Kitabı oku: «Ölümlülerin Rüyasi », sayfa 3

Yazı tipi:

YEDİNCİ BÖLÜM

Godfrey kıvrılarak yattığı yerde rüyalarını bölen o dinmek bilmemiş ısrarcı inleme sesiyle uyandı. Ağır ağır uyandı; uyanık mı yoksa o bitmek bilmez kâbusunda mı olduğunu anlayamadı. Loş ışıkta gözlerini kırpıştırdı ve rüyasının etkisinden sıyrılmaya çalıştı. Kendisini iplere bağlı bir kukla olarak görmüştü; Finialılar tarafından tutulan Volusia duvarlarından sarkıtılmıştı; adamlar ipleri aşağı yukarı çekiyor, Godfrey’in kolları ve bacakları şehrin girişinin üstünde sallanıyordu. Bu şekilde, binlerce vatandaşının gözlerinin önünde katledilişini, Volusia sokaklarının kanla kaplanışını izlemeye zorlanıyordu. Ne vakit katliamın sona erdiğini düşünecek olsa, Finialı adam ipleri tekrar çekiyor, onu aşağı yukarı oynatıyor, bunu sürekli olarak tekrarlıyordu…

Nihayet, Godfrey o inleme sesiyle uyandı, yana döndü ve başı fena halde zonklarken inleme sesinin birkaç adım ötesinde nereden geldiğine baktı. Akorth ve Fulton yanında yerde yatıyorlardı ve ikisi de her yerleri siyah ve mor çürüklerle kaplanmış bir halde inliyorlardı. Yakınlarında olan Merek ve Ario da taş zemine serilmiş durumdaydı. Godfrey orasının bir hapishane hücresi olduğunu hemen anladı. Hepsi çok feci dayak yemiş gibiydi… Ama en azından hepsi bir aradaydı ve görebildiği kadarıyla nefes alıp veriyorlardı.

Godfrey o anda hem rahatladı, hem de perişan hissetti. Şahit olduğu tuzaktan sonra, hayatta olduğuna, oradaki Finialılar tarafından katledilmediğine inanamıyordu. Ama bir yandan da adeta içi boşalmıştı ve suçluluk duygusuna kapılmıştı. Darius’la diğerlerinin Volusia duvarlarının ardında tuzağa düşmesinin sorumlusunun kendisi olduğunu biliyordu. Bunlar sırf saflığı yüzünden başına gelmişti. Finialılara nasıl güvenmek gibi bir aptallık etmişti?

Godfrey gözlerini yumup başını salladı, bu anıları unutmak istedi; keşke o gece daha farklı şeyler olsaydı diye düşündü. Darius’u ve diğerlerini aptallık edip katledilecek koyunlar gibi şehre yönlendirmişti. Zihninde tekrar tekrar canlarını kurtarmaya, kaçmaya çalışan o adamların çığlıklarını duyuyor, sesler beyninde yankılanıyor ve ona hiç huzur vermiyordu.

Godfrey kulaklarını elleriyle kapatıp sesleri dindirmeye, her ikisi de çürükleri ve sert taş bir zeminde gece uyumuş olmaları yüzünden inleyip duran Akort’la Fulton’ın seslerini yok etmeye çalıştı.

Doğruldu, başının adeta milyon parçaya ayrıldığını hissetti ve etrafına bakınınca içinde kendisinin, arkadaşlarının ve tanımadığı birkaç kişinin daha olduğu ufak bir hücrede olduklarını gördü. Hücrenin o hali ona ölümün kısa sürede gelebileceğini hatırlattı ve bu onu bir parça rahatlattı. O hücrenin diğerinden daha farklı olduğu, yakında ölecek tutsakların tutulduğu bir yer olduğu belliydi.

