Kitabı oku: «Köle, Savaşçı, Kraliçe », sayfa 3

Yazı tipi:

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

Ağrıyan ayakları ve yanan ciğerleriyle Ceres dik tepeye elinden geldiği kadar hızlı bir şekilde iki yanındaki kovadan bir damla su taşırmadan tırmandı. Normalde mola vermek için dururdu ancak annesi gün doğana kadar gelmezse kahvaltı vermemekle tehdit etmişti onu, kahvaltı etmemesi demek akşam yemeğine kadar aç kalması demekti. Acıyı hiç bir şekilde umursamıyordu, en azından aklını babasından ve o gittiğinden beri işlerin ne kadar sefil bir hale geldiğinden uzaklaştırmasına yardımcı oluyordu

Güneş daha yeni uzakta yer alan Alva Dağları'nı aşmış, dağınık duran bulutları altın bir pembeye boyuyordu;  yumuşak rüzgar yolun her iki tarafındaki uzun, sarı çimenleri okşuyordu. Ceres oksijeni bol sabah havasını burnuna çekti ve daha hızlı olmak için kendini zorladı. Annesi her zaman gittiği kuyunun kuruduğunu ya da sekiz yüz metre daha ileride olan diğer kuyuda sıra olduğunu mantıklı bir bahane olarak kabul etmeyecekti. Aslında tepenin üstüne ulaşana kadar hiç durmamıştı, durduğunda ise yol üzerinde mıhlanmış önündeki manzara karşısında şaşkınlığa uğramıştı.

Uzakta görünen noktada evi vardı, önünde ise bronz bir araba duruyordu. Annesi arabanın önünde aşırı şişman bir adamla konuşurken onun yarısı boyunda birini bile daha önce görmediğini düşündü Ceres. Kırmızı keten bir gömlek giymişti, kırmızı ipek bir şapkası vardı. Uzun ve sert sakalı griydi. Ceres gözlerini kısarak anlamaya çalıştı, bir satıcı mıydı bu?

Annesi en güzel elbisesini giymişti, Ceres'e yeni ayakkabılar alması gereken parayla kendine uzun yeşil ve ketenden bu elbiseyi almıştı. Bunların hiç biri Ceres'e mantıklı gelmiyordu.

Ceres yavaşça tepeden inmeye başladı. Gözlerini onlardan ayırmadan yoluna devam ederken yaşlı adamın annesine ağır bir deri kese verdiğini ve annesinin suratının bir anda aydınlandığını gördü dolayısıyla merakı arttı. Kem talihleri tersine mi dönmüştü? Babası eve dönebilecek miydi? Bu düşünceler onu biraz hafifletti ancak tüm detayları öğrenmeden heyecanlanmak istemedi.

Ceres evlerine yakınlaştığında annesi döndü ve ona sıcak bir ifadeyle gülümsedi, bunu yapar yapmaz Ceres midesinde bir endişe yumrusu hissetti. Annesi ona en son bu şekilde, dişlerini gösterip gözleri ışıl ışıl parlarken gülümsediğinde Ceres dayak yemişti.

"Sevgili kızım," dedi annesi aşırı tatlı bir tonla, kollarını açıp ona doğru giderken yüzündeki sırıtış Ceres'in kanını dondurdu.

"Kız bu mu?" dedi yaşlı adam hevesli bir gülümsemeyle, siyah, pörtlek gözleri Ceres'e bakarken büyüyordu.

Yakına gelen Ceres artık şişman adamın tenindeki tüm kırışıklıkları görüyordu. Geniş düz burnu tüm yüzünü kaplamış gibiydi, şapkasını çıkarınca terli ve kel kafası güneş altında parlıyordu.

Annesi neşeyle Ceres'in yanına geldi, kovaları elinden aldı ve kavrulmuş çimenlerin üstüne koydu. Sadece bu hareket bile Ceres'e bir şeylerin tamamen yanlış olduğunu anlatıyordu. Göğsünde ona panikleten bir hissin doğduğunu hissediyordu.

Gözlerinde hiç  yaş olmamasına rağmen siler gibi yaparak, "Gururum ve neşem, tek kızım Ceres'le tanışın," dedi annesi. "Ceres, bu Lord Blaku. Yeni efendine lütfen saygılı davran."

Ceres'in kalbine birden korku doldu. Hızlı bir nefes alarak ne dediğini anlamaya çalıştı. Önce annesine, ardından Lord Blaku'ya baktı, annesi daha önce hiç görmediği şeytani bir gülümseme takınmıştı.

"Efendi mi?" diye sordu Ceres.

"Ailemizi mali yıkımdan ve toplum utancından kurtarmak için cömert Lord Blaku babanla bana bir teklif sundu: senin karşılığında bir kese altın önerdi."

"Ne?" dedi tek nefeste Ceres, kendini yerin dibine girmiş gibi hissederken.

"Şimdi, olduğunu bildiğim iyi kız ol ve saygılı davran," dedi annesi Ceres'e uyaran bakışlar fırlatarak.

"Davranmayacağım," dedi Ceres, göğsünü şişirip yana bir adım atarak, adamın bir köle efendi ve anlaşmanın kendi hayatına karşılık olduğunu anlamadığı için kendini çok aptal hissediyordu.

"Babam beni asla satmaz," diye ekledi sıktığı dişlerinin arasından, korkusu ve öfkesi artıyordu.

Annesi kaşlarını çatıp Ceres'in kolunu tutarken tırnakları tenine batıyordu.

"Eğer terbiyeli olursan bu adam seni karısı bile yapar ve bu senin için büyük bir fırsat olur," diye mırıldandı.

Lord Blaku ince, çatlamış dudaklarını yalarken pörtlek gözleri hevesle Ceres'in vücudunu süzüyordu. Annesi bunu ona nasıl yapardı? Annesinin onu kardeşleri kadar sevmediğinin farkındaydı, ama bu kadar da değildi.

"Marita," dedi burnundan gelen sesiyle. "Kızının güzel olduğunu söylemiştin ancak ne kadar muhteşem bir yaratık olduğunu söylemeyi unutmuşsun. Şu kadarını söyleyeyim, daha önce dudakları bu kadar dolgun, gözleri böylesi tutkulu, vücudu bu kadar güzel ve muhteşem hiç bir kadın görmemiştim."

Ceres'in annesi elini kalbine götürüp iç çekerken Ceres oracıkta kusacakmış gibi hissediyordu. Ellerini yumruk yaparken kolunu annesinden kurtardı.

"Sizi bu kadar memnun ettiyse belki sizden daha fazlasını almalıydım," dedi Ceres'in annesi gözleri yaşadığı moral bozukluğunu ele verirken. "Ne de olsa o bizim tek kızımız."

"Bu güzelliğe daha fazlasını ödemeye hazırım. 5 altın daha yeterli mi?" diye sordu.

"Ne kadar cömertsiniz," diye cevapladı annesi.

Lord Blaku daha fazla altın getirmek için arabasına gitti.

"Babam buna asla rıza göstermeyecek," diyerek küçümsedi annesini Ceres.

Ceres'in annesi ona tehditkar bir adım attı.

"Öyle mi, fakat bu babanın fikriydi," diye yapıştırdı cevabını, kaşları alnının ortasına kadar çıkmıştı. Ceres şimdi yalan söylediğini biliyordu, ne zaman yalan söylese bu hareketi yapardı.

"Babanın seni benden daha çok sevdiğine gerçekten inanıyor musun?" diye sordu annesi.

Ceres gözlerini kırptı, bunun olanlarla ne ilgisi olduğunu anlayamıyordu.

"Benden daha iyi olduğunu düşünen kimseyi sevemem ben," diye ekledi.

"Beni hiç sevmedin mi?" diye sordu Ceres, öfkesi çaresizliğe dönerken.

Elindeki altınla Ceres'in annesine yanaştı Lord Blaku ve avucuna bıraktı.

"Kızınız her bir altına değdi," dedi. "İyi bir eş olup bana çok sayıda oğlan çocuğu verecek."

Ceres dudaklarının içini ısırdı, kafasını tekrar tekrar salladı.

"Lord Blaku sabah seni almaya gelecek, o nedenle şimdi içeri git ve eşyalarını topla," dedi Ceres'in annesi.

"Toplamayacağım!" diye bağırdı Ceres.

"Senin problemin hep bu oldu kızım. Sadece kendini düşündün. Bu altın," dedi annesi keseyi Ceres'in yüzünde şıngırdatarak, "erkek kardeşlerinin hayatını kurtaracak. Ailemizi bir arada tutarak evimizde barınıp burayı tamir etmemizi sağlayacak. Bunu düşünmekten aciz misin?"

Çok kısa süreliğine Ceres belki de bencil davrandığını düşündü fakat annesinin ona tekrar akıl oyunları oynadığını ve Ceres'in erkek kardeşlerine karşı duyduğu sevgiyi kullandığını fark etti.

"Endişelenme," dedi Ceres'in annesi Lord Blaku'ya dönerek. "Dediklerimi yapacaktır. Tek yapmanız gereken ona sert davranmak, böylece bir kuzu kadar yumuşak olur."

Asla. Asla, bu adamın karısı ya da malı olmayacaktı ve asla annesinin ya da her hangi birinin, hayatını  elli beş altın karşılığında almasına izin vermeyecekti.

"Asla bu köle efendiyle gitmeyeceğim," diye cevapladı Ceres, midesi bulanarak adama bakarken.

"Nankör çocuk!" diye bağırdı Ceres'in annesi. "Eğer dediğimi yapmazsan seni öyle bir döverim ki bir daha yürüyemezsin. Şimdi içeri gir!"

Annesi tarafından dövülme düşüncesi korkunç ve organlarını parçalayan anıları beraberinde getirdi, henüz beş yaşındayken annesinin onu bayıltana kadar dövdüğü o korkunç ana gitti aklı. O dayaktan ve diğerlerinden kalan yaralar iyileşti ancak Ceres'in kalbinde kanayan yara asla durmadı. Şu an, annesinin onu sevmediğinden, hatta hiç sevmemiş olduğundan emin olduğu için kalbindeki yara hiç kapanmayacak şekilde açılmıştı.

Daha cevap veremeden Ceres'in annesi öne geldi ve yüzüne öyle bir tokat attı ki Ceres'in kulağı çınlamaya başladı.

Ceres önce bu ani saldırıdan dolayı şaşırdı ve neredeyse pes edecekti fakat ardından içinde bir şey harekete geçti. Her zaman olduğu gibi kendine sinmek için izin vermeyecekti.

Ceres annesinin yanağına bir tokat patlattı, öyle sertti ki onu sendeletip düşürdü ve dehşet içinde ağzını açık bıraktı.

Annesi kıpkırmızı olmuş yüzüyle ayağa kalktı, Ceres'i omuzlarından ve saçlarından tutarak midesine tekme attı. Ceres acı içinde öne doğru sendeleyince annesi dizini yüzüne geçirdi ve yere düşmesine sebep oldu.

Köle tüccarı durup fal taşı olmuş gözlerle bu sahneyi izlerken kıkırdadı, bu dövüşten keyif aldığı belli oluyordu.

Öksürüp saldırıdan dolayı nefes almaya çalışan Ceres sendeleyerek ayağa kalktı. Çığlık atarak annesinin üzerine çullandı ve onu yere indirdi.

Ceres'in tek düşünebildiği bunun bugün sona ermesi gerektiğiydi. Sevilmeden, aşağılanarak geçen onca sene öfkesini ateşlemişti. Ceres kapalı tuttuğu yumruklarını annesinin yüzüne tekrar tekrar indirirken yanaklarından yaşlar süzülüyor, hıçkırıkları kontrol edilemez bir şekilde dudaklarından dökülüyordu.

Sonunda annesi cansız kaldı.

Ceres'in omuzları her ağlayışında sarsılıyordu,  içi dışına çıkmıştı. Göz yaşlarıyla buğulanan gözleriyle köle tüccarına baktı, ona karşı artık daha yoğun bir nefret duyuyordu.

"İyi bir eş olacaksın," dedi Lord Blaku kurnaz bir sırıtışla, altın keseyi yerden alıp deri kemerine taktı.

Ne olduğunu anlayamadan adamın ellerini üstünde hissetti. Adam Ceres'i tutup arabaya tırmandı ve tek bir hızlı hareketle Ceres sanki bir patates çuvalıymış gibi onu arkaya fırlattı. Koca cüssesi ve gücü Ceres'in direnmesi için oldukça fazlaydı. Bir koluyla bileğini tutarken diğerinde zincir taşıyordu ve, "yarın sabah burada olacağını düşünecek kadar aptal değilim," dedi.

Ona on sekiz sene boyunca yuva olmuş bu eve son kez baktı,  gözleri kardeşleri ve babasını düşünürken doluyordu. Fakat bileklerine zincir geçmeden kendini kurtarmak için bir karar vermesi gerekliydi.

Bu yüzden hızlı tek bir hareketle tüm gücünü topladı ve köle efendinin ellerinden kolunu kurtarıp bacağını kaldırarak yüzüne tüm gücüyle bir tekme attı. Arabadan dışarı geriye düşüp yere serildi.

Arabadan atladı Ceres ve çamurlu yolda olabildiğince hızlı koşmaya, bir daha asla anne demeyeceği kadından uzağa, bugüne kadar tanıdığı ve sevdiği herkesten uzağa doğru yol almaya başladı.

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

Kraliyet ailesiyle çevrili Thanos, elindeki altın şarap kadehini tutup keyifli ifadesinde ısrarcı olmak için uğraş veriyor ancak pek başarılı olamıyordu. Burada olmaktan nefret ediyordu. Bu insanlardan, ailesinden nefret ediyordu. Kraliyet törenlerine, özellikle de Ölüm Festivali'nin ardından yapılanlara katılmaktan nefret ediyordu. İnsanların nasıl yaşadıklarını, ne kadar fakir olduklarını biliyordu ve tüm bu gösteri ve şımarıklığın ne kadar manasız ve adaletsiz olduğunu hissedebiliyordu. Buradan uzakta olmak için her şeyini verirdi.

Kuzenleri Lucious, Aria ve Varius'la beraber duran Thanos şirin sohbetlerine katılmak için ufacık bir çaba sarf etmiyor bunun yerine saray bahçelerinde  togaları ve stolalarını kuşanıp yüzlerindeki sahte gülümsemeler ve zoraki nezaketle dolaşan kraliyet misafirlerini izliyordu. Kuzenlerinden bir kaçı düzenlenmiş çimler üzerindeki yiyecek ve şarap dolu masalar arasından birbirlerine yiyecek fırlatıyorlardı. Diğerleri Ölüm Festivali'nde en sevdikleri sahneleri yeniden anlatırken bugün hayatını kaybedenlerle dalga geçip kahkaha atıyorlardı.

Yüzlerce insan diye düşündü Thanos ve içlerinden biri bile onurlu değil.

"Önümüzdeki ay, üç tane savaşçı efendi satın alacağım," dedi en büyükleri Lucious, neredeyse bağırarak; alnındaki terleri ipek mendiliyle silerken. "Stefanus ödediğimin yarısı bile etmezmiş, eğer bugün ölmemiş olsaydı ilk turda öyle kız gibi dövüştüğü için kılıcı bizzat kendim saplayacaktım."

Aria ve Varius güldüler fakat Thanos bu yorumu eğlenceli bulmadı. Ölüm Festivali'ni bir oyun olarak düşünseler de düşünmeseler de cesur olanlara ve ölenlere saygı göstermeleri gerekirdi.

"Brennius'u gördünüz mü?" diye sordu Aria, kocaman mavi gözlerini büyüterek. "Aslında onu almayı düşünmüştüm ama antrenman sırasında bana öyle kendini beğenmiş bir ifadeyle baktı ki. Buna inanabiliyor musunuz?" diye ekledi gözlerini devirip puflarken.

"Bir de kokarca gibi kokuyor," diye ekledi Lucious.

Thanos dışında herkes bir kez daha güldü.

"Hiç birimiz onu seçmezdik," dedi Varius. "Beklenenden daha uzun dayanmış olsa da korkunç bir formdaydı."

Thanos bir saniye daha sessiz kalamayacaktı artık.

"Brennius'un tüm arenadakilerden daha iyi formu vardı," diye karşı çıktı. "Hakkında bir şey bilmediğin savaş sanatı hakkında yorum yapma bari."

Kuzenler sustu ve Aria'nın gözleri yere bakarken fal taşı gibi açıldı. Varius göğsünden nefes verdi ve kaşlarını çatarak kollarını birleştirdi. Thanos'a sanki ona meydan okur gibi yaklaşırken havadaki gerginlik arttı.

"Kendilerine önem veren şu savaşçıları bir kenara bırakın," dedi Aria aralarına girip durumu savuştururken. Çocuklara daha yakına toplanmaları için işaret ettikten sonra, "garip bir dedikodu duydum. Küçük bir kuş kralın Ölüm Festivali'nde kraliyet soyundan birinin dövüşmesini istediğini söyledi."

Hepsi birden sessizliğe gömülürken rahatsız bir şekilde birbirlerine baktılar.

"Belki," dedi Lucious. "Tabii o ben olamam. Aptal bir oyun için hayatımı riske etmek istemem."

Thanos çoğu savaşçıyı yeneceğini biliyordu fakat bir başka insanı öldürmek yapmak istediği bir şey değildi.

"Sadece ölmekten korkuyorsun," dedi Aria.

"Korkmuyorum," diye karşı çıktı Lucious. "Lafını geri al!"

Thanos'un sabrı bitmişti. Yürüdü.

Thanos sanki birine bakar gibi dolanırken uzaktan kuzeni olan Stephania'yı izledi, muhtemelen onu arıyordu. Bir kaç hafta önce Kraliçe, Thanos'a hayatını Stephania'yla birleştireceğini söylese de Thanos bu konuda hemfikir değildi. Stephania da diğer kuzenleri gibi şımarıktı ve onunla evlenmektense isminden, mirasından ve hatta kılıcından vazgeçebilirdi. Oldukça güzel olduğu doğruydu, altın sarısı saçları, süt beyazı teni ve kan kırmızısı dudakları vardı ama hayatın ona nasıl adil davranmadığını hakkında onu bir kez daha dinlemek zorunda kalırsa kulaklarını kesebilirdi.

Hızla bahçenin dışına, gül çalılarına doğru koşarken misafirlerden hiç biriyle göz teması kurmamaya gayret etti fakat tam köşeyi dönmüştü ki Stephania parlayan kahverengi gözleriyle önüne çıkıverdi.

"İyi akşamlar, Thanos," dedi göz kamaştırıcı gülümsemesiyle, çoğu gencin salyasını akıtabilirdi ama Thanos'unkini değil.

"Sana da iyi akşamlar," dedi Thanos ve etrafından dolaşarak yürümeye devam etti.

Stolasını kaldırdı ve ardından ısrarcı bir sinek gibi onu takip etmeye başladı.

"Sence de bu haksızlık değil mi–" diye başladı.

"Meşgulüm," diye cevapladı Thanos, istediğinden daha sert bir tonda oldu bu, Stephania'nın nefesi kesildi. Ardından ona döndü. "Üzgünüm, tüm bu törenlerden sıkıldım."

"Belki benimle bahçede dolaşmak istersin?" dedi Stephania, sağ kaşı ona doğru yaklaşırken kalkmıştı.

Bu kesinlikle Thanos'un istediği son şeydi.

"Dinle," dedi. "Kraliçemizin ve annenin aklından bir şekilde birbirimize ait olduğumuz fikri geçiyor doğru, ama–"

Arkasından "Thanos!" diye seslenen birini duydu.

Thanos dönünce kralın ulağını gördü.

"Kral, hemen taraçada ona katılmanızı istiyor," dedi. "Siz de leydim."

"Nedenini sorabilir miyim?" dedi Thanos.

"Konuşulacak çok şey var," dedi ulak.

Geçmişte kralla sıradan her hangi bir konuda sohbet etmeyen Thanos ne için çağrıldığını merak etti.

"Elbette," dedi.

Canını sıkan bir şekilde yüzü parlayan Stephania koluna girdi ve birlikte yürüyerek ulağı taraçaya kadar takip ettiler.

Thanos kralın çok sayıda danışmanının ve hatta veliaht prensin hali hazırda banklar ve koltuklarda oturduklarını görünce buraya kendinin de davet edilmiş olmasını garipsedi. İmparatorluk'un yönetim şekliyle ilgili fikirleri buradaki herkesten oldukça farklı olduğu için sohbetlerine nasıl bir değer katacağından pek emin değildi. Kendi kendine yapabileceği en iyi şeyin çenesini tutmak olduğunu düşündü.

"Ne kadar güzel bir çift olmuşsunuz," dedi kraliçe onlar içeri girerken sıcak gülümsemesiyle.

Thanos dudaklarını kapalı tutmak için ısırıp oturması için Stephania'ya yanında yer açtı.

Herkes yerleştikten sonra kral ayağa kalkıp herkesi susturdu. Amcası diz boyunda bir toga giymişti fakat diğerlerininki beyaz, kırmızı ve maviyken onunki sadece krallara ayrılmış olan mor renkteydi. Kelleşen şakakları etrafında altın bir burum vardı, yanakları ve gözleri güçten düşmüş görünse de gülümsüyordu.

"Kitleler başa çıkılmaz hale geldiler," derken sesi yavaş ve ciddiydi. Etrafındaki tüm yüzleri bir kralın nüfuzuyla tek tek taradı. "Onlara kimin kral olduğunu ve daha sert kuralları devreye sokmanın zamanı geldi de geçiyor. Bu günden itibaren tüm mal ve gıdalar üzerindeki vergiyi iki katına çıkarıyorum."

Aniden şaşırtıcı bir mırıldanma ve ardından onaylayan kafaların sallanışları geldi.

"Mükemmel bir seçim, hazretleri," dedi danışmanlarından biri.

Thanos kulaklarına inanamıyordu. Halkın vergisini iki katına çıkarmak mı? Halkın arasına karıştığı için mevcut vergilerin zaten halkın çoğunun karşılayabileceğinden çok daha fazla olduğunu biliyordu. Açlıktan çocukları ölen annelerin yaslarına şahit olmuştu. Daha yeni evsiz, derisinin altından kemikleri sayılan dört yaşındaki bir kıza yemek ikram etmişti.

Thanos kafasını çevirmek zorunda kaldı aksi halde bu deliliğe karşı bir çift laf edecekti.

"Son olarak," dedi kral, "bundan sonra, oluşmakta olan yer altı devrimini dengede tutabilmek için her ailenin ilk doğan erkek çocuğu kralın ordusuna hizmet edecek."

Kralın bu dahiyane kararı üzerine küçük bir kalabalık birbiri ardına yorumda bulundu.

Ancak sonunda Thanos kralın ona döndüğünü hissetti.

"Thanos," dedi kral nihayet. "Sessiz kaldın. Konuş!"

Taraçaya sessizlik hakim olurken tüm gözler Thanos'a döndü. Ayağa kalktı, açlık çeken o kız için, acıyla yaşayan anneler için ve hiç bir önemi yokmuş gibi görünen hayatlar için konuşması gerektiğini biliyordu. Onları temsil etmesi gerekliydi, çünkü bunu o yapmazsa kimse yapmayacaktı.

"Daha sert kurallar isyanı bastırmayacaktır," dedi kalbi göğsünde atarken. "Sadece daha da cesaretlendirecektir. Vatandaşların üzerine korku salmak ve özgürlüklerinden mahrum bırakmak onları bize karşı kışkırtıp isyana katılmaya teşvik etmekten başka bir işe yaramayacaktır."

Bir kaç kişi güldü, diğerleri ise kendi aralarında konuştular. Stephania elini tutarak onu susturmaya çalıştı fakat Thanos elini çekti.

"Büyük bir kral, tebaasına hükmetmek için korku kadar sevgiyi de kullanır," dedi Thanos.

Kral kraliçeye rahatsızlık duyduğunu belirten bir bakış attı. Ayağa kalkıp Thanos'un yanına yürüdü.

"Thanos, konuştuğun için cesur genç bir adamsın," dedi elini omzuna koyarak. "Ancak söylediğin gibi kendi kendilerini yöneten bu insanlar genç kardeşini soğukkanlılıkla öldürenlerle aynı kişiler değil mi?"

Thanos kıpkırmızı kesildi. Amcası, kardeşinin ölümünü nasıl bu kadar saygısızca bir biçimde dile getirebilirdi? Thanos yıllardır kardeşi ardından tuttuğu yas nedeniyle  yastığa başını hep kederle koymuştu.

"Kardeşimi öldürenlerin kendilerine yetecek yiyecekleri yoktu," dedi Thanos. "Çaresiz bir adam çaresiz yöntemleri deneyecektir."

"Kral'ın bilgeliğini mi sorguluyorsun?" diye sordu kraliçe.

Thanos, başka kimsenin bu fikre karşı durmamasına hayret ediyordu. Bunun ne kadar adaletsiz olduğunu görmüyorlar mıydı? Yeni kanunların isyanı sadece körükleyeceğini fark etmiyorlar mıydı?

" İnsanların tüm bir ömür boyunca acı çekmeleri ve bundan kar sağlamanızdan başka bir şey istemedikleriyle ilgili kandıramazsınız," dedi Thanos.

Grup içerisinde bu sözleri kınayan homurtular yükseldi.

"Sert konuşuyorsun yeğenim," dedi kral gözlerinin içine bakarak. "Neredeyse isyana katılmak istediğini anlayacağım."

"Belki de zaten bir parçasıdır?" dedi kraliçe kaşlarını kaldırarak.

"Hayır değilim," diye cevapladı Thanos sinirle.

Taraçadaki hava gittikçe ısındı ve Thanos eğer dikkat etmezse davası bile görülmeden ölüm cezasıyla sonuçlanabilecek ihanetle suçlanabileceğini fark etti.

Stephania ayağa kalkıp Thanos'un ellerini tuttu fakat zamanlamasından rahatsızlık duyan Thanos hemen ellerini çekti.

Stephania'nın ifadesi düştü ve kafasını yere eğdi.

"Belki zamanla inançlarının zayıflığını görürsün," dedi kral Thanos'a. "Şimdilik hükmümüz geçerlidir ve hemen uygulamaya konulmalıdır."

"Güzel," dedi kraliçe aniden gülümseyerek. "Şimdi gündemimizdeki ikinci maddeye geçelim. Thanos, on dokuz yaşındaki genç adam; biz imparatorluk hükümdarları olarak sana bir eş seçtik. Seni ve Stephania'yı evlendirmeye karar verdik."

Thanos gözleri yaşlarla parlayan Stephania'ya baktı, yüzünü kaplayan bir endişe ifadesi taşıyordu. Şaşkın hissetti kendini. Bunu ondan nasıl talep ederlerdi?

"Onunla evlenemem," diye fısıldadı, midesinde bir yumru hissederek.

Kalabalık homurtulara boğuldu ve kraliçe o kadar hızlı bir biçimde ayağa kalktı ki sandalyesi arkaya düştü ve kırıldı.

Ellerini yanında tutarak, "Thanos!" diye bağırdı. "Krala nasıl meydan okursun? İstesen de istemesen de Stephania'yla evleneceksin."

Thanos, üzgün gözlerinden akan yaşların yanaklarından süzüldüğü Stephania'ya baktı.

"Sana layık olmadığımı mı düşünüyorsun?" diye sordu, alt dudağını titreterek.

Elinden geldiği kadarıyla onu rahatlatmak için Stephania'ya doğru bir adım attı fakat ona ulaşamadan elleri yüzünde ağlayarak taraçadan koşup çıktı kız.

Öfkelendiği belli olan kral orada durdu.

“"Onu reddedersen evlat," derken sesi aniden soğuk ve sert bir biçimde taraça içinde yankılandı "bu senin için zindan anlamına gelir."

Ücretsiz ön izlemeyi tamamladınız.

₺70,69
Yaş sınırı:
16+
Litres'teki yayın tarihi:
10 eylül 2019
Hacim:
232 s. 5 illüstrasyon
ISBN:
9781632917980
İndirme biçimi:
Serideki Birinci kitap "Tahtlar ve Zafer"
Serinin tüm kitapları
Metin
Ortalama puan 5, 1 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 4,8, 6 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 4,8, 5 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 5, 1 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 5, 2 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre