Kitabı oku: «Ateş Ülkesi »
Morgan Rice Hakkında
Morgan Rice, USA Today’in 1 numaralı çok satan destansı on yedi Kitaplık FELSEFE YÜZÜĞÜ; on bir Kitaplık (ve hala devam eden) genç yetişkin serisi 1 numaralı çok satan VAMPİR GÜNLÜKLERİ; 2 Kitaptan oluşan (ve devam eden) kıyamet sonrası gerilim, 1 numaralı çok satan KÖLETÜCCARLARI ÜÇLEMESİ; ve yeni destansı fantezi serisi KRALLAR VE BÜYÜCÜLER Kitaplarının 1 numaralı çok satan yazarıdır. Morgan’ın Kitapları hem basılı hem de sesli olarak bulunabilir ve çeviriler 25 dilde mevcuttur.
Morgan sizi dinlemeyi çok seviyor, dolayısıyla lütfen www.morganricebooks.com adresini ziyaret edip eposta listesine eklenin, ücretsiz bir Kitap kazanın, ücretsiz hediyeler alın, ücretsiz uygulamaları indirin, Facebook ve Twitter ile bağlanın ve irtibatta kalın!
Morgan Rice İçin Yazılan Övgülerden Bazıları
“FELSEFE YÜZÜĞÜ ani bir başarı için her şeye sahip: olay örgüsü, karşı tema, gizem, yürekli şövalyeler, kırık kalplerle dolu yeşeren aşklar, dalavere ve ihanet.Her yaştaki okuyucuya hitap ediyor ve saatlerce zihninizi meşgul tutabiliyor. Tüm fantezi okurlarının kütüphanesinde bulunmasını tavsiye ettiğimiz bir kitap.”
--Books and Movie Reviews, Roberto Mattos
“Eğlenceli bir epik fantezi.”
—Kirkus Reviews
“Dikkate değer bir şeylerin başlangıcı burada.”
--San Francisco Book Review
“Aksiyon dolu …. Rice'ın yapıtı oldukça sağlam ve olay örgüsü merak uyandırıcı.”
--Publishers Weekly
“Sürpizlerle dolu bir fantezi …. Bu, genç yetişkin fantezi serisi olma belirtisinin sadece başlangıcı.”
--Midwest Book Review
Morgan Rice Kitapları
KRALLAR VE BÜYÜCÜLER
EJDERHALARIN YÜKSELİŞİ (1. Kitap)
CESURUN YÜKSELİŞİ (2. Kitap)
ONURUN BEDELİ (3. Kitap)
BİR KAHRAMANLIK OCAĞI (4. Kitap)
GÖLGELER DİYARI (5. Kitap)
CESURUN GECESİ (6. Kitap)
FELSEFE YÜZÜĞÜ
KAHRAMANLARIN GÖREVİ (1. Kitap)
KRALLARIN YÜRÜYÜŞÜ (2. Kitap)
EJDERHALARIN KADERİ (3. Kitap)
BİR ŞEREF HAYKIRIŞI (4. Kitap)
ŞEREF YEMİNİ (5. Kitap)
KAHRAMANLIK SALDIRISI (6. Kitap)
KILIÇ AYİNİ (7. Kitap)
SİLAHLARIN TESLİMİ (8. Kitap)
BÜYÜLÜ GÖKYÜZÜ (9. Kitap)
KALKAN DENİZİ (10. Kitap)
ÇELİĞİN HÜKÜMDARLIĞI (11. Kitap)
ATEŞ ÜLKESİ (12. Kitap)
KRALİÇELERİN YÖNETİMİ (13. Kitap)
KARDEŞLERİN YEMİNİ (14. Kitap)
ÖLÜLERİN DÜŞÜ (15. Kitap)
ŞOVALYELERİN MIZRAK DÖVÜŞÜ (16. Kitap)
SAVAŞIN ARMAĞANI (17. Kitap)
KÖLETÜCCARLARI ÜÇLEMESİ
ARENA BİR (1. Kitap)
ARENA 2 (2. Kitap)
VAMPİR GÜNLÜKLERİ
DÖNÜŞÜM (1. Kitap)
SEVİLMİŞ (2. Kitap)
ALDATILMIŞ (3. Kitap)
YAZGI (4. Kitap)
ARZULANMIŞ (5. Kitap)
NİŞANLI (6. Kitap)
YEMİNLİ (7. Kitap)
BULUNMUŞ (8. Kitap)
CANLANDIRILMIŞ (9. Kitap)
GÖMÜLMÜŞ (10. Kitap)
KADER (11. Kitap)
Telif Hakkı Sahibi Morgan Rice © 2014
Tüm hakları saklıdır. Bu yayının herhangi bir bölümü, 1976 ABD Telif Hakları Kanunu ile izin verilenin dışında, yazarın önceden izni olmaksızın, hiçbir formatta ve hiçbir amaçla çoğaltılamaz, dağıtılamaz veya yayılamaz veya bir veri tabanı ya da bilgi kurtarma sisteminde saklanamaz.
Bu e-kitap sadece kişisel kullanımınız için lisanslanmıştır. Bu e-kitap başkalarına tekrar satılamaz veya verilemez. Eğer bu kitabı paylaşmak istiyorsanız lütfen paylaşmak istediğiniz kişiler için birer ek kopya satın alın. Eğer bu kitabı okuyorsanız fakat satın almadıysanız veya sadece sizin kullanımınız için satın alınmadıysa lütfen iade edin ve bir kopya satın alın. Yazarın emeğine saygı gösterdiğiniz için teşekkür ederiz.
Bu kitap kurgusal bir eserdir. İsimler, karakterler, işletmeler, kuruluşlar, mekânlar, olaylar ve durumlar yazarın hayal ürününün eserleridir ve kurgusal amaçla kullanılmıştır. Gerçek hayattaki ölü veya yaşayan herhangi biri ile benzerlik tamamen tesadüfîdir.
"Böylece dönüyorum sırtımı:
Başka yerde başka bir dünya var"
--William ShakespeareCoriolanus
BİRİNCİ BÖLÜM
Gwendolyn Yukarı Adalar'ın kıyısında durup okyanusa bakarken, dehşet içinde dönerek bebeğini içine çeken sise kilitlenmişti. Guwayne'in ondan gittikçe daha uzağa ilerleyerek ufukta sisin içinde kaybolmasını izlerken kalbi sanki ortadan ikiye kırılıyormuş gibi hissediyordu. Gelgit onu kim bilir nereye götürüyordu, geçen her saniyeyle ona erişmesinin giderek imkansızlaştığı bir uzaklığa açılıyordu.
Bu sahneyi izlerken Gwendolyn'in yanaklarından yaşlar süzülüyordu, kendini bundan kopartamıyordu ve tüm dünyaya karşı hissizdi. Zaman ve mekan duyusunu tamamiyle kaybetmişti ve artık vücudunu hissedemiyordu. Dünya üzerinde en çok sevdiği kişinin bir okyanus dalgasıyla çekilmesini izlerken içinde bir yanı ölüyordu. Sanki bir yanı onunla birlikte denizde kayboluyordu.
Gwen yaptığından dolayı kendinden nefret ediyordu fakat aynı zamanda dünyada çocuğunu kurtarabilecek tek işeyin bu olduğunu biliyordu. Gwen arkasında kalan ufukta, kükreme ve şimşekleri duyuyordu; yakında tüm adanın alevler tarafından yutulacağını ve yeryüzünde hiç bir şeyin onları koruyamayacağını biliyordu. Mevcut şekilde çaresiz bir durumda bulunan Argon onları kurtaramazdı, Ruhbanlar diyarında onlardan fersah uzaklıkta olan Thorgrin kurtaramazdı, Alistair ya da Erec desen, onlar da bambaşka bir diyarda Güney Adalar'daydı. Kendrick ya da Gümüş veya bu yerdeki diğer cesur adamların hiç biri bir ejderhayla savaşabilecek her hangi bir araca sahip değildi. İhtiyaçları olan şey sihirdi- ve ellerinde bulunmayan tek şey buydu.
Halka'dan kaçtıkları için bile şanslılardı, şimdi ise kaderin onları yakaladığını hissediyordu. Daha fazla kaçacakları, saklanacakları bir yer kalmamıştı. Onları kovalayan ölümle karşılaşma vakitleri artık gelmişti.
Gwen döndü ve karşı ufka baktı, buradan bile ejderhaların kara gölgelerinin ona doğru yaklaştığını görebiliyordu. Çok az vakti vardı, burada, bu kıyılarda yalnız başına ölmek istemiyordu; halkıyla birlikte onları en iyi şekilde koruyarak can vermeliydi.
Gwen dönüp okyanusa son kez bakarak Guwayne'i bir kez olsun görmek istedi.
Ancak görünürde hiç bir şey yoktu. Guwayne artık ondan uzakta, ufukta bir yerlerde, Gwen'in asla bilemeyeceği bir dünyaya doğru yol almaya başlamıştı bile.
Lütfen, Tanrım, diye dua etti Gwen. Onunla ol. Benim hayatımı al. Her şeyi yaparım. Guwayne'i güvende tut. Onu tekrar kucaklamama izin ver. Sana yalvarıyorum. Lütfen.
Gwendolyn gözlerini açarak bir işaret belki gökte bir gökkuşağı – ya da her ne olursa- görmeyi umdu.
Fakat gök boştu. Yukarıda kara, öfkeli bulutlardan başka bir şey yoktu; sanki tüm evren yaptığı için ona öfkeliydi.
Gwen hıçkırarak sırtını okyanusa dönüp içinde kalan tüm gücüyle koşmaya başladı, attığı her adım halkının yanında geçireceği son zamanlara onu yaklaştırıyordu.
*
Gwen, Tirus'un kalesinin yukarıdaki siperlerinde Kendrick, Reece, Godfrey, kuzenleri Matus, Stara; Steffen, Aberthol, Srog, Brandt, Atme ve tüm Lejyon'un da aralarında bulunduğu halkından onlarca insan tarafından çevrilmişti. Hepsi sessiz ve ciddi bir tavırla başlarına gelecekleri bilerek göğe bakıyorlardı.
Yeri sallayarak uzaktan gelen ejderha seslerini dinlerken orada çaresice durup Ralibar'ın onlar adına savaşmasını izlediler. Bu yalnız ejderha elinden gelenin en iyisini yaparak düşman ejderha grubunu durdurmaya gayret ediyordu. Ralibar öyle cesur ve korkusuzca savaşıyordu ki onu izlerken Gwen'in kalbi titriyordu, tek bir ejderha onlarcasına karşı duruyor hiçbirine aman vermiyordu. Ralibar ejderhaların üzerine ateşini püskürttü, devasa pençelerini kaldırıp başkalarını çizdi ve onları tutup boğazlarına dişlerini geçirdi. Diğerlerinden sadece daha güçlü değil aynı zamanda daha hızlıydı. Tam bir seyirlikti.
Gwen bu görüntü karşısında kalbinin son bir umut dalgasıyla kaplandığını hissetti, bir yanı belki Ralibar'ın onları yeneceğine inanmaya cüret etti. Üç ejderha yüzüne ateşlerini püskürtünce Ralibar'ın alçalıp aşağı daldığını ve onu kıl payı kaçırdıklarını gördü. Sonrasında ise Ralibar öne atıldı ve ejderhalardan birinin göğsüne pençelerini geçirdi, hızından yardım alarak onu okyanusa doğru çekti.
O aşağı inerken çok sayıda ejderha Ralibar'ın sırtına ateş püskürttüler, Ralibar ve diğer ejderhanın denize doğru düşerken oluşturduğu alev topunu Gwen dehşet içinde izledi. Diğer ejderha direndiyse de Ralibar onu dalgara boğmak için tüm gücünü kullandı ve kısa süre sonra ikisi de okyanusa düştüler.
Ateş suyla buluşunca muazzam bir sönme sesi çıktı ve beraberinde bir buhar bulutu oluştu. Gwen, Ralibar’ın acısını hissederek iyi olduğunu umdu ve kısa bir an sonra Ralibar tek başına su yüzüne çıktı. Diğer ejderha da su üstündeydi fakat batıp çıkıyor dalgalarla sürükleniyordu, ölmüştü.
Ralibar hiç tereddüt etmeden ona doğru aşağı gelen onlarca diğer ejderhaya doğru ateş açtı. Onlar çeneleri açık halde onu hedef alarak aşağı inerken Ralibar saldırıya geçti: koca pençelerini kaldırıp, geriye gitti, kanatlarını açarak ikisini yakaladı, döndü ve onları suya doğru batırmaya başladı.
Onları su altında tutarken, açıkta kalan sırtına onlarca ejderha çullandı. Hepsi okyanusa doğru geçiş yaparken Ralibar'ı da beraberlerinde götürdüler. Ne kadar savaşırsa savaşsın sayıca Ralibar'dan üstünlerdi. Onlarca ejderhanın zapt etmeye çalıştığı Ralibar çırpınıp tiz sesler çıkararak suya daldı.
Ralibar'ın tek başına tüm hepsine karşı verdiği bu mücadeleyi izlerken Gwen’in kalbi kırıldı ve zar zor yutkundu; ona yardım edebilmeyi her şeyden çok istiyordu. Okyanusun yüzeyini gözleriyle aradı, Ralibar'dan bir işaret görmeyi, yüzeye çıkmasını umdu.
Fakat ne korkunçtur ki Ralibar hiç çıkmadı.
Diğer ejderhalar su üstündeydi ve hepsi uçarak yeniden gruplandılar ardından gözlerini Yukarı Adalar'a diktiler. Doğruca Gwendolyn'e bakarken muazzam kükreyişleriyle beraber kanatlarını çırptılar.
Gwen kalbinin kırıldığını hissetti. Sevgili dostu Ralibar, onun son umudu, ayakta kalan tek kaleleri ölmüştü.
Gwen şoka uğramış adamlarına döndü. Sonrasında ne olacağını hepsi biliyorlardı: durdurulamaz bir yıkım onlara geliyordu.
Gwen üstünde bir ağırlık hissetti, konuşmak için ağzını açtığında kelimeler boğazında düğümlendi.
"Çanları çalın," dedi nihayet, sesi kaskatıydı. "Halkımıza güvenli yerlere geçmeleri emredilsin. Toprak üstündeki herkes derhal yer altına. Mağaralara, mahzenlere- burası dışında her hangi bir yere. Emredilsin– derhal!"
"Çanları çalın!" diye bağırdı Steffen, kalenin kenarına gidip avluya bağırarak. Kısa süre sonra meydanda çanlar duyuldu. Gwen'in halkından yüzlerce insan, Halka'dan kurtulanlar, şimdi şehrin yamaçlarındaki mağaralara yer altındaki sığınaklara koşar adımlarla giderek üstlerine yağacak olan kaçınılmaz ateş dalgasından kendilerini korumaya hazırlandılar.
"Kraliçem," dedi Srog ona dönerek, "belki hepimiz bu kalede sığınabiliriz. Neticede taştan yapılmadır."
Gwen kafasını salladı.
"Ejderhaların öfkesini bilmiyorsun," dedi. "Yer üstündeki hiç bir şey ama hiç bir şey güvenli değil."
"Fakat leydim belki bu kalede daha güvende oluruz," diye ısrar etti. "Zamana karşı dayandı. Bu taştan duvarlar bir adım kalınlığında. Toprak altında olmaktansa burada olmayı tercih etmez misiniz?"
Gwen kafasını salladı. Birden kükremeler duyulunca Gwen ufka baktı ve ejderhaların yaklaştıklarını gördü. Uzakta ejderhaların güney limanındaki gemilerine açtığı ateş duvarını görünce Gwen'in kalbi kırıldı. Bu adanın can damarı olan, yapılması on yıllar alan bu güzel ve değerli gemilerin sadece bir aleve dönmesini izledi. Bunun olacağını öngördüğü için kendini şanslı hissetti, bir kaç gemiyi adanın diğer tarafına gizlemişti. Eğer hayatta kalırlarsa onları kullanabilirlerdi.
"Tartışacak vaktimiz yok. Hepimiz burayı hemen terk ediyoruz. Beni takip edin."
Çatıdan aşağı dönen merdivenlere doğru aceleyle koşarken hepsi onu takip ettiler, en hızlı şekilde aşağı inerken Gwen içgüdüsel olarak Guwayne'i kollarında tutmaya çalıştı ve sonra kalbi onun gittiğini fark edince bir kez daha kırıldı. Basamakları inerken bir yanının ondan ayrıldığını hissetti, arkasından ikişer ikişer inen ayak seslerini duyarken hepsi güvenli bir yere varmak için acele ediyorlardı. Gwen uzaktaki ejderha kükreyişlerinin yakınlaştığını duyuyordu, yeri sarsmaya başlamışlardı ve sadece Guwayne'in güvende olması için dua etti.
Hemen kaleden çıkarak diğerleriyle beraber avluda koşuşturdu, hepsi zindanların girişine doğru koşuyordu; buralar uzun zamandır mahpuslardan arınmış halde duruyordu. Askerlerinden çoğu çelik kapıların önünde bekliyor, yer altına inen yoldan basamakları açıyorlardı. Onlar girmeden önce Gwen durdu ve halkına döndü.
Avluda hala aceleyle koşuşturan, korkuyla çığlık atıp kendini kaybetmiş ve nereye gideceğini bilmeyen çok sayıda insan gördü.
"Buraya gelin!" diye bağırdı. "Yer altına gelin! Hepiniz!"
Gwen yana çekilerek önce onların güvenli bir yere ulaştıklarından emin oldu ve halkı tek tek onu geçerek karanlığa yol alan taş basamaklardan aşağı indiler.
Durup yanında son kalan kişiler ise Steffen'la beraber erkek kardeşleri Kendrick, Reece ve Godfrey'di. Beşi döndü ve yeri yırtarcasına sarsan bir kükreme daha duyarken gökleri incelediler.
Ejderha grubu artık o kadar yakındı ki Gwen muazzam genişlikte kanatları, her zamankinden cüretkâr halleri ve öfkeli yüzlerinin neredeyse elli metre uzakta olduğunu gördü. Devasa çeneleri sanki onları ortadan ikiye bölmeyi bekler gibi kocaman açılmıştı ve dişlerinin her biri Gwedolyn kadardı.
Demek, diye düşündü Gwendolyn, ölüm böyle bir şeymiş.
Son bir bakış attığında halkından yüzlerce kişinin yer üstündeki yeni evlerinde saklanarak yer altına girmeyi ret ettiklerini gördü.
"Onlara yer altına inmelerini söylemiştim!" diye bağırdı.
"Halkımızın bazısı dinledi," diye üzgün bir ifadeyle söz aldı Kendrick kafasını sallayarak, "fakat çoğu bunu yapmadı."
Gwen içinin kül olduğunu hissetti. Yer üstüne kalan halkına ne olacağını gayet iyi biliyordu. Halkı neden her zaman bu kadar inatçı olmak zorundaydı?
Sonra olanlar oldu– ilk ejderha ateşi onlara doğru püskürerek geldi, onları yakmayacak uzaklıkta ancak yüzünde sıcaklığını hissedecek kadar yakındaydı. Avlunun diğer ucunda yer üstünde kalıp evlerine ya da Tirus'un kalesine sığınan insanların attığı çığlıkların yükselmesini dehşetle izledi. Sadece bir an önce nüfuz edilemez görünen taştan kale artık ateşlerce yutulmuştu, önden ve arkadan gelen alevler yüzünden ateşten bir eve dönüşmüştü, taşları çok kısa bir süre içinde kömüre ve küle döndü. Gwen güçlükle yutkundu, eğer kalede beklemeye çalışsalardı öleceklerini biliyordu.
Diğerleri o kadar şanslı değildi, alevler arasında çığlık atarak yere çökmeden önce sokaklarda koştular. Yanmış derilerin korkunç kokusu havayı doldurdu.
"Leydim," dedi Steffen, "artık aşağı inmeliyiz. Hemen!"
Gwen buradan ayrılmaya dayanamasa da yapılacak en doğru şeyin bu olduğunu biliyordu. Bir ateş dalgası ona doğru gelirken, kendini diğerleri tarafından yönlendirilerek kapılardan aşağıya sürüklenmeye, basamakları inerek karanlığa doğru ilerlemeye bıraktı. Çelik kapılar alevler ona ulaşmadan tam bir saniye önce kapandı ve arkasından gelen yankıları duydu sanki kalbinde çarparak kapanan kapılar gibi hissettirdi.
İKİNCİ BÖLÜM
Alistair, Erec'in bedeninin yanında çömelmiş, hıçkırıyor, onu sıkıca tutuyordu, gelinliği Erec'in kanıyla bulanmıştı. Onu sararken, tüm dünya etrafında dönüyordu, Erec'in canının yavaşça onu terk ettiğini hissediyordu. Bıçak yaralarıyla kalbura dönen Erec inlerken, Alistair nabız atışlarından hissettiği kadarıyla onun öldüğünü anlıyordu.
"HAYIR!" diye haykırdı Alistair, onu kollarında sarıp sallanarak. Onu tutarken kalbinin ikiye bölündüğünü hissetti, sanki kendisi can veriyordu. Evlenmek üzere olduğu, bir an önce ona büyük bir aşkla bakan bu adam şimdi kollarında neredeyse cansız yatıyordu. Bunu anlamakta zorluk çekiyordu. Darbe hiç şüphelenmediği bir anda aşk ve neşe doluyken inmişti, Alistair yüzünden hazırlıksız yakalanmıştı. Ona gelinliğiyle yaklaşırken gözlerini kapamasını istediği o aptal oyun yüzünden olmuştu olanlar. Alistair suçluluk duygusu altında eziliyordu, tüm bunların kendi suçu olduğunu hissediyordu.
"Alistair," diye inledi.
Alistair ona bakıp yarı açık gözlerinin artık donuklaştığını, içlerinden hayatın çekilmeye başladığını gördü.
"Bil ki bu senin hatan değil," diye fısıldadı. "Bil ki seni çok seviyorum."
Alistair onu göğsünde tutarak, soğuğunu hissederek ağladı. Bununla beraber içinde bir şeyler atağa geçti, tüm bunların ne kadar adaletsiz olduğunu ve onu ölüme terk etmeyi kesinlikle reddeden eden bir şeylerin ortaya çıktığını hissetti.
Alistair birden sanki parmak uçlarına batan binlerce iğne, onu titreten tanıdık bir his duydu ve tüm vücudu baştan aşağı ateş kesilmişti. Garip bir güç onu teslim aldı, güçlü ve ilkeldi, bunu anlayamıyordu. Hayatı boyunca duyumsadığı tüm güçlerden çok daha kuvvetli bir biçimde işliyordu, sanki yabancı bir ruh bedenini ele geçiriyordu. Elleri ve kollarının yandığını hissederken içgüdüsel olarak ellerini Erec'in göğsüne ve alnına götürdü.
Orada tuttu, daha da ısınıyorlarken gözlerini kapattı. Zihninde belli başlı resimler çakıyordu. Erec'i gençlik haliyle, Güney Adalar'ı terk ederken gördü, gururlu ve asil duruşuyla büyük bir gemide; Lejyon'a girerken; Gümüş'e katılırken, mızrağıyla dövüşüp şampiyonluğunu ilan ederken; düşmanlarını yenerken ve Halka'yı savunurken gördü. Atında dimdik otururken aldığı silueti, parlayan gümüş zırhıyla asalet ve cesaretin vücuda gelmiş haliydi. Onun ölmesine izin veremeyeceğini biliyordu; dünya onun ölmesine müsaade etmeyecekti.
Alistair'in elleri hala daha çok ısınıyordu ve gözlerini açtığında Erec'in gözlerinin kapandığını gördü. Avuçlarından çıkan beyaz bir ışığın Erec'i çevrelediğini de gördü, etrafını sarmış bir hare ile onu sarmalıyordu. Yaralarına, damlayan kana bakarken bunların yavaşça kapandığını gördü.
Erec'in gözleri aniden açıldı, ışıkla dolmuştu ve onda bir şeylerin değiştiğini hissetti. Anlar önce öylesine soğuk olan vücudu ısınmaya başlamıştı. Hayat gücünün geri döndüğünü hissetti.
Erec şaşkınlık ve hayretle ona baktı ve bunu yaparken Alistair gücünü ona aktarırken kendi enerjisinin tükendiğini, kendi yaşam gücünün azaldığını hissetti.
Gözleri kapandı ve Erec derin bir uykuya daldı. Alistair'in elleri soğudu, Erec'in nabzına bakınca normale döndüğünü gördü.
Rahatlayarak içini çekti, onu geri getirdiğini biliyordu. Avuçları titredi, deneyim onu öylesine tüketmişti ki bitkin düşmüştü ancak sevinçliydi.
Teşekkür ederim, Tanrım, diye düşündü öne doğru eğilirken, yüzünü göğsüne koyup sevinç göz yaşları dökerek ona sarıldı. Benden kocamı almadığın için teşekkür ederim.
Alistair ağlamayı kesti ve kafasını kaldırıp bakınca Bowyer'ın kılıcının taş zeminin üstünde durduğunu, kabza ve kılıcının kanla kaplı olduğunu gördü. Bowyer'dan daha önce hiç deneyimlemediği bir tutkuyla nefret ediyordu ve Erec'in intikamını almaya kararlıydı.
Alistair yere eğildi ve kanlı kılıcı aldı, tutarken avuçları kan içinde kalırken onu inceledi. Fırlatmaya ve odanın diğer ucuna doğru atmaya hazırlanırken bir anda kapı ardına kadar açıldı.
Alistair döndü, kanlı kılıç elindeyken düzinelerce askerle birlikte Erec'in ailesinin odaya doluştuğunu gördü. Yaklaşırken, bakışlarını bir Erec’e bir ona çevirdiklerinde yüzlerindeki endişe yerini dehşete bıraktı.
"Ne yaptın?" diye bağırdı Dauphine.
Alistair hiç anlayamadan ona baktı.
"Ben mi?" diye sordu. "Hiç bir şey yapmadım."
Dauphine ona doğru fırtına gibi yaklaşırken dik dik suratına baktı.
"Yapmadın mı?" diye sordu. "En iyi ve en büyük şövalyemizi öldürdün!"
Alistair, hepsinin sanki katil oymuş gibi ona baktıklarını görünce korkuyla onları izledi.
Aşağıya bakınca elindeki kanlı kılıcı, avucunda ve gelinliğindeki kan izlerini gördü ve hepsinin onun yaptığını düşündüklerini anladı.
"Fakat onu ben bıçaklamadım!" diye çıkıştı Alistair.
"Öyle mi?" diye suçladı onu Dauphine. "O zaman elindeki kılıç sihirli bir şekilde mi ortaya çıktı?"
Etrafında toplanırken Alistair odaya baktı.
"Bunu yapan bir adamdı. Savaş alanında ona meydan okuyan bir adam: Bowyer."
Diğerleri şüpheyle birbirlerine baktı.
"Bir adam demek?" diye karşılık verdi Dauphine. "Nerede bu adam o zaman?" diye sordu odaya bakarak.
Alistair adamla ilgili hiç bir iz göremeyince, yalan söylediğini düşündüklerini anladı.
"Kaçtı, "dedi. "Onu bıçakladıktan sonra."
"Kanlı kılıcı nasıl oldu da elinde duruyor?" diye cevapladı Dauphine.
Alistair elindeki kılıca dehşetle baktı, elinden bıraktı, yere tıngırdayarak düşürdü.
"Neden müstakbel kocamı öldüreyim?" diye sordu.
"Sen bir büyücüsün," dedi Dauphine, başında durarak. "Senin türüne güven olmaz. Ah, kardeşim!" dedi Daupine, öne atılıp Erec'in yanında dizlerinin üstüne çöktü ve Alistair'le arasına girdi. Dauphine Erec'i sıkı sıkı tutarak sardı.
"Ne yaptın? "diye inledi Dauphine gözyaşlarına boğulurken.
"Fakat ben masumum!" diye haykırdı Alistair.
Dauphine yüzünde bir nefret ifadesiyle önce Alistair'e sonra tüm askerlerine döndü.
"Tutuklayın onu!" diye emretti.
Alistair ellerini arkasından bağlayan elleri hissederken ayakları üstüne düşmesi için ittirildi. Enerjisi azalmıştı ve muhafızlar bileklerini sırtından bağlarken karşı koyamadı, onu sürüklemeye başladılar. Ona ne olduğuyla kesinlikle ilgilenmiyordu ancak onu sürüklerlerken Erec'ten ayrı olma fikrine katlanamıyordu. Şimdi, ona en çok ihtiyaç duyduğu anda bu olamazdı. Ona verdiği şifa geçiciydi ve biraz daha almaya ihtiyacı vardı, eğer bu şifayı ona veremezse ölebilirdi.
"HAYIR!" diye bağırdı. "Bırakın beni!"
Fakat onu sıradan bir suçlu gibi zincirleyip sürüklerken, çığlıkları sağır kulaklara hiç işlemedi.