Kitabı oku: «Ateş Ülkesi », sayfa 3
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
Romulus donanmanın öncü gemisindeki pruvada, arkasında binlerce İmparatorluk gemisiyle duruyor ve ufka büyük bir tatmin duygusuyla bakıyordu. Tepesinde, ejderha grubu uçuyordu, tiz çığlıkları havayı dolduruyor Ralibar’la savaşıyorlardı. Romulus bu sahneyi izlerken tırabzanı sıkı sıkı kavrıyor, hayvanları Ralibar’a saldırıp onu okyanusa doğru çekip yeniden ve tekrar suyun altında tutarken uzun tırnaklarını tahtaya geçiriyordu.
Romulus keyiften çığlık attı ve ejderhalar okyanustan zaferle Ralibar’dan hiç bir iz olmadan çıkınca tırabzanı öyle sıktı ki tahtalar parçalandı. Romulus ellerini kafasının üstüne kaldırıp öne eğildi avucunda gücün yandığını hissediyordu.
“Gidin ejderhalarım,” diye fısıldadı gözleri parlayarak. “Gidin.”
Kelimeler ağzından dökülür dökülmez ejderhalar döndü ve gözlerini Yukarı Adalar’a diktiler; öne tiz çığlıklar atıp atıldılar, kanatlarını yükseğe kaldırdılar. Romulus onları kontrol ettiğini, yenilmez olduğunu ve evrendeki her şeyi yönetebileceğini hissediyordu. Ne de olsa hala onun ay vaktiydi. Gücü yakında son bulacaktı ama şimdilik dünyada hiç bir şey onu durduramazdı.
Ejderhalar Yukarı Adalar’ı hedef alırken Romulus’un gözleri parıldıyordu, uzakta çığlık çığlığa yollarından kaçışan adamları, erkekleri ve çocukları görüyordu. Alevler aşağı yuvarlanarak inerken, insanlar canlı canlı yakılıyor, tüm ada tek bir alev ve yıkım topu tarafından yutuluyordu; Romulus tüm bunları zevkle izliyordu. Aynı Halka’nın yıkımını izlerken hissettiği gibi bunun da tadını çıkarıyordu.
Gwendolyn ondan kaçmayı başarmıştı—fakat bu sefer kaçacak bir yer yoktu. Nihayet son MacGil de yumruğunun altında sonsuza kadar ezilecekti. Nihayet evrenin en ücra köşelerinde bile zapt altına almadığı bir yer kalmamış olacaktı.
Romulus dönüp omzunun üstünden ufku dolduran devasa donanmasına, binlerce gemisine baktı ve derin bir nefes alıp geriye yaslanırken yüzünü göğe çevirdi, avuçlarını yana doğru havaya kaldırıp zafer çığlığı attı.
BEŞİNCİ BÖLÜM
Gwendolyn koca taştan hapishanenin içinde, halkından onlarca kişiyle beraber duruyor, üstündeki sarsıntıyı ve yangını dinliyordu. Gelen her sesle irkiliyordu. Yer bazen düşmelerine sebep olacak kadar çok sarsılıyordu ve dışarıda koca enkaz parçaları ejderhaların oyuncakları gibi yere fırlatılıyordu. Gümbürtü sesleri ve yansımaları Gwen’in kulaklarında hiç bitmeyecekmiş gibi çınlıyor, sanki tüm dünya yok oluyor hissi veriyordu.
Yer altında hissettikleri ısı ejderhalar sanki nerede saklandıklarını biliyormuş gibi hiç durmadan çelik kapılara ateş püskürürken gittikçe artıyordu. Neyse ki ateşler çelikten geri dönüyordu fakat odaya kara duman yayılıyor nefes almayı daha zor hale getirirken hepsini öksürüğe boğuyordu.
Birden taşın çeliğe çarpmasıyla ortaya çıkan korkunç bir ses duyuldu, Gwen üstteki çelik kapıların bükülüp sallandığını ve neredeyse içeriye kıvrıldığını gördü. Ejderhalar burada olduklarını biliyorlar ve içeri girmek için ellerinden geleni yapıyorlardı.
“Kapılar ne kadar dayanır?” diye sordu Gwen yanında duran Matus’a.
“Bilmiyorum,” diye cevap verdi Matus. “Babam bu yer altı sığınağını düşmanlara karşı koymak için yapmıştı- ejderhalara değil. Çok uzun süre dayanacağını sanmam.”
Gwendolyn odanın ısısı gittikçe artarken ölümün yaklaştığını hissetti sanki yanıp kavrulan bir dünyanın üstünde duruyordu. Dumandan dolayı görmek de zorlaşıyordu ve gümbürtüler tekrar tekrar tepelerinde koparken yer sarsılıyordu, küçük kaya ve toz parçaları kafasından aşağı ufalanıyordu.
Gwen, odayı dolduran insanların korkmuş yüzlerine baktı ve buraya çekilerek kendilerine yavaş bir ölümün kapılarını açmış olup olmadıklarını merak etti. Belki de yukarıda kalıp hemen can veren insanlar daha mı şanslılardı diye düşündü.
