Bay Harrison’ın da hakkını teslim ettiği gibi, lanet olası bir güzellik. En az yarım düzine meraklının muhtemelen hatta olup dinleyeceği bilinse de.”

“En kötüsü de o zaten.” diye iç çekti Diana. “Birini aradığında alıcıların aşağı indiğini duymak çok asap bozucu. Dediklerine göre Bayan Harmon Andrews telefonun mutfağa koyulması konusunda ısrar etmiş ki hem yemeğini yapıp hem de telefon çalar çalmaz dinleyebilsin. Bugün beni aradığında Pyeların evindeki tuhaf saatin tıkırtılarını çok net duydum. Josie ya da Gertie’nin dinlediğinden hiç şüphem yok.”

“Ya… Demek onun için, ‘Green Gables’a yeni saat aldınız değil mi?’ dedin. Ne demek istediğini anlayamamıştım. Sen konuşur konuşmaz ‘çat’ sesi duydum. Sanırım Pyelar telefonu sertçe kapattılar. Neyse, Pyeları boş verelim biz. Bayan Rachel’ın dediği gibi, Pye ailesi böyle geldi, böyle gidecek. Ben daha güzel şeylerden bahsetmek istiyorum. Yeni evimizin nerede olacağı kesinleşti.”

“Öyle mi? Peki nerede? Umarım buraya yakındır.”

“Hayır… Kötü olanı da bu. Gilbert, Four Winds Limanı’nda görev yapacak. Buradan yüz kilometre kadar uzakta.”

“Yüz kilometre mi! Ha yüz kilometre ha bin kilometre.” diye iç çekti Diana. “Artık Charlottetown’dan daha uzağa gidemiyorum.”

“Four Winds’e gelmek zorundasın ama. Adanın en güzel limanı orada. Limanın hemen karşısında Glen St. Mary adında küçük bir köy var ve Doktor David Blythe elli yıldır orada görev yapıyor. Kendisi Gilbert’ın büyük amcası bildiğin üzere. Emekli olacak ve görevini Gilbert’a devredecek. Ama evinden ayrılmayacak yine de. Biz de kendimize kalacak yer bulmak zorundayız. Evin gerçekte nerede olduğunu ve nasıl olduğunu bilmesem de zihnimde dayayıp döşediğim bir hayaller evim var. İspanya’da küçücük, keyifli bir kale.”

“Balayını nerede geçireceksiniz?” diye sordu Diana.

“Hiçbir yerde. Bu kadar korkma sevgili Diana. Bu hâlinle Bayan Harmon Andrews’u andırıyorsun. Kendisi balayına güç yetiremeyenlerin hiçbir yere gitmemeleri gerektiğini söylerdi küçümseyerek. Sonra da bana Jane’in kendi balayını Avrupa’da geçirdiğini hatırlatırdı. Ben balayımı Four Winds’de kendi hayaller evimde geçirmek istiyorum.”

“Peki, nedimen olmaması konusunda kararlı mısın?”

“Nedimem olacak kimse kalmadı ki. Sen, Phil, Priscilla ve Jane evlilik konusunda benden önce davrandınız. Stella da Vancouver’da öğretmenlik yapıyor. Sizin dışınızda, ‘can dostum’ yok ve can dostum olmayan bir nedimeyi düğünümde istemem.”

“Peki ya duvak takacak mısın?” diye sordu Diana endişeyle.

“Evet, tabii ki. Yoksa kendimi gelin gibi hissedemem. Matthew’un beni Green Gables’a getirdiği akşamüstü ona gelin olacağımı zannetmediğimi ve yabancı misyonerlikte görevli biri dışında kimsenin evlenmek istemeyeceği kadar çirkin olduğumu söylemiştim. Yabancı misyonerlik görevlilerinin evlenecekleri kişinin dış görünüşü konusunda fazla titiz olmayacaklarını düşünüyordum, ne de olsa eşlerinin de yamyamlar arasında yaşarken hayatlarını tehlikeye atma ihtimali olacak. Priscilla’nın evlendiği misyonerlik görevlisini görmen lazım. Bir zamanlar evlenme hayalleri kurduğumuz yakışıklı ve esrarengiz adamlara benziyor Diana. Hayatımda gördüğüm en iyi giyimli erkek. Üstelik Priscilla’nın ‘büyüleyici, altın güzelliğine’ şiirler yazıyor. Ama tabii Japonya’da yamyam yok.”