Godfrey uzaklardan bir yerden sürüklenen bir tutsağın bir koridordan gelen çığlıklarını duydu ve orasının gerçekten de infaz edileceklerin tutulduğu bir yer olduğunu anladı. Volusia’da farklı infazlar yapıldığını duymuştu ve kendisinin ve diğerlerinin günün ilk ışıklarında zorla dışarıya çıkartılıp arenada harcanacaklarını anladı. Böylece, şehir halkı gerçek gladyatör savaşları başlamanda önce onların Razifler tarafından parçalanarak öldürülüşünü izleyebilecekti. Bu yüzden onları o kadar süre canlı tutmuşlardı. En azından, artık her şey mantıklı geliyordu.

Godfrey apar topar elleriyle dizlerinin üstünde doğruldu, uzanıp arkadaşlarını dürtükledi ve uyandırmaya çalıştı. Başı dönüyor, şişliklerle ve çürüklerle dolu bedeninin her yanı sızlıyordu ve kıpırdamak canını yakıyordu. Hatırladığı son şey bir askerin ona vurmasıydı. Bayıldıktan sonra da epeyi tartaklanmış olmalıydı. Hain ödlekler olan Finialıların onu kendilerinin öldürmeye cesaret edemediği belliydi.

Godfrey alnını tuttu ve içki içmediği halde o kadar ağrıdığına şaştı. Dengesini sağlayamadan, dizleri titreye titreye ayağa kalktı ve karanlık hücrede etrafına bakındı. Tek bir muhafız parmaklıkların dışında sırtını onlara dönmüş, içerisini pek de izlemeden duruyordu. Ama bu hücrelerde hem çok sayıda kilit vardı, hem de kalın demir parmaklıklar. Godfrey bu sefer kolay kolay kaçamayacaklarını anladı. Bu sefer, ölene dek içeride hapsolmuşlardı.

Akorth, Fulton, Ario ve Merek yavaş yavaş ayağa kalktıklar ve onun gibi etraflarına bakındılar. Godfrey arkadaşlarının gözlerindeki şaşkınlığı ve korkuyu görebiliyordu… Tabii, bir de olanları hatırlamaya başladıklarında hissettikleri pişmanlığı.

“Hepsi öldü mü?” diye sordu Ario ona.

Godfrey ağır ağrı evet der gibi başını sallarken midesine bir ağrı saplandığını hissetti.

“Bizim suçumuz. Onları yarı yolda bıraktık,” dedi Merek.

“Evet, bizim suçumuz,” dedi Godfrey çatlak bir sesle.

“Sana Finialılara güvenmemeni söylemiştim,” dedi Akorth.

“Mesele bunların kimin suçu olduğu değil, bu konuda ne yapacağımız,” dedi Ario. “Kardeşlerimizin boş yere ölmesine izin mi vereceğiz? Yoksa intikam mı alacağız?”

Godfrey genç Ario’nun ne kadar ciddi olduğunu fark edince, tutsak alınıp öldürülmek üzere olduğu halde yıkılmaz bir kararlılık sergilemesinden etkilendi.

“İntikam mı?” dedi Akorth. “Delirdin mi? Toprağın altındayız, demir parmaklıklar ardındayız ve İmparatorluk muhafızları başımızda bekliyor. Bütün adamlarımız öldü. Düşman bir şehrin ve ordunun orta yerindeyiz. Altınlarımızın tamamını kaybettik. Planlarımız yerle bir oldu. Ne tür bir intikam alabiliriz?”

“Her zaman bir yol vardır,” dedi Ario kararlılıkla. Merek’e baktı.

Herkes Merek’e bakınca, Merek kaşlarını çattı.

“İntikam konusunda uzman değilim,” dedi. “Beni rahatsız edenleri öldürürüm. Beklemem.”

“Ama sen usta bir hırsızsın,” dedi Ario. “Tün hayatını bir hapishane hücresinde geçirdiğini kendin söyledin. Bizi buradan mutlaka kurtarabilirsin.”

Merek dönüp hücreyi, parmaklıkları, pencereleri, anahtarları ve muhafızları bir uzmanın keskin bakışlarıyla inceledi. Her şeye dikkatle baktıktan sonra, sıkkın bir ifadeyle onlara baktı.

