Kitabı oku: «Kahramanlık Saldırısı », sayfa 3
Bu, annesiydi.
Gwen onu, eski Kraliçe'yi karşısında görünce şaşırdı, hiç olmadığı kadar ciddi ve gururluydu. Yüzünde her zamankinden daha vakur bir ifadeyle ona bakıyordu. Gözlerinde diğer misafirlerde olan şefkat belirtisi görünmüyordu.
"Neden buradasın?" diye sordu Gwen.
"Seni görmeye geldim."
"Ama ben seni görmek istemiyorum," dedi Gwen. "Artık kimseyi görmek istemiyorum."
"Ne istediğin umurumda değil," dedi annesi soğuk ve kendinden emindi. "Ben senin annenim ve seni dilediğim zaman görebilirim."
Gwen annesine duyduğu o bilindik öfkenin yeniden alevlendiğini hissetti, annesi şu an görmek istediği son kişiydi. Ama onu tanıyordu, söyleyeceklerini bitirmeden burayı terk etmeyecekti.
"Konuş o zaman," dedi Gwendolyn. "Konuş, bitir ve beni yalnız bırak."
Annesi içini çekti.
"Bunu bilmiyorsun," dedi annesi. "Ama gençken, senin yaşlarındayken, ben de senin gibi saldırıya uğradım."
Gwen ona baktı, hiç bilmiyordu.
"Baban biliyordu," diye devam etti annesi. "Ama umurunda olmadı. Benimle yine de evlendi. O zaman dünyamın sona erdiğini hissetmiştim fakat öyle olmadı."
Gwen gözlerini kapadı, yanaklarından bir başka gözyaşının düştüğünü hissetti, konunun açılmasını engellemeye gayret etti. Annesinin hikayesini dinlemek istemiyordu. Annesinin ona içten şefkat göstermesi için artık biraz geçti. Onca yıllık kötü muameleden sonra buraya öylece girebileceğini ve onu anladığını gösteren hikayesini anlatıp her şeyi düzeltebileceğini mi umuyordu?"
"Bitti mi?" diye sordu Gwendolyn.
Annesi öne eğildi, "Hayır, henüz bitirmedim," dedi katı bir şekilde. "Artık Kraliçe sensin – buna uygun davranmanın vakti geldi," dedi annesi; sesi bir çelik kadar sertti. Gwen annesinin sesinde, daha önce hiç tanık olmadığı bir gücü işitti. "Kendine acıyorsun, ama kadınlar her gün her yerde senden çok daha kötü kaderlere maruz kalıyorlar. Sana olanlar hayatın utancı içinde hiç sayılır. Beni anlıyor musun? Hiç sayılır."
Annesi iç çekti.
"Eğer hayatta kalmak ve bu dünyada güvende hissetmek istiyorsan güçlü olmalısın. Erkeklerden daha güçlü. Erkekler o ya da bu şekilde önüne gelecektir, mesele sana ne olduğu değil senin bunu nasıl algıladığın. Buna nasıl tepki verdiğin. Nereye kadar kontrolünün olduğu. Düşüp ölebilirsin ya da güçlü olabilirsin. Bu bir kadını bir kızdan ayıran farktır."
Gwen annesinin yardım etmeye çalıştığını biliyordu ama yine de yaklaşımındaki şefkat yoksunluğuna gönül koydu. Üstüne, nutuk atılmasından nefret ederdi.
"Senden nefret ediyorum," dedi Gwendolyn. "Hep ettim."
"Bunu biliyorum," dedi annesi. "Ben de senden nefret ediyorum. Yine de bu birbirimizi anlayamayacağımız anlamına gelmez. Senin sevgini istemiyorum. Senin için istediğim şey güçlü olman. Bu dünya güçsüz ve korkak insanlar tarafından yönetilmiyor – burası güçlüklere karşı hiç bir şey olmamış gibi karşı duranlar tarafından yönetiliyor. Dilersen çöküşü yaşayıp ölebilirsin. Bunun için çok zamanın var fakat bu çok sıkıcı. Güçlü ol ve yaşa. Gerçekten yaşa. Diğerleri için örnek ol çünkü seni temin ederim, bir gün nasıl olsa gerçekten öleceksin. O nedenle, yaşıyorsan hayata tutun."
"Beni yalnız bırak!" diye bağırdı Gwendolyn, daha tek bir kelime duymak istemiyordu.
Annesi soğuk soğuk ona baktı ve nihayet sonu gelmez bir sessizlikten sonra döndü ve bir tavus kuşu gibi çalımla çıkışa yöneldi, kapıyı çarparak çıktı.
Boş bir sessizlik içinde Gwen ağlamaya başladı, ağladı ve gözyaşları sel oldu. Bunların hepsinin bir anda yok olup bitmesini hiç olmadığı kadar çok istedi.
ALTINCI BÖLÜM
Kendirck Kanyon'un kenarındaki geniş alanda durdu, dağılan sise baktı. Gözlerini diktiği yerde kalbinin kırıldığını hissediyordu. Kız kardeşini o şekilde görmek içini parçalamıştı; sanki kendine saldırılmış gibi bitkin hissediyordu. Silesialıların Gwen'i liderden daha çok bir aile üyesi olarak gördükleri belli oluyordu. Onlar da ümitsizliğe kapılmışlardı. Sanki Andronicus hepsinin canını yakmıştı.
Kendrick kendini suçlu hissetti. Ne kadar cesur ve ne kadar gururlu olduğu düşünülürse küçük kız kardeşinin bunu yapabileceğini bilmeliydi. Kimseye onu durdurma şansı tanımadan gidip kendini teslim edeceğini görmeliydi ve o bunu engelleyecek bir yol bulmuş olmalıydı. Kız kardeşinin tabiatını, ne kadar güvenilir olduğunu ve iyi kalbini biliyordu. Ayrıca bir savaşçı olarak bazı liderlerin ne kadar zalim olduğunu Gwen'den daha iyi biliyordu. Ondan daha büyük ve daha bilgeydi bu nedenle onu hayal kırıklığına uğrattığını hissetti.
Kendrick tüm bunlardan da kendini sorumlu tuttu. Bu dar boğazın yükünü tek bir kişinin, tahta yeni geçmiş 16 yaşındaki bir kızın alması çok zordu. Bu yükün altına tek başına girmemeliydi. Böyle büyük bir karar bırak kendini, babasına bile oldukça ağır gelirdi.
Gwendolyn bu şartlar altında elinden gelenin en iyisini hatta belki de hepsinin yapabileceğinden bile daha iyisini yaptı. Kendrick Andronicus'la nasıl başa çıkılabileceği ile ilgili hiç bir fikre sahip değildi. Hiç biri değildi.
Kendrick öfkeden kıpkırmızı olmuş suratıyla Andronicus'u düşündü. O ahlaktan, prensipten ve insanlıktan nasibini almamış bir liderdi. Kendrick'e göre şimdiye kadar teslim olmuş olsalardı hepsinin aynı kaderi paylaşacağı kesindi: Andronicus hepsini ya öldürecek ya da tutsak edecekti.
Bir anda değişen bir şey oldu, Kendrick bunu tüm adamların gözlerinde görüyordu, hatta kendinde de hissediyordu. Silesialılar artık sadece hayatta kalma, savunma niyetinde değillerdi. Artık intikam istiyorlardı.
"SILESIALILAR!" diye kükredi bir ses.
Kalabalık sustu ve sese doğru baktılar. Yukarı şehirde, Kanyon'un kenarında onlara yukarıdan bakan yandaşlarıyla çevrili Andronicus duruyordu
"Size bir şans veriyorum!" diye gümbürdedi sesi. "Gwendolyn'i verin ve yaşamanıza izin vereyim! Yoksa gün doğumundan başlayarak üzerinize ateşler salacağım, öyle güçlü bir ateş olacak ki hepiniz öleceksiniz."
Durup gülümsedi.
"Teklifim oldukça cömert, fazla düşünmeyin."
Böyle konuştuktan sonra arkasını dönerek çekti gitti.
Silesialılar yavaşça dönüp birbirlerine baktılar.
Srog öne çıktı.
"Silesialı kardeşlerim!" diye bağırdı Srog, gittikçe kalabalıklaşan savaşçı topluluğa, Kendrick onu hiç bu kadar ciddi görmemişti. "Andronicus sevgili kralımız MacGil ve büyük Kraliçe'mizin öz kızı, en güzel ve en sevilen liderimize saldırdı. Bu hareketiyle hepimize ayrı ayrı saldırmış oldu. Onurumuzu lekelemeye çalışırken yaptığı tek şey kendisininkini lekelemekti!"
Kalabalık "EVET!" diye bağırdı, adamlar kılıçlarının kabzalarını tutuyor, gözlerinden ateş püskürüyor ve yerlerinde duramıyordu.
Srog "Kendrick," dedi ona dönerek. "Önerin nedir?"
Kendrick önünde duran adamların gözlerini delercesine baktı.
Damarlarında akan öfkeyle " SALDIRALIM!" diye bağırdı Kendrick.
Kalabalık kükreyerek onay verdi, her dakika artan sayıları ve gözlerindeki korkusuzlukla. Bu insanların her biri ölümüne dövüşmeye hazırdı.
Kendrick yeniden bağırarak "ADAM GİBİ ÖLELİM, KÖPEK GİBİ DEĞİL!" dedi.
Kalabalık "YAŞA!" diye hep bir ağızdan bağırdı.
"GWENDOLYN İÇİN SAVAŞACAĞIZ. ANNELERİMİZ, KIZ KARDEŞLERİMİZ VE KARILARIMIZ İÇİN SAVAŞACAĞIZ!"
"YAŞA!"
"GWENDOLYN İÇİN" diye bağırdı Kendrick.
"GWENDOLYN İÇİN!" diye onayladı kalabalık.
Kendilerinden geçen bu kalabalığın sayısı an be an artıyordu.
Kendrick ve Srog dar topraklara, Yukarı Silesia'ya gitmek için tırmanışa geçtiklerinde son bir haykırışla onları takip ettiler. Andronicus’a Gümüş'ün gerçek yüzünü gösterme zamanı gelmişti.
YEDİNCİ BÖLÜM
Thor; Reece, O'Connor, Elden, Conven, Indra ve Krohn'la beraber nehrin ağzında duruyordu, hepsi Conval'ın cesedine bakıyorlardı. Hava çok ağırdı. Thor ağırlığı kendi göğsünde de hissediyordu, Lejyon kardeşi Conval'a bakarken bu his sanki onu aşağı çekiyordu.O ölmüştü. Mümkün değil gibiydi bu. Thor kendini bildiğinden beri bu yolculukta altısı da birlikteydi. Sayılarının beşe düşeceğini hiç hesaplamamıştı. Bu ona ölümlülüğü hissettirdi.
Thor, Conval'ın ona hep destek olduğu zamanları hatırladı, onun için hep oradaydı, yolculuklarının her adımında, Thor'un Lejyon'a katıldığı ilk günden itibaren. Onun erkek kardeşi gibiydi. Conval hep Thor'u severdi, diğerlerinin aksine onun hakkında hep iyi şeyler söylerdi; onu en başından arkadaşı olarak kabul etmişti. Özellikle de Thor'un hataları sonucunda, onu orada cansız yatarken görmek Thor'un midesini bulandırdı. O üç kardeşe hiç güvenmemiş olsaydı Conval bugün dimdik ayakta olacaktı.
Thor Conval'ı Conven'siz düşünemiyordu, birbirinin aynı ikizlerdi onlar, ayrılmazlardı; birbirlerinin düşüncelerini tamamlarlardı. Conven'ın hissettiği acıyı tahmin bile edemiyordu. Conven artık aklı başında değilmiş gibi duruyordu. Eskiden bildiği o mutlu, kaygısız Conven tek bir darbe sonrasında bedenini terk etmişti.
Savaşın yapıldığı alanın kenarında hep beraber ayakta durdular, İmparatorluk askerlerinin cesetleri etraflarında yığın halindeydi. Orada çakılı halde Conval'a bakıyorlardı, ona düzgün bir cenaze töreni yapmadan oradan kıpırdamaya niyetli değillerdi. İmparatorluk görevlilerinin üstünde kaliteli kürkler buldular, bunları yırtarak Conval'ın bedenini sardılar. Onları buraya getiren küçük sandala cansız bedeneni yerleştirdiler. Vücudu kaskatıydı ve sırt üstü gökyüzüne bakıyordu. Bir savaşçını cesediydi bu. Conval donmuş gibiydi, vücudu sert ve maviydi, sanki daha önce hiç yaşamamıştı.
Orada dururlarken Thor ne kadar süre geçtiğini bilmiyordu, hepsi kendi üzüntüsünde kaybolmuştu ve hiç biri bu vücuda veda etmek istemiyordu. Indra, Conval'ın kafasına avucunu koydu ve küçük daireler çizerek gözleri kapalı halde Thor'un anlamadığı kendi dilinde bir şeyler mırıldandı. Bu yaslı cenaze törenini kendi başına yönettiğinden Conval'ı ne kadar önemsediğini anlıyordu ve Thor duyduğu seste bir nebze olsun huzur hissetti. Çocukların hiç biri ne söyleyeceklerini bilmiyordu, Indra töreni gerçekleştirirken orada kasvetle ve sessizce durdular.
Sonunda Indra töreni sonlandırdı ve bir adım geri gitti. Conven yaklaştı, yanaklarından yaşlar akıyordu, kardeşinin yanına çömeldi, uzandı ve devrilmiş kafasına elini koydu.
Eğilerek kayığa hareket verdi. Nehrin hareketsiz suyu içinde salınmaya başlayan sandalı, sanki gel-gitler durumdan haberdarmış gibi aniden başlayan akıntı yavaşça ve nazikçe içine çekti. Git gide gruptan uzaklaşırken Krohn ağlıyordu. Bir anda ortalığı bir sis kapladı ve kayığı içine aldı, gözden kaybolmuştu.
Thor sanki kendi vücudu yer altına emilmiş gibi hissetti.
Çocuklar yavaşça birbirlerine döndüler ve savaş alanının ötesindeki topraklara baktılar. Buranın ardında geldikleri yer altı dünyası vardı, bir tarafta çimenlik geniş bir alan diğer tarafta ise alabildiğine uzanan çöl duruyordu. Yollarını seçecekleri yer burasıydı.
Thor Indra'ya döndü.
"Aslabatmaz'a ulaşmak için çölü geçmemiz mi gerekli?" diye sordu.
.Indra onaylarca kafasını salladı.
"Başka yolu yok mu?" diye sordu.
Indra yeniden kafasını salladı.
"Başka yollar var ama kestirme değiller, haftalar sürer. Eğer hırsızları yenmeyi düşünüyorsan tek yolumuz bu."
Diğerleri uzunca ve düşünceli halde baktılar, güneş yeri dövüyordu, dalgalar hareketliydi.
"Acımasız görünüyor," dedi Reece, Thor'un yanına gelerek.
"Burayı geçip de kurtulan kimseyi bilmiyorum," dedi Indra. "Bu vahşi yaratıklarla dolu uçsuz bucaksız bir yer."
"Yeterli hazırlığımız yok," dedi O'Connor. "Bunu başaramayız."
"Evet ama Kılıca giden yol burası," dedi Thor.
"Kılıcın hala var olduğunu var sayarsak," dedi Elden.
"Eğer hırsızlar Aslabatmaz'a varırlarsa," dedi Indra, "o zaman kıymetli Kılıç sonsuza dek yitirilir. Hayatımızı bir rüya uğruna tehlikeye atıyorsun. Yapabileceğin en iyi şey şimdi Halka'ya dönmek olur."
Karalı bir şekilde "Geri dönmüyoruz," dedi Thor.
“"Özellikle de şimdi," diye ekledi Conven öne çıkarak, gözleri ateş ve acıdan parlıyordu.
"Ya o Kılıcı bulacağız ya da bulmaya çalışırken öleceğiz," dedi Reece.
Indra kafasını salladı ve iç geçirdi.
"Sizden başka bir cevap beklemiyordum," dedi. "Hepinizin gözü kara."
*
Thor diğerleriyle, sert güneşte gözlerini kısarak çöle doğru yürümeye başladı, aman vermez sıcaklık nefeslerini kesiyordu. Yer altı dünyasından, oradaki kasvetten ve güneşi göremeden geçirilen günlerden kurtulmanın ne kadar heyecan verici olduğunu düşündü. Ancak orası ne kadar aşırıysa burası da öyleydi. Bu çölde güneşten başka biç bir şey yoktu; sarı güneş ve sarı gökyüzü, tümü üstüne üstüne gelirken gidecek başka hiç bir yeri yoktu. Başı ağrıyor ve dönüyordu. Kendini ayaklarını sürüyerek çekiyordu ve bunun bitmek tükenmez bir yolculuk olacağını hissediyordu. Diğerlerine baktığında aynı görüntüyle karşılaştı.
Yarım gün boyunca yürüyüşlerine devam etmişlerdi ve daha ne kadar gidebilirlerdi bilemiyordu. Indra'ya baktı, başlığını kafasında elleriyle tutuyordu, onun iyi olup olmadığını merak etti. Belki de bu yolculuğa kalkıştıkları için gerçekten gözleri karaydı ama Kılıcı bulacağına yemin etmişti, başka ne seçeneği vardı ki?
Yürüyüşleri sırasında ayakları toz bulutu kaldırıyordu, kumlar her yere dağılırken zaten zor olan nefes alışları daha da güçleşiyordu. Ufukta ise görünen tek şey güneşin dövdüğü tozdu. Gözün görebildiği her yer dümdüzdü. Tek bir yapı, yol veya dağ yoktu. Hatta hiç bir şey yoktu. Sadece çöl. Thor dünyanın sonuna geldiklerini hissetti.
İlerlerken Thor tek bir şeyle avunuyordu; en azından şimdilik gittikleri yere ilk kez güveniyordu. O üç kardeşi dinlemeye, onların merhametine ve o aptal haritalarına muhtaç değildi, şimdi Indra'yı dinliyorlardı ve Indra'ya kardeşlere güvendiğinden çok daha fazla güveniyordu. Doğru yöne gittiklerinden emindi sadece yolculuktan sağ çıkacaklarından emin değildi.
Thor belli belirsiz bir ses duymaya başlamıştı, aşağı baktığında kumun etrafında daireler çizdiğini gördü. Diğerleri de bunu görüyordu ve Thor kumların yavaşça toplandığını görerek şaşırıyordu, daireler ayaklarının dibinde gittikçe daha yoğunlaşıyordu ve sonra havaya dağılıyorlardı. Hemen sonra bir toz bulutu çıktı, çöl zeminindeki kumu git gide daha yükseğe atıyordu.
Birden tüm vücudunun daha da kuru hale geldiğini hissetti. Sanki vücudundan damla damla su çekiliyordu ve su için dayanılmaz bir istek duyuyordu, hayatında hiç bu kadar susamamıştı.
Panik halinde su tulumuna elini götürdü, kaldırdı ve tam ağzına götürecekken, su döndü ve yukarı hareket etti. Dudaklarına hiç değmeden gökyüzüne uçmuştu.
"Neler oluyor?" diye Indra'ya bağırdı Thor.
Gökyüzüne korkuyla bakıyordu Indra, başlığını tuttu.
"Tersine yağmur!" diye cevap verdi.
"O da ne?" diye bağırdı Elden, boğazını tutup nefes almaya çalışırken.
"Yukarı doğru yağıyor!" diye cevap verdi. "Tüm nem gökyüzüne emiliyor!"
Thor cildindeki tüm suyun yukarı çıkmasını ve derisinin çatlayıp kup kuru kalmasını izledi, deri parçaları dağılarak toprağa düşüyordu.
Thor dizlerinin üstüne çöktü, boğazını tuttu zar zor nefes alıyordu, etrafındakilerin de durumu aynıydı.
"Su!" diye yalvardı yanında duran Elden.
İşte o an bir gümbürtü koptu sanki bin tane gök gürültüsü aynı anda koptu. Thor gökyüzünün siyaha döndüğünü gördü. Tek bir fırtına bulutu inanılmaz bir hızla üstlerine doğru ilerleyerek geliyordu.
"YERE YATIN!" diye bağırdı Indra. "Gökyüzü tersine dönüyor!"
Kelimelerini henüz bitirmişti ki gökyüzü yarıldı ve sular aşağıya boşaldı, gel git dalgası gibi bir güçle Thor ve diğerlerini yıkıp geçti.
Thor bilmediği uzun bir süre su dalgasının içinde çırpınarak yuvarlandı. Sonunda çöl toprağının yüzüne çıktı, dalga üstlerinden geçmişti. Bunu yağmur dalgaları takip etti, Thor ve diğerleri kafalarını kaldırarak kana kana su içtiler ve sonunda vücutları yeniden suyla buluştu.
Yavaşça hepsi kendilerine geldiler, zor nefes alıyorlardı, dayak yemiş gibiydiler. Birbirlerine döndüler. Kurtulmuşlardı. Yaşadıkları şok ve korku biraz azalınca birden kahkahaya boğuldular.
"Yaşıyoruz!" dedi O'Connor.
“"Çölün bize yapabileceği en kötü şey bu mu?" diye sordu Reece, hayatta olduğu için neşeli bir sesle.
Indra kafasını karamsar bir şekilde salladı.
"Erken kutlama yapıyorsunuz," derken endişeli görünüyordu. "Yağmurdan sonra çöl hayvanları da su içmeye çıkar."
Korkunç bir ses duyuldu ve Thor baktığında topraktan çıkarak hızla onlara doğru gelen küçük yaratıklar ordusunu korku içinde izledi. Thor omzundan baktığında yağmurun bıraktığı göleti fark etti ve tam olarak susamış yaratıklarının yollarında durduklarını anladı.
Thor'un daha önce hiç görmediği düzinelerce yaratık bulundukları yola doğru yarış halinde koşuyorlardı. Bunlar, sığıra benzeyen sarı büyük hayvanlardı ancak iki katı büyüklüğündelerdi; dört kolları ve dört boynuzları vardı onlara doğru iki ayaklarının üstünde koşuyorlardı. Komik bir şekilde saldırıya geçmişlerdi, arada bir dört pençeleri üzerine düşüyorlar sonra zıplayarak yeniden ayaklarını kullanıyorlardı. Onlara koşarken kükrediler ve çıkardıkları sesler zemini titretiyordu.
Thor ve diğerleri kılıçlarını çektiler ve savaşmaya hazırlandılar. İlk hayvan yaklaştığında Thor yana yuvarlanıp hayvanla çarpışmamayı umarak yoldan çekildi, onları geçerek suya koşmalarını umdu.
Yaratık Thor'u deşmek için yere eğildi ancak Thor yuvarlanınca, hedefini kaçırdı. Thor'un korktuğu başına geldi- tatmin olmayan hayvan bir daire çizdi ve daha da öfkeli halde doğrudan Thor'a saldırdı. Görünüşe göre amacı suya ulaşmaktan çok onu öldürmekti.
Boynuzlarını indirerek tekrar saldırıya geçince, Thor havaya zıpladı ve hızla geçerken boynuzlarından birini kılıcıyla kesti. Hayvan bir çığlık atarak iki bacağı üzerinde zıpladı, etrafında döndü Thor'u gözüne
Yaratık bacağını kaldırarak Thor'u ezmeye yeltendi ama ayaklarını kaldırmasıyla kumlar havalandığı ve toz bulutu oluşturduğu için Thor yuvarlanarak kendini yaratığın ayakları altından çekebildi. Yaratık yeniden ayaklarını kaldırdı bu sefer Thor kılıcını çekerek yaratığın göğsüne sapladı.
Göğsüne aldığı kılıç darbesiyle yaratık yeniden ciyakladı, Thor ise yaratığın ölüsü yere düşmeden tam zamanında altından çekildi. Şanslıydı, yoksa yaratığın ağırlığı Thor'u toprağa gömerdi.
Thor yeniden ayağa kalkınca bir başka yaratığın saldırıya geçtiğini gördü, yolundan çekildi fakat boynuzu kolunu delmiş ve parçalamıştı. Acıyla bağırdı ve kılıcını düşürdü. Kılıçsız kalınca sapanını çıkarıp bir taş yerleştirdi ve yaratığa fırlattı.
Yaratık gözüne isabet eden taşla tökezledi ve bağırdı- ama saldırıdan vazgeçmedi.
Thor sola ve sağa kaçtı, yaratığın yolundan zikzak yaparak kaçmaya çalışıyordu ancak çok hızlı gelmişti. Kaçacak bir yer kalmamıştı, artık saniyeler sonra saldırganın pençelerinde kalacağını biliyordu. Koşarken, Lejyon kardeşlerine baktığında onların da aynı durumda olduğunu gördü hepsi yaratıklardan kaçmaya çalışıyordu.
Yaratık yaklaştı ve sadece bir kaç adım uzaktayken korkunç horultusu ve kokusu Thor'un duyularında çınlıyordu. Boynuzlarını eğmişti, Thor darbeye karşı kendini hazırladı.
Aniden yaratığın çığlığı duyuldu, Thor dönüp bakınca yaratığın havaya kaldırılmış olduğunu gördü. Thor şaşkınlıkla yukarı bakıyordu ne olduğunu anlamamıştı. Arkasında yüzlerce metre uzunluğunda, bir dinozor boyunda devasa ve sıra sıra keskin dişlere sahip yeşil renkli bir canavar gördü. Yaratığı çenesiyle sanki küçük bir lokma gibi tutuyordu, arkaya eğilerek yaratığı fırlatıp ağzına attı. Tuttu, yerleştirdi, dişleriyle çiğnedi ve üç koca lokmada mideye indirdikten sonra dudaklarını yaladı.
Thor'un etrafındaki tüm sarı yaratıklar canavardan koşarak uzaklaştılar. Canavar onları kovalarken bir o yana bir bu yana gidiyor, giderken de koca kuyruğunu sallıyordu. Kuyruk Thor'u arkasından yakaladı ve onu diğerlerinin yanına yere hızla fırlatarak gönderdi. Canavar onları geçmişti, ilgisini onlardan çok sarı yaratıklar çekiyordu.
Thor döndü ve diğerlerine baktı hepsi orada küçük dillerini yutmuş bir halde Thor'a bakıyorlardı.
Indra ayakta kafasını sallıyordu.
"Merak etmeyin," dedi, "çok daha kötüye gidecek."
SEKİZİNCİ BÖLÜM
Kendrick Yukarı Silesia'nın yanmış meydanından geçti, yanında Srog, Borm, Kolk, Atme, Godfrey ve bir düzine Gümüş vardı. Hepsi özellikle yavaşça yürüyor, elleri kafalarının arkasında teslim olduklarını gösteriyorlardı.
Küçük grup onları izleyen binlerce İmparatorluk askerini geçerek, şehir kapısının uzağında beklediği görülen Andronicus'a doğru ilerliyorlardı. Kendrick ilerlerken tüm gözleri üzerlerinde hissetti, hava ise gergindi. Binlerce taburun işgaline rağmen meydan iğne atsan sesi yankılanacak kadar sessizdi.
Bir saat önce, Kendrick Andronicus'a teslimiyetini haykırmış ve bu grup birlikte yola çıkarak silah taşımadıklarını göstermek için İmparatorluk askerlerinin arasından yürüyüp Andronicus'un önünde resmen diz çökmek için gelmişlerdi. Kendrick'in kalbi yürürken yerinden çıkacak gibiydi, etrafındaki binlerce küstah düşmanı gördüğünde ağzı kupkuru olmuştu.
Kendrick ve diğerleri bu sahneyi prova etmişlerdi, Andronicus'a yaklaştıklarında ve Kendrick onun ne kadar vahşi ve devasa bir adam olduğunu yakından gördüğünde, planlarının tutması için dua etti. Çünkü eğer tutmazsa bu hayatlarının sonu demekti.
Yürüdüler ve nihayet Andronicus'un generalleri öne çıkana kadar da mahmuzları şıngırdayarak bu yürüyüşe devam ettiler. General azametli görüntüsüyle kaşlarını çattı, kaba bir hareketle elini Kendrick'in göğsüne indirdi. Muhtemelen tedbirden, Andronicus'a yirmi adım uzaklıkta durdurulmuşlardı. Askerleri Kendrick'in tahmin ettiğinden daha zekiydi, o Andronicus'a tamamen yaklaşmayı umuyordu ama belli ki bu izin verecekleri bir şey değildi. Kendrick'in kalbi daha hızlı atmaya başladı, umudu bu uzaklığın planlarında bir aksaklığa yol açmamasıydı.
Hepsi orada sessizce ve yüzleri birbirlerine dönük dururlarken Kendrick boğazını temizledi.
"Yüce Andronicus'a teslim olmaya geldik," diye duyurdu Kendrick, sesi patlayacak gibiydi, diğerleriyle dururken en ikna edici tonuyla konuşmaya çalışıyor hareketsiz Andronicus'un gözlerine bakıyordu.
Andronicus uzandı ve kolyesindeki kafaları gevşetti, onlara hırlama ya da belki de gülümsemeye benzer bir havayla yukarıdan bakıyordu.
"Şartlarınızı kabul ediyoruz," dedi Kendrick. "Yenilgi kabulümüzdür."
Andronicus kocaman taştan bir bankta otururken hafifçe öne eğildi ve yüzünde gülümsemeye benzer bir ifadeyle onlara baktı.
"Biliyorum,"dedi, sesi meydanda yankılanıyordu. "Kız nerede?"
Kendrick buna hazırlıklıydı.
"Buraya efendimiz ve onun şanlı görevlilerine bağlılığımızı bildirmeye geldik," dedi Kendrick. "Önce gelerek teslimiyetimizi bildirmek istedik. Bitirdiğimizde diğerleri de müsaadenizle yola çıkacak."
Kendrick yaptığı "müsaadenizle" eklemesinin hoş olduğunu, daha da gerçekçi bir hava yarattığını düşündü. Bir askeri danışmandan yıllar önce çok güzel bir ders almıştı: Kendini beğenmiş bir komutanla uğraşırken her zaman egosunu cezbet. Onu yağlarsan, kudretlerine ve büyüklüklerine oynarsan, bir kumandanın yapabileceği hataların sınırı olmaz." demişti.
Andronicus biraz geriye yaslandı, cevap vermemişti.
“Tabii ki çıkacaklar,” dedi Andronicus. “Aksi halde bu küçük grubunuzun burada olması aptalca olurdu.”
Andronicus oturduğu yerden onlara bakarken sanki karar vermeye çalışıyordu. Bir şeylerin ters gittiğini hissediyor gibiydi, Kendrick’in kalbi yerinden çıkacaktı.
Sonunda uzun bir bekleyişten sonra Andronicus karar vermiş gibiydi.
“Öne çık ve diz çök,” dedi. “Hepiniz.”
Diğerleri Kendrick’e baktı, Kendrick kafasını sallayınca hepsi öne bir adım atıp Andronicus’un önünde diz çöktüler.
“ “Tekrarlayın,” dedi kumandan. “Bizler, Silesia’nın temsilcileri…”
“Bizler, Silesia’nın temsilcileri…”
“Bugün Yüce Andronicus’a teslim oluyoruz…”
“Bugün Yüce Andronicus’a teslim oluyoruz…”
“..ve ömrümüzün geri kalanında ona sadık ve bağlı kalacağımıza…”
“..ve ömrümüzün geri kalanında ona sadık ve bağlı kalacağımıza…”
“..ve yaşadığımız müddetçe ona köle olarak hizmet edeceğimize ant içiyoruz.”
Son sözleri söylemek Kendrick için çok zordu, yutkundu ve nihayet tane tane söylenenleri tekrarladı:
“..ve yaşadığımız müddetçe ona köle olarak hizmet edeceğimize ant içiyoruz.”
Bu sözleri tekrarlarken midesi bulandı, kalp atışlarını kulaklarında hissediyordu. Nihayet acısı sona erdi.
Gergin bir sessizlik bunu takip etti ve Andronicus nihayet gülümsedi.
“Siz MacGil halkı düşündüğümden daha zayıfmışsınız,” diye küçümsedi.”Sizi kölem olarak kullanmaktan ve İmparatorluk adabını öğretmekten çok büyük keyif alacağım. Şimdi kararımı değiştirip sizleri şuracıkta öldürmeden önce gidip kızı getirin bana.”
Kendrick orada dizlerinin üstünde dururken tüm hayatı gözlerinin önünden geçiverdi. Bu anın hayatının dönüm noktalarından biri olduğunu biliyordu. Eğer her şey umduğu gibi giderse, bu günün hikayesini torunlarına anlatmak için yaşayacağını biliyordu, aksi halde çok değil biraz sonra yerde cesedi yatıyor olacaktı. Olasılıkların ona karşı olduğunu bilse de bu yine de alması gereken bir riskti. Kendi adına ve MacGiller adına ve Gwendolyn adına, mesele şimdi ya da aslaydı.
Tek hızlı bir hareketle, Kendrick arkasına uzanarak gömleğinin altından gizli kısa kılıcı aldı, ayağa kalktı ve bütün gücüyle kükredi.
“SİLESİALILAR, SALDIRIN!”
Kendrick kılıcını tam da Andronicus’u göğsüne savurarak sapladı. Keskin bir isabetle güçlü bir vuruş oldu, başka her hangi bir savaşçıyı öldürmek için son derece cesur bir hareketti.
Ama Andronicus alelade bir savaşçı değildi. Kendrick sadece bir metre uzağında kalmıştı ve Andronicus çok hızlıydı. Andronicus hemen o anda kılıcın hedefinden kaçmayı başardı. Keskin kılıç kolunu kestiği için yine de çığlık atıyordu, kolundan kan boşalıyordu. Hamleler havada devam etti sonrasında yanında duran general midesine aldığı darbeyle öldürüldü.
Kendrick’in haykırışıyla ortama kargaşa hakim oldu. Diğer yoldaşları da geriye uzanarak sakladıkları kılıçlarını alıp ortalarında duran askerlerin boyunlarını vuruyorlardı. Brom belinden bir hançer çıkardı yana adım attı ve yanındaki askerin boğazını kesti. Kolk, belinden kısa bir sapan çıkararak yerleştirdiği taş parçasını uzaktaki bir askeri vurmak için savurdu ve elinde tuttuğu oku ateşleyemeden askeri kafasından vurdu. Godfrey hançerini fırlattı onun hedefi diğerlerininki kadar isabet bulmadı bunun yerine genç bir askerin bacağını delip geçti.
Etraflarında yaralı askerlerin çığlıkları yankılanıyordu, bu sürpriz saldırıyı hiç kimse beklemiyordu.
İşaret gelince aynı anda Silesia meydanının dört bir yanından, yerden, duvarlardan aniden askerler fışkırdı. Korkunç bir savaş çığlığıyla gelerek oklarını hedefe doğrulttular ve gökyüzünü ok atışlarıyla kararttılar. Binlerce ok meydandan geçerek her yönden İmparatorluk askerlerini vuruyordu. O kadar çok yerden saldırıya uğruyorlardı ki askerler hangi yöne döneceklerini şaşırmış ve birçoğu panik halde birbirlerine saldırmaya başlamıştı.
Kendrick planının mükemmel işlediğini görünce heyecanlandı. Srog, Kendrick’e, bir kuşatmaya karşı inşa edilmiş ve şaşırtmacalı saldırının son ayağı olarak aşağı Silesia’yı şehrin yukarısına bağlayan gizli geçitler hakkında bilgi verdi. Tüm askerler yerlerinde sabırla Kendrick’in vereceği işareti bekliyordu.
Binlerce asker yerlerinden çok seri bir biçimde saldırarak çıkmışlar ve İmparatorluk askerlerinin harekete geçmelerine fırsat vermemeyi amaçlamışlardı. Kendrick öne atılıp cansız bir İmparatorluk askerinden kılıcını kaparak mücadeleye dahil oldu ve en yakınındaki askerlere saldırmaya başladığında ona Atme ve diğerleri de katıldı. İmparatorluk askerleri kargaşanın içinde panik olmuş halde dönerek hangi yöne gideceklerinden bile emin olmadan dört bir yana kaçışmaya başladılar.
Silesialılar avantaj elde ediyordu. Kendrick kalkanını kullanmaya başlamadan önce bile bir düzine adamı yere sermişti. Atme her zamanki gibi ona destek için onunla sırt sırta dövüşerek eşit zarar veriyordu. Her darbeyle Gwendolyn’i ve intikamı düşünüyordu.
Binlerce İmparatorluk askeri o denli afallamıştı ki hepsi geriye, diğer dış meydanının kapılarına doğru koşuyorlardı. Güruh Andronicus ve adamlarına abanarak izdiham yarattıklarında, aslında adamlar yerlerinde durmaya çalıştılar ama inanılmaz sayıya karşı duramadılar. Büyükbaş hayvanlar gibi hepsi uzak kapıya koşuştular, hepsi hala her yönden fırlatılan oklardan çaresizce kaçmak istiyordu. Silesialı savaşçıların okları bittiğinde, kardeşlerinin yanında, çektikleri kılıçlarla yer aldılar.
İmparatorluk askerlerinin sayısı çok fazlaydı ancak hepsi eğitimli değildi ve çoğu da Andronicus’un hizmetine alınmış kölelerden ibaretti. Öte yandan Silesialılar, sayıca azlardı ancak her biri seçkin birer savaşçı, sert, iyi eğitimli bir askerdi, her biri on İmparatorluk askerine bedeldi. Ayrıca şaşırtmaca faktörünü de kullanmışlardı bir de üstünde damarlarındaki kan deli deli akıyordu; sırtları duvara dönük, yaşama içgüdüsüyle, sevdiklerini koruma içgüdüsüyle, Gwendolyn için duydukları kızgınlıkla savaşıyorlardı. Ne de olsa bu onların şehriydi. Ve eğer bu savaşı kazanamazlarsa, ölümlerinin geldiğini pek ala biliyorlardı.
Çok sayıda Silesialının savaş borusunu üflerken çıkarttığı sesler de korkunçtu, sanki ucu bucağı olmayan bir ordu sesi gibi tınlıyordu ve daha fazla sayıda adam da tünellerden çıkıyordu. Tüm hayatları buna bağlıymış gibi saldıran binlerce adam on binlerce İmparatorluk askerine hücum ediyordu.
Dövüş amansız ve şiddetliydi, kılıçlar kılıçlarla, hançerler hançerle karşı karşıya kalınca tüm meydan kanla kaplanmıştı. Adamlar birbirlerinin gözlerine kenetlenerek boğuşuyorlar, birbirlerini öldürmek için el ele yüz yüze mücadele veriyorlardı. Kısa süre içinde savaş Silesialılar lehine döndü.
Bir boru sesi daha duyuldu ve aşağı kapılardan güçlü, vahşi savaş çığlıklarıyla saldıran yüzlerce Lejyon gelmeye başladı. Sapan, ok, hançer ve kılıçlarını havaya dikerek alana geldiler ve sağda solda kalan İmparatorluk askerlerini öldürerek işlerin yoluna girmesine yardım ettiler. Lejyon zaten çok sert savaşçılardan oluşuyordu, çok küçük yaştakiler de koşarlarken bile Gwendolyn ve Thor’un ismini haykırıyorlardı.
Lejyon, kuvvetlere planlandığı gibi katıldığı için katılan diğer savaşçılar kadar zarar verdi, İmparatorluk askerlerini dış kapıdan geriye, daha öteye itmeyi başardılar. Kısa süre sonra da savaş lehlerine gelişti, İmparatorluk askerlerinin cesetleri her taraftan yere düşüyordu, hayatta kalanlar da panikle koşuyorlardı. Kapının dışında bir milyon İmparatorluk askeri bekliyordu ama askerlerin kaçtığı dar bir geçitti ve hepsi sığamıyordu.
Andronicus öfkeden deliye dönmüş ve kargaşanın içine atılarak ona saldıran, birbirlerine saldıran askerlere karşı koyuyor, çıplak elleriyle kafalarını birbirlerini vurup boyunlarını koparıyor ve oracıkta öldürüyordu.
Ücretsiz ön izlemeyi tamamladınız.