Birden bir duraksama oldu, ejderhalar başka yere uçtular. Gwen şaşırdı ve nereye gittiklerini merak etti. Dakikalar sonra, muazzam bir gümbürtü duyuldu ve yer o denli sarsıldı ki herkes yere düştü. Gümbürtü uzaktan gelmişti ve sarsıntıları devam ediyordu sanki kayalar yerlerinden fırlatılıyordu.
“Tirus’un kalesi,” dedi Kendrick yanına gelerek. “Onu yok etmiş olmalılar.”
Gwen tavana baktı ve muhtemelen haklı olduğunu anladı. Başka ne kayaların kayarak bir çığ gibi ilerlemesine sebep olabilirdi ki? Ejderhalar belli ki öfkelenmişlerdi ve adadaki her şeyi yok etmeye kararlılardı. Gwen, sıranın bu odaya gelmesinin an meselesi olduğunu da biliyordu.
Birden gelen sessizliğin ortasında havayı kesen bir bebek ağlaması duyduğunda Gwen şok oldu. Ses sanki göğsüne bıçak saplanmış gibi içini yardı. Elinde olmadan hemen Guwayne aklına geldi, ağlama yukarıda bir yerlerde giderek artarken aklını kaçırmış olan bir yanı Guwayne’in yukarıda onun için ağladığına ikna oldu. Bunun imkansız olduğunu mantığıyla kavrıyordu, oğlu buradan uzakta okyanustaydı. Fakat kalbi yukarıda olmasını diledi.
“Bebeğim!” diye çığlık attı. “Yukarıda. Onu kurtarmalıyım!”
Gwen basamaklara koşarken elinde güçlü bir el hissetti.
Dönüp baktığında kardeşi Reece’in onu tuttuğunu gördü.
“Leydim,” dedi. “Guwayne buradan çok uzakta. Bu başka bir bebeğin ağlaması.”
Gwen bunun doğru olmamasını istiyordu.
“Yine de bir bebek,” dedi. “Orada yalnız başına. Ölmesine izin veremem.”
“Eğer yukarı çıkarsan,” dedi Kendrick öne gelerek duman arasında öksürüp, “arkandan kapıyı kapatmamız gerekir ve orada yalnız başına olursun. Tek başına orada ölürsün.”
Gwen düzgün düşünemiyordu. Zihninde orada hala hayatta olan bir bebek vardı, yalnız başınaydı ve tek bildiği her şeyden öte onu kurtarmak zorunda olduğuydu – bedeli her ne olursa olsun.
Gwen, elini Reece’ten kurtardı ve basamaklara doğru atıldı. Üçer üçer çıkarken kimse ona yetişemeden kapıları kilitleyen metal sopaları geri çekti ve omuz verip avuçlarını kullanarak tüm gücüyle yukarı itti.
Gwen acıyla bağırdı, metal o kadar sıcaktı ki avuçları yanmıştı hemen ellerini çekti, kararlı bir biçimde yenleriyle avuçlarını kapattı ve kapıları ardına kadar itti.
Gwendolyn gün ışığına doğru çıkarken deliler gibi öksürdü, onunla birlikte yer altından kara bir duman çıktı. Yeryüzüne tökezleyerek vardığında, ışığa karşı atıldı ve ellerini gözüne götürüp etrafına baktı. Gördüğü yıkım manzarası karşısında şoka girdi. Sadece bir kaç dakika önce sapasağlam ayakta duran ne varsa tarumar edilmiş, dumanı tüten harap edilmiş bir yığıntıya dönmüştü.
Bebeğin ağlaması tekrar duyuldu, buradan ses daha yüksek geliyordu. Gwen etrafa baktı, kara dumanın dağılmasını bekledi. İşte o sırada avlunun diğer ucunda yerde battaniyeye sarılı olarak yatan bebeği gördü. Yanında ailesi yatıyordu, diri diri yanmışlardı. Bir şekilde bebek kurtulmuştu. Belki de diye düşündü Gwen, mucizevi bir şekilde annesi onu alevlerden korurken öldü.
Aniden Kendrick, Reece, Godfrey ve Steffen yanı başında belirdi.
“Leydim, artık geri dönmelisiniz!” diye yalvardı Steffen. “Burada öleceksiniz!”
“Bebek,” dedi Gwen. “Onu kurtarmalıyım.”
“Kurtaramazsın,” diye ısrar etti Godrey. “Canlı olarak geri dönemeyeceksin.”
Gwen’in artık umuru değildi. Zihni bir şekilde öylesine odaklanmıştı ki tek görebildiği, tek düşünebildiği o çocuktu. Dünyanın geri kalanıyla iletişimini kesmişti ve nefes alması ne kadar gerekli ise bu çocuğu kurtarmasının da o kadar gerekli olduğunu biliyordu.
Diğerleri onu tutmaya çalıştılar ama çok kararlıydı, onlardan kurtuldu ve bebeğe doğru atıldı.