“Burası sıradan bir hücre değil,” dedi. “Bir Finia hücresi olmalı. Masraftan hiç kaçınmamışlar. Hiçbir zayıf noktası veya çıkış yolu yok. Keşke size başka bir şey söyleyebilseydim.”

Godfrey yoğun duygulara kapılıp diğer tutsakların koridordan gelen çığlıklarını duymamaya çalıştı; hücrenin kapısına yürüyüp alnını soğuk ve kalın demire yasladı ve gözlerini yumdu.

“Onu buraya getirin!” diye kükredi birisi baş koridorda.

Godfrey gözlerini açtı, başını çevirdi ve birkaç İmparatorluk muhafızlarının bir tutsağı koridorda sürüklediklerini gördü. Bu mahkûmun omzundan göğsüne sarkan kırmızı bir kuşak vardı ve hiç direnmeden adamların arasında kendini bırakmış bir halde yürüyordu. Hatta adamlar yaklaştıkça, Godfrey adam baygın olduğu için muhafızların onu sürüklemek zorunda kaldıklarını gördü. Adamda ciddi bir sorun olduğu belliydi.

“Bana bir başka veba kurbanı mı getirdin?” diye bağırdı muhafız küstah bir tavırla. “Onu ne yapmamı bekliyorsun?”

“Bizi ilgilendirmez!” diye bağırdı diğerleri.

Nöbet tutmakta olan muhafız korkuyla ellerini havaya kaldırdı.

“Ona dokunmam!” dedi. “Onu şuraya koyun… Diğer vebalılarla birlikte çukura götürün.”

Muhafızlar şaşkın şaşkın ona baktılar.

“Ama adam henüz ölmedi,” dediler.

Muhafız kaşlarını çattı.

“Umurumda mı olduğunu sanıyorsunuz?”

Muhafızlar bunları dinlerken birbirlerine baktılar ve adamı hapishane koridorunda sürükleyerek kocaman bir çukura attılar. Godfrey çukurun aynı kırmızı kuşaklardan takmış bir sürü cesetle dolu olduğunu fark etti.

“Ya kaçmaya çalışırsa?” dedi muhafız diğerlerine bakmadan önce.

Yüksek rütbeli komutanın suratında gaddarca bir gülümseme belirdi.

“Vebanın bir adama ne yaptığını biliyor musun?” dedi. “Adam sabaha kadar ölmüş olur.”

İki muhafız dönüp uzaklaşırlarken, Godfrey başında muhafız olmayan o çukurda yatan veba kurbanına baktı ve aklına bir fikir geldi. O kadar çılgınca bir şeydi ki işe yarayabilirdi.

Akorth’la Fulton’a döndü.

“Bana yumruk atın,” dedi.

Arkadaşları şaşkınlıkla ona baktılar.

“Bana yumruk atın dedim!”

İki arkadaşı başlarını salladılar.

“Çıldırdın mı?” dedi Akorth.

“Sana yumruk atmam,” dedi Fulton hemen. “Hak ediyorsun, ama atmam.”

“Bana yumruk atın dedim!” dedi Godfrey. “Sert bir yumruk atın ve burnumu kırın! HEMEN!”

Ama Akorth ve Fulton arkalarını döndüler.

“Kafayı sıyırdın,” dediler.

Godfrey bu sefer Merek ve Ario’ya döndü, ama onlar da geri çekildiler.

“Bu her neyle ilgiliyse, bulaşmak istemiyorum,” dedi Merek.

Birden, hücredeki diğer tutsaklardan biri Godfrey’in yanına geldi.

“Kulak misafiri olmadan edemedim,” dedi sırıtıp eksik dişlerini sergileyerek. Godfrey adamın leş gibi nefesini hissetti. “Seni sırf susturmak için memnuniyetle yumruk atarım! Bir daha rica etmene gerek yok.”

Tutsak adam elini savurdu ve elinin kemikli kısmı Godfrey’in bununa indi. Godfrey çığlık atıp burnunu tutarken, kafatasının her yanına keskin bir acı yayıldığını hissetti.