“Neyse, gelinliğin rüya gibi…” diye iç çekti Diana kendinden geçercesine. “Âdeta bir kraliçe gibi görünüyorsun gelinliğini giydiğinde. Upuzun ve incesin. Bu kadar ince olmayı nasıl başarıyorsun Anne? Ben hiç olmadığım kadar şişmanladım. Yakında belim olmayacak.”

“Şişmanlık ya da zayıflık kader meselesi gibi görünüyor.” dedi Anne. “En azından Bayan Harmon Andrews, Summerside’dan döndüğümde bana söylediklerini sana söylememiştir. ‘Yani hiç olmadığın kadar zayıflamışsın Anne.’ demişti. ‘İnce’ kelimesi kulağa romantik gelse de ‘zayıf’ kelimesinin oldukça farklı bir tınısı var.”

“Bayan Harmon senin çeyizin hakkında konuşup duruyor. Jane’inki kadar iyi olduğunu kabul ediyor. Jane bir milyonerle evlenmiş ama sen ‘meteliksiz’ bir genç doktorla evlenecekmişsin.”

Anne güldü.

“Elbiselerim güzel. Ben güzel şeyleri severim. İlk güzel elbisemi hatırlıyorum. Matthew’un okul konseri için aldığı kahverengi elbiseydi. Öncesinde sahip olduğum her şey çok çirkindi. O gece yepyeni bir dünyaya adım atmıştım sanki.”

“O gece Gilbert, ‘Bingen on the Rhine’2 şiirini okumuştu ve Bir başkası var, kız kardeş değil. kısmını okuduğu sırada sana bakmıştı. Sense pembe kâğıt gülünü cebine koyduğu için öfkeden deliye dönmüştün. O zamanlar bir gün onunla evleneceğin aklının ucundan geçmezdi.”

“Bak işte bu da bir başka kader örneği.” dedi Anne kahkahalarla. Tavan arasından aşağı indiler.

BÖLÜM 2
HAYALLER EVİ

Green Gables’da daha önce hiç olmadığı kadar büyük bir telaş vardı. Marilla bile aşırı bir heyecana kapılmıştı ve hissettiklerini yansıtmaktan kendini alamadı. Bu durum neredeyse doğaüstü bir şeydi.

“Bu evde daha önce hiç düğün olmadı.” dedi Marilla Bayan Rachel Lynde’e hitaben neredeyse özür dilercesine. “Çocukluğumda bir papazın bir ev, doğum, düğün ve ölümle kutsanmadıkça gerçek bir yuva olmaz minvalinde bir şeyler söylediğini hatırlıyorum. Bu evde ölümler oldu. Babam, annem ve Matthew burada vefat ettiler. Hatta doğum bile oldu. Uzun yıllar önce bu eve taşındıktan hemen sonra evli bir işçi adam tutmuştuk bir süreliğine. Karısı burada doğum yapmıştı. Ama hiç düğünümüz olmadı. Anne’in evleneceğini düşünmek çok tuhaf geliyor. Matthew’un on dört yıl önce getirdiği küçük kız çocuğuymuş gibi geliyor bana hâlâ. Büyüdüğünü anlayamıyor gibiyim. Matthew bir kız çocuğu getirdiğinde nasıl hissettiğimi asla unutamam. Yanlışlık olmasa gelecek olan oğlan çocuğuna ne oldu merak ediyorum. Acaba kaderi nasıl şekillendi?”

“Ama güzel bir yanlışlık oldu.” dedi Bayan Rachel Lynde. “Gerçi ne yalan söyleyeyim o akşamüstü Anne’i görmeye geldiğimde yaptıkları sonrasında böyle düşünmemiştim. O zamandan beri çok şey değişti, o kadar.”

Bayan Rachel şöyle bir iç çektikten sonra kendini toparladı. Düğün söz konusu olduğunda Bayan Rachel geçmişi geçmişte bırakmaya hazırdı.

“Anne’e iki pamuk yatak örtüsü vereceğim.” diye sözlerine devam etti. “Tütün yaprağı ve elma yaprağı modelli örtülerden. Bana bu örtülerin yeniden moda olmaya başladığını söylüyor. Moda olsun olmasın misafir odasında elma yaprağı desenli örtü olursa muhteşem olur, o kadar. Renklerini açmak lazım ama. Thomas öldüğünden beri pamuktan torbalarda duruyorlar. Kokuları da çok fenadır şimdi. Ama daha bir ay zamanımız var. Çiy zamanı güneşe sermek mucizeler yaratır.”

Sadece bir ay! Marilla derin bir nefes aldı ve sonra gururla konuşmaya devam etti.

“Tavan arasında sakladığım yarım düzine kadar örgü kilim vereceğim Anne’e. Onları istemez diye düşünüyordum. Ne de olsa modası geçeli çok oldu. Artık herkes dokuma halı istiyor. Ama Anne benden örgü kilimleri istedi. Evini o kilimler dışında bir şeyle kaplamak istemiyormuş. Güzellermiş. Kilimleri en güzel kumaş parçalarını kullanarak örmüştüm. Geçtiğimiz birkaç kış boyunca baya oyaladı beni. Bir de Anne’e bir sürü mavi erik reçeli yapacağım. Reçel büfesinde bir yıl boyunca başkasına yer olmayacak. Mavi erik ağaçları tam üç yıl çiçek açmadı, ben de kessek fena olmaz diye düşünüyordum. Ama geçen yaz bembeyaz açtılar. Daha önce Green Gables’da böylesi erik mahsulü görmemiştim ne yalan söyleyeyim. Çok tuhaf.”

“Neyse, Anne ve Gilbert nihayet evleniyorlar çok şükür. Hep dua etmiştim bunun için.” dedi Bayan Rachel. Dualarının çok işe yaradığından fazlasıyla emindi sanki. “Kingsport’taki adamla evlenmemesi gerçekten de çok iyi oldu. Adamın zenginliğine diyecek yok. Gilbert’sa fakir, en azından şimdilik fakir. Ama Gilbert bu adanın evladı.”

“O Gilbert Blythe.” dedi Marilla mutlulukla. Marilla zihninin hep bir köşesinde olan o düşünceyi, Gilbert’a çocukluğundan beri her baktığında aklına gelen o düşünceyi kelimelere dökmektense ölmeye bin kez razı gelirdi. Uzun zaman önceki o inatçı gururu olmasaydı Gilbert’ın kendi oğlu olabileceği düşüncesiydi bu. Marilla, Gilbert’ın Anne ile evlenecek olmasının bu eski mi eski hatayı düzelteceğini hissediyor gibiydi sanki. Eski acıların kötülüğünden iyilik doğmuştu.

Anne ise o kadar mutluydu ki neredeyse korkuyordu. Eski bir batıl inanca göre tanrılar çok mutlu fânilere bakmayı sevmezlermiş. En azından bazı insanların sevmediği kesindi. Bu fânilerden ikisi, menekşe rengi bir alaca karanlık vaktinde mutluluğuna gölge düşürmek için musallat oldular. Eğer genç Doktor Blythe’la evlenmenin bir ödül olduğunu ya da delikanlının kendisine toy zamanlarında olduğu gibi âşık olduğunu düşünseydi bu duruma çok başka bir yerden bakabilirdi. Ancak bu iki değerli hanım Anne’in düşmanı değildi. Tam tersine Anne’i çok severlerdi ve başka birinin saldırısı olsa kendi canlarındanmış gibi müdafaa ederlerdi. İnsan doğasının tutarlı olmak gibi bir mecburiyeti yok ne de olsa.

Evlenmeden önce Jane Andrews adıyla bilinen Bayan Inglis, -gazetede böyle yazardı- annesi ve Bayan Jasper Bell ile birlikte gelmişti Anne’in ziyaretine. Ama yılların evliliği Jane’in içindeki nezaketi yok etmemişti. Evlilik ona yaramıştı. Bir milyonerle evlendiği hâlde -Bayan Rachel’ın yaklaşımıydı bu- evliliği mutluydu. Zenginlik onu bozmamıştı. Hâlâ o uysal, sevecen, pembe yanaklı Jane’di. Eski dörtlünün bir parçasıydı. Arkadaşının mutluluğuna seviniyor, Anne’in çeyizinin ufak tefek detaylarını keyifle dinliyordu. Sanki ipekler ve mücevher işlemeli güzelliklerle dolu kendi çeyiziyle yarışabilirmiş gibi… Jane zeki değildi. Hayatı boyunca dinlenmeye değer tek bir ilginç söz söylememişti muhtemelen ama insanları incitecek sözler de söylememişti hiç. Bu edilgen bir yetenek olsa da nadir ve imrenilesi bir beceriydi aynı zamanda.

“Demek Gilbert seni bırakmadı.” dedi Bayan Harmon. Ses tonuna şaşkınlık ifadesi yüklemeyi başarmıştı. “Yani Blythelar sözünün eri insanlar. Ne olursa olsun laf ağızdan bir kere çıktıktan sonra ne yapıp edip sözlerini tutuyorlar. Sen yirmi beş yaşındaydın değil mi Anne? Bizim zamanımızda yirmi beş ilk sınırdı. Ama sen pek genç görünüyorsun. Kızıl kafalı insanlar hep genç görünüyorlar.”

“Kızıl saç artık çok moda.” dedi Anne. Her ne kadar gülümsemeye çalışsa da ses tonunda soğukluk vardı. Birçok zorlukla baş etmesini kolaylaştıran bir mizah anlayışı geliştirmeyi başarmış olsa da saçıyla ilgili yorumlara dayanmak onun için hâlâ çok zordu.

“Öyledir… Öyledir…” dedi Bayan Harmon. “Modanın ne tür tuhaflıklar getireceğini kestirmek mümkün değil. Neyse Anne, çeyizin senin konumundaki biri için çok güzel, öyle değil mi Jane? Umarım çok mutlu olursun. En güzel dileklerim seninle. Uzun süren nişanlılıklardan hayır geldiği görülmemiştir pek. Ama senin durumunda yapacak bir şey yoktu.”

“Gilbert bir doktor için pek genç görünüyor. Korkarım insanlar ona çok güvenmeyecekler.” dedi Bayan Jasper Bell kasvetli bir şekilde. Sonra çenesini kapattı. Sanki söylemeyi görev saydığı bir şeyi söyleyip vicdanını rahatlatmış gibi bir havası vardı. Şapkasında tiftik tiftik olmuş siyah bir kuş tüyü vardı. Topuzundan dağılan saçları ensesine dökülüyordu.

Anne’in çeyizine dair duyduğu yüzeysel sevinç geçici olarak gölgelenmişti. Ancak derinlerdeki asıl mutluluğunun bu şekilde hasar alması söz konusu değildi. Bayan Bell ve Bayan Andrews’un iğnelemeleri ise Gilbert geldikten sonra dere kenarındaki huş ağaçlarına doğru gezintiye çıkmalarıyla beraber sona erdi. Anne, Green Gables’a geldiğinde henüz fidan olan bu ağaçlar, alaca karanlığın ve yıldızların masalsı sarayının fil dişi sütunlarını andıran gövdeleriyle uzanıyorlardı gökyüzüne doğru. İki âşık, Anne ve Gilbert, işte bu ağaçların gövdelerinde yeni evleri ve yeni yaşamları hakkında konuşuyorlardı.

“Bize bir yuva buldum Anne.”

“Gerçekten mi? Nerede? Umarım köyün içinde değildir. Bu pek hoşuma gitmezdi.”

“Hayır. Köyde alabileceğimiz ev yoktu. Glen St. Mary ve Four Winds’in deniz feneri arasında, liman kıyısında küçük beyaz bir ev buldum. Pek merkezi değil. Ama telefon aldıktan sonra pek sorun olmaz. Konumu çok güzel. Gün batımı tarafına bakıyor ve önünde masmavi liman var. Kum tepeleri çok uzağında değil. Deniz meltemi üzerlerinden esiyor ve deniz köpükleri üzerlerini hafifçe ıslatıyor.”

“Peki, ev nasıl Gilbert? İlk evimiz nasıl? Neye benziyor?”

“Pek geniş değil. Ama ikimiz için yeterli genişlikte. Aşağı katta şömineli muhteşem bir salon, limana bakan güzel bir yemek odası ve muayenehane olarak kullanacağım küçük bir oda var. Ev yaklaşık altmış yıllık. Four Winds’deki en eski ev. Ama iyi bakılmış ve on beş yıl kadar önce baştan aşağı yenilenmiş. Çatısı elden geçirilmiş, dış cephe yeniden kaplanmış ve zemin yeniden yapılmış. Zaten inşa edildiğinde de çok iyiymiş. Anladığım kadarıyla evin inşasıyla ilgili romantik bir hikâye de var. Ama evi kiraladığım adam bir şey bilmiyor bu konuda.”

“Bu eski hikâyeyi anlatabilecek tek kişi Kaptan Jim’miş duyduğuma göre.”

“Kaptan Jim kim peki?”

“Four Winds’deki deniz fenerinin bekçisi. Four Winds’in deniz fenerini çok seveceksin Anne. Dönen fenerlerden ve alaca karanlık vakti geldiğinde muhteşem bir yıldız misali parlıyor. Işığını oturma odamızdan ve ön kapımızdan görebileceğiz.”

“Ev kime ait?”

“Ev, Glen St. Mary Presbiteryen Kilisesi’nin mülkü. Ben mütevellilerden kiraladım. Ama yakın zamana kadar Bayan Elizabeth Russell isimli çok yaşlı bir kadına aitmiş. Geçen bahar vefat etmiş. Yakın akrabası olmadığı için de evini St. Glen Mary Kilisesi’ne bağışlamış. Mobilyaları hâlâ evin içindeydi, ben de çoğunu satın aldım. Hem de çok az parayla çünkü mütevelliler ne yapıp edip eşyaları satmak istiyorlardı. Glen St. Mary sakinleri lüks brokarları, aynalı ve süslü konsolları tercih ediyorlar anladığım kadarıyla. Ama Bayan Russell’ın mobilyaları çok iyi. Senin de beğeneceğine eminim Anne.”

“Hiç yoktan iyidir.” dedi Anne kafasını onay anlamında sallarken. Yine de tedbiri elden bırakmıyor gibiydi. “Ama insanlar sadece mobilyalarla yaşamazlar. Çok önemli bir şeyden bahsetmeyi ihmal ettin. Bu evin etrafında ağaçlar var mı?”

“Hem de sürüsüne bereket! Arkasında kocaman çam korusu, giriş yolunda iki sıra karakavak ağacı, bahçenin etrafını çevreleyen beyaz huş ağaçları var. Ön kapımız hemen bahçeye açılıyor ama bir giriş daha var. İki çamın arasında duran küçük bir kapı var. Menteşe ve kapı kolu bu iki ağacın gövdelerine iliştirilmiş. Ağaçların dalları yukarıda kemer oluşturuyor.”

“İşte buna çok sevindim! Ağaçların olmadığı bir yerde yaşayamam. İçimdeki bir şey ölüverir yoksa. Pekâlâ, artık etrafta bir yerlerde küçük bir dere olup olmadığını sormaya lüzum yok. Bu kadarını beklemek fazla.”

“Ama dere var. Üstelik bahçenin bir köşesinden geçiyor.”

“O zaman…” dedi Anne, hâlinden memnun derin bir iç çekişle. “Bulduğun bu ev hayaller evimden başkası değil.” dedi.

1.Avonlea Köy Geliştirme Topluluğu (ç.n.)
2.19. Yüzyıl şairi Caroline Norton tarafından 1867 yılında yazılmış bir şiir. (ç.n.)
₺90,15

Türler ve etiketler

Yaş sınırı:
0+
Litres'teki yayın tarihi:
11 temmuz 2023
ISBN:
978-625-6865-87-7
Yayıncı:
Telif hakkı:
Elips Kitap
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Ses
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre