Kitabı oku: «Diriliş »
Morgan Rice Hakkında
Morgan Rice, USA Today’in 1 numaralı çok satan destansı on yedi Kitaplık FELSEFE YÜZÜĞÜ; on bir Kitaplık (ve hala devam eden) genç yetişkin serisi 1 numaralı çok satan VAMPİR GÜNLÜKLERİ; 2 Kitaptan oluşan (ve devam eden) kıyamet sonrası gerilim, 1 numaralı çok satan KÖLETÜCCARLARI ÜÇLEMESİ; ve yeni destansı fantezi serisi KRALLAR VE BÜYÜCÜLER Kitaplarının 1 numaralı çok satan yazarıdır. Morgan’ın Kitapları hem basılı hem de sesli olarak bulunabilir ve çeviriler 25 dilde mevcuttur.
Morgan sizi dinlemeyi çok seviyor, dolayısıyla lütfen www.morganricebooks.com adresini ziyaret edip eposta listesine eklenin, ücretsiz bir Kitap kazanın, ücretsiz hediyeler alın, ücretsiz uygulamaları indirin, Facebook ve Twitter ile bağlanın ve irtibatta kalın!
VAMPİR MEKTUPLARINA övgüler
“ALACAKARANLIK ve VAMPİR GÜNLÜKLERİNE rakip bir kitap, en son sayfasına kadar başınızı kaldırmadan okumak isteyeceksiniz! Macerayı, aşkı ve vampirleri seviyorsanız, bu tam size göre bir kitap!”
–-Vampirebooksite.com (Dönüşüm için)
“Rice, daha baştan sizi hikâyenin içine çekiyor, mekânın sade görüntüsüne baskın çıkan inanılmaz betimleyici gücü, hikâyeye yedirme konusunda harika bir iş çıkarıyor… Zevkle yazılmış ve bir solukta okunuyor.”
–-Black Lagoon Reviews (Dönüşüm için)
“Genç okuyucular için harika bir hikâye. Morgan Rice ilginç bir girdabı daha da derinleştirerek harika bir iş çıkarmış… Canlandırıcı ve eşsiz. Bu seriler bir kızın etrafında yoğunlaşıyor…sıradışı bir kız!…Okunması kolay ve bir solukta bitiyor…Derecelendirilmiş Kitaplardan.”
–-The Romance Reviews (Dönüşüm için)
“Daha başında beni içine aldı ve bir daha da bırakmadı…Bu hikaye nefes kesici bir macera, bir solukta okunuyor ve en başından sizi heyecana boğuyor. İçinde tek bir sıkıcı an yok.”
–-Paranormal Romance Guild (Dönüşüm için)
“Heyecan, romantizm, macera ve sürprizlerle dopdolu. Elinize aldığınızda tekrar tekrar âşık olacaksınız.”
–-vampirebooksite.com (Dönüşüm için)
“Harika bir konu ve özellikle bu, geceleri elinizden bırakamayacağınız türden bir kitap. Sonu o kadar heyecanlı bir yerinde bitiyor ki sırf neler olduğunu görmek için derhal bir sonraki kitabı almak isteyeceksiniz.”
–-The Dallas Examiner (Sevilmiş için)
“Morgan Rice bir kez daha inanılmaz derecede yetenekli bir hikaye anlatıcısı olduğunu kanıtlıyor…Bu kitap vampir/fantezi türü kitapların genç yaştaki severleri dahil geniş bir okuyucu kitlesine hitap ediyor. Sizi şok edecek ve beklenmedik bir yerde bitecek.”
–-The Romance Reviews (Sevilmiş için)
Morgan Rice’ın Kitapları
KRALLAR VE BÜYÜCÜLER
EJDERHALARIN YÜKSELİŞİ (1. Kitap)
CESURUN YÜKSELİŞİ (2. Kitap)
ONURUN BEDELİ (3. Kitap)
BİR KAHRAMANLIK OCAĞI (4. Kitap)
GÖLGELER DİYARI (5. Kitap)
CESURUN GECESİ (6. Kitap)
FELSEFE YÜZÜĞÜ
KAHRAMANLARIN GÖREVİ (1. Kitap)
KRALLARIN YÜRÜYÜŞÜ (2. Kitap)
EJDERHALARIN KADERİ (3. Kitap)
BİR ŞEREF HAYKIRIŞI (4. Kitap)
ŞEREF YEMİNİ (5. Kitap)
KAHRAMANLIK SALDIRISI (6. Kitap)
KILIÇ AYİNİ (7. Kitap)
SİLAHLARIN TESLİMİ (8. Kitap)
BÜYÜLÜ GÖKYÜZÜ (9. Kitap)
KALKAN DENİZİ (10. Kitap)
ÇELİĞİN HÜKÜMDARLIĞI (11. Kitap)
ATEŞ ÜLKESİ (12. Kitap)
KRALİÇELERİN YÖNETİMİ (13. Kitap)
KARDEŞLERİN YEMİNİ (14. Kitap)
ÖLÜLERİN DÜŞÜ (15. Kitap)
ŞOVALYELERİN MIZRAK DÖVÜŞÜ (16. Kitap)
SAVAŞIN ARMAĞANI (17. Kitap)
KÖLETÜCCARLARI ÜÇLEMESİ
ARENA BİR (1. Kitap)
ARENA 2 (2. Kitap)
VAMPİR GÜNLÜKLERİ
DÖNÜŞÜM (1. Kitap)
SEVİLMİŞ (2. Kitap)
ALDATILMIŞ (3. Kitap)
YAZGI (4. Kitap)
ARZULANMIŞ (5. Kitap)
NİŞANLI (6. Kitap)
YEMİNLİ (7. Kitap)
BULUNMUŞ (8. Kitap)
CANLANDIRILMIŞ (9. Kitap)
GÖMÜLMÜŞ (10. Kitap)
KADER (11. Kitap)
VAMPİR MEKTUPLARI serisini şimdi sesli kitap formatında dinleyebilirsiniz!
Copyright © 2012 Morgan Rice
Her hakkı saklıdır. ABD 1976 Telif Hakları Yasasının izin verdiği maddeler dışında bu yayının hiçbir kısmı hiçbir şekilde ve hangi amaçla olursa olsun çoğaltılamaz, dağıtılamaz ve alıntı yapılamaz; yazarın önceden izni alınmaksızın bir veri tabanında ya da depolama sisteminde saklanamaz.
Bu e-kitap yalnızca sizin kişisel kullanımınız için yetkilendirilmiştir. Bu ekitap tekrar satılmamalı ya da başkalarına dağıtılmamalıdır. Başka biri ile bu kitabı paylaşmak isterseniz, lütfen her alıcı için yeni bir kopya satın alınız. Bu kitabı okuyorsanız ve satın almamışsanız ya da yalnızca sizin kullanımınız için satın alınmadıysa, lütfen geri verin ve kendi kopyanızı satın alın. Bu yazarın zorlu çalışmalarına saygı duyduğunuz için teşekkür ederiz.
Bu bir kurgu çalışmasıdır. İsimler, karakterler, işler, örgütler, mekânlar, durumlar ve olaylar ya yazarın hayal gücünün bir ürünüdür ya da kurgusal bir şekilde kullanılmıştır. Hayatta ya da ölmüş gerçek kişilere benzerlikler tamamen tesadüf eseridir.
“kim sevileni ilk görüşte sevmeden sevmiş ki”
—William Shakespeare
BİRİNCİ BÖLÜM
Rhinebeck, New York (Hudson Vadisi)
Günümüz
Caitlin Paine ağlamaktan şişmiş gözleriyle bitkin bir halde oturma odasında oturmuş, kan kırmızısı güneşe bakıyor ve odasını dolduran polis memurlarını güçlükle dinliyordu. Şaşkına dönmüştü. Gözlerini yavaşça odada gezdirdi ve odanın insanla- çok fazla insanla dolu olduğunu gördü.
Polis memurları, dedektifler, bazıları oturarak, diğerleri ayakta durarak ve bazılar da ellerinde kahve fincanları tutarak onun odasında kaynaşıyorlardı. Acımasız yüzlerle, onun karşısında koltuklarda, sandalyelerde yan yana oturuyorlar ve ona sonu gelmeyecek sorular soruyorlardı. Saatlerdir buradalardı. Bu küçük kasabadaki herkes birbirini tanırdı ve bunlar Caitlin’in yıllardır tanıdığı, süpermarkette her zaman gördüğü, kasabadaki mağazalarda selamlaştığı insanlardı. Burada olduklarına inanamıyordu. Onun evindelerdi. Bu kâbus gibi bir şeydi.
Olanlar gerçeküstüydü. Her şey o kadar hızlı gelişmişti ki Caitlin’in hayatı bir anda gayet basit bir şekilde altüst olmuştu, Caitlin ne olduğunu tam olarak anlayamamıştı bile. Normal yaşamaya, eskiden onu rahatlatan gündelik yaptığı işleri yapmaya çalışmıştı- ama sanki her şey elinden kayıp gidiyordu. Normal diye bir şey artık yoktu.
Caitlin teselli edici bir elin kendisininkini sıktığını hissetti ve omzunun üzerinden bakınca Caleb’in yanında oturduğunu gördü, Caleb’in yüzü endişeden solmuştu. Onların yanındaki koltuklarda Sam ve Polly oturuyordu, onlarında yüzü endişeden çökmüştü. Bu oturma odası kalabalıktı- Caitlin’in istemediği kadar çok kalabalıktı. Caitlin sadece bu odadaki herkesin ortadan kaybolmasını ve her şeyin bir önceki günkü haline dönmesini diledi. Bir gün önce Scarlet’in on altıncı yaş günüydü, herkes masanın etrafında oturmuş, pasta yiyor ve kahkaha atıyordu. Sanki dünyadaki her şey mükemmelmiş gibi, sanki hiçbir şey asla değişmeyecekmiş gibi hissediyorlardı.
Caitlin bir önceki geceyi, gece yarısı aklına gelen düşünceleri, dünyasının, hayatının sadece normal olmaktan çıkıp daha farklı bir şeye dönüşmesini dilediğini düşündü. Şimdi bundan pişmandı. Yeniden normal bir hayata sahip olmak için her şeyini verirdi.
Aiden’la yaptığı o korkunç görüşmeden geldiğinden beri sanki bir fırtına evin her yanını kasıp kavurmuştu. Scarlet büyük bir hışımla evden çıktıktan sonra, Caitlin onun arkasından koşmuş, ara sokaklardan onun takip etmişti. Caleb de yediği darbenin ardından kendine gelmiş ve Caitlin’e ulaşmıştı; ardından ikisi beraber o küçük kasabalarında delirmiş insanlar gibi koşmaya başlayıp kızlarını yakalamaya çalışmışlardı.
Ama bu hiçbir işe yaramamıştı. Sonunda nefes nefese kalmışlardı ve Scarlet de tamamen gözden kaybolmuştu. Scarlet çok hızlı koşmuştu, tek bir sıçrayışta neredeyse iki buçuk metrelik bir çitin üzerinden atlarken yavaşlamamıştı bile. Caleb gördükleri karşısında hayrete düşmüştü, ama Caitlin için aynı şey söylenemezdi: Caitlin, Scarlet’in ne olduğunu biliyordu. Daha koşarlarken Caitlin bunun boşuna bir çaba olduğunu anlıyordu, çünkü Scarlet ışık hızında koşabilir, önüne ne gelirse gelsin üzerinden atlayabilirdi ve saniyeler içinde tamamen kaybolacak, gözden yitmiş olacaktı.
Ve öyle de oldu. Caitlin ve Caleb geri evlerine koştular, arabalarına atladılar ve son hızla giderek çılgınlar gibi sokakları aradılar. Caleb dur işaretlerini görmezden gelip son sürat giderek, her köşeyi keskin bir şekilde dönerek yol alırken Caitlin hiç şanslarının olmadığını biliyordu. Onu yakalayamayacaklardı. Caitlin, Scarlet’in çoktan gittiğini anlamıştı.
Sonunda, saatler sonra Caitlin artık dayanamayacağını hissetti, eve dönmeleri ve polisi aramaları için ısrar etti.
İşte şimdi saatler sonra buradalardı, neredeyse gece yarısı olmuştu. Scarlet dönmemiş ve polis de onu bulamamıştı. Neyse ki burası küçük bir kasabaydı, hiç olay olmazdı ve polisler de onu aramak için hemen araçları göndermişlerdi ve hala arıyorlardı. Gelen polis kuvvetlerinden aramaya çıkanların dışında gerisi – üç polis görevlisi onların önünde oturuyor, üç tanesi de etrafta dolanıyordu- burada kalmış ve soru ardına soru soruyorlardı.
“Caitlin?”
Caitlin hemen kendine geldi. Döndü ve önündeki koltukta oturan memurun yüzünü gördü. Ed Hardy. Ed iyi bir adamdı, Scarlet’in yaşıtı ve onunla aynı sınıfta olan bir kızı vardı. Ed, Caitlin’e onun acısını paylaşarak ve kaygıyla bakıyordu. Caitlin, onun bir ebeveyn olarak kendi acısını hissettiğini ve elinden gelen her şeyi yapacağını biliyordu.
Ed “Bunun zor olduğunu biliyorum,” dedi. “Ama birkaç sorumuz daha olacaktı. Eğer Scarlet’i bulmamız gerekiyorsa gerçekten her şeyi bilmeye ihtiyacımız var.”
Caitlin cevap olarak başını salladı. Soracakları sorulara odaklanmaya çalıştı.
“Özür dilerim,” dedi. “Başka ne bilmeniz gerekiyor?”
Memur Hardy öksürdü, önce Caitlin’e ardından Caleb’e ve sonra tekrar Caitlin’e baktı. Sorularına devam etmek konusunda isteksiz gibi görünüyordu.
“Bunu sormaktan hoşlanmıyorum ama kızınız ve sizin aranızda son günlerde herhangi bir tartışma yaşanmış mıydı?”
Caitlin şaşırmış bir şekilde memura baktı.
“Tartışma mı?” diye sordu.
“Herhangi bir anlaşmazlık? Kavga? Evi terk etmek isteyebileceğine ilişkin herhangi bir neden?”
Neden sonra Caitlin farkına vardı: memur Scarlet’in evden kaçıp kaçmadığını soruyordu. Olan biteni hala anlamamıştı.
Caitlin şiddetle başını iki yana salladı.
“Ortada evi terk etmek isteyebileceği herhangi bir neden yok. Biz hayatımızda hiç tartışmadık. Asla. Biz Scarlet’i seviyoruz, o da bizi seviyor. Scarlet kavgacı bir tip değildir. Asi biri değildir. Evden kaçmaz. Anlamıyor musunuz? Konunun bunlarla hiçbir ilgisi yok. Size söylediğimiz hiçbir şeyi duymadınız mı? O hasta! Yardıma ihtiyacı var!”
Memur Hardy diğer memur arkadaşlarına baktı, onlar da şüpheli bir şekilde ona baktılar.
“Bunu sorduğum için üzgünüm,” diye devam etti. “Ama siz de anlamalısınız ki sürekli buna benzer çağrılar alıyoruz. Gençler evlerinden kaçıyorlar. Bu her zaman olan bir şey. Ebeveynlerine kızıyorlar. Ve söz konusu durumların %99’unda geri dönüyorlar. Genelde birkaç saat sonra geri gelmiş oluyorlar. Bazen de bir ya da iki gün sonra. Kendilerini bir arkadaşlarının evine atıyorlar. Yalnızca evdekilerden uzaklaşmak istiyorlar. Ve genelde bunun öncesinde evde bir tartışma yaşanmış oluyor.”
Caleb “Hiçbir tartışma olmadı,” diyerek sert bir şekilde lafa karıştı. “Scarlet herhangi bir gencin olabileceği kadar mutluydu. Dün akşam on altıncı doğum gününü kutladık. Caitlin’in de dediği gibi Scarlet evden kaçacak kızlardan değildir.”
Caitlin “Sanırım söylediklerimizi dinlemiyorsunuz,” diye ekledi. “Size söyledik, Scarlet hastaydı. Okuldan eve erken gönderilmişti. Bir şey geçiriyordu… Ne olduğunu bilmiyorum. Kriz…ya da belki nöbet. Yataktan aşağı atladı ve evden fırlayıp çıktı. Bu evden kaçma durumu değil. Burada hasta olan bir çocuk söz konusudur. Tıbbi yardıma ihtiyacı var.”
Memur Hardy yeniden diğer memur arkadaşlarına baktı, onlar da şüpheli hallerini sürdürüyorlardı.
“Üzgünüm ama bize söyledikleriniz hiç mantıklı gelmiyor. Eğer hastaysa nasıl evden fırlayıp çıkabiliyor?”
Başka bir polis memuru sinirli bir şekilde “Onun peşinden koşup yakalamaya çalıştığınızı söylediniz,” diye araya girdi. “Nasıl olur da ikinizi beraber geride bırakabilir? Özellikle de hastaysa?”
Caleb, kendi de bu duruma şaşmış bir şekilde başını iki yana salladı.
“Bilmiyorum,” dedi. “Ama olan bu.”
Caitlin usulca ve vicdan azabı çekerek ekledi: “Bu doğru. Her kelimesi doğru.”
Caitlin, bu adamların durumu anlamadıklarına dair kötü bir hisse kapılmaya başlıyordu. Ama kendisi Scarlet’in nasıl onları geride bırakabildiğini biliyordu; hastayken nasıl koşabildiğini biliyordu. Caitlin bütün bunların cevabını biliyordu- sordukları her şeyi açıklayacak cevabı biliyordu. Ama bu veremeyeceği bir cevaptı, bu adamların asla inanmayacakları bir cevaptı. Scarlet’in geçirdiği kriz değildi; açlık sancısıydı. Scarlet koşmuyordu; avlanmaya çıkıyordu. Çünkü kızı bir vampirdi.
Caitlin içinde bir ürperti hissetti, bütün düşündüklerini bu adamlara anlatmak için yanıp tutuşuyordu ama vereceği cevabı bu adamların anlamayacağını da biliyordu. Bu yüzden konuşmak yerine ağırbaşlı bir şekilde pencereden dışarıya baktı, Scarlet’in geri gelmesini umdu ve bunun için dua etti. Belki şimdi daha iyidir ve beslenmemiştir diye ümit etti. Bu adamların bir an önce gitmesini ve onu yalnız bırakmalarını diledi. Nasıl olsa bu adamların bir işe yaramayacaklarını biliyordu. Baştan onları aramakla hata etmişti.
Üçüncü polis memuru “Bunu söylemekten hoşlanmıyorum,” diye ekledi “ama tarif ettiğiniz şey… kızınız okuldan eve geliyor, nöbet geçiriyor, adrenalin patlaması yaşıyor, kapıdan fırlayıp çıkıyor… bunu söylemekten nefret ediyorum ama anlattığınız şeylere bakılırsa bu uyuşturucuya benziyor. Belki kokain olabilir. Ya da Meth. Yüksek dozda uyuşturucu almışa benziyor. Bu kötü etkilemiş olabilir ve sonra adrenalin tetiklenmiş.”
Caleb “Ne dediğinizi bilmiyorsunuz,” diye memura çıkıştı. “Scarlet o tür kızlardan değildir. Hayatında asla uyuşturucu kullanmamış biridir o.”
Üç polis memuru da kuşkulu bir şekilde birbirlerine baktılar.
Hardy sakin bir şekilde “Bunu duymak hiç de kolay değil, biliyorum,” dedi. “Pek çok ebeveyn için böyle bir şeyi duymak zordur. Ama çocuklarımız bizim hiç bilmediğimiz hayatlar yaşıyorlar. Siz görmeden onun arkadaşlarıyla neler yaptığını bilemezsiniz.”
Başka bir polis memuru “Son zamanlarda eve hiç yeni bir arkadaş getirdi mi?” diye sordu.
Birden Caleb’in yüzü sertleşti.
“Aslında dün akşam eve yeni bir erkek arkadaşını getirdi,” dedi, öfkelenmeye başlamıştı. “Birlikte sinemaya gittiler.”
Üç polis memuru da sinsi bir ifadeyle birbirlerine baktılar.
Caleb “Cevabın bu olduğunu mu düşünüyorsunuz?” diye sordu. “Sizce bu çocuk ona uyuşturucu mu veriyor?” Caleb bunu sorar sormaz, kendisi bundan emin olmaya ve her şeyi açıklayacak doğru düzgün bir cevap bulmuş olduğu için daha iyimser bir hal alamaya başladı.
Caitlin sessiz bir şekilde orada oturuyor, yalnızca bütün bunların bitmesini istiyordu. Onlara gerçek nedeni söylemek için yanıp tutuşuyordu. Ama bunun hiçbir işe yaramayacağını da biliyordu.
Memurlardan biri “Çocuğun soyadı nedir?” diye sordu.
“Hiçbir fikrim yok.” Caleb döndü ve Caitlin’e baktı. “Sen biliyor musun?”
Caitlin başını iki yana salladı ve Sam ve Polly’e döndü. “Sizler biliyor musunuz?”
Onlar da başlarını hayır anlamında salladılar.
Polly “Ama ben belki bulabilirim,” dedi. “Facebook’tan arkadaşlarsa…” diye başladı, ardından cep telefonunu çıkardı ve yazmaya başladı. “Ben Scarlet’le Facebook’tan arkadaşım. Onun ayarlarının ne olduğunu bilmiyorum ama belki diğer arkadaşlarını görüntüleyebilirim. Ve eğer Blake’le arkadaşsa…”
Polly telefonuna yazdı ve bir an gözleri aydınlandı.
“İşte burada! Blake Robertson. Evet, bu o!”
Polisler eğildiler ve Polly uzanıp telefonunu onlara verdi. Telefonu aldılar ve birbirlerine uzatıp Blake’in yüzüne yakından bakarak soyadını not ettiler.
Polly’e telefonunu geri verirlerken memur Hardy “Onunla konuşacağız,” dedi. “Belki bir şeyler biliyordur.”
Başka bir polis memuru “Peki ya Scarlet’in diğer arkadaşları, onları aradınız mı?” diye sordu.
Caitlin boş gözlerle Caleb’e baktı, sabahtan beri serseme döndüklerini ve bunu düşünmediklerini fark etti.
Caitlin “Bunu hiç düşünmedim,” dedi. “Hiç aklıma gelmedi. Bir arkadaşının evine gitmemiştir. Hastaydı. Gideceği bir yer varmış gibi fırlayıp çıkmadı.”
Bir polis memuru “Arayın,” dedi. “Bütün arkadaşları ile iletişim kurun. Bu onu aramaya başlamak için en iyi yerdir.”
Memur Hardy “Duyduklarım göz önünde bulundurulursa, şunu söylemek zorundayım,” diye çıkarım yapmaya başladı, her şeyi özetlemeye çalışıyor gibiydi, “bu uyuşturucu gibi görünüyor. Sanırım Bob haklı. Uyuşturucu onu kötü etkilemiş. Biz bu arada sokaklarda devriye gezmeye devam edeceğiz. Siz ikinizin yapacağı en iyi şey evden ayrılmamak. Onu burada bekleyin. Geri gelecektir.”
Polis memurları birbirlerine baktılar ve ardından hepsi birlikte ayağa kalktılar. Caitlin onların gitmek için sabırsızlandıklarını görebiliyordu.
Caleb, Sam ve Polly ayağa kalktı ve Caitlin de yavaşça doğruldu, dizlerinin üzerinde duramayacak kadar güçsüz hissediyordu. Polis memurlarının ellerini sıktı ve tam herkes gitmek üzereyken, Caitlin’e bir şey oldu. Artık daha fazla sessiz kalamayacaktı. Bildiği şeyi bu insanlara anlatmak için, içinde yanan ateşe daha fazla engel olamıyordu. Onlara bu konuda doğru düşünmediklerini söyleyecekti.
Tam polis memurları ayrılacakken Caitlin birden “Ya başka bir şey söz konusuysa?” diye bağırdı.
Hepsi birlikte tam paltolarını giyerlerken durdular ve yavaşça ona doğru döndüler.
Memur Hardy “Ne demek istiyorsunuz?” diye sordu.
Caitlin, neredeyse kalbi göğsünden fırlayacak bir haldeyken konuşmak için öksürdü. Bunu onlara söylememesi gerektiğini biliyordu; bu sadece onu delirmiş gibi gösterecekti. Ama bunu artık içinde tutamıyordu.
Caitlin “Ya kızım ele geçirildiyse?” diye sordu.
Hepsi oldukları yerde durup sanki karşılarındaki kadın tamamen çıldırmış gibi şaşkın şaşkın ona baktılar.
İçlerinden biri “Ele geçirilmek mi?” diye sordu.
Caitlin “Ya artık kendi değilse?” diye sordu. “Ya değişiyorsa? Başka bir şeye dönüşüyorsa?”
Odaya ani, yoğun bir sessizlik hâkim oldu ve Caitlin, Caleb, Sam ve Polly de dahil herkesin dönüp ona baktıklarını hissetti. Yanakları sıkıntıdan kızardı. Ama duramadı. Şimdi zamanı değildi. Konuşmayı daha da ileriye götürmeliydi. Ve bunu yaparken bile, bunun bir dönüm noktası olacağını biliyordu, bundan sonra bütün bir kasaba artık ona normal bir insan gözüyle bakmayacak ve hayatı sonsuza dek değişecekti.
“Ya benim kızım bir vampire dönüşüyorsa?”
İKİNCİ BÖLÜM
Caleb polisleri geçirdikten sonra kapıyı kapattı ve hızla odaya geri dönerek sinirli bir şekilde Caitlin’e baktı. Caitlin onun daha önce kendisine hiç böyle bir öfkeyle baktığını görmemişti ve kendini çok kötü hissetti. Sanki bütün hayatı gözlerinin önünde kayıp geçiyormuş gibi hissetti.
Caleb “Herkesin önünde böyle konuşamazsın,” diye çıkıştı. “Delirmiş gibi görünüyorsun! Hepimizin delirdiğini düşünecekler. Bizi ciddiye almayacaklar.”
Caitlin de aynı şekilde “Ben deli DEĞİLİM!” diye çıkışarak cevap verdi. “Ve sen benim tarafımı tutmalısın, onlarınkini değil ve her şey normalmiş gibi davranmayı bırak artık. Sen de o odada benimleydin. Ne gördüğünü benim kadar iyi biliyorsun. Scarlet seni odanın diğer tarafına fırlattı. Bir kriz buna neden olabilir mi? Ya da bir hastalık?”
Caleb de “Yani ne demek istiyorsun?” diyerek aynı şekilde karşılık verdi, sesi gittikçe yükseliyordu. “ Bu onun bir canavar olduğu anlamına mı geliyor? Bir vampir mi? Bu oldukça saçma. Gerçeklikle bağlantını kaybediyormuş gibi konuşuyorsun.”
Caitlin’in de ona karşı sesini yükseltti. “O zaman sen bu durumu nasıl açıklıyorsun?”
“Bunun bir sürü açıklaması olabilir!”
“Ne gibi?”
“Belki hastalığı ile ilgili bir şeydir. Ya da belki polislerin de dediği gibi bir tür uyuşturucu hap falan almıştır. Belki o Blake denen oğlan—”
Caitlin hemen “Söylediğin şey çok gülünç,” diye onun sözünü kesti. “Blake iyi bir çocuk. Uyuşturucu satıcısı falan değil. Ve ayrıca Scarlet’in bizi nasıl geride bıraktığını gördün. Azıcık yaklaşacak şansımız bile olmadı. Hiç de normal değildi. Gördüğün şeyi görmemiş gibi yapmayı bırak.”
Caleb “Bunları daha fazla dinlemeyeceğim,” dedi.
Döndü ve hızla odanın diğer tarafına yürüyerek asker paltosunu askıdan çekip aldı, giydi ve hızla fermuarını çekti.
Caitlin “Nereye gidiyorsun?” diye sordu.
“Onu aramaya gidiyorum. Burada oturup bekleyemem. Bu beni delirtiyor. Gidip aramam lazım.”
“Ama polisler burada beklemenin en iyisi olduğunu söylediler. Ya sen dışardayken geri eve gelirse?”
Caleb hızla “O zaman sen burada kalıp o geldiğinde beni arayabilirsin,” diye lafı kestirip attı. “Ben çıkıyorum.”
Ardından hızla yürüyerek kapıyı açtı ve dışarı çıkarak gürültülü bir şekilde kapıyı arkasından kapadı. Caitlin hızla verandadaki merdivenleri inen ve bahçedeki çakıl taşlarının üzerinden geçen botlarının sesini dinledi, ardından arabaya binip uzaklaştığını işitti.
Caitlin ağlayacakmış gibi oldu. Caleb’le kavga etmek istemiyordu, özellikle de şimdi. Ama onun kendini, gerçeklikle ilişkisini kaybediyormuş olduğuna inandırmasına da izin veremezdi. Caitlin ne gördüğünü biliyordu. Ve haklı olduğunu da biliyordu. Diğerlerinin kendini delirdiğine ikna etmesine izin vermeyecekti.
Caitlin, Sam ve Polly’e döndü. İkisi de oldukları yerden kıpırdamamışlar ve gözleri şaşkınlıktan ardına kadar açık bir şekilde orada duruyorlardı. Caitlin ve Caleb’in tartıştıklarını daha önce hiç görmemişlerdi. Caitlin de şahsen kendilerinin, bu ana kadar daha önce kavga ettiklerini hiç hatırlamıyordu, Caleb’le ilişkileri daima huzurlu ve mutlu olmuştu. Sam ve Polly afallamış görünüyorlar ve ikisi de araya girmekten korkuyordu. Ayrıca onlar da Caitlin’e, sanki Caitlin biraz çıldırmış, doğru düşünemiyormuş gibi bakıyorlardı. Caitlin onların Caleb’in tarafını tutup tutmadıklarını düşündü.
Sam tereddüt içinde “Sanırım ben de gidip arasam iyi olacak,” dedi. “Bir arabadansa iki arabanın sokakları araştırması daha iyi olur. Ve zaten burada hiçbir işe yaramıyorum. Senin için bir sakıncası var mı?” Sam, Caitlin’e baktı.
Caitlin evet anlamında başını salladı, ağzını açtığında ağlayacağından korktuğundan hiçbir şey demedi. Sam haklıydı; burada evde pek bir yararı olmayacağı belliydi. Ve zaten Polly burada yanındaydı. Sam, Caitlin’e doğru yürüdü, hemen ona hızlıca sarıldı, ardından döndü ve çıktı.
Sam çıkarken “Telefonum açık olacak,” dedi. “Herhangi bir şey duyarsanız beni arayın.”
Sam arkasından kapıyı kapattı ve Polly, Caitlin’in yanına gelip ona uzun uzun sarıldı. Caitlin de Polly’e sarıldı. Caitlin için en iyi arkadaşının burada, yanı başında olması çok güzel bir duyguydu. Onsuz ne yapardı bilmiyordu.
Caitlin gözlerinin kenarında biriken yaşları silerken ikisi beraber yan yana koltuğa oturdular. Caitlin’in gözleri zaten saatlerdir ağlamaktan kıpkırmızıydı ve şişmişti. Şimdi kendini tamamen bitmiş hissediyordu.
Polly “Ben çok çok çok üzgünüm,” dedi. “Bu bir kâbus. Korkunç bir şey. Diyecek hiçbir şey yok. Ben ne olduğunu anlayamıyorum. Bunların hiçbiri mantıklı gelmiyor. Ben Scarlet’in uyuşturucu kullanmayacağını biliyorum. Bunu yapmaz. Ve sen haklısın: Blake iyi bir çocuğa benziyor.”
Caitlin orada oturup pencereden akşam olmasını izledi ve boş gözlerle başını salladı. Konuşmak istedi ama kendini çok güçsüz hissetti, eğer konuşursa yeniden gözyaşlarına boğulacağından korktu.
Polly “Polisin söyledikleri hakkında ne düşünüyorsun?” diye sordu. “Çıkarken arkadaşlarıyla iletişime geçin dediler! Sence bu iyi bir fikir mi?”
Polly bunu söylerken Caitlin de birden polislerin söylediklerini hatırladı ve bunu yapmanın çok iyi olacağını fark etti. Zihnini zorladı, Scarlet’in arkadaşlarıyla nasıl iletişime geçeceğini düşündü.
Sonra aniden aklına geldi: Scarlet’in telefonu. Bir an bile duraksamadan gidip onu bulmalıydı. Telefonu evde bir yerlerde olmalıydı. Belki çantasındaydı ve çantası da muhtemelen odasındaydı.
Caitlin derhal koltuktan sıçradı.
“Haklısın,” dedi. “Telefonunu bulmalıyız. Odasında olmalı.”
Caitlin koşarak merdivenlere gitti ve Polly ve Ruth da arkasından onu takip ederek merdivenleri çıktılar.
Caitlin hızla Scarlet’in odasına girdi, altüst olmuş çarşafları ve yastıkları, Caleb’in fırlatıldığı duvardaki göçüğü, kendi kafasının çarptığı yeri gördü ve olanları hatırladı. Her şey bir anda zihnine üşüştü ve bunları yeniden düşününce kusacak gibi oldu. Bir felaket manzarasına bakıyor gibiydi.
Caitlin odayı didik didik ararken içinde bir kararlılık hissetti. Scarlet’in masasının üzerindeki dağınıklığı çabucak karıştırdı, çekmecesine baktı- ardından sandalyeye asılı çantasını fark etti. Kendini biraz suçlu hissederek hemen çantayı karıştırmaya koyuldu ve telefonunu buldu. Zafer kazanmışçasına telefonu çıkardı.
Polly “Buldun!” diye bağırdı ve hemen yanına geldi.
Caitlin hala biraz şarjının olduğunu gördü. Telefonu açtı, casusluk yaptığı için kendini kötü hissetti ama bunu yapması gerektiğini biliyordu. Scarlet’in arkadaşlarının telefonunu bilmiyordu ve onlarla bağlantıya geçebilmesinin başka yolu da yoktu.
Scarlet’in rehberine tıkladı, ardından sık arananlara gitti. Aşağıya doğru kaydırdı ve bir düzine isim gördü. İsimlerden bazılarını tanıdı, bazılarıysa ona tamamen yabancıydı.
Polly “Hepsini aramalıyız,” dedi. “Teker teker. Belki içlerinden biri bir şey biliyordur.”
Caitlin sersemlemiş bir şekilde olduğu yerde duruyordu, birden kendini oldukça bitkin hissetti. Daha ilk kişiyi ararken bile ellerinin ne kadar kötü bir şekilde titrediğini fark etti.
Polly de bunu fark etti; uzandı ve Caitlin’in bileğini teselli edici bir şekilde tuttu. Caitlin başını kaldırıp ona baktı.
“Caitlin, canım, sen hala şoktasın. Bırak bütün bu insanları senin için ben arayayım. Lütfen. Hem ben de bir şey yapmış olurum. Sen git, uzanıp dinlen. Çok kötü bir gün geçirdin ve zaten elinden gelen her şeyi yaptın.”
Polly bunu söylerken Caitlin onun haklı olduğunu anlamıştı. Gerçekten kendinde değildi. Telefona baktı ve bir an ne yapmakta olduğunu bile neredeyse tamamen unutuverdi. Neden sonra uzandı ve telefonu Polly’e verdi.
Caitlin döndü, yürüyerek odadan çıktı ve saniyeler içinde Polly’nin odadan gelen sesini duydu, çoktan birini arayıp konuşmaya başlamıştı.
Polly “Heather’la mı görüşüyorum?” dedi. “Ben Polly Paine. Scarlet’in yengesiyim. Rahatsız ettiğim için üzgünüm ama biz Scarlet’i arıyoruz. Sen onu gördün mü acaba?”
Caitlin merdivenlerden aşağıya inerken Polly’nin sesi gittikçe uzaklaştı. Caitlin inerken bir an başının döndüğünü hissetti ve korkuluğu tuttu, sanki yer ayağının altından kayıyordu.
Sonunda oturma odasına girdi, kocaman tekli koltuğa doğru yürüdü ve kendini koltuğa bıraktı. Orada oturdu, allak bullak olmuş zihniyle pencereden dışarıya baktı. Ne kadar uğraşırsa uğraşsın zihninde bir görünüp bir kaybolan görüntülere engel olamıyordu: Scarlet’in yatakta çığlık atışını; hırlamasını; Caleb’i fırlatmasını; evden bir hışımla çıkmasını unutamıyordu… Bütün bunlar gerçek miydi?
Bu konuyu daha fazla düşündükçe, Aiden’la buluşmasını aklına getirmeden edemedi. Onun söylediklerini, kendi günlüğünü düşündü. Bütün bunlara günlüğü mü neden olmuştu? O aptal çatı katına neden çıkmıştı ki? Neden Aiden’ı ziyaret etmeye gitmişti ki? Eğer gitmeseydi, her şeyi olduğu gibi bıraksaydı, bütün bunlar olur muydu?
Aiden’ın uyarısını düşündü: Scarlet vampirliği dünyaya geri yayabilirdi.
Onu durdurmalısın.
Caitlin olduğu yerde durup düşünmeye devam etti. Şimdi Scarlet dışarıda ne yapıyordu? İnsanlardan besleniyor muydu? İnsanları vampire dönüştürüyor muydu? Caitlin şu an düşünürken bile o vampirliği yaymakta mıydı? Dünya artık asla eskisi gibi olmayacak mıydı? Bundan Caitlin mi sorumluydu?
Caitlin telefonunu kapıp Aiden’ı aramak istedi. Onu sorguya çekmek ve ondan her şeyi, en ince ayrıntısına kadar anlatmasını istiyordu.
Fakat kendinde onu arayacak gücü bulamadı. Uzandı, telefonunu alıp elinde tuttu ama içindeki bir şeyler onu durdurdu. Aiden’ın son sözlerini hatırladı ve bu yeniden midesini bulanmasına neden oldu. Scarlet’i her şeyden çok seviyordu ve ona zarar gelmesine asla izin vermezdi.
Caitlin, elinde sımsıkı tuttuğu telefonuyla bir yandan dışarı bakıp bir yandan da Polly’nin üst kattan gelen belli belirsiz sesini dinleyip durdu, zihni düşüncelerle dolup taşıyordu. Ardından göz kapakları ağırlaştıkça ağırlaştı ve o daha farkına varamadan uykuya dalmıştı bile.
*
Caitlin uyandı ve kendini kocaman, boş evinde yapayalnız buldu. Her yer sessizliğe gömülmüştü. Herkesin nereye gitmiş olabileceğini düşünerek orada oturdu ve sonra kalkıp odanın karşı tarafına geçti. Garip bir şekilde, tüm panjurlar ve perdeler sıkı sıkı çekilmişti. Pencerelerden birine doğru yürüdü ve perdeyi ve panjuru çekip açtı. Dışarı bakınca kan kırmızısı bir güneş gördü- ama bu defa güneş farklı görünüyordu. Günbatımı gibi değildi, daha ziyade gün doğuyormuş gibi görünüyordu. Caitlin’in kafası karıştı. Bütün gece uyumuş muydu? Scarlet eve gelmiş miydi? Ve herkes nereye gitmişti?
Caitlin ön kapıya doğru gitti. Her nedense Scarlet’in orada olup onu bekliyor olabileceğini sezdi.
Yavaşça o ağır kapıyı çekip açarak dışarıya baktı. Ama her yer sessiz sedasızdı. Sokaklarda tek bir insan, görünürde tek bir araba dahi yoktu. Tek duyabildiği yalnız bir sabah kuşunun ötüşüydü. Başını kaldırıp baktı ve onun bir karakarga olduğunu gördü.
Caitlin çat diye bir ses duydu ve geri dönerek eve girdi. Mutfağa doğru yürüdü ve kimse var mı diye baktı. Başka bir tıngırtı duydu ve arka duvardaki pencereye doğru yürüdü. Burada da perdeler sıkı sıkı kapatılmıştı, bu garipti çünkü Caitlin her zaman onları açık bırakırdı. Uzandı ve perdenin ipini çekti.
Perdeyi açtığı gibi dehşete düşmüş bir şekilde geri sıçradı. Dışarda bir vampirin solgun beyaz yüzü pencereye dayalı duruyordu, tamamen keldi, dişleri uzamıştı ve doğruca camdan içeri girmeye hazır gibiydi. Ellerini ileriye uzatıp avuç içlerini pencereye dayayınca hırladı ve tısladı. Caitlin uzun, sarı tırnaklarını görebiliyordu.
Başka bir ses daha geldi. Caitlin döndü ve yan pencerede başka bir vampirin yüzünü daha gördü.
Bir cam kırılma sesi geldi ve Caitlin etrafına bakınca diğer yanda başka bir vampirin yüzünü daha gördü. Bu vampir kafasını doğruca sert bir şekilde cama geçirmişti ve ona bakarak onu küçümser gibi gülüyordu.
Birden Caitlin’in evinin içi cam kırılma sesleriyle doldu. Caitlin evin içinde koşturdu ve nereye baksa, duvarlar hatırladığından farklıydı. Şimdi tüm duvarlar camdandı ve ne tarafa bakarsa baksın perdeler geri çekiliyor ve camlar tuzla buz edilerek kırılıyordu. Ve birbiri ardına vampirler başlarını camlardan içeri sokuyorlardı.