Suratının her yanına ve gömleğine kanlar sıçradı. Acıyla gözleri yandı ve bir süre bir şey göremedi.

“Şimdi, şu kuşağı almam gerek,” dedi Godfrey Merek’e. “Benim için alabilir misin?”

Merek şaşkınlıkla bakışlarını koridora ve çukurda bayın yatan tutsağa çevirdi.

“Neden?”

“Sen sadece dediğimi yap.”

Merek kaşlarını çattı.

“Belki bir şeyleri birbirine bağlarsam, oraya ulaşabilirim,” dedi. “Uzun ve ince bir şey gerek.”

Merek kendi yakasının altından bir parça tel çıkardı; bunu açtığında, işine yarayacak kadar uzun olduğunu gördüler.

Merek hücrenin parmaklıklarından ileriye uzandı, muhafızın dikkatini çekmemeye çalıştı ve teli uzatıp kuşağı almaya çalıştı. Tel biraz toprak zeminde ilerledi, ama parmaklıklardan sadece bir parça ötede kaldı.

Merek tekrar tekrar denedi, ama sürekli olarak dirseği parmaklıklara takılıyordu. Kolu yeteri kadar ince değildi.

Muhafız onlara doğru bakınca, Merek hemen teli görmesin diye geriye çekti.

“Ben deneyeyim,” dedi Ario muhafızın arkasını döndüğünü görünce öne çıkıp.

Ario uzun teli aldı, kolunu dışarı uzattı ve kolları çok daha ince olduğundan ta omzuna kadar dışarı çıktı.

O fazladan birkaç santim istediklerini yapmaları için yeterli oldu. Telin kıvrık ucu kırmızı kuşağın tam ucuna kadar geldi ve Ario onu kendisine çekti. Diğer yöne bakmakta olan muhafız uyuklayıp başı düşünce ve birden başını kaldırıp etrafına bakınınca hemen durdu. Hepsi ter içinde beklediler ve adamın diğer yöne bakması için dua ettiler. Muhafız yine uyuklamaya başlayana dek onlara çok uzun bir süre gibi gelen dakikalar boyunca beklediler.

Ario kuşağı gitgide kendisine çekti, hapishanenin zemininde sürükledi ve en sonunda parkalıkların arasından hücreye soktu.

Godfrey elini uzatıp kuşağı aldı ve üstüne taktı. Diğerleri korkuyla geri çekildiler.

“Ne yapıyorsun?” dedi Merek. “O kuşağa veba bulaşmıştır. Hepimizi hasta edebilirsin.”

Hücredeki diğer tutsaklar da geriye çekildiler.

Godfrey Merek’e döndü.

“Şimdi, öksürmeye başlayıp durmayacağım,” dedi kuşağı takıp. Planı daha da somutlaşmıştı. “Muhafız geldiğinde, kanı ve bu kuşağı görecek. Ona vebaya yakalandığımı ve beni ayrı bir yere koymayıp hata ettiklerini söyleyin.”

Godfrey hiç vakit kaybetmedi.  Şiddetle öksürmeye, suratındaki kanı daha da gözüksün diye her yanına sürmeye koyuldu. Hayatında hiç öksürmediği kadar öksürdü ve en sonunda kapının açılıp adamın içeri girdiğini duydu.

“Arkadaşınızı susturun,” dedi muhafız. “Analdınız mı?”

“O, arkadaşımız değil,” dedi Merek. “Sadece tanıştığımız bir adam. Vebaya yakalanmış bir adam.”

Muhafız şaşkınlıkla aşağı baktı ve kırmızı kuşlağı fark edince gözleri irileşti.

“Buraya nasıl girdi?” dedi. “Ayrı bir yerde olması gerekirdi.”

Godfrey daha da öksürmeye devam etti. Tüm bedeni öksürdükçe krize girmiş gibi sarsılıyordu.

Çok geçmeden iri ellerin onu yakalayıp dışarı sürüklediği ve fırlattığını fark etti. Koridorda sendeledi ve muhafız onu son bir kez itince, veba hastalarıyla birlikte çukura düştü.

Godfrey hastalıklı cesetlerin üstünde derin nefes almamaya çalışarak yattı, başını çevirmeye ve adamın bulaşıcı hastalığını içine çekmemeye çalıştı. Hastalanmasın diye içinden dua etti. Orada öylece kalacağı için uzun bir gece olacaktı.

Ama artık başında bekleyen kimse yoktu. Sabah olduğunda kalkacaktı.

Sonra da saldırıya geçecekti.

SEKİZİNCİ BÖLÜM

Thorgrin okyanusun dibine çekildiğini, buz gibi suya batarken kulaklarında basınç oluştuğunu ve adeta bir milyon tane hançerin üstüne saplandığını hissetti. Ama daha da derinlere bakarken, çok tuhaf bir şey oldu: ışık dineceğine daha da parlak hale gelmeye başladı. Ellerini kollarını sallarken, suya batarken, denizin ağırlığıyla aşağı çekilirken, aşağı baktı ve bir ışık bulutu arasında görmeyi beklediği son kişiyi gördü: annesini. Annesi ona gülümsedi. O kadar çok parıldıyordu ki, Thorgrin yüzünü bile zor görüyordu. Annesi sevgiyle ona kollarını uzatınca, Thorgrin dosdoğru ona doğru batmaya başladı.

“Oğlum,” dedi annesi suya rağmen berrak mı berrak bir sesle. “Burada, seninle birlikteyim. Seni seviyorum. Henüz vaktin gelmedi. Güçlü ol. Sınavı geçtin, ama daha çok sınavla karşılaşacaksın. Dünyayla yüzleş ve asla kim olduğunu unutma. Şunu asla unutma: Gücün silahlarından değil, içinden geliyor.”

Thorgrin bir şey söylemek için ağzını açtı, ama bunu yaparken tamamıyla suya battığını, su yuttuğunu ve boğulduğunu hissetti.

Thor aniden uyanıp etrafına bakındı ve nerede olduğunu düşündü. Bileklerinde sert bir şey hissedince, ellerinin arkasından ahşap bir direğe bağlı olduğunu fark etti. Loş odaya baktı ve hafif bir sallantı hissedince bir gemide olduğunu anladı. Bunu bedeninin sallanışından, içeri sızan ışıktan ve güvertenin altında tutsak olan adamların küf kokusundan anlamıştı.

Etrafına bakınıp derhal dikkat eksildi. Kendisini bitkin hissediyor, olanları hatırlamaya çalışıyordu.  Hatırladığı son şey o berbat fırtına, geminin batışı ve kendisinin ve adamlarının gemiden apar topar düşüşüydü. Angel’ı, ölmemek için ona tutunduğunu, Belindeki Ölüler Kılıcı’nı hatırladı. Nasıl hayatta kalmıştı?

Thor etrafına bakındı, nasıl bir gemide olduğunu merak etti. Şaşkınlıkla arkadaşlarını ve Angel’ı aradı. Karanlıkta onları hayal meyal görünce derin bir oh çekti. Hepsi yakınlarında iplerle direklere bağlanmıştı: Reece ve Selese, Elden ve Indra, Matus, O’Connor ve onlardan birkaç adım ötede Angel vardı. Thor hepsinin hayatta olduğunu görünce çok sevindi, ama herkes son derece bitkin, fırtına ve korsanlar yüzünden yıpranmış gözüküyordu.

Thor yukarıdan bir yerden kaba bir kahkaha, tartışma ve tezahürat sesleri duydu ve kulağına patlama sesi gibi gelen bir gümbürtüden sonra adamların boş güvertede birbirlerinin üstüne düştüğünü duydu. Sonra, korsanları hatırladı. Adamlar onu batırmaya çalışan arpalı askerlerdi.

O sesi, denizde sıkılan o kaba saba ve gaddarlık peşinde olan insanların sesini nerede olsa tanırdı… Onlarla daha önceden sık sık karşılaşmıştı. Rüyasından sıyrılarak artık onların tutsağı olduğunu fark etti ve iplerini açıp özgür kalmaya çalışarak debelendi.

