Kitabı oku: «Büyülü Gökyüzü », sayfa 2
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
Reece lav çukurunun kenarında dururken altında şiddetle sarsılan yüzeye inanamayarak bakıyordu. Az önce yaptığı şeyi henüz atlatabilmiş değildi. Kader Kılıcı'nı çukura taşımaktan ve kayayı serbest bırakmaktan ötürü kasları hala ağrıyordu.
Az önce Halka'daki en güçlü silahı yok etmişti. Efsane silahı, nesiller boyunca atalarının olan kılıcı, seçilmiş kişinin silahı, Kalkan'a karşı duran tek silahı yok etmişti. Eriyen ateş çukurunun içine atmıştı ve kendi gözleriyle büyük kırmızı bir ateş topuna dönüşüp eriyerek bir hiçliğe yok oluşunu izlemişti.
Sonsuza kadar yok olmuştu.
O andan itibaren yüzey sarsılmaya başlamış ve hiç durmamıştı. Reece dengesini kurmakta zorlanıyordu. O da diğerleri gibi çukurun kenarından geriye doğru çekildi. Sanki dünya etrafında parçalanıyor gibi hissediyordu. Ne yapmıştı? Kalkan'ı mı yok etmişti? Ring? Hayatının en büyük hatasını mı yapmıştı?
Reece başka seçeneği olmadığını söyleyerek kendini ikna etti. Kaya ve kılıç, bu dehşet verici yaratıklardan kaçabilmek adına duvara tırmanırken taşıyabilmeleri için çok ağırdı. Çaresiz bir durumda kalmıştı ve belki başka bir zaman çok kötü bir karar olabilecekken o an için en iyi seçenek oydu.
Bu çaresiz durumlarında bir değişiklik yoktu henüz. Reece etrafında müthiş çığlıklarla birlikte, binlerce yaratığın sinir bozucu bir şekilde dişlerini gıcırdatarak aynı anda gülmelerinden ve hırlamalarından çıkan sesler duyuyordu. Bir çakal ordusunu andırıyorlardı. Açıkça, Reece onlara karşı çok öfkelenmişti ve onlar için çok değerli olan nesneyi çalmıştı. Şimdi hepsi de kendilerini, bunu ona ödetmeye adamış gibi görünüyorlardı.
Daha önce de bunun gibi kötü durumlar yaşanmış olsa da, bu onlardan bile daha kötüydü. Reece diğerlerine baktı: Elden, Indra, O’Connor, Conven, Krog ve Serna. Hepsi de dehşet içinde lav çukuruna bakıyorlardı. Reece sonra kafasını çevirdi ve çaresizce etrafına bakındı. Binlerce Faw, her bir yönden yaklaşıyordu. Reece kılıcı kurtarmayı başarmıştı ama bunun sonrasını düşünmemişti. Kendisini ve diğerlerini tehlikeden nasıl kurtaracağını düşünmemişti. Hala etrafları tamamen sarılmış durumdaydılar ve gidecek hiçbir yerleri yoktu.
Reece bir çıkış yolu bulmada kararlıydı ve hepsinin kafasını kılıçla keserek en azından daha hızlı hareket edebilirlerdi.
Reece kılıcını çekti ve bir halka gibi sallayarak havayı deldi. Neden oturup bu yaratıkların kendilerine saldırmalarını beklesinler ki? En azından aşağıya inip savaşabilirdi.
“SALDIRIN!” diye haykırdı Reece diğerlerine.
Hepsi birden silahlarını çekti ve Reece’in arkasına toplandı. Reece lav çukurunun kıyısından hızlıca Fawların en kalabalık olduğu yere doğru ilerlerken onu takip ediyorlardı. Reece kılıcını her şekilde sallıyor ve yaratıkları sağlı sollu öldürüyordu. Onun yanında Elden, baltasını kaldırıp aynı anda iki kafa birden götürdü. O sırada O’Connor yayını çıkarmış yolda karşısına çıkanların hepsine ateş atıyordu. Indra, kendini ileri doğru atarak küçük kılıcıyla aynı anda ikisini kalbinden vurdu. Conven ise kılıçlarının ikisini de çıkarmış, deli gibi haykırıyor ve her yönden gelen Fawları vahşice öldürüyordu. Serna asasını ustaca kullanıyor ve Krog da mızrağıyla arka kanadı koruyordu.
Onlar birleşmiş bir savaş makinesiydi. Tek olarak savaşıyor ve çaresizce kaçmaya çalışırken önlerindeki kalabalığı yararak hayatları için savaşıyorlardı. Reece daha yüksek bir yüzeye çıkabilmek için oları küçük bir tepeliğe yönlendirdi.
Tepeye çıkarlarken kaydılar. Yüzey hala sallanıyordu, yokuş çamurlu ve dikti. Biraz hız kaybettiler ve o sırada birkaç Faw Reece’in üzerine atlayıp pençelerini geçirip ısırmaya başladı. Reece de hemen eğilip onları yumrukladı. Kolay pes etmiyorlardı ve Reece’e yapışmışlardı. Yine de onları başından atmayı başardı ve tekrar saldırmalarına izin vermeden kılıcı saplayarak işlerini bitirdi. Yaralanmış ve darbe almış bir halde Reece savaşmaya devam etti. Hepsi de tepeye tırmanıp bu yeren kaçabilmek için hayatları uğruna savaşmaya devam ediyordu.
Nihayet tepeliğe ulaştıklarında, Reece bir anlığına rahatladı. Orada durdu, havayı içine çekti ve uzakta önü kalın bir sis tarafından kaplanmış olan kanyon duvarını görür gibi oldu. Onun orada olduğunu biliyordu. Hayatlarını kurtarabilmek için oraya varmak zorunda olduklarını biliyordu.
Reece omuzlarının üzerinden arkaya baktı ve binlerce Fawun tepeye doğru koştuklarını gördü. Uğuldayarak, dişlerini gıcırdatarak ve her zamankinden güçlü ve korkunç bir şekilde ses çıkararak geliyorlardı. Onların kaçmalarına izin vermeyeceklerini biliyordu.
“Ya ben ne olacağım?” diye bir haykırış deldi geçti havayı.
Reece dönüp baktığında arka tarafta Centra’yı gördü. Fawların liderinin yanında boğazına bıçak tutulmuş bir şekilde tutsak edilmişti.
“Beni bırakmayın!” diye çığlık attı. “Beni öldürecekler!”
Reece orada alevler saçarcasına gergin bir şekilde duruyordu. Tabi ki, Centrawas haklıydı. Onu öldüreceklerdi. Onu orada bırakamazdı, Reece’nin onur anlayışına aykırıydı. Her şeyden öte, Centra ihtiyaç duydukları yardımı onlara etmişti.
Reece orada duruyordu. Tereddütteydi. Başını çevirdi ve uzakta çıkış yolları olan kanyon duvarını gördü.
“Onun için geri dönemeyiz!” dedi Indra, heyecanlı bir şekilde “Hepimizi öldürecekler!”
O sırada ona doğru yaklaşan bir Faw-u tekmeleyerek geriye itti. Sırtının üzerinden kayarak aşağıya düştü.
“Kendi hayatlarımızı kurtarabilirsek şanslı sayılırız!” dedi Serna.
“O bizden biri değil!” dedi Krog. “Grubumuzu onun için tehlikeye atamayız!”
Reece orada duruyordu, düşünüyordu. Fawlar yaklaşıyordu ve bir karar vermek zorunda olduğunu biliyordu.
“Haklısın.” diye kabul etti Reece. “O bizden biri değil. Ama bize yardım etti. O iyi bir adam. Tüm o yaratıkların eline bırakamam onu. Arkada hiçbir adam kalmayacak!” dedi kararlı bir şekilde.
Reece eğime doğru ilerlemeye başladı. Centra için geri dönüyordu ama gitmeden önce Conven aniden gruptan ayrıldı ve saldırıya geçti. Çamurlu yamaçta kayıyor düşüyor, ama ilerledikçe Fawları sağlı sollu öldürüyordu. Umursamaz bir şekilde geldiklere yere gri dönüyordu ve kendini Faw kalabalığın içine atıyordu. Bir şekilde de dimdik bir kararlıkla yolunu açabilmeyi başarıyordu.
Reece de hemen atağa geçti arkasından.
“Geri kalanlar burada kalsın! Bizim dönmemizi bekleyin!” diye bağırdı giderken.
Reece Conven’in izinden gidiyor, sağlı sollu Fawları öldürüyordu. Sonunda Conven’i yakaladı ve ona desteğe girdi. İkisi de Centra’ya giden dağ yolu boyunca önüne çıkan her şeyle savaşıyorlardı.
Reece, korku dolu kocaman gözlerle onları izleyen Centra’ya doğru gitmek için savaşırken, Conven Faw sürüsünün içine girerek ileriye doğru saldırıyordu. Bir Faw, Centra’nın boğazını kesmek için hançerini kaldırdı ama Reece ona bu şansı vermedi. İleriye doğru atladı, kılıcını kaldırdı, hedefini aldı ve tüm gücüyle kılıcı sapladı.
Kılıç, Faw Centra’yı öldürmeden bir saniye önce havada uçarak takla attı ve Fawun tam boğazına sapladı. Centra, yukarı bakıp sadece az ötesinde neredeyse yüzüne değecek olan ölü Fawu görmesiyle haykırıyordu.
Reece’i şaşırtan şey ise, Conven Centra’ya gitmemişti. Onun yerine küçük tepeye doğru koşmaya devam etmişti. Reece yukarı baktı ve ne yaptığını görünce dehşete düştü. Conven intihara meyilli gibi davranıyordu. Liderlerini çevreleyen Faw grubuna doğru ilerlemişti. Bu lider yüksek bir platformda oturup savaşı yukarıdan izliyordu. Conven karşısına çıkanları sağlı sollu öldürmüştü. Bunu beklemiyorlardı ve her şey çok hızlı gelişmişti. Reece, Conven’in liderlerini hedef aldığını fark etti.
Conven iyice yakınlaştı, havaya atlayıp kılıcını kaldırdı. Liderleri tam durumu fark etmiş ve kaçmaya çalışırken Conven tam kalbine sapladı kılıcı. Lider titremeye başladı ve aniden binlerce feryat sesi yükselmeye başladı. Bütün Fawlar sanki kendilerine saplanmış gibi feryat ediyordu. Sanki aynı sinir sistemini paylaşıyorlarmış gibi ve bunu Conven yapmıştı.
“Bunu yapmamalıydın” dedi Reece Conven’e doğru dönerken. “Şimdi bir savaş başlattın”
Reece dehşet içinde izlerken, küçük bir tepe bir anda patladı ve içinden binlerce ve binlerce Faw, karınca höyüğünden çıkan karıncalar gibi belirmeye başladı. Reece işte o an, Conven’in kraliçe arıyı öldürdüğünü fark etti. Bu şeyler hiddetle tahrik edilmişlerdi. Hepsi de dişlerini gıcırdatıyor ve Reece, Conven ve Centra’ya doğru saldırıya geçerken yüzey yine onların adımlarıyla yerinden sallanıyordu.
“KAÇ!” diye haykırdı Reece.
Reece, şok içinde donakalan Centra’yı iterek hep birlikte geri dönüp diğerlerinin yanına doğru koşmaya başladılar. Aynı zamanda çamurlu yamaca karşı koymaya çalışıyorlardı. Reece sırtına bir Fawuın sıçradığını hissetti ve Reece’i yere yatırdı. Ayak bileklerinden çekip eğime doğru sürükledi ve dişlerini boğazına doğru uzattı.
Reece’in kafasının üzerinden bir ok geçti ve okun sert çarpma sesi duyuldu. Reece başını kaldırdığında, tepenin başında elinde yayla O’Connor’ı gördü.
Conven arkalarını korurken, Centra’nın yardımıyla Reece tekrar ayağa kalktı ve Fawlara karşı savaşmaya devam etti. Nihayet üçü de tepenin üstüne çıkıp diğerlerinin yanına vardı.
İleriye doğru atağa geçip baltasıyla birkaç Faw öldürürken, “Sizi yeniden aramızda görmek güzel!” dedi Elden.
Reece tepede bir süre duraksadı. Sisin ardını görmeye çalıştı ve hangi yoldan gitmeleri gerektiğini düşünüyordu. Patika iki yola ayrılmıştı ve sağdaki yolu seçmek üzereydi.
Ama Centra sola doğru yönelerek koşmaya başladı.
“Beni takip edin!” dedi koşarken. “Tek yol bu!”
Binlerce Faw yamaca hücum etmeye başlamıştı. Reece ve diğerleri arkasını dönüp koşmaya başladı. Centra’yı takip ediyorlardı. Yüzey sallanmaya devam ederken kayarak ve düşerek ederek tepenin diğer tarafına geçiyorlardı. Centra’nın yolunu takip ediyorlardı ve Reece hayatını kurtardığı için her zamankinden çok daha minnettardı.
“Kanyona gitmemiz gerekiyor!” diye seslendi Reece. Centra’nın nereye gittiğinden emin değildi.
Yollarını boğumlu kalın ağaçların olduğu patikaya doğru sürerlerken hızlandılar. Köklerle kaplı toprak izde, sisin içerisinden ustaca ilerleyen Centra’yı takip etmekte zorlanıyorlardı.
“Onlardan kurtulmamızın sadece bir yolu var!” diye cevap verdi Centra. “Benim izimde kalın!”
Centra koşmaya devam ettikçe yakından onu takip etmeye devam ettiler. Dallar tarafından çiziliyor ve köklerin üzerinde sendeliyorlardı. Reece gittikçe kalınlaşan sisin ilerisini görmekte zorlanıyordu. Engebeli yüzey üzerinde birkaç kere tökezlemişti.
Bacakları acıdan ölene kadar koşmaya devam ettiler. Arkalarındaki o binlerce yaratığın korkunç çığlıkları giderek yaklaşıyordu. Elden ve O’Connor grubu yavaşlatan Krog’a yardım ediyorlardı. Reece, Centra’nın nereye gittiğini bildiğini umuyor ve dua ediyordu. Zira bulundukları yerden Kanyon duvarını göremiyordu.
Aniden, Centra kısa bir anlığına durdu ve avuçlarıyla Reece’in göğsüne yapışarak onu yolundan alıkoydu.
Reece yere baktı ve ayaklarında ağıdaki nehre giden damlaları gördü.
Kafası karışmış bir şekilde Centra’ya döndü.
“Su” diye açıkladı Centra havayı incelerken. “Suyu geçmekten korkarlar”
Diğerleri de onların yanında durmaya başladı. Kesilen nefeslerini almaya çalışırken hızlı bir şekilde kükreyen yaratıklara bakıyorlardı.
“Tek şansın bu.” dedi Centra. “Bu nehri geçersen izlerini bir süreliğine kaybedersin ve zaman kazanırsın”
“Ama nasıl?” diye sordu Reece, köpüren yeşil sulara bakıyordu.
“Bu akıntı bizi öldürür!” dedi Elden.
Centra alaycı bir şekilde gülümsedi.
“Endişelenmeniz gereken en son şey bu. Su Fourenlar ile dolu, yani gezegendeki en ölümcül hayvan. Suya düşerseniz, sizi parçalara ayıracaklardır.”
Reece meralı bir şekilde suya baktı.
“O zaman yüzemeyiz” dedi O’Connor. “Kayık gibi bir şey de göremiyorum”
Reece omuzlarının üzerinden arkasına baktı, Fawların sesi gittikçe yaklaşıyordu.
“Tek şansınız bu” dedi Centra. Uzanıp ağaca bağlı uzun bir asma çekti. Dalları nehrin üzerinde asılıydı. “Buradan karşıya devam etmeliyiz. Sakın kaymayın ve sakın alçağa inmeyin. Karşıya geçtiğinizde bize geri gönderin”
Reece guruldayan suya baktı ve bakar bakmaz küçük korkunç parıldayan sarı yaratıkların zıpladığını gördü. Güneş balıklarına benziyorlardı ve çenelerini titretip tuhaf sesler çıkarıyorlardı. Çok fazlaydılar ve bir sonraki yemeklerini beklercesine bakıyorlardı.
Reece tekrar omuzlarının üzerinden arkaya baktı ve Faw ordusunun ufukta yaklaşmakta olduğunu gördü. Başka bir seçenekleri yoktu.
“İlk önce sen gidebilirsin” dedi Centra Reece’e.
Reece başını salladı.
“Ben en son gideceğim. Hepimizin başaramama ihtimaline karşı beklerim. Sen önce git. Buraya bizi sen getirdin”
Centra kabul etti.
“Bana iki defa sormana gerek yok” dedi gülümseyerek. Bir yandan telaşlı bir şekilde yaklaşan Fawları izliyordu.
Centra asmayı tuttu ve çığlık atarak kendini boşluğa bıraktı. Asmaya asılı bir şekilde suyun üzerinden hızlıca sallanarak ilerliyordu. Ayaklarını atak yapmaya çalışan yaratıklardan uzak tutmak için kaldırıyordu. Sonunda, karşı taraftaki kıyıya ulaştı ve yüzeye indi.
Başarmıştı.
Centra orada gülümseyerek duruyordu. Sallanan asmayı alıp nehrin ucundan geri gönderdi.
Elden uzanıp yakaladı ve Indra’ya verdi.
“Bayanlar önden” dedi.
Indra yüzünü ekşitti.
“Şımarmaya ihtiyacım yok.” dedi. “Sen büyüksün. Asmayı koparabilirsin. Sen git ve karşıya geç. Sakın düşme. Yoksa bu kadın seni kurtarmak zorunda kalacak”
Elden de yüzünü ekşitti, bundan hoşnut kalmamıştı ama asmayı aldı.
“Sadece yardım etmeye çalışıyordum” dedi.
Elden da bir haykırışla atladı, havada süzülerek Centra’nın yanına yüzeye çıktı.
İpi tekrar geri gönderdi ve O’Connor gitti. Sonra Serna, sonra Indra ve Conven.
Geriye kalanlar Reece ve Krog idi.
“Peki, sanırım sadece ikimiz kaldık.” dedi Krog Reece’e. “Sen git. Kendini kurtar.” dedi Krog, telaşlı bir şekilde arkasına bakıyordu. “Fawlar çok yakınlaştı. İkimizin de başarabilmesi için yeterli zaman yok.”
Reece başını salladı.
“Arkada hiç kimse kalmayacak. Eğer sen gitmezsen ben de gitmem” diye yanıtladı.
İkisi de orada inatçı bir şekilde öylece duruyordu. Krog giderek daha da telaşlanıyordu. Ama başını salladı.
“Sen bir aptalsın. Neden beni bu kadar düşünüyorsun? Senin için bunun yarısı kadar bile endişelenmezdim.”
“Ben bir liderim artık ve bu da bu durumu benim sorumluluğum yapar. Senin için endişelenmiyorum. Onurum için endişeleniyorum. Ve benim onurum arkada hiçbir adamın kalmamasını emrediyor.”
İkisi de telaşlı bir şekilde yanlarına gelen ilk Faw-a karşı döndüler. Reece ileri atlayıp Krog’un yanından ve kılıçlarıyla birkaç tanesini öldürdüler.
“Beraber gidiyoruz!” diye bağırdı Reece.
Daha fazla zaman kaybetmeden Reece Krog’u yakaladı, omzunun üstüne attı ve ipi yakaladı. Fawlar tam da kıyıya gelmeden hemen önce ikisi de havaya doğru haykırarak süzüldü.
İkisi de havada süzülerek karşı tarafa doğru salınıyordu.
“Yardım edin!” diye bağırdı Krog.
Krog, Reece’in omzundan kayıyordu ve o da asmayı tuttu. Ama asma artık, yaratıkların püskürtmeleriyle ıslaktı ve Krog’un elleri kayıyordu. Reece onu yakalamak için elini uzattı ama her şey çok hızlı olmuştu. Reece’in eli kayarken, Krog’un avuçlarından çıkıp taşkın suyun içine düşüşünü izledi.
Reece diğer kıyıya vardı ve yüzeye çıktı. Ayaklarını çekti ve suya atlamaya hazırlandı. Ama bunu yapmadan önce Conven gruptan ayrılarak ileri çıktı ve dalgalı suya balıklama atladı.
Reece ve diğerleri nefessizce izliyordu. Conven gerçekten bu kadar cesur muydu diye düşündü Reece ya da intihara mı meyilliydi?
Conven dalgalı akıntıya doğru korkusuzca yüzdü. Krog’u yakaladı, Bir şekilde yaratıklar tarafından en ufak bir zarar görmemişti. Sağa sola sallanarak onu tuttu. Bir kolunu omzunun etrafına alıp suda onunla birlikte ilerlemeye başladı. Conven akıntıya karşı kıyıya doğru yüzüyordu.
Aniden, Krog haykırdı.
“BACAĞIM!”
Fouren bacağını yapışıp ısırırken Krog acı içinde inliyordu. Parlak sarı pulları akıntı üzerinde görülüyordu. Conven kıyıya yaklaşana kadar yüzmeye devam etti. Reece ve diğerleri hemen uzanıp ikisini de sudan çıkardılar. Onların arkasından bir grup Fouren havaya doğru sıçradı ama Reece ve diğerleri onları hızlıca vurup uzaklaştırdılar.
Krog sağa sola sallanıyordu. Reece yere baktı ve Fouren’ın hala bacağında olduğunu gördü. Indra hançerini çıkardı ve yanına eğildi. Krog haykırırken hayvanı çıkarmak için kalçalarına sapladı. Fouren kıyıya fırlayıp suya geri döndü.
“Acıtmadı mı bu?” diye sordu Reece, kafası karışmıştı.
Conven omuzlarını silkti.
Reece, Conven için her zaman olduğundan çok daha fazla endişeleniyordu. Onun bu umursamazlığına inanamamıştı. Ölümcül yaratıklarla dolu suyun içine balıklama atlamıştı ve bunu yaparken hiç tereddüt etmemişti.
Nehrin diğer kıyısında, yüzlerce Faw bekliyordu. Onlara bakıyorlardı. Kızgın bir şekilde dişlerini gıcırdatıyorlardı yine.
“Nihayet, güvendeyiz” dedi O’Connor.
Centra başını iki yana salladı.
“Sadece şimdilik. Fawlar akıllıdır. Nehrin geçişlerini bilirler. Uzun yoldan gidecekler, koşacaklar ve geçişi bulacaklar. Kısa zamanda, bizim tarafımıza geçmiş olurlar. Zamanımız kısıtlı. Bir an önce harekete geçmeliyiz”
Hepsi birden Centra’yı takibe koyuldular. Centra çamur tarlaları arasından patlayan gayzerlerin yanından geçerek bu egzotik alana dümen tutarak hızlıca ilerliyordu.
Koştular ve koştular. Sonunda sis kaybolana kadar koşmaya devam ettiler. Sis kaybolunca Reece’in kalbi önlerinde Kanyon duvarını, o antik taşın parlamasını görünce mutlulukla doldu. Yukarı baktı. Duvarları inanılmaz bir şekilde yüksek görünüyordu. Oraya nasıl tırmanacaklarına dair hiçbir fikri yoktu.
Reece orada diğerleriyle birlikte dehşetle öylece duruyordu. Duvar şimdi, yolda göründüğünden çok daha muhteşem duruyordu. Yukarı baktı ve pürüzlü duvarları gördü. Bunu ölçeklemenin nasıl mümkün olduğunu merak etti. Hepsi de çok yorulmuş, darbe almış, yaralanmış ve savaştan dolayı bitkin düşmüşlerdi. Elleri ve ayakları yaralıydı. Nasıl buraya tırmanacaklardı, yapmaları gereken her şeyi yapmışken.
“Ben devam edemem” dedi Krog, hırıldayarak ve sesi çatladı.
Reece de aynısını hissediyordu ama bunu dile getirmedi.
Köşenin içine doğru girmişlerdi. Fawları atlatmışlardı ama sadece bir süreliğine. Kısa zamanda onları bulacaklardı. Sayıca çok fazlaydılar ve hepsi de öldürülecekti. Tüm bu zorlu uğraşlar, harcadıkları tüm çabalar boşa gidecekti.
Reece burada ölmek istemiyordu. Bu yerde değil. Eğer ölmek zorundaysa, yukarıda ölmeyi, kendi topraklarında, anakarasında, yanında Selese ile ölmeyi tercih ederdi. Keşke kaçmak için bir şansı daha olsaydı.
Reece dehşet verici bir ses duydu ve arkasına döndüğünde Faw ordusunu gördü. Belki de yüz metre ötedeydiler. Binlerce Faw, çoktan nehri geçmişler onlara doğru yaklaşıyorlardı.
Hepsi silahlarını çekti.
“Kaçacak bir yer kalmadı” dedi Centra.
“O zaman ölümüne savaşacağız!” diye çağrı yaptı Reece.
“Reece!” diye bir ses geldi.
Reece Kanyon duvarının üstüne baktı. Sis kayboldukça ilk önce hayal sandığı bir yüz belirdi. İnanamıyordu. Orada, gözlerinin önünde, daha az önce düşünmekte olduğu kadın duruyordu.
Selese.
O burada ne yapıyordu? Buraya nasıl gelmişti? Yanındaki o diğer kadın da kimdi? Kraliyetten şifacı Illepra’ya benziyordu.
İkisi de orada, uçurumun kenarında duruyor ve elleriyle bellerinde kalın ipler tutuyorlardı. Hızlı bir şekilde kalın, uzun ve tutması kolay bir iple aşağıya geliyorlardı. Selese geri giderek ipin geri kalanını fırlattı. Cennetten gelen bir melek gibi havada 50 metrede süzülürken ipi fırlattı Reece’in ayaklarına.
Çıkış yolu buydu.
Hiç tereddüt etmediler. Hepsi birden koşmaya başladı ve saniyeler içinde olabildiğince hızlı bir şekilde tırmanmaya başlamışlardı. Reece herkesin önce gitmesine izin verdi. En son adam da çıkınca, o da zıplayarak tırmandı ve Fawlar ipe ulaşmasın diye çıkarken ipi de çekti.
Yüzeye çıkarken Fawlar ortaya çıktı. Zıplayarak ayaklarına ulaşmaya çalışıyorlardı ama Reece çoktan hedeflerinden uzaklaşmıştı.
Duvarın çıkıntısında onun için bekleyen Selese’nin yanına varınca durdu. Yanına uzandı ve öpüştüler.
“Seni seviyorum” dedi Reece. Tüm varlığı onun aşkıyla yanıyordu.
“Ben de seni seviyorum” diye cevapladı Selese.
İkisi de duvara döndü ve diğerleriyle birlikte kanyon duvarını tırmanmaya devam ettiler. Tırmandılar, daha yükseğe, daha da yükseğe. Biraz sonra evlerinde olacaklardı. Reece buna inanamıyordu. Ev!