Gwen tüm gücüyle kara duman dalgalarının arasında koşarken, kalbinin göğsünde attığını hissetti, alevler etrafını sarıyordu. Kara duman bir kalkan görevi görüyordu ve şansına ejderhalar onu henüz göremiyordu. Avluyu dumanların arasından geçerken sadece bebeği görüyor, ağlamasını duyuyordu.
Hiç durmadan koşarken ciğerleri patlayacak gibi oluyordu, ama nihayet bebeğe ulaştı. Uzandı ve bebeği kucakladı. Yüzünü incelerken bazı hatlarını Guwayne’inkine benzetmeye çalıştı.
Guwayne olmadığını görünce kalbi sıkıştı, bu bir kızdı. Koca, güzel ve mavi gözleri titreyip çığlık atarken yaşlarla dolmuştu, ellerini yumruk yapmıştı. Gwen yine de bir başka bebeği tuttuğu için sevinçliydi, Guwayne’i uzağa göndermesini bir şekilde telafi ediyor gibiydi. Bebeğin gözlerine kısacık bir bakış attıktan sonra ise parladıklarını ve çok güzel olduklarını gördü.
Duman bulutu kalktı ve Gwendolyn kendini aniden avlunun öte ucunda ağlayan bebekle birlikte açıkta buldu. Yukarı baktı ve neredeyse yüz metre ötede, onlarca vahşi ejderhanın, parlayan koca gözlerini çevirip ona diktiklerini görüyordu. Keyif ve öfkeyle bakışlarını ona sabitlemişlerdi ve Gwendolyn onu öldürmeye hazırlandıklarını görebiliyordu.
Ejderhalar koca kanatlarını çırparak havaya uçtular, bu mesafeden devasa görünürlerken ona doğru gelmeye başladılar. Gwen, orada bebeği tutarak ve asla vaktinde geri dönemeyeceğini bilerek kendini hazırlamaya çalıştı.
Aniden, kılıçların çekilme sesi geldi ve Gwen döndüğünde kardeşleri Reece, Kendrick, Godfrey ile beraber Steffen, Brandt, Atme ve diğer Lejyon üyelerini yanı başında kılıçlarını ve kalkanlarını çekerek onu korumaya geldiklerini gördü. Etrafında bir daire oluştup kalkanlarını yukarı kaldırdılar hepsi onunla birlikte ölmeye hazırdı. Gwen cesaretlerinden dolayı çok duygulanmış ve etkilenmişti.
Ejderhalar üstlerine geldiler, devasa çenelerini açtılar. Hepsini öldürecek o kaçınılmaz ateşe kendilerini hazırlamaya çalıştı Gwen ve yanındakiler. Gwen gözlerini kapattı, babasını gördü, hayatında onun için önemli olan herkesi gördü, onlarla karşılaşmaya hazırdı.
Birden korkunç bir çığlık geldi ve Gwen irkildi, bunun ilk saldırı olduğunu düşündü.
Fakat farklı bir çığlık olduğunu, hatta bunu tanıdığını fark etti, eski bir dostun sesiydi.
Gwen kafasını kaldırınca gökte yalnız başına süzülerek ilerleyen yalnız bir ejderha gördü, ona yaklaşan ejderhalarla savaşmak için acele ediyordu. Bir de üstüne sırtında, dünyadaki her şeyden daha çok sevdiği adamı görünce havalara uçtu:
Thorgrin.
Dönmüştü.
ALTINCI BÖLÜM
Thor, Mycoples’in sırtındayken bulutlar yüzünü kırbaçlıyor, ejderhalar grubuyla girecekleri savaş için acele ederken o denli hızlı ilerliyorlardı ki zar zor nefes alabiliyordu. Thor’un bilekliği bileğinde bir nabız gibi atıyor ve anlamakta zorlandığı yeni bir güçle annesinin onu doldurduğunu hissediyordu. Thor yolculuğu neredeyse hatırlamıyordu, Ruhbanlar Diyarı’nda başlayan seyahatinde kendini aniden burada, Yukarı Adalar’ın üstünde, ejderhaların yuvalarına uçarken bulmuştu. Sanki buraya sihirli bir şekilde ışınlanmıştı, sanki zaman ve mekan aralığından geçerek yolculuk etmişti – sanki annesi onları buraya indirmiş ve imkansızı başarmalarına izin vererek daha önce hiç olmadığı kadar hızlı ve uzağa uçurmuştu. Annesinin ona hız hediye ederek buraya gönderdiğini hissetmişti.
Thor bulutların arasından gözlerini kısarak baktığında devasa ejderhaları gördü, Yukarı Adalar üstünde daireler çizerek dalmaya ve ateş püskürtmeye hazırlanıyorlardı. Thor aşağı baktığında adanın hali hazırda alevlerce yutularak yerle bir edildiğini gördüğünde kalbi sızladı. Hayatta kalmayı başaran birilerinin olup olmadığını merak ederken bunun nasıl başarılabileceğinden emin olamadı. Çok mu geç kalmıştı?
Fakat Mycoples alçaldığında ve daha yakına inerken Thor’un gözleri tek bir kişiye takıldı, onu bir mıknatıs gibi çekerek bu kargaşanın ortasında öne çıkan biri: Gwendolyn.
İşte oradaydı, müstakbel karısı, gururla avluda korkusuzca duruyor, bir bebeği tutuyordu, etrafı Thor’un sevdiği insanlarla çevrildiydi, hepsi onu kuşatmış, ejderhalar saldırıya geçmek için alçalırken kalkanlarını göğe kaldırmışlardı. Thor ejderhalar koca çenelerini açıp da alevlerini püskürtmeye hazırlanırken Thor görüntüyü dehşetle izledi sadece bir an sonra alevler Gwendolyn’i ve sevdiği tüm dostlarını yutacaktı.
“AŞAĞI DAL!” diye bağırdı Thor Mycoples’e.
Mycoples’in cesaretlendirilmeye ihtiyacı yoktu, Thor’un hayal edebildiğinden bile daha hızlı daldı aşağıya; o denli hızlıydı ki nefes alamadı ve neredeyse tepe taklak aşağı inerken hayatı buna bağlıymış gibi Thor Mycoples’e tutundu. Kısa süre sonra Gwendolyn’e saldırmak üzere olan üç ejderhaya yetişti ve koca bir kükremeyle çenesini ardına kadar açtı, pençelerini önüne alıp hazırlıksız yakalanan yaratıklara saldırdı.
Mycoples ejderhalara çarpınca onu taşıyan alçalma hızıyla sırtlarına atladı; birini pençeledi, diğerini ısırdı ve üçüncüsünü de kanatlarıyla itti. Onları ateşlerini püskürtmeden tam önce durdurdu ve yüzü koyun yere fırlattı.
Hepsi beraber yere çarptıklarında kocaman bir gümbürtü koptu ve Mycoples onları yüzü koyun yere fırlatırken toz bulutları havalandı; o kadar derine gömülmüşlerdi ki sadece arka pençeleri açıkta kalmıştı. Yere değdiklerinde Thor döndü ve Gwendolyn’in şok olmuş yüzünü gördü işte o anda Tanrı’ya onu tam zamanında kurtarabildiği için dua etti.
Büyük bir kükreme duyuldu ve Thor dönüp göğe baktı ve saldırıya geçmek için saldıran diğer ejderhaları gördü.
Mycoples çoktan dönüp havalanmıştı bile, korkusuzca ejderhalara doğru yönelerek saldırısına başlamak üzereydi. Thor silahsız olsa bile hayatı boyunca girdiği savaşlardan çok farklı hissediyordu: hayatında ilk kez silahlara ihtiyacı olmadığını hissediyordu. İçindeki gücü çağırıp ona güvenebileceğini biliyordu. Gerçek güce. Annesinin içine saldığı güce.
Ona yaklaşırlarken Thor bileğini kaldırdı, altın bilekliğini hedef gösterdi ve ortasındaki siyah elmastan bir ışık yayıldı. Grubun tam ortasında, onlara en yakın olan ejderha sarı bir ışıkla çevrelendi ve ışık onu geriye fırlattı, ejderha havada yukarıya doğru uçarak diğerlerine şiddetle çarptı.
Mycoples öfkeyle en büyük zararı vermeye kararlı bir halde ejderhaların ortasına korkusuzca dalarak önüne çıkanlarla savaştı; onları pençeledi, birine dişlerini geçirip, diğerini fırlattı ve aralarından kendine bir yol açarak bir çoğuna da arkalarından saldırdı. Birine cansız bir halde yere düşene kadar kesinlikle göz açtırmadı; ejderha sanki gökten düşen koca bir kaya gibi zemine düştü ve yere çarparak sarsıntıya sebep oldu. Thor durduğu yerden bile darbeyi duyabiliyordu ne de olsa ardından bir sarsıntı daha yaratmıştı.
Thor aşağı bakınca Gwen’in ve diğerlerinin saklanmaya koştuklarını gördü, ejderhaların tümünü bu adadan, Gwendolyn’den uzağa sürerek onlara kaçışları için alan açması gerektiğini biliyordu. Eğer ejderhaları okyanusa sürebilirse onları yönlendirebilir ve savaşa orada devam edebilirdi.
“Açık denize!” diye bağırdı Thor.
Mycoples emrini yerine getirdi, döndüler ve ejderhaların yuvalarına doğru denizin diğer tarafına geçtiler.
Thor, kükreme sesini duyunca döndü ve alevler ona yetişmekte iken uzaktan sıcaklığını hissetti. Planının işe yaradığını gördüğü için memnundu: tüm ejderhalar Yukarı Adalar’ı terk etmişler ve açık denizde onu takip ediyorlardı. Thor uzaktan aşağıda Romulus’un donanmasının denizi bir battaniye gibi örttüğünü gördü artık ejderhalarla verdiği bu savaştan hayatta kalarak çıksa bile daha karşılaşması gereken milyonlarca adama sahip bir orduya direnmesi gerekeceğini biliyordu. Fakat en azından onlara biraz zaman kazandıracaktı.
En azından Gwenoldyn kaçmayı başarabilecekti.
*
Gwen tarumar edilmiş alev alev yanan avlunun, Tirus’un avlusundan geriye kalanların arasında bebeği hala tutarak duruyor, göğe şaşkınlık, rahatlama ve üzüntü duygularıyla birlikte bakıyordu. Kalbi Thor’u, hayatının aşkını, canlı olarak ve üstelik de Mycoples’le beraber yeniden gördüğü için heyecanla atıyordu. O burada olunca, bir yanının yeniden doğduğunu hissetti, sanki her şey mümkündü. Uzun zamandır hissetmediği bir şeyi hissediyordu: yeniden yaşama isteği.
Ejderhalar dönüp geriye uçmaya başlayınca Gwendolyn’in adamları yavaşça kalkanlarını indirdiler, nihayet Adalar’ı terk ederek açık denize yöneliyorlardı. Gwen etrafına baktı ve bıraktıkları yıkımı, koca enkaz yığınlarını, etrafı saran alevleri ve geriye yatan cansız ejderhaları gördü. Sanki savaşla tarumar edilmiş bir ada gibiydi.
Gwen bir de yakında cansız yatan ve muhtemelen bebeğin ailesi olan kişileri gördü, tam olarak Gwen’in bebeği bulduğu yerdelerdi. Gwen bebeğin gözlerine baktı ve dünyada ona kalan tek şeyin bu bebek olduğunu fark etti. Ona sıkıca sarıldı.
“İşte fırsat bu, leydim!” dedi Kendrick. “Hemen burayı boşaltmalıyız!”
“Ejderhaların aklı meşgul,” diye ekledi Godfrey. “En azından şimdilik. Kim bilir ne zaman dönerler, bu yeri hemen terk etmeliyiz.”
“Fakat Halka yıkıldı,” dedi Aberthol. “Nereye gideceğiz?”
“Burası hariç her hangi bir yere,” diye cevapladı Kendrick.
Gwen söylediklerini duyuyordu ve fakat zihni sanki burada değildi bunun yerine döndü ve göğe bakarak uzakta savaşan Thor’a özlemle baktı.
“Thorgrin’e ne olacak?” diye sordu. “Onu burada yalnız mı bırakalım?”
Kendrick ve diğerleri yüzlerini ekşittiler, yüzleri hayal kırıklığıyla doluydu. Bu düşüncenin onları da rahatsız ettiği belliydi.
“Eğer elimizden gelse Thorgrin ile birlikte ölümüne savaşırız leydim,” dedi Reece. “Ama bunu yapamayız. O göklerde, denizin üstünde ve buradan uzakta. Hiçbirimizin ejderhası yok. Onun gücüne de sahip değiliz. Ona yardım edemeyiz. Şimdi sadece yardım edebileceklerimize yardım etmeliyiz. Thor bunun için her şeyini feda etti. Thor bunun için canını riske attı. Bize verdiği bu fırsatı kullanmalıyız.”
“Gemilerimizden kalanlar hala adanın diğer ucunda duruyor,” diye ekledi Srog. “O gemileri oraya saklamak çok akıllıcaydı. Şimdi onları kullanmalıyız. Halkımızdan geriye kim kaldıysa, bu yeri ejderhalar dönmeden onlarla birlikte terk etmeliyiz.”
Gwendolyn’in aklı karmaşık hislerle doluydu. Gidip Thor’u kurtarmayı deli gibi istiyordu ama aynı zamanda, burada tüm bu insanlarla onu beklemek ona yardımcı olmayacaktı. Diğerleri haklıydı: Thor güvenli bir yere çıkmaları için hayatını tehlikeye atmıştı. Eğer henüz vakti varken Gwendolyn bu insanları kurtarmak için elinden geleni yapmazsa Thor’un tüm eylemleri boşa çıkacaktı.
Gwen’in zihninde bir düşünce daha kara kara dolanıyordu. Eğer şimdi buradan ayrılıp da açık denize giderlerse, belki ve bir ihtimal onu bulabilirlerdi. Oğlunu yeniden görebilme düşüncesi onu yeni bir yaşama iradesiyle doldurdu.
Nihayet, Gwen kafasını salladı, bebeği tutarak hareket etmeye hazırlandı.
“Tamam,” dedi. “Gidip oğlumu bulalım.”
*
Ejderhaların kükreyişleri Thor’un arkasında gittikçe artıyordu, Thor ve Mycoples denizde daha uzağa açılırken bir grup onları kovalayarak daha yakına geliyorlardı. Thor sırtına doğru bir alev dalgasının onları kuşatmak üzere olduğunu hissetti ve eğer hemen bir şeyler yapmazsa öleceklerini anladı.
Thor gözlerini kapattı, artık içindeki gücü çağırmaktan korkmuyordu, fiziksel silahlara bel bağlaması gerekliliği hissi artık yoktu. Gözlerini kapatınca Ruhbanlar Diyarı’ndaki zamanını , ne kadar güçlü olduğunu, zihniyle etrafındaki her şeye nasıl etki edebildiğini hatırladı. İçindeki gücü ve fiziksel evrenin sadece zihninin bir uzantısı olduğunu anımsadı.
Thor zihin gücünün yüzeye çıkmasını emretti ve arkasında ateşe karşı kalkan oluşturup onu koruyacak koca bir buz duvarı olduğunu hayal etti. Tamamen koruyucu bir balonun içerisinde olduğunu, onun ve Mycoples’in, ejderhaların ateş duvarına karşı emniyette olduklarını imgeledi.
Thor gözlerini açtı, soğuğun onu çevrelediğini ve etrafındaki devasa buz duvarını görünce şaşkına döndü, tam hayal ettiği gibi üç adım kalınlığında parlak maviydi. Döndü ve ejderhaların ateşlerinin yaklaşmasını ve buz duvarında durarak bir tıslama sesiyle koca buhar bulutları oluşturmasını izledi. Ejderhalar öfkelenmişti.
Thor, buz duvarı eriyince etrafında dolandı ve ileride uzanan ejderhaların tam ortalarına yönelmeye karar verdi. Mycoples korkusuzca ejderhaların arasına daldı, saldırmasını beklemedikleri belli oluyordu.
Mycoples öne atıldı, pençelerini uzattı, çenesiyle bir ejderhayı tuttu, döndürüp fırlattı; ejderha döne döne kontrolden çıktı ve tam okyanusun ortasına aşağı doğru büyük bir hızla savrularak düştü.
Yeniden toparlanamadan Mycoples çenesini yan tarafına geçiren başka bir ejderha tarafından saldırıya uğradı. Mycoples çığlık attı ve Thor hemen davranarak Mycoples’in sırtından zıplayıp diğer ejderhanın burnuna geçti ve kafası üstünde koşarak sırtına kendini yerleştirdi. Ejderha Mycoples’e saldırmaya devam ederken Thor’u deliler gibi sırtından atmak için debeleniyordu ve Thor bu vahşi ejderhayı kontrol etmeye çalışırken hayatı pahasına tutunuyordu.
Mycoples öne atıldı ve çenesiyle diğer ejderhanın kuyruğunu sıkıştırarak onu bedeninden ayırdı. Ejderha çığlık atarak okyanusa düşmeye başladı fakat bunu yapar yapmaz Mycoples’in üstüne çok sayıda başka ejderha daha çullandı ve dişlerini bacaklarına geçirdiler.
Bu arada Thor onu kontrol etmeye kararlı halde hayatı pahasına ejderhaya tutunuyordu. Sakin kalmaya ve her şeyin sadece zihin meselesi olduğunu kendine hatırlatmaya çalıştı. Bu antik ve kadim canavarın damarlarında dolaşan öfkesini ve muazzam gücünü hissediyordu. Gözlerini kapayınca, direnmeyi bıraktı ve onunla uyumlandığını hissetti. Kalbini ve nabzını zihninde duyumsadı. Onunla bir olduğunu hissetti.
Thor gözlerini açtı, ejderha da açtı artık farklı bir renkle parıldıyorlardı. Thor dünyayı ejderhanın gözlerinden görüyordu. Bu ejderha, bu vahşi yaratık Thor’un bir uzantısı haline gelmişti. Gördüklerini Thor da görüyordu, Thor emretti o da dinledi.
Ejderha, Thor’un emriyle Mycoples’i bıraktı ve kükreyip öne atılarak dişlerini Mycoples’e saldıran üç ejderhaya geçirdi ve onları parçaladı.
Diğer ejderha hazırlıksız yakalanmıştı, elbette ki kendilerinden birinin ona saldırmasını hiç beklemiyordu. Kendilerine henüz gelemeden Thor altındaki ejderhayı kullanıp enselerine saldırtarak yarım düzine kadar ejderhanın canına okumuştu bile. Onları hiç farkında olmadan sırasıyla yaralıyordu. Thor üçüne daha saldırdı ve ejderha kanatlarını ısırıp enselerinden hasar vererek denize düşmelerini sağladı.
Thor aniden yandan saldırıya uğradığında bunun olacağını görmemişti, ejderha çenesini açtı ve dişlerini Thor’a sapladı.
Thor uzun ve tırtıklı dişler kaburgasını delip ejderhanın üstünden atarak havada uçmasını sağlayarak düşürdü. Okyanusa doğru yaralı bir şekilde bodoslama düştüğünü hissederken ölmek üzere olduğunu fark ediyordu.
Gözünün ucuyla Thor, Mycoples’in alta doğru alçaldığını fark etti, sonrasında tek hatırladığı Mycoples’in sırtında olduğu ve eski dostu tarafından kurtarıldığıydı. İkisi yeninden birlikteydi ve ikisi de yaralıydı.
Thor batan kaburgasıyla zor nefes alarak verdikleri zararı kontrol etti: onlarca ejderha artık ölü ya da yaralı halde okyanusun üstünde yüzüyordu. İki başlarına iyi iş çıkarmışlardı, hayal ettiklerinden bile iyiydi.
Fakat Thor bir başka korkunç çığlık daha duyunca kafasını kaldırdı ve onlarca ejderhanın hala hayatta olduğunu gördü. Nefes almaya çalışırken Thor mertçe bir savaş verdiklerini ama kazanma şanslarının çok az olduğunu fark etti. Yine de hiç tereddüt etmeden korkusuzca yukarı çıkarak onlara meydan okumak için karşılarına çıktı.
Mycoples tiz bir ses çıkarıp, Thor’a alevlerini püskürtenlere karşılık verdi. Thor ise yeniden güçlerini kullanıp ejderha alevlerinin ona ulaşmasını engellemek için yeni bir buz duvarı dikti. Gruba hamlesini yaparken ejderhalara saldırıp, onları pençeleyen ve hayatı pahasına savaşan Mycoples’e tutundu. Mycoples yaralandı ama bu onu yavaşlatmadı ne de olsa etrafındaki tüm ejderhaları sakatlıyordu. Thor ona katılarak bilekliğini kaldırdı ve sırasıyla ejderhaları hedef alırken beyaz bir ışık topu ileri atıldı, Mycoples savaşını verirken bir bir tüm ejderhaları yere serdi.
Thor ve Mycoples durmadan her tarafları yara bere içinde, kana bulanmış ve bitkin halde savaştılar.
Yine de geriye onlarca ejderha kalmıştı.
Thor bilekliğini kaldırdığında, gücün azaldığını ve hatta kendi gücünün çekildiğini hissetti. Kuvveti vardı biliyordu ama henüz yeterli değildi, maalesef sonuna kadar savaşa devam edemeyeceğini biliyordu.
Thor yukarı bakınca yüzündeki koca kanatları ve onları takip eden uzun ve keskin pençeleri gördü, Mycoples’in boğazını delmelerini çaresizce izledi. Ejderha Mycoples’i kavradığında, kuyruğuna çenesini geçirerek onu bir tur döndürüp fırlatırken Thor hayatı pahasına tutunuyordu.
Thor, havada Mycoples’le beraber savrulurken dayandı, Mycoples döne döne uçarken kontrolsüz bir biçimde okyanusa doğru diklemesine inişe geçtiler.
Suya düştüklerinde Thor hala tutunuyordu, ikisi suyun yüzünden dibine doğru çakıldılar. Thor su altında debelendi ve sonra hızı durdu. Mycoples dönüp yukarıya, güneş ışığına doğru yüzmeye başladı.
Yüzeye çıktıklarında Thor nefes nefese kalmıştı, buz gibi sularda çırpınırken hala Mycoples’e tutunuyordu. İkisi su yüzünde debelenirken Thor yanına baktı ve asla unutamayacağı bir görüntüyle karşılaştı: su üstünde,hemen yanı başında, gözleri açık ve cansız bedeniyle çok sevdiği bir ejderha yatıyordu: Ralibar.
Mycoples aynı anda gördü, içinde bir şey ona galip geldi, Thor’un daha önce hiç görmediği bir şey: korkunç bir keder çığlığı atarak, kanatlarını yükseğe kaldırıp sonuna kadar gerdi. Korkunç bir inlemeyle haykırırken bütün vücudu sallandı ve evreni titretti. Thor gözlerinin değiştiğini, hep farklı renklerde parlayarak nihayetinde parlak, sarı ve beyaz renklere döndüğünü gördü.
Mycoples döndü, farklı bir ejderha olarak onlara gelen ejderhalar grubuna doğru kafasını kaldırıp baktı. Thor, Mycoples'in içinde bir şeylerin harekete geçtiğini hissetti. Yası öfkeye dönüştü ve yerini Thor'un daha önce hiç görmediği bir güce bıraktı. Ruhu ele geçirilmiş bir ejderhaydı.
Mycoples göğe aceleyle çıktı, yaraları kanıyordu ama bunu hiç umursamıyordu. Thor da içinde yeni bir enerji patlaması ve intikam arzusu hissetti. Ralibar yakın arkadaşı olmuştu, hepsi için hayatını tehlikeye atmıştı ve Thor yanlışları düzeltmeye kararlı hissediyordu.
Onlara doğru giderken Thor, Mycoples’ten atladı ve en yakın ejderhanın burnuna inerek ona sarıldı ve etrafından dolanarak çenesini tuttu ve sıkı sıkı kapattı. İçinde kalan tüm gücü çağırarak ejderhayı havada döndürüp tüm gücüyle fırlattı. Ejderha uçtu ve havadaki diğer iki ejderhayı da önüne katıp üçü birlikte aşağıdaki okyanusa kükreyerek düştüler.
Mycoples döndü ve Thor düşerken onu tuttu, kalan ejderhalara doğru uçarken Thor Mycoples’in sırtına indi. Kükremelerini kendininkiyle karşılarken daha güçlü ısırıyor, daha hızlı uçuyor ve daha derinden yaralıyordu. Ejderhalar Mycoples’i ne kadar yaralarlarsa o kadar az farkına varıyordu. Bir yıkım dalgası haline gelmişti, Thor da öyleydi ve işleri bittiğinde Thor gökyüzünde onları karşılayacak başka ejderhanın kalmadığın fark etti: hepsi gökten okyanusa ya yaralı ya ölü halde düşmüştü.
Thor Mycoples’le havada yalnız başına uçarken buldu kendini, düşmüş ejderhaların üstünde daire çizip sonuca bakıyorlardı. İkisi de zor nefes alırken her taraflarından kan damlıyordu. Thor, Mycoples’in ölmek üzere olan bir ejderhanın nefes alıp verişine şahit olduğunu biliyordu- ağzından akan damlaları görebiliyordu, her nefesi ona ölümü tattıran bir acıydı.
“Hayır arkadaşım,” dedi Thor göz yaşlarına hakim olarak. “Ölemezsin.”
Zamanım geldi, dediğini duydu Thor. En azından haysiyetlimle ölüyorum.
“Hayır,” diye ısrar etti Thor. “Ölemezsin!”
Mycoples kan kustu, kanat çırpışları zayıflarken okyanusa doğru batarak yol almaya başladı.
İçimde son bir mücadele gücü daha kaldı, dedi Mycoples. Son anlarımın kahramanca olmasını istiyorum.
Mycoples yukarı baktı ve Thor bakışlarını takip edince Romulus’un ufukta uzanan gemi donanmasını gördü.
Thor kederle başını salladı. Mycoples’in ne istediğini biliyordu. Son nefesini son bir büyük savaşta vermek istiyordu.
Kötü yaralı olan Thor zor nefes alıyordu sanki o da buradan sağ çıkamayacak gibi hissediyor ama o yöne doğru gitmek istiyordu.Annesinin kehanetlerinin doğru çıkıp çıkmayacağını merak etti. Kendi kaderini değiştirebileceğini söylemişti. Değiştirmiş miydi? Şimdi ölecek miydi?
“O zaman gidelim dostum,” dedi Thorgrin.
Mycoples korkunç bir çığlık attı ve ikisi Romulus’un donanmasına doğru ilerleyerek aşağıya yöneldiler.
Thor rüzgarı, saçları ve yüzünden geçen bulutları hissederken bir savaş çığlığı patlattı. Mycoples öfkesine eş bir çığlık attı ve ikisi aşağı daldılar. Mycoples koca çenesini açtı ve sırayla bir gemiden diğerine ateş püskürdü.
Kısa süre sonra denizler üstüne bir ateş duvarı yayıldı, gemiler sırayla alevler tarafından yutuldu. Önlerinde binlerce gemi duruyordu ancak Mycoples durmak bilmeden çenesini açıyor ve birbiri ardına alev bulutları gönderiyordu. Alevler sanki birbirinden kopmadan devam eden bir zincir gibiydi, adamların çığlıkları yukarıya taşınıyordu.
Mycoples’in alev gücü azalmaya başlamıştı, kısa süre sonra nefes verdiğinde sadece küçük bir ateş çıkıyordu. Thor altında Mycoples’in öldüğünü biliyordu. İyice aşağı indi, artık alev püskürtemeyecek kadar zayıftı fakat vücudunu bir silah olarak kullanmak için güçten henüz düşmemişti. Alev püskürtmek yerine katı pullarıyla hedef alıp gökten düşen bir meteor gibi gemilere doğru alçaldı.
Mycoples gemilere inerken Thor kendini güçlendirerek tüm kuvvetiyle ona tutundu, çatırdayan tahta sesleri havayı doldurdu. Bir gemiden diğerine, öne arkaya ilerleyerek donanmayı yok ediyordu. Thor her yönden ona doğru gelen, parçalanan tahtalardan kendini sakınmaya çalışıyordu.
Nihayet Mycoples’in daha fazla gidecek gücü kalmamıştı. Donanmanın tam ortasında durup suların üstüne indi. Bir çok gemiyi yok etmiş olsa da etrafı binlercesiyle hala çevriliydi. Thor su üstünde sırt üstü süzülürken cılız nefes alıyordu.
Kalan gemiler yönlerini onlara çevirdi. Kısa süre sonra gök karardı ve Thor büyük bir ıslık sesi duydu, yukarı baktığında ona doğru gelen oklardan oluşan bir gökkuşağı gördü. Aniden saklanacak bir yeri olmadığı için oklar tarafından delik deşik edildiğinden korkunç bir acı duydu. Mycoples de oklarla delinmişti ve dalgaların arasında hayatlarının savaşını vermiş olan bu büyük iki kahraman batmaya başlamıştı. Ejderhaları ve İmparatorluk donanmasının çoğunu yok etmişlerdi. Bir ordunun yapabileceğinden fazlasını gerçekleştirmişlerdi.
Fakat şimdi geriye bir şey kalmamıştı, öleceklerdi. Thor art arda oklarla delinirken gittikçe daha derine batıyordu ve ölmeye hazırlanmaktan başka yapacak bir şeyi olmadığını biliyordu.
Ücretsiz ön izlemeyi tamamladınız.