Ama bunu başaramadı. Hem kol, hem de ayak bilekleri çok iyi bağlanmıştı. Hiçbir yere gidemezdi.

Gözlerini yumup dilediği takdirde dağları yerinden oynatabileceğini bildiği içindeki güce ulaşmaya çalıştı.

Ama hiçbir şey olmadı.  Geminin atmasından dolayı fazla yorgundu ve henüz gücünü toparlayamamıştı. Geçmiş deneyimlerinden toparlanmak için vakte ihtiyaç duyduğunu biliyordu. Ama bu zamana sahip olmadığını da biliyordu.

“Thorgrin!” diye bağırdı birisi karanlıkta sevinçle. Çok iyi tanıdığı bir sesti. Başını çevirince birkaç adım ötede bağlı olan Reece’in sevinçle ona baktığını gördü. “Yaşıyorsun!”

Kendine gelip gelemeyeceğinden emin değildik!”

Thor başını diğer yöne çevirince, O’Connor’ın da bağlı olduğunu ve sevinçle ona baktığını gördü.

“Her dakika senin için dua ettim,” dedi daha tatlı ve yumuşak bir ses karanlıkta.

Thor Angel’ın mutluluk gözyaşları arasında ona baktığını gördü ve Angel’ın onu ne kadar önemsediğini hissetti.

“Ona hayatını borçlusun,” dedi Indra. “Seni gemiden attıklarında, dalıp geri getiren oydu. O cesareti göstermemiş olsaydı, şu anda burada olmazdın.”

Thor daha da büyük bir saygıyla, yeni bir minnet ve bağlılıkla Angel’a baktı.

“Küçük kız, sana borcumu ödemenin bir yolunu bulacağım,” dedi ona.

“Ödedin bile,” dedi Angel. Thor onun bunu samimiyetle söylediğini fark etti.

“Hepimizi buraya getirerek ödedin,” dedi Indra asabiyetle iplerinden kurtulmaya çalışarak. “O kana susammış korsanların alçakların en alçağı. Bizi denizde süzülürken ve o fırtına yüzünden baygın haldeyken buldular. Bizimle normal halimizde karşılaşmış olsaydılar, durum şu anda çok daha farklı olurdu.”

“Hepsi ödlek,” dedi Matus. “Bütün korsanlar gibi.”

“Silahlarımızı da aldılar,” dedi O’Connor.

Thor silahlarını, zırhını ve Ölüler Kılıcı’nı hatırlayınca paniğe kapılır gibi oldu.

“Merak etme,” dedi Reece bunu fark edince. “Silahlarımızı fırtınada kaybetmedik. Seninkiler de kaybolmadı. En azından, suyun dibinde değil. Ama korsanlar aldılar. Şu deliklerden dışarıyı görüyor musun?”

Thor dışarı bakınca, bütün silahlarının güvertede güneşin altına dizildiğini ve korsanların bunların etrafında olduklarını gördü. Elden’ın savaş baltasını, O’Connor’ın altın yayını, Reece’in baltalı kargısını, Matus’un ucu topuzlu zincirini, Indra’nın mızrağını ve Selese’nin kum kesesini gördü… Kendi Ölüler Kılıcı da oradaydı. Korsanların ellerini bellerine dayamış, gözleri parıldayarak silahları incelediklerini gördü.

“Hayatımda hiç böyle bir kılıç görmemiştim,” dedi içlerinden biri diğerine.

Thor korsanın ayağıyla kılıcını dürtüklediğini görünce öfkeden kıpkırmızı kesildi.

“Bir krala ait gibi,” dedi bir başkası öne çıkarak.

“İlk ben buldum, kılıç benim,” dedi ilk adam.

“Beni öldürürsen senin olur,” dedi diğeri.

Thor adamların kavgaya tutuştuklarını gördü ve ikisi de güreşerek küt diye yