Sadece Litres'te okuyun

Kitap dosya olarak indirilemez ancak uygulamamız üzerinden veya online olarak web sitemizden okunabilir.

Kitabı oku: «Dokuz Diyar», sayfa 2

Yazı tipi:

Bu mermer duvarın üzerinde bir giriş yokmuş gibi görünüyordu. Ne var ki Odin buraya vardığında mermerin üstüne asasını vurdu ve bir kapı açıldı. Odin’i ciddi, muhterem bir adam karşıladı, sonrasında meşalesinin ışığını yansıtan kristaller sayesinde ışıldayan geniş bir mağaranın içinde Odin’e yol gösterdi. Mağaranın öteki ucunda bir kapı vardı. Bu kapı, Odin’in içeri girdiği kapıdan daha büyüktü, yuvarlak bir vadiye açılıyordu.

Vadinin yanları mermer dağlardan oluşuyordu fakat içeriden bakıldığında dağ gibi görünmüyorlardı, çünkü çok güzel bir biçimde oyulmuşlardı. Mermerlerin üstü, onların beyazlığını bir örtü gibi gizleyen zarif asmalarla kaplıydı.

Vadinin ortasında, devasa Dünya Ağacı’nın kökü büyüyordu. Derin bilgelik kuyusunun suları ise ağacın bu kökünü besliyordu. Vadinin öte ucunda görkemli bir saray vardı. Orada burada ağaç grupları bulunuyordu, her yanda nadir bitkiler çiçek açmıştı. Bir göletin yanında kocaman bir kaplumbağa vardı, sırtı çağlar boyunca oluşmuş kabuklarla kaplıydı, ışığın altında tembelce yayılıyordu. Muhteşem gözlere sahip zararsız yılanlar, ağaç gövdelerinin etrafına dolanıyordu. Ejderhalar kanatlarını kıvırmış uyuyordu. Bunların yanı sıra birçok kadim ve görülmemiş yaratık da ya korulukların ortasında dinleniyor ya da mermer duvarların oyuklarının altında ışıkla yıkanıyordu. Canlı renklere sahip kuşlar bir daldan diğerine uçuyor, bu sırada tavus kuşları da gururla yürüyerek kuyruklarını açıyordu. Manzara, üzerine düşen ışık sayesinde daha da hoş bir hal alıyordu. Bu ışık, gün ışığı değildi. Nereden geldiği de belli değildi, ama yumuşak aydınlığıyla vadiyi âdeta bir huzur seline boğuyordu.

Odin, bir süre boyunca bu manzarayı izledi, sonra vadinin ortasına doğru yavaşça yürüdü. Devasa endamıyla bir adam, Dünya Ağacı’nın kökünün altında oturuyordu, görünüşe göre tüm dikkatini kuyunun sularını izlemeye vermişti. Uzun gümüşi bukleleri omuzlarının üzerinde salınıyor, beyaz sakalıysa göğsüne düşüyordu. Yüzünde hiçbir yaşlılık belirtisi yoktu, buna rağmen kafasını kaldırdığında derin mavi gözlerinde çağların bilgeliğinin ışıltısı belirmişti, tüm tavırlarına kusursuz bir huzur hâkimdi. Eli, oldukça kalın bir altın tabakayla kaplanmış kuyu ağzının üstünde duruyordu. Hemen yanında çok büyük bir sandık vardı, ilginç bir biçimde oyulmuştu ve geçmiş çağlardan hazineleri içeriyordu. Bu sandığın üstünde gümüş bir borazan duruyordu, bu borazanın üstünde ise altından rünlerle Heimdall’ın adı yazılıydı.

Odin iyice yaklaşınca Mimir ayağa kalktı ve şöyle dedi: “Hoş geldin Odin! Görüyorum ki kuzeyden geliyorsun. Bu kez zor bir yol seçmişsin, üstelik yürüyerek gelmişsin!”

“Evet, Mimir,” diye cevap verdi Odin. “O yolu seçtim, çünkü hasımlarımın topraklarını keşfetmek istedim. Sana danışmak, yardım almak için geldim.”

“Biliyorsun, sana seve seve yardım ederim,” dedi Mimir.

“Hevesini anlıyorum,” diye cevap verdi Odin. “Fakat bu kez, daha önce senden hiç istenmemiş bir şey isteyeceğim. Tehlikeler, hükümdarlığımın etrafını dört koldan çevrelemiş durumda. Loki gitgide kötülüğe yöneliyor. Demirorman’ın Cadısı’yla15 evlendi, çocukları bizim ölümcül düşmanlarımız olacak gibi duruyor. Üstelik bildiğin üzere, buz devleri ve dağ devleri de bir zafer ihtimali gördükleri anda bize saldırmaya hazırlar. Asgard ile insanların dünyası Midgard’ı korumak ve yönetmek için şüphe yok ki yüce bir bilgeliğe ihtiyacım var.”

Her ikisi de bir süreliğine sessiz kaldı, sonra Odin samimiyetle Mimir’e bakarak “Bu bilgeliği kazanmak için de derin kuyundan bir yudum su içmek istiyorum,” dedi.

Uzun bir sessizlikten sonra Mimir yavaşça konuştu. “Bu çok büyük bir istek Odin! Bunun bedelini ödemeye hazır mısın?”

Odin hevesle cevap verdi. “Evet! Asgard’daki tüm altınları, en iyi kılıçlarımızı ve mücevherlerle kaplı kalkanlarımızı verebilirim! Hatta o değerli sudan bir yudum içebilmek için Sleipnir’i bile veririm!”

“Bunlar, arzuladığını sana kazandırmaz,” dedi Mimir. “Bilgelik, yalnızca acı ve fedakârlık sayesinde kazanılabilir. Bilgelik uğruna gözlerinden birini verebilir misin?”

Odin’in çetin çehresinden bir gölge geçti, uzun uzun düşündü. En sonunda ağır ağır şöyle dedi: “Eğer ihtiyacım olan bilgeliği bana kazandıracaksa gözlerimden birini verecek, gerekli her acıyı çekeceğim.”

Odin’in o gizemli vadide ne acılar çektiğini, neler öğrendiğini kimse bilmiyordu. Bazıları, Mimir’in kuyusundan bir yudum alabilmek için gözlerinden birini gerçekten verdiğini söylüyor. Fakat bu konuya dair “Odin’in Rün Şarkısı” adı verilen eski şarkıda hiçbir ibare bulunmuyor. Üstelik en eski şiirlerin bazılarında da Odin’in tek gözlülüğüne dair hiçbir belirti yok. Bu sebeple ondan böyle bir fedakârlıkta bulunmasının istenmiş olması şüphelidir. Odin, rün şarkısında şöyle söylüyor:

 
Tam dokuz gece
rüzgârlı bir ağaçta
sallandım da sallandım.
Sonradan Odin’e sunulmuş
bir mızrakla yaralandım;
kökünün nereden geldiğini
kimsenin bilmediği
o ağaçta,
kendimi kendime feda ettim.
 
 
Kimse vermedi bir ekmek,
ya da bir boynuz içecek.
Aşağı doğru baktım,
elimi rünlere uzattım.
Hepsini inleyerek bir bir öğrendim
sonra o ağaçtan aşağı indim.
 
 
Bestial dölü Bolthorn’un
ünlü oğlundan dokuz tesirli
şiir öğrendim;
Odhrasrir’den alınmış
o değerli likörden
bir yudum içtim.
 
 
Sonra büyümek ve serpilmek için,
başladım meyve vermeye
ve birçok şeyi bilmeye.
Kelime kelime
aradım kelimeleri;
hakikat hakikat
aradım hakikatleri16.
 

KURT BAĞLANIYOR

Odin, uzun süren yokluğunun ardından Asgard’a geri döndü. Onun her zamankinden daha vakur ve haşmetli göründüğü konusunda herkes hemfikirdi. Görüp işittiği muhteşem şeyleri eşi Frigga17 hariç hiç kimseye anlatmadı. Frigga da kendisine açılan sırlardan kimseye bahsetmedi.

Odin döndüğünde Loki uzaklardaydı. Bu sebeple Odin, sinsi tanrı ile Demirorman’ın Cadısı’nın çocuklarını, kimseye zarar veremeyecekleri bir yere koymak için harekete geçti.

Çocuklar, anne ve babalarına çekmişti. Biri henüz tamamen büyümemiş bir kurttu, adı Fenrir’di. Odin, Fenrir’i Asgard’a getirip Æsir’in en güçlü, en cesur üyelerinden Tyr’ün18 sorumluluğuna bıraktı. Diğer çocuk tehlikeli bir yılandı, bu yılan da insanların dünyası Midgard’ı çevreleyen Okyanus’a konuldu. Bu yılan suyun dibine ulaştığında büyümeye başladı, öylesine hızlı büyüyordu ki çok geçmeden Midgard’ın etrafını tamamen çevrelemişti; kuyruğu ise büyüyecek başka bir yer olmadığı için boğazının içine doğru büyümeye başlamıştı. O günden sonra bu yılan, “Midgard Yılanı” olarak anılmaya başladı. Gelgelelim üçüncü çocuğun görüntüsü bu yaratıklardan bile daha korkunçtu.

Bir kız görünümündeydi, ama annesi Demirorman Cadısı’nın katı kalbine sahipti. Vücudunun yarısı kireç gibi bembeyazdı, kimse ona bakmaya cüret edemiyordu. Odin, bu çocuğu, Dünya Ağacı’nın üçüncü kökü altındaki çeşmeyi koruyan, ölüler diyarının hükümdarı Urd’a yolladı. Urd da bu korkunç çocuğu Niflheim’in altında bulunan işkence dünyasının başına kraliçe tayin etti.

Loki’nin küçük çocukları, en azından şimdilik güvenli yerlere gönderilmişti. Oysa kurt Fenrir, her geçen gün daha vahşi, daha güçlü bir hale geliyordu. Tyr, çok güçlü olmasına rağmen, onu kontrol etmekte güçlük çekiyordu. Bu yüzden tanrılar, birbirlerine danıştıktan sonra, kurdu demir zincirlerle bağlamaya karar verdiler.

Asgard’da bir demirhane vardı; bu demirhanede zincirler, kılıçlar, kalkanlar ve baltalar yapmak için müthiş araçlar bulunuyordu. Tanrılar burada, Asgard’da o zamana dek görülmüş en kalın ve en güçlü zincirleri dövdüler. Sonra bu zinciri alıp Fenrir’e götürdüler, ondan gücünü göstererek kendilerini eğlendirmesini istediler.

Fenrir, gücüyle gurur duyuyordu. Zincirleri gördüğü anda onları kolayca kırabileceğini anlamıştı. Bu yüzden tanrıların kendisini bağlamasına izin verdi, zincirler etrafına bağlanırken usulca bekledi. Zincirler bağlandıktan sonra Fenrir adalelerini gerdi, zincir göz açıp kapayıncaya kadar birkaç parçaya bölündü. Tanrılar, bu olan bitenler onları eğlendirmiş gibi davrandılar, kurdun gücünü övüp bu oyunu başka bir gün tekrar oynamak istediklerini söylediler.


Artık kurdu zapt edecek zincirleri yapmanın kolay bir iş olmayacağını anlamışlardı. Bu kez en yetenekli metal işçilerini tuttular, onlar da bu ikinci zincirin dövülebilecek en güçlü zincir olması için ellerinden geleni yaptılar. Zincirin yapımı bittiğinde böylesi bir zincirin Dokuz Diyar’da daha önce hiç görülmediği ileri sürüldü.

Daha önce olduğu gibi yine Fenrir’e gittiler. Zincir o denli ağırdı ki birkaç tanrı yerde sürüye sürüye getiriyordu, böylesine ağır bir zincirin getirildiğini gören Fenrir şüphelendi. Bağlanmayı reddetti. Bunun üzerine tanrılar, içindeki güç gururu kabarana dek kurdun kibrinin üstüne gittiler. Gücünü göstermeye hevesli olan Fenrir, tüm vücudu demir bağlarla kaplanana dek zincirin etrafına dolanmasına izin verdi. Sonra yerde yuvarlanıp devasa kaslarını sıktı. Zincirin halkaları, sanki kırılgan bir metalden yapılmış gibi paramparça oldu. Bunu gören tanrılar, duygularını ellerinden geldiğince gizlemeye çalışarak kurdun gücünü ve cesaretini her zamankinden daha fazla övdüler.

Odin, engin bilgeliği sayesinde, Fenrir’in zincire vurulmasının ne denli önemli olduğunu fark etmişti. Bu amaca hizmet edecek kadar güçlü bir zincirin Asgard’da dövülemeyeceğini anladığında, güçlü bir zincir alması için Skirnir’i kara elflerin yurduna gönderdi. Zira tanrılar her ne kadar yüce varlıklar olsalar da elfler ve devler bazı meselelerde onlardan daha çok şey biliyordu. Gerçekten de kara elfler, Skirnir’e verdikleri zinciri yapabildiklerine göre oldukça bilge ve yetenekli olmalıydılar. Zincirin yapımında kullanılan materyalleri nasıl elde ettikleri bir gizemdi, çünkü Asgard ya da Midgard’da çok nadir görülen altı maddeyi kullanmışlardı: Kedinin ayak sesi, kadın sakalı, dağ kökleri, ayının sinir uçları, balık nefesi ve kuş salyası. Böyle şeylerden bir zincir yapılabileceğine inanmak bile güçtü. Bu sebeple yaptıkları zincirin, ipek bir ip kadar yumuşak ve ince olması ya da Dokuz Diyar’da yapılan herhangi bir zincirden çok daha kuvvetli olması bir mucize değildi.

Skirnir, katetmesi gereken mesafe göz önüne alınacak olursa bu işi hemencecik halletti. Tanrılar, Skirnir’in beraberinde narin, ipeksi bir bağ getirdiğini gördüğünde memnun oldular. Bu kez başarılı olacaklarından emindiler, zira kara elfler tarafından yapılan şeyler her zaman müthiş niteliklere sahip olurdu.

Tanrılar, Fenrir şüphelenmesin diye kayalık bir adaya gezinti düzenleyeceklerdi, bu gezinin tüm amacının eğlence olduğuna dair numara yapıyorlardı. Eğlence, başlıca güç denemelerini içerecekti. Fenrir onlarla gitti. Ortalıkta herhangi bir zincir görseydi bunun pis bir oyun olduğundan şüphelenirdi, ama ortalıkta zincir falan görmemişti.

Adaya varır varmaz mücadelelere başladılar. Yarıştılar, engeller üzerinden atladılar, ok atıp güreştiler; kısacası, güç ve yetenek gösteren her şeyi yaptılar. Yarışmalar bittikten ve kazananlar ödüllendirildikten sonra Fenrir’e yakın bir çimene oturdular, konuşup şakalaştılar.

Tanrılardan biri, bağrından büyülü bağı çıkardı ve yanındakine uzatıp “Bu bağın göründüğünden daha güçlü olduğunu söylüyorlar. Bir dene bakalım, koparabilecek misin,” dedi. Bağı alan tanrı, beyhude de olsa bağı koparmayı denedi. Sonra bir nükte yapıp yanındaki diğer tanrıya uzattı, böylece bağ elden ele gezdi.

Herkes deneyip başarısız olunca Skirnir, sanki tam o an aklına gelmiş gibi “Bir de Fenrir denesin. Başka hiçbir şey yapamasa bile, zincirleri kırma konusunda epey güçlü,” dedi.

Böylece tanrılardan biri bağı uzattı. “Fenrir, gücünü bu küçük iple sınamak ister misin? Belki böylesine ince bir bağla bağlanmayı küçümsüyorsundur, fakat bu bağ bizim ellerimizin koparamayacağı kadar kuvvetli.”

Kurt bu sınavı reddetti, çünkü bir hainlikten şüpheleniyordu. Bunun üzerine tanrılar onu kışkırttılar, öyle bir bağla bağlanmayı yalnızca korkakların reddedeceğini söylediler. Bu kışkırtmalar Fenrir’in kibrini uyandırdı; en sonunda bu bağın vücuduna bağlanmasına izin verdi, ancak iyi niyet göstergesi olarak bu iş yapılırken tanrılardan birinin sağ elini çenesinin içine koyması gerektiğini öne sürdü.

Bu öneriyi duyan tanrılar birbirlerine endişe dolu gözlerle baktılar. Ama kısa bir duraksamadan sonra Tyr, sonucun ne olacağını iyi bildiğinden kurda yaklaştı, sağ elini kurdun dişlerinin arasına koydu ve kahkaha atarak, “Merak etme Fenrir, bunun yalnızca bir şaka olduğunu göreceksin!” dedi.

Kurt, ipin vücuduna bağlanmasına izin verdi. Büyülü bağ sıkıca bağlandığında Tyr hariç tüm tanrılar geri çekildi, çünkü mücadelenin korkunç olacağını biliyorlardı.

Canavar kaslarını sıktı, ne kadar çok çabalarsa bağın da o kadar sıkılaştığını fark ettiğinde Tyr’ün elini ısırıp bileğinden kopardı, sonra yerde yuvarlanmaya başladı, gökyüzünü öfke ve çaresizlik uğultularıyla dolduruyordu. Beyhude çabalarının ardından bitkin düştükten sonra, tanrılar onu alıp Asgard’a geri götürdüler.

Odin, Fenrir’i, Niflheim’in altındaki işkence topraklarının19 birinde bulunan kayalık bir ada üzerindeki karanlık bir mağaraya gönderdi. Toprağın alt tabakalarında bulunan bir taşa zincirlendi, çenesini açık tutmak için ağzına bir kılıç yerleştirildi; öyle ki, kılıcın kabzası alt çenesine, ucuysa damağına sabitlenmişti. Ağzından zehirli bir nehir doğup akmaya başladı. Fenrir, Tanrıların Alacakaranlığı -yani Ragnarök- gelene dek orada kalacaktı.

Cesur Tyr, fedakârlığı sayesinde Asgard’ı tehlikeli bir düşmandan kurtarmıştı.

ÖLÜLERİN YARGI SALONU

Odin ve diğer tanrılar, her gün Bifrost üzerinde yolculuğa çıkar, güneye doğru gidip aşağı diyarlara inerlerdi. Gökteki köprünün güney ucunda, Yggdrasil’in üçüncü kökünü sulayan bir kuyu vardı. Eski bir kitapta yazılanlara göre bu kuyunun suları “öylesine kutsaldı ki temas ettiği her şeyi yumurtayla yumurta kabuğu arasındaki ince zarın bembeyaz bir rengine dönüştürürdü.” Yggdrasil’in kökleri, bu kuyunun sularıyla besleniyor, bunun bir sonucu olarak da bir gümüş kadar saf görünüyordu. Tüm kuğuların ataları olan iki bembeyaz kuğu, bu kuyunun yüzeyinde süzülürdü. Kuyunun ağzı, tıpkı Mimir’in kuyusunun ağzı gibi oldukça kalın bir altın tabakayla kaplanmıştı.

Ölüler Diyarı’nın Kraliçesi, Yüce Norn Urd, iki kız kardeşiyle birlikte bu kuyunun yanında yaşıyordu. Emrine uymak için hazır bekleyen bir dolu ulak ve hizmetçi vardı. Hükmettiği topraklar çok genişti, hükmü Niflheim’in altındaki karanlık topraklara kadar uzanıyordu. Midgard’da ölen tüm canlılar, önce onun kuyusunun yanındaki büyük mahkeme salonuna gelirlerdi. Tanrılar, Urd’la birlikte oradakilerle buluşup onları yargılamak için her gün titrek köprüden geçerek aşağı diyarlara inerlerdi. Demirden yapılmış ağır savaş arabası köprüye zarar verebileceği için yıldırım tanrısı Thor bu köprünün üzerinden geçemiyordu; bu yüzden oraya ulaşmak için üç nehir geçmek zorundaydı.

Yüce mahkeme salonu kutsal bir yerdi. Orada verilen kararlar, ister merhametli ister acımasız olsun, her zaman adildi. Yaşamları boyunca kötülük etmiş ölümlüler işkence diyarına gönderilirdi. Savaş alanında yaşamını yitirenler ise Herkesin Babası Odin’in ya da Æsir’le birlikte Asgard’da yaşayan Vanir20 tanrıçası Freyia’nın21 yanına gönderilirdi. Odin, savaş alanındaki kahramanları seçip onları Asgard’a getirmeleri için genç kızlardan oluşan Valkürleri gönderirdi. Bu kahramanlar, Odin’in Valhalla’daki büyük sarayına giderler, orada her gün ziyafet çekip dövüşürlerdi, zira Tanrıların Alacakaranlığı Ragnarök’ün geleceği günde kötü güçlerle savaşmak için hazır olmaları gerekiyordu. Freyia ise ölene dek birbirlerine sadık kalan âşıkları tekrar bir araya getirirdi. Yaşamları huzur dolu ve temiz geçen ölümlüler, her zaman yaz mevsiminin yaşandığı, güzel toprakların yemyeşil uzandığı bir bölgede bulunan, Urd tarafından onlara özel olarak hazırlanmış bir eve giderlerdi.

BALDUR VE LOKİ

Mahkeme salonunda hiçbir tanrı, Baldur kadar hürmet görmüyordu. Bir savaşçı olarak ün kazanmamıştı, gücüyle de dikkat çekmezdi; gelgelelim saf kalbi ve erdemli yaşamı sayesinde yargıları her zaman net, kararları ise tamamen adildi. O konuştuğunda kimse onun söylediklerini sorgulamazdı.

Baldur yalnızca kusursuz bir yargıç değildi. Herkesin, hatta acımasızların ve güçlülerin bile onu sevmesini sağlayan başka nitelikleri de vardı. Öylesine nezaket ve anlayış doluydu ki gittiği yerlerde güneş daha parlak bir hal alıyor, herkesin kalbi sevinçle doluyordu. En baştan beri günahsız bir hayat sürüyordu, tek amacı diğerlerini mutlu etmekti. Karakterinin güzelliği, yüzüne ve vücuduna da yansımıştı. Tüm tanrılar arasında en yakışıklısı oydu. Hatta ona sık sık “Güzel Baldur” derlerdi. Midgard’daki insanlar, bulabildikleri en beyaz çiçeğe onun adını vererek bu çiçeğe “Baldur’un Çehresi22” dediler.



Ne var ki, çok seviliyor olmasına karşın Baldur’un amansız bir düşmanı da vardı: Hain ve kindar Loki. Loki içten içe tüm tanrılardan nefret ediyordu, ama en sevmediği tanrı Baldur’du. Vahşi kıskançlığı, Baldur’un Asgard’da gördüğü sevgi sebebiyle gittikçe artıyordu. Ondan, karanlığın ışıktan nefret ettiği kadar nefret ediyor, kötünün iyiden tiksindiği kadar tiksiniyordu. Tüm entrikaları ve planları tek bir sona çıkıyordu; nefret ettiği o tanrıyı öldürmeliydi. Uzun zamandan beri bir şekilde Odin’i alaşağı, Asgard’ı ise harap etmeyi ümit ediyordu, ancak önce Baldur’u öldürecekti; çünkü biliyordu ki onun ölümü, herkesin içinde eşi benzeri olmayan bir keder uyandıracaktı.

BALDUR’UN RÜYALARI

Tanrıların göz bebeği Baldur, kedere boğulmuştu. Sarayı Breidablik23 artık onu memnun etmiyor, eşi Nanna ise onu teselli edemiyordu. Sesi artık tanrıların konsey salonlarında duyulmuyordu. En sonunda, uzun süren bir sessizlik içinde acı çektikten sonra, kederinin sebebini Odin ve Frigga’ya açtı. Uzun zamandır her gece, ölüm gününün çok uzakta olmadığını, çok sevdiği yurdunu terk etmesi ve dostlarından uzakta, yeraltı diyarında yaşaması gerektiğini söyleyen rüyalar görüyor ve bu yüzden acı çekiyordu. Bu düşünce onu öylesine üzüyordu ki gördüğü ya da duyduğu şeyler, ne kadar neşe dolu olursa olsun, Baldur’un hüznünü geçiremiyordu.

Odin, hemen tüm tanrıları ve tanrıçaları divana çağırdı. Birbirlerine danıştıktan sonra içlerinden bazılarını, geleceği kendilerinden daha iyi bilen bilge devlere ve diğer canlılara gönderdiler. Bu varlıkların hepsi, Baldur’un öleceğini belirtti.

Bunun ardından yaşayan her canlıdan, hatta bitkilerden ve metallerden, Baldur’a zarar vermeyeceklerine dair yemin almaya karar verdiler. Bu yeminler Frigga huzurunda edilecekti. Günler boyunca Asgard, bu kutsal yemini etmek için gelen canlı türleriyle dolup taştı. Nihayetinde hepsi yemin etti.

Ne var ki bu bile Odin’i tatmin etmemişti. Aşağı diyarlara inerek oğlunun kaderiyle ilgili bilgiyi orada aramaya karar verdi. Sleipnir’e eyer vuruldu. Herkesin Babası, yine bilgelik arayışında Mimir’in topraklarını ziyaret ederken arşınladığı yollardan gitti. Gökteki köprüyü tekrar katetti, kuzeye doğru yol alarak uyku nedir bilmeyen gözcü Heimdall’ın parlak kalesinin yanından geçti. Bu kez yanında Sleipnir vardı. Sleipnir, Odin’i karanlık buz bölgesinden ve dağ devlerinin kasvetli topraklarından hızla geçirdi.

Güneye doğru yol alırken bir köpekle karşılaştı, besbelli ki bu köpek Hvergelmir Dağı’nın yakınındaki bir mağaradan geliyordu. Köpeğin bağrı kanla kaplıydı, boynu ve çenesi de öyle. Odin’e öfkeyle havladı, o yanından geçtikten sonra bile uzunca bir süre havlamaya devam etti; fakat Herkesin Babası ona kulak asmadı, yoluna devam etti.

Odin, Mimir’in hükümdarlığının doğu tarafında, şafak elfi Delling’in evinin yakınında, daha önce gördüğünü anımsayamadığı sık bir ormana24 vardı. Gelgelelim bölgeye aşinaydı, doğuya doğru biraz daha yol alırsa danışmak istediği Vala’nın25 mezarına ulaşacağını biliyordu. Ormanlığın ıssız derinliklerine doğru uzun bir mesafe kat ettikten sonra bir surla karşılaştı; bu sur, Asgard’ı çevreleyen surlardan çok daha yüksekti. Ne var ki bu engel, Sleipnir’i durduramazdı. Bir an içinde Odin, kendini geniş bir bahçede buldu, bu bahçenin ortasında muazzam güzellikte bir kale yükseliyordu. Kale kapıları sanki konuksever bir halde açık duruyordu, hiç şüphe yok ki orman ve duvar tarafından korunan bu güzide yere bir düşmanın gelmesi beklenmiyordu. Herkesin Babası, atından inip içeri girdi.

Kalenin içinde uzun boylu adamlar, güzel kadınlar dolaşıyordu, küçük gruplar halinde birbirleriyle sohbet ediyorlardı. Ayrıca gelmesi beklenen onur konuğu için hazırlıklar yapılıyordu. Salonun öteki ucunda altından bir taht vardı, tahtın hemen yanına da halkalar ve süslerle bezenmiş oturaklar konmuştu. Masanın üzerinde likör hazır bir vaziyette bekliyordu, ama üstü bir kalkanla örtülmüştü.

Odin girince zarif bir genç öne çıktı, büyük bir hürmetle “Siz, Mimir’in uzun zaman önce bize müjdelediği iyi ve bilge kral mısınız? Görüyorsunuz, her şey hazır ve kullarınız sizi büyük bir sabırsızlıkla bekliyor,” dedi.

Odin cevap verdi: “Ben gerçekten de hoş bir hükümdarlığın kralıyım, ama sizin kralınız değilim. Size hükmedecek kişinin adı nedir?”

Genç cevap verdi: “Mimir bize kralımızın adını söylemedi, ama yakında burada olacağını biliyoruz. Öylesine asil, öylesine temiz bir kral olacak ki hepimiz onu sevecek, hepimiz ona seve seve hizmet edeceğiz.”

Odin iç çekti, Baldur’u düşünüyordu. Kalenin sakinleriyle biraz konuştuktan sonra Herkesin Babası onları orada bırakıp ormandan ayrıldı.

Odin, Vala’nın kabrine varınca büyülü bir ilahi okumaya başladı ve kadını tekrar ayaklanıp kendisine cevap vermeye mecbur etti. Kadın kalktı, ölüm kokan sesiyle “Bana bezginlik veren bu duruma yol açan bu yabancı adam kimdir? Karlarla örtüldüm, yağmurla dövüldüm, çiyle ıslandım… Uzun zamandır ölüydüm,” dedi.

Odin gerçek ismini açığa vurmadı. “Adım Vegtam’dır. Valtam’ın oğluyum. Ölüm hükümdarlığıyla ilgili bilmek istediklerimi anlat bana, sana toprağın üstünden sesleniyorum. Halkalarla süslenen o oturaklar, altınla kaplanmış o pahalı divanlar kimin içindir?”

Vala cevap verdi: “Yeni hazırlanmış likör Baldur içindir, taze içkinin üzeri kalkanla örtülüdür. Ancak Æesir ırkı ümitsizlik içindedir. Mecbur kaldığım için konuştum, artık sessiz kalacağım.”

Bunun üzerine Odin tekrar seslendi: “Sessiz kalma Vala. Her şeyin cevabını öğrenene dek sormaya devam edeceğim. Baldur’un katilinin kim olacağını bilmek zorundayım. Odin’in oğlunu kim öldürecek?”

Vala cevap verdi: “Görkemli kardeşi oraya Ho-dur26 yollayacak. Baldur’u katledecek kişi o olacak. Odin’in oğlunu o öldürecek. Mecbur kaldığım için konuştum, artık sessiz kalacağım.”

Fakat Odin, Vala’ya soru sormaya devam etti, en sonunda gerçek kişiliğini ortaya seren bir soru sordu. Bunun üzerine Vala şöyle konuştu: “Sen Vegtam değilsin, oysa öyle olduğuna inanmıştım. Sen insanların efendisi Odin’sin! Yurduna dön Odin, gönlünü ferah tut! Bundan böyle kimse beni, Tanrıların Alacakaranlığı Ragnarök’e kadar ziyaret etmeyecek.”

Vala, bunu der demez tekrar toprağın altına girdi. Odin, Asgard’a geri döndü. Aşağı diyarlarda öğrendikleri sayesinde bir nebze olsun rahatlamıştı.

15.Kötülük emsallerinden biri. Loki’nin kadın karşıtı. (y. n.) Angrboda. (ç. n)
16.“Odin’s Rune Song”, Saemund’un Edda’sı (çev. Thorpe). (y. n.)
17.Frigga ya da Frigg. (y. n.)
18.Odin’in çocuklarından biri. Tek elli savaş tanrısı. (y. n.)
19.İşkence toprakları, Viktor Rydberg’nin Teutonic Mythology isimli eserinde açıklanıyor. (y. n.)
20.Vanir ya da Van, Æsir’le birlikte iki tanrı sınıfını oluşturan tanrı grubu. Daha çok bereket ve sağlıkla ilişkilendirilirler. (ç. n.)
21.Frey’in kız kardeşi. Savaşta ölen kişilerin yarısı ona verilirdi. (y. n.)
22.Eskiden kuzey ülkelerindeki insanların, papatya için kullandığı isim. (y. n.)
23.Daima Parlayan Görkemli Salon. (y. n.)
24
  Orman ve kale, Baldur mitine Rydberg’in sorumluluğunda eklenmiştir. Mimir, eli kulağında olan felaket vaktinde bazı saf ölümlüleri kurtarmış, onları bu kaleye yerleştirmiştir. Ölümünden sonra Baldur gelecek ve bu kişilere hükmedecektir. Dünyanın yıkımından, yani Ragnarök’ten sonra Baldur hükmedecek, ona uzunca seneler hizmet etmiş bu ölümlüler ise dünyayı tekrar yaşanabilir bir yer kılacaklardı. Saemund’un yazdığı Edda’daki “Vafthrûdnir” şiirindeki dizeler, bu konuya işaret eder:
“Çetin Fimbul Kışıinsanları vurduğunda,hangi ölümlüler hayatta kalacak?”  Vafthrûdnir.
“Lîf ve Lîfthrasir,Hoddmimir’in yuvasında korunacak.Sabah çiyini yemek olarak yiyecekler.İnsanlar, onlardan türeyecekler.” (y. n.)

[Закрыть]
25.Vala ya da Völva: Kadın kahinler veya şamanlar. (y. n.)
26.Hodur ya da Hodr. Kör olduğu söylenir. Yaz mevsiminin katili kışı simgeler. (y. n.)

Ücretsiz ön izlemeyi tamamladınız.

Türler ve etiketler

Yaş sınırı:
0+
Litres'teki yayın tarihi:
03 temmuz 2023
Hacim:
146 s. 11 illüstrasyon
ISBN:
978-605-7605-74-0
Telif hakkı:
Maya Kitap
Metin
Средний рейтинг 0 на основе 0 оценок
Metin
Средний рейтинг 0 на основе 0 оценок
Revolution 2.0
Wael Ghonim
Metin
Средний рейтинг 0 на основе 0 оценок
Metin
Средний рейтинг 1 на основе 1 оценок
Metin
Средний рейтинг 5 на основе 2 оценок
Мудрая Курачка
Народное творчество (Фольклор)
Metin PDF
Средний рейтинг 1 на основе 1 оценок
Maybe Esther
Katja Petrowskaja
Metin
Средний рейтинг 0 на основе 0 оценок
Metin
Средний рейтинг 0 на основе 0 оценок
Ses
Средний рейтинг 5 на основе 1 оценок
Metin
Средний рейтинг 0 на основе 0 оценок