Sadece LitRes`te okuyun

Kitap dosya olarak indirilemez ancak uygulamamız üzerinden veya online olarak web sitemizden okunabilir.

Kitabı oku: «Oz Diyarı: Teneke Woodman», sayfa 2

Yazı tipi:

4. BÖLÜM
LOONVILLELİ LOONLAR


Akşama doğru, artık önlerinde takip edebilecekleri bir yol kalmamıştı. Çimenlerin ve ağaçların pembeleşen renkleri ise onları Gillikin Ülkesi’ne vardıklarına dair uyarmaktaydı. Burada yaşayanlar, Oz halkının hiç bilmediği ve görmediği yerlerde yaşayan tuhaf insanlardı. Toprak yabaniydi ve işlenmemişti, yakınlarda da hiç ev gözükmüyordu. Ancak dostlarımız Gezgin Woot’a uyuyacak bir yer bulma umuduyla güneş batana kadar yürümeye devam ettiler. Hava iyice kararmış, çocuk da iyice yorulmuştu. Bu yüzden, Woot’un çantasında taşıdığı çorbadan bir tas içmesi için açık bir alanda durdular. Ardından, Korkuluk saman dolu vücuduyla yere uzandı, Woot da onu yastık olarak kullandı. Teneke Woodman ise yanlarında ayakta bekledi çünkü çimlerin üzerindeki ıslaklık yüzünden eklemleri paslanabilir ya da parlak boyaları silinebilirdi. Bedenine çiy düştüğü anda bir bez yardımıyla hemen siliyordu. Bu sayede, sabah olduğunda Kral, doğan güneşle birlikte her zamanki gibi parıl parıldı.

Şafak vaktiyle birlikte Korkuluk, çocuğu uyandırdı:

“Acayip bir şey bulduk, bu yüzden ne yapacağımıza hep birlikte karar vermeliyiz.” dedi.

Woot, gözlerini elleriyle ovuşturarak ve tamamen uyandığını göstermek için üç kez dolu dolu esneyerek, “Ne buldunuz?” diye sordu.

“Bir iz!” dedi Teneke Woodman. “Bir iz ve başka bir yol.”

“Ne söylüyor bu iz?” diye sordu çocuk.

“Tüm yabancılara, Loonville’e giden bu yola girmemeleri için bir uyarı!” diye cevapladı, gözleri yeni boyandığı için oldukça iyi okuyabilen Korkuluk.



“O hâlde, başka yoldan gidelim.” dedi çocuk, kahvaltı yapmak için çantasını açarken.

Ancak bu öneri yol arkadaşlarını memnun etmiyor gibi görünüyordu.

“Loonville’in neye benzediğini görmeyi çok isterim.” dedi Teneke Woodman.

“Yolculuk yaparken ilgi çekici bir manzarayı kaçırmak ahmakça olur.” diye ekledi Korkuluk.

“Ama uyarı demek, tehlike demektir ve bana göre tehlikelerden olabildiğince uzak durmamız en mantıklı davranış olacaktır.” diyerek karşı çıktı Gezgin Woot.

Bir süre ikisi de Woot’un söylediklerine cevap vermediler. Ardından, Korkuluk:

“Hayatım boyunca bir sürü tehlikeden kurtuldum, bu yüzden olabileceklerden hiç korkmuyorum.” dedi.

“Ben de öyle!” diye haykırdı Teneke Woodman, elindeki baltasını kafasının etrafında döndürerek. “Tenekeye zarar verebilecek çok şey yoktur, ayrıca baltam, düşmanlara karşı kullanabileceğim çok güçlü bir silahtır.”

“Ancak küçük dostumuz…” diye devam etti, ciddiyetle Woot’a bakarak. “Loonville’in insanları gerçekten tehlikeliyse sen yaralanabilirsin, bu yüzden Korkuluk ve ben Loonville’in yasaklı şehrini ziyarete giderken senin burada beklemeni öneriyorum.”

“Beni merak etmeyin.” dedi Woot, sakin bir şekilde. “Nereye gitmeyi isterseniz, ben de sizinle gelir ve tehlikelerinize ortak olurum. Gezilerimde tehlikelerden uzak durmayı hep daha akıllıca bulurdum ancak o zamanlar tek başımaydım, şimdi ise yanımda beni koruyacak iki güçlü dostum var.”

Woot kahvaltısını bitirir bitirmez, hep beraber Loonville’e doğru yola koyuldular.

“Daha önce hiç duymadığım bir yer burası.” dedi Korkuluk, hep birlikte sık bir ormana doğru yaklaşırken. “Burada yaşayanlar bir tür insan ya da hayvan olabilirler, ne olursa olsunlar, dönüşümüzde Dorothy ve Ozma ile ilgili ilginç bir hikâyemiz olacak.”

İzledikleri yol ormana çıkıyordu ancak kocaman ağaçlar birbirlerine çok yakın büyümüşlerdi, sarmaşıklar ve çalılar da oldukça büyük ve sertti, bu yüzden ilerlemek için her adımda bir yol açmak zorunda kalıyorlardı. Teneke Adam, en önde giderken baltasıyla dalları kesip yolu açıyordu. Teneke Adam’ın arkasında Woot, en arkada ise Korkuluk vardı. Arkadaşları onun için yolu temizlemese Korkuluk’un saman dolu bedeninin devam edebilmesi oldukça zordu.

Teneke Woodman kalın çalılıkları açarak ilerlerken, bir an neredeyse ormanın derinliklerine doğru yuvarlanıyordu. Yuvarlak çizerek temizledikleri için sanki kocaman ve yuvarlak bir oda yapmışlardı, uzun ağaçların tepelerindeki dallar ise üzerlerinde çatı oluşturmuşlardı. Gariptir ki oluşturdukları bu kocaman oda karanlık değildi. Çünkü görünmeyen bir yerlerden gelen hafif bir beyaz ışık, bulundukları yeri aydınlatıyordu.

Odanın içinde bir sürü garip yaratık vardı. Teneke Adam gördükleri karşısında büyüye kapılmıştı. Woot ise görebilmek için Teneke Adam’ın metal bedenini kenara doğru itmek zorunda kaldı. Korkuluk da Woot’u kenara doğru itti ve üçü de sıraya dizilip izlemeye başladı.

Karşılarındaki yaratıklar top şeklindeydiler, bedenleri, kolları, bacakları, elleri ve kafaları, her şeyleri yuvarlaktı. Yuvarlak olmayan tek yerleri, kafalarının üzerindeki küçük çukurlardı. Bu sayede kafaları kubbe şeklinde değil, fincan şeklindeydi. Pofuduk bedenleri tüysüzdü ve kıyafet de giymiyorlardı. Tenleri açık gri renkteydi, gözleri ise iki koca mor noktaya benziyordu. Burunları ise tıpkı vücutlarının geri kalanı gibi pofuduktu.

“Lastikten mi yapılmışlar sence?” diye sordu Korkuluk. Yaratıklar hareket ettikçe birbirlerine bağlı ve son derece hafif olduklarını fark etmişti.

“Ne olduklarını söylemek zor.” diyerek cevapladı Woot. “Her tarafları şişliklerle kaplı gibi görünüyorlar.”

Loonlar birçok şey yapmaktaydılar, bazıları birlikte oyunlar oynuyor, bazıları verilen görevleri yerine getiriyor ve bazıları ise konuşmak için toplanıyordu. Ancak açık alanda gürültüyle yankılanan sesleri duyunca hepsi davetsiz misafirlerin bulunduğu yöne doğru döndü. Ardından, tek bir vücut hâlinde koşarak ve zıplayarak süratle ileri doğru atıldılar.

Teneke Woodman bu ani darbeyi hiç beklemiyordu, bu yüzden üzerine gelen Loonlara karşı baltasını bile kaldıramadı. Yaratıklar, boks eldivenlerine benzeyen pofuduk elleriyle üçüne de hızlı şekilde vurmaya başladılar. Her taraftan vuruyorlardı. Yumruklar oldukça yumuşaktı, bu yüzden dostlarımızın canını hiç acıtmıyordu ancak bu ani saldırı, onları şaşkınlığa uğratmıştı ve kısa süre sonra üçü de devrilip kendilerini yerde bulmuştu. Yere düştüklerinde Loonların bazıları kalkmamaları için onları tutarken, diğerleri ise uzun dallarla ellerini ve ayaklarını bağlayarak hepsini çaresiz durumda bırakmıştı.

“İşte!” diye bağırdı en büyük Loon. “Hepsini güvenli şekilde yakaladık, şimdi onları Kral Bal’a götürelim ve yargılayıp delik deşik edelim!”

Esirleri kubbeli salona kadar sürüklemek zorunda kaldılar çünkü Loon sayısının fazla olmasına rağmen esirler, taşıyabileceklerinden daha ağırdı. Korkuluk bile pofuduk Loonlardan çok daha ağırdı. En sonunda yüksek bir platformun önünde durdular. Platformun üzerinde, bir tarafına ip bağlanmış büyük ve geniş bir sandalyeden yapılmış bir taht vardı. İp, kubbenin çatısına kadar uzanıyordu.

Esirlerin, tahtın önünde dizilip tahta dönük şekilde oturmalarına izin verildi.

“Güzel!” dedi tüm grubu yöneten büyük Loon. “Şimdi, cesurca yakaladığımız bu korkunç yaratıkları yargılaması için Kral Bal’ı çağırabiliriz.”

Konuşurken, ipi tutarak bütün gücüyle çekmeye başladı. Birkaç tanesi daha ona yardım etti. İp çekildikçe üzerlerindeki yapraklar ayrıldı ve ipin diğer ucunda bir Loon belirdi. Kendisini çekip tahta indirmeleri çok uzun sürmedi. Tahta oturdu ve tekrar yukarı uçmaması için bağlandı.

“Merhaba.” dedi Kral, mor gözleriyle halkına göz kırparak. “Yine ne oldu?”

“Yabancılar, Majesteleleri, yabancılar ve esirler.” diyerek cevapladı büyük Loon, gururla.

“Yok artık! Görüyorum. Çok iyi görüyorum!” diye bağırdı Kral, esirlere bakarken mor gözleri pörtlemişti. “Ne ilginç hayvanlar! Sence tehlikeli olabilirler mi, Sevgili Panta’m?”

“Korkarım ki öyleler, Majesteleri. Ancak tehlikeli olmasalar bile işimizi şansa bırakmamalıyız. Biz zavallı Loonların başına yeterince aksilik geldi. Bu yüzden benim tavsiyem, hepsini hemencecik yargılayıp delik deşik etmek.”

“Tavsiyelerini kendine sakla!” dedi Kral, sinirli bir tonla. “Hangimiz kral? Sen mi yoksa ben mi?”

“Seni biz kral yaptık çünkü senin sağduyun hepimizden daha az.” diye cevap verdi Panta Loon, kızgın bir sesle. “Kendi başıma da kral olabilirdim isteseydim ama çok çalışmak ve sorumluluk almak istemiyorum.” diye cevapladı.

Söylediklerinden sonra büyük Loon, Kral Bal’ın tahtı ile esirlerin arasında ileri geri yürümeye başlamıştı, diğer Loonlar ise bu meydan okumadan fazlasıyla etkilenmişti. Biraz sonra, ani bir patlama sesiyle Panta Loon gözden kayboluverdi. Korkuluk, Teneke Woodman ve Gezgin Woot ise lastik bir balona benzeyen sarkık ve buruşuk bu koca Kral ile karşı karşıya kaldıklarında şaşkına dönmüştü.

“İşte!” diye bağırdı Kral. “Böyle bir şey olacağını tahmin ediyordum. Bu kibirli serseri, hepinizden daha büyük olmak için kendisini şişirmişti ve akılsızlığının sonucu ortada. Pompayı çalıştırıp tekrar şişirin şunu.”

“Önce delinen yerini onarmamız gerekiyor, Majesteleri.” dedi Loonlardan biri ve esirler fark etti ki Panta’nın başına gelen bu kazaya hiç kimse şaşırmamış ya da üzülmemişti.

“Doğru.” diye homurdandı Kral. “Til’i çağırın, onarsın.”

Bir iki tanesi koşarak gitti ve çok geçmeden geri döndüler. Yanlarında ise kocaman pofuduk bir etek giyen dişi bir Loon vardı. Kafasının üzerindeki siğiline tutturulmuş mor bir tüyü, belinde ise ipe benzeyen kurutulmuş ve sert sarmaşıklardan yapılmış bir kuşak vardı.

“İşe koyul, Til!” diye emretti Kral Bal. “Panta az önce patladı.”

Dişi Loon yerdeki derileri toplayıp incelemeye başladı ve ayağının birinde bir delik buldu. Kuşağındaki iplerden bir tel aldı ve köşeleri birbirine çekerek ip ile bağladı. Birçok Loon’da bulunan o tuhaf siğillerden biri daha meydana geldi. İşini hallettikten sonra, Til Loon diğer Loonlara bir parça deri fırlattı ve tam gitmek üzereyken esirleri fark ederek onları incelemek için durdu.

“Amanın!” dedi Til. “Ne korkunç yaratıklar. Nereden gelmiş bunlar?”

“Biz yakaladık.” diye cevapladı Loonlardan biri.

“Peki, onlarla ne yapacağız?” diye sordu dişi Loon.

“Belki de yargılarız ve delik deşik ederiz.” diye cevapladı Kral.

“Pekâlâ.” dedi, hâlâ esirlere bakıyordu. “Delineceklerinden pek emin değilim. Deneyip görelim.”

Loonlardan biri ormanın derinliklerine doğru koştu ve elinde uzun, keskin bir diken ile geri döndü. Kral’a döndü, Kral başını sallayarak onay verdikten sonra Loon, hızla öne atılarak dikeni Korkuluk’un bacağına batırdı. Korkuluk sadece gülümsedi ve hiçbir şey söylemedi çünkü diken canını hiç acıtmamıştı bile.

Loon, döndü ve Teneke Woodman’in bacağına batırmaya çalıştı ancak teneke dikenin ucunu köreltti.



“Tıpkı düşündüğüm gibi.” dedi Til, mor gözlerini kırptı ve pofuduk kafasını salladı. Tam o sırada Loon, dikeni Gezgin Woot’un ayağına batırdı, dikenin ucu körelmiş olmasına rağmen hâlâ can acıtacak kadar keskindi.

“Ah!” diye bağırdı Woot, ayağını öyle güçlü salladı ki bağlandığı ipler kopuverdi. Ayağı, önünde eğilmiş olan Loon’un tam midesine çarpıp Loon’u havaya uçurdu. Biraz yükselmesinin ardından yüksek bir “Pat!” sesiyle patladı ve derisi yere düştü.

“Gerçekten inandım.” dedi Kral, noktaya benzeyen gözlerini korkuyla devirerek. “Panta, bu mahkûmların tehlikeli olabileceklerini söylemekte gerçekten haklıymış. Hâlâ şişmedi mi?”

Birkaç tane Loon, tahtın önündeki büyük makineyi döndürerek Panta’nın derisini makineye yerleştirdiler ve içine hava doldurmaya başladılar. Kral, “Durun!” diye bağırana dek yavaşça şişirdiler.

“Hayır, hayır!” diye bağırdı Panta. “Yeterince büyük değilim.”

“Yeterince büyüksün.” dedi Kral. “Patlamadan evvel hepimizden daha büyüktün, bu da kibirli ve küstah olmana neden oldu. Şimdi ise bizden biraz daha küçük olacaksın, böylece daha uzun süre yaşayacak ve daha alçak gönüllü olacaksın.”

“Şişirin beni, şişirin!” diye ağladı Panta. “Eğer şişirmezseniz kalbimi incitirsiniz.”

“Eğer şişirirsek de derini inciteceğiz.” diye yanıtladı Kral.

Sonunda, Loonlar Panta’yı şişirmeyi bıraktılar ve makineden çıkarttılar. Gerçekten de önceki hâline göre daha alçak gönüllüydü, yerde sürünüyor ve hiçbir şey söylemiyordu.

“Şimdi de diğerini şişirin.” diye emretti Kral. Til çoktan diğerini onarmıştı ve Loonlar hemen şişirmek için işe koyuldu.

Bu süre zarfında kimse esirlerle ilgilenmemişti. Ayakları çözülmüş olan Woot ise Teneke Woodman’in yanına kadar süründü ve vücudundaki ipleri Teneke Adam’ın baltasının kenarına sürterek kesti.



Artık serbest kalmıştı, Loon’un bacağına batırdığı diken patlamanın ardından yere düşmüştü ve oracıkta duruyordu. Woot, biraz öne eğilerek dikeni yerden aldı, Loonlar ise şişirmeyi izliyorlardı. Çocuk, birden ayağa kalkarak kalabalığın ortasına daldı.

“Pat, pat, pat!” Üç tane Loon’u havaya uçurdu. Sesleri duyanlar ve Gezgin’in dikenle patlattıklarını görenler tehlikenin farkına vardı. Korku çığlıklarıyla birlikte zıplaya zıplaya ormana doğru kaçmaya başladılar, Gezgin Woot ise peşlerindeydi. Çocuktan daha hızlı koşmalarına karşın, ikide bir takılıp yuvarlanıyorlar ya da birbirlerine çarpıyorlardı, bu sayede Woot birkaç tanesini daha yakalayıp dikeniyle patlatabildi.

Loonların bu kadar kolay patlamasına şaşırmıştı. İçlerindeki hava uçup gittiğinde çaresiz kalıyorlardı. Til Loon da dikenin gazabına uğrayanlardan biriydi ve birçoğu da onunla aynı kaderi paylaşmıştı. Yaratıklar köşeye sıkışmıştı, bazıları korkuyla zıplayarak ağaç dallarına tutundular ve bu korkunç dikenin gazabına uğramamak için ağaçlara tırmandılar.

Woot, bu kovalamacadan yorulmaya başlamıştı, bu yüzden durup bir nefes aldıktan sonra hâlâ bağlı olan arkadaşlarının yanına döndü.

“Çok iyiydin, Gezginciğim.” dedi Teneke Woodman. “Bu şişirilmiş yaratıklardan artık korkmamamız gerektiği ortada, iplerimizi çözmemize yardım edersen yolculuğumuza devam edebiliriz.”

Woot, ilk olarak Korkuluk’un iplerini çözdü ve kalkmasına yardımcı oldu. Ardından, Teneke Woodman’i de çözdü, Teneke Adam kendi başına kalkmıştı. Etraflarına baktılar ve etrafta kalan tek Loon’un Kral Bal olduğunu gördüler. Tahtında oturmuş Loonlarının cezalandırılmasını korku dolu gözlerle izliyordu.

“Kral’ı da patlatayım mı?” diye sordu çocuk arkadaşlarına.



Kral Bal soruyu duymuş olsa gerek. Kendisini tahta bağlayan ipe uzanarak serbest kalmayı başardı. Yapraklı kubbeye kadar yükseldi ve yaprakları dağıtarak gözden kayboluverdi. Ancak bedeninin bağlı olduğu ip hâlâ tahtın bir koluna bağlıydı. Bu yüzden eğer isterlerse Majestelerini tekrar aşağıya çekebileceklerini biliyorlardı.

“Bırakın ne hâli varsa görsün.” dedi Korkuluk. Tuhaf halkına göre oldukça iyi bir Kral’a benziyor, ayrıca biz gittikten sonra Woot’un patlattığı Loonları şişirmekle meşgul olacaklar.”

“Hepsinin patlatılması gerek.” dedi Woot, bacağı hâlâ acıdığı için kızgındı.

“Hayır.” dedi Teneke Woodman. “Bu adil olmaz. Bizi yakalamakta haklıydılar. Çünkü buraya davetsiz gelmeye hakkımız yoktu. Ayrıca Loonville’den uzak durmamız konusunda da uyarılmıştık. Burası onların ülkesi, bizim değil. Ayrıca zavallı yaratıklar, buradan çıkamadıkları için, bizim gibi meraktan buraya gelenler dışında kimseye zarar veremezler.”

“Doğru söyledin, dostum.” diyerek onayladı Korkuluk. “Gerçekten buraya gelip huzurlarını bozmaya hakkımız yoktu, bu yüzden hadi gidelim.”

Loon’ların mekânına saptıkları yolu kolayca buldular ve Teneke Woodman çalılıkları kenara çekerek yolda yürümeye başladı. Arkasında, Korkuluk ve en arkada da Woot vardı. Woot arkasına baktı. Loonlar ağaçlarda tünedikleri yerlere yapışmış kalmıştı ve esirlerinin gidişlerini korkulu gözlerle izliyorlardı.

“Sanırım gittiğimizi gördüklerine sevindiler.” dedi çocuk ve maceralarının mutlu sonla bitmesine sevinerek arkadaşlarını takip etmeye devam etti.


5. BÖLÜM
DEV YOOP HANIM


Yolun sonuna yani uyarıyı ilk gördükleri yere geldiklerinde, bu kez de doğuya doğru gitmeye başladılar. Çok gitmeden, sürekli iniş çıkışlı tepeler ve düzlüklerle dolu olan Dalgalı Arazi’ye ulaştılar. Yolculukları artık sıkıcı hâle gelmeye başlamıştı çünkü tırmandıkları her tepeden sonra aşağıya bakıyorlar ve baktıkları düzlüklerde ot ya da taştan başka hiçbir şey görmüyorlardı.

Manzaranın sıkıcılığını giderecek hiçbir şey olmadan, saatlerce bir aşağı bir yukarı gittiler. En sonunda, diğerlerinden daha yüksek bir tepe ile karşılaştılar, mor taşlardan yapılmış kocaman bir kalenin bulunduğu fincan şeklinde bir vadi gördüler. Kale yüksek, geniş ve uzundu ancak etrafında kuleleri yoktu. Bu devasa kalenin her kenarında yalnızca küçük bir pencere ve kapı olduğunu gördüler.

“Çok garip!” diye düşündü Korkuluk. “Gillikin Ülkesi’nde böylesine büyük bir kale olduğunu hiç bilmiyordum. Acaba içerisinde kim yaşıyor?”

“Buradan görebildiğim kadarıyla bu, şimdiye kadar gördüğüm en büyük kale.” dedi Teneke Woodman. “Herhangi birinin kullanabileceğinden çok daha büyük, merdiven olmadan hiç kimse bu koca kapıları açıp kapatamaz.”

“Belki de yakınlaşırsak içeride birisinin yaşayıp yaşamadığını öğrenebiliriz. İçeride kimse yaşamıyor sanki.” dedi Woot.

Yürüyüp kocaman taştan kalenin bulunduğu vadinin merkezine ulaştıklarında, hava kararmaya başlamıştı. Ne yapacakları konusunda kararsız kalmışlardı.

“Eğer burada yaşayanlar dost canlısıysa onlardan bir yatak isteyebilirim. Ancak eğer yaşayanlar düşmansa yerde uyumayı tercih ederim.” dedi Woot.

“Kimse yaşamıyorsa içeri gireriz ve burayı ele geçirip rahatımıza bakarız.” diye ekledi Korkuluk.

Konuşmaya devam ederken büyük kapılardan birine doğru yaklaştı, bu daha önce gördüğü kapılardan üç kat daha büyüktü. O sırada, kapının üzerindeki bir taşa kazınarak yazılan bir yazı gördü:

“YOOP KALESİ”

“Aaa!” diye bağırdı. “Şimdi tanıdım burayı. Burası Yoop Bey’in evi olsa gerek, buradan çok uzaklarda bir kafesin içine hapsedilmiş olarak gördüğüm korkunç bir devdi kendisi. Kendisi uzaklarda olduğu için kale boş olsa gerek, bu yüzden istediğimiz gibi kullanabiliriz.”

“Evet, evet.” dedi Teneke Kral, başını sallayarak. “Ben de hatırlıyorum Yoop Bey’i. Ancak bu terk edilmiş kalesine nasıl gireceğiz? Kapının mandalı çok yüksekte, hiçbirimiz oraya yetişemeyiz.”

Bu sorun üzerine bir süre düşündüler. Sonunda Woot, yanında duran Teneke Adam’a dedi ki:

“Eğer omuzlarına çıkarsam kapının mandalını açabilirim.”

“Tırman o hâlde.” diye cevapladı Teneke Adam. Nick Chopper’ın teneke omuzlarına çıkan çocuk, kapının mandalına kadar yetişerek mandalı kaldırdı.

Kapı hızla açılmıştı, kapının devasa menteşeleri sanki birinin gelmesinden hoşnutsuz olmuşlar gibi ses çıkartıyordu. Woot, hemen aşağıya atladı ve arkadaşlarının arkasından boş koridorda yürümeye başladı. İçeri girer girmez arkalarında kapanan kapının sesini duyduklarında şaşırıp kaldılar çünkü kimse kapıya dokunmamıştı. Kendi kendine kapanmıştı, sanki büyülü gibiydi. Üstelik mandal da kapının dış tarafındaydı. Hepsi de artık bu bilmedikleri kalenin içinde hapsolduklarını düşünmeye başladılar.

“Neyse.” diye mırıldandı Korkuluk. “Olan oldu artık, cesurca ilerleyelim ve neler göreceğimize bakalım.”

Koridor oldukça karanlıktı ve dış kapı da kapalıydı. Kendilerini taş bir geçidin içinde bulmuşlardı. Başlarına gelecek tehlikeleri bilmediklerinden, birbirlerine yakın duruyorlardı.

Aniden hafif bir parıltı etraflarını sardı. Gittikçe daha da parlak hâle geliyordu, sonunda etraflarını görebilecekleri kadar parlak olmuştu. Taş geçidin sonuna ulaştıklarında kocaman başka bir kapı ile karşılaştılar. Kapı, kendi kendine sessizce açıldı ve kapının aralığından duvarları iyice parlatılmış saf altın plakalarla kaplı büyük bir oda gördüler.

Bu oda da aydınlıktı ancak etrafta hiç ışık görmüyorlardı. Ortadaki büyük masada ise kocaman bir kadın oturmaktaydı. Üzerinde, çiçek desenli gümüş bir elbise vardı ve bu görkemli giysinin üzerine de özenle hazırlanmış dantel işlemeli kısa bir önlük giymişti. Böylesine bir önlük onu koruyamazdı, ayrıca elbisesiyle de hiç uymuyordu ancak Dev Kadın yine de önlüğü giyiyordu. Masada beyaz bir örtü ve üzerinde de altın tabaklar vardı. Dev Kadın akşam yemeğini yerken geldiklerini fark ettiler.

Kadının arkası dönüktü ve önüne dönmemişti bile. Tabaktan biraz ekmek alıp üzerine yağ sürerken yüksek ve zevksiz bir sesle dedi ki:

“Neden içeri gelip, kapıyı kapatmıyorsunuz? Cereyan yapıyor, sizin yüzünüzden hasta olup hapşırmaya başlayacağım. Hapşırınca sinirlenirim ve sinirlendiğimde ise kötü şeyler yapabiliyorum. İçeri gelin, ahmak yabancılar, içeri gelin!”

İçeri girmek zorunda kaldılar. Dev Kadın ile karşı karşıya gelinceye dek yaklaştılar. Kadın, yemeye devam ediyordu ve bizimkilere bakarken yüzünde garip bir gülümseme vardı. Woot, kapının sessizce kapandığını fark etti ve bu durum hiç hoşuna gitmedi.

“Pekâlâ, açıklamanızı bekliyorum.” dedi Dev Kadın.

“Burada birinin yaşadığını bilmiyorduk, Hanımefendi.” diye açıkladı Korkuluk. “Seyahat ediyoruz ve buraların yabancısıyız. Dostumuz için uyuyacak bir yer umuduyla kalenize girmeye cüret ettik.”

“Buranın özel mülk olduğunu biliyordunuz sanırım?” dedi kadın, ekmeğine yağ sürerken.

“Kapının üzerindeki ‘Yoop Kalesi’ yazısını gördük. Ancak Yoop Bey’in Oz’un çok uzaklarında bir yerdeki kafeste esir olduğunu bildiğimiz için kalede kimsenin olmadığını ve geceyi burada geçirebileceğimizi düşünmüştük.”

“Anlıyorum.” dedi Dev Kadın, kafasını sallayarak ve gülümseyerek. Yüzünde yine o gülümseme vardı, Woot’u oldukça korkutan bir gülümsemeydi bu. “Yoop Bey’in evli olduğunu ve zalimce esir alındıktan sonra eşinin burada kendi kurallarına göre yaşadığını bilmiyordunuz.”

“Yoop Bey’i kim yakaladı?” diye sordu Woot, usulca.

“Kötü düşmanlar. Yoop’un yemek için ineklerini ve koyunlarını almasına karşı çıkan bencil insanlar. Tabii ki Yoop’un biraz sinirli olduğunu ve sinirlendiğinde ara sıra birkaç evi yerle bir etme alışkanlığı olduğunu kabul etmeliyim. Bir gün minik halk, oldukça kalabalık bir grup hâlinde geldiler ve Yoop Bey’i yakalayıp dağlardaki bir kafese götürdüler. Nerede olduğunu bilmiyorum, umurumda da değil. Çünkü eşim bana kötü davranmıştı, bir devin eşine duyması gereken saygıyı yok sayıyordu. Ona hizmet etmediğimde bacaklarıma vuruyordu. Bu yüzden, gittiği için mutluyum.”

“İnsanların sizi de yakalamaması mucize olmuş.” dedi Woot.

“Onlardan daha zekiydim.” dedi kadın, birden kahkaha atarak. Kahkahası öyle güçlü bir esinti yaratmıştı ki Korkuluk’un ayakları yerden kesildi ve uçmamak için Nick Chopper’ı tutmak zorunda kaldı. “İnsanların yaklaştığını görmüştüm.” diyerek devam etti Yoop Hanım. “Kötülük yapmak için geldiklerini fark ettim ve kendimi bir fareye dönüştürüp dolapta saklandım. Eşimi de alıp gitmelerinin ardından kendimi tekrar eski hâlime dönüştürdüm ve o zamandan beri burada huzurlu ve rahat bir şekilde yaşıyorum.

“Cadı mısınız?” diye sordu Woot.

“Tam olarak değil.” diyerek cevapladı kadın. “Ben bir şekil değiştirme ustasıyım. Başka bir ifadeyle, Cadı’dan ziyade bir Yookoohoo’yum ve bildiğiniz üzere Yookoohoolar dünyadaki en iyi büyü ustalarıdır.”

Gezginlerimiz bir süre sessizce beklediler, kadının söylediklerini ve ileride olabilecekleri düşünüyorlardı. Dev Kadın’ın onları isteyerek esir aldığı ortadaydı. Yine de kocaman sesiyle öylesine mutlu konuşuyordu ki hiçbiri şimdiye kadar endişelenmemişti.

Çok geçmeden, kafası karmakarışık olan Korkuluk kadına sordu:

“Sizi dostumuz olarak görebilir miyiz Yoop Hanım? Yoksa düşman olmak mı istiyorsunuz?”

“Ben asla arkadaş edinmem.” dedi kadın kararlı bir sesle. “Çünkü arkadaşlar çok samimi olurlar ve kendi işleriyle ilgilenmeyi unuturlar. Ancak düşmanınız da değilim, şimdilik. Aslında, gelmenize sevindim çünkü buradaki hayatım oldukça yalnız geçiyor. Gökkuşağının Kızı Polychrome’u kanaryaya dönüştürdüğümden bu yana konuşacak kimsem olmadı.”

“Nasıl başarabildin bunu?” diye sordu Teneke Woodman, şaşkına dönmüş bir şekilde. “Polychrome güçlü bir peri!”

“Eskiden güçlüydü.” dedi Dev Kadın. “Artık bir Kanarya. Bir gün, yağmurun ardından Polychrome, gökkuşağında dans ettikten sonra yakınlardaki bir tepede uyuyakalmıştı. Güneş battıktan sonra gökkuşağı da kaybolmuştu. Poly uyanmadan önce onu kaçırarak kanaryaya dönüştürmüştüm ve uçmaması için elmas kaplı bir altın kafese koymuştum. Şarkılar söyleyip konuşuruz ve güzel zaman geçiririz sanmıştım ancak bana çok da iyi arkadaşlık etmedi. Dönüştürüldükten sonra tek bir kelime bile söylemedi.”

“Şu anda nerede?” diye sordu Woot, Polychrome hakkında çok güzel hikâyeler duymuştu ve ona çok ilgi duyuyordu.

“Kafes yatak odamda asılıyor.” dedi Dev Kadın, başka bir ekmek daha yerken.

Gezginler artık eskisinden daha huzursuz ve şüphelilerdi. Gökkuşağının Kızı ve gerçek bir peri olan Polychrome’u bile dönüştürüp köle yapabilen bu devasa kadın, kendilerine neler neler yapabilirdi? Saman dolu kafasını Yoop Hanım’a doğru çeviren Korkuluk dedi ki:

“Bizim kim olduğumuzu biliyor musunuz Hanımefendi?”

“Biliyorum, bir saman adam, bir teneke adam ve bir de çocuk.” dedi kadın.

“Bizler çok önemli insanlarız.” dedi Teneke Woodman.

“Daha iyi, öyleyse bana eşlik etmeniz beni daha da mutlu edecektir. Çünkü yalnız hissettiğimde beni eğlendirmeniz için ölene kadar sizi burada tutabilirim.” dedi ve ekledi kadın: “Ve unutmayın ki bu vadide kimse ölmez.”

Bu konuşma, pek hoşlarına gitmemişti. Teneke Woodman’in sert görüntüsü, Yoop Hanım’ı güldürürken Korkuluk öyle bir kaşlarını çatmıştı ki Yoop Hanım gülümsemeye başladı. Korkuluk, kadının güleceğini anladı ve kadının nefesinin rüzgârından kurtulmak için arkadaşının arkasına saklandı. Kendini güvenli hissettiği bu yerde dedi ki:

“Yakında bizi kurtarmaya gelecek güçlü dostlarımız var bizim.”



“Söyleyin gelsinler.” dedi, küçümseyici bir sesle. “Geldikleri zaman ne bir çocuk, ne bir teneke adam ne de bir korkuluk bulabilirler. Çünkü yarın sabah hepinizi başka şekillere dönüştürmeyi düşünüyorum, böylece sizleri tanıyamazlar.”

Bu tehdit, içlerini korkuyla doldurmuştu. İyi huylu Dev Kadın, hayal ettiklerinden daha da korkunçtu. Gülüyor ve sevimli elbiseler giyiyordu ama bunları yaparken kötü kocasından bile daha kötü olabiliyordu.

Korkuluk ve Teneke Woodman sabah olmadan kaleden kaçmayı düşünmeye başladılar ancak kadın, düşüncelerini okuyabiliyor ve kafalarını karıştırabiliyordu.

“Zavallı beyinlerinizi yormayın.” dedi kadın. “Ne kadar uğraşsanız da benden kaçamazsınız. Neden kaçmak istiyorsunuz? Şu anda olduğunuzdan daha iyi şekillere dönüştüreceğim sizi. Kaderinizden memnun olun çünkü memnun olmazsanız mutsuz olursunuz ve mutsuzluk, her şekilde başınıza gelebilecek en büyük kötülüktür.”

“Bizi neye dönüştürmeyi düşünüyorsunuz?” diye sordu Woot, ciddi bir tavırla.

“Karar vermedim, henüz. Bu gece rüyamda görürüm ve sabah sizi neye dönüştüreceğimi bulurum. Dönüşmek istediğiniz şeyleri siz seçmek ister misiniz?”

“Hayır.” dedi Woot. “Ben olduğum gibi kalmayı tercih ederim.”

“Komikmiş!” diye cevapladı kadın. Küçük ve zayıfsın, böyle olduğun için de pek yararın dokunmaz. En iyi özelliğin canlı olman, bu yüzden seni şimdiki hâlinden daha gelişmiş bir canlıya dönüştürmeliyim.”



Tabaktan bir ekmek daha alarak bal kutusuna batırdı ve sakince yemeye başladı.

Korkuluk, düşünceli bir şekilde izliyordu.

“Vadide tahıl ekmek için bir yer yok, ekmekler için gereken unu nereden buluyorsun?” diye sordu.

“Yok artık! Un ile ekmek yapmak için uğraşacağımı mı düşünüyorsun?” diyerek cevapladı kadın. “Bir Yookoohoo için oldukça sıkıcı bir şey bu. Öğlen bazı tuzaklar kurdum ve çok sayıda tarla faresi yakaladım ancak fare yemeyi sevmediğim için onları akşam yemeğim olacak sıcak ekmeklere dönüştürdüm. Bu bal kutusu da önceden yaban arılarının yuvasıydı ama onu dönüştürerek tatlı ve lezzetli bir hâle getirdim. Tek yapmam gereken, yemek istediğimde, saklamak istemediğim bir şeyi alıp onu sevdiğim herhangi bir yiyeceğe dönüştürmek ve yemek. Aç mısınız?”

“Ben yemek yemem, sağ olun.” dedi Korkuluk.

“Ben de öyle.” dedi Teneke Woodman.

“Çantamda hâlâ birkaç doğal yiyecek var.” dedi Gezgin Woot. “Yaban arılarının yuvasını yemek yerine bunları yemeyi tercih ederim.”

“Herkesin damak zevki vardır.” dedi Dev Kadın. Yemeğini bitirdi ve ayağa kalktı. Ellerini birbirine vurduğunda, masadaki akşam yemeği birden kayboluverdi.

Ücretsiz ön izlemeyi tamamladınız.

Türler ve etiketler

Yaş sınırı:
0+
Litres'teki yayın tarihi:
09 ağustos 2023
Hacim:
46 s. 77 illüstrasyon
ISBN:
978-625-6486-16-4
Yayıncı:
Telif hakkı:
Elips Kitap

Bu yazarın diğer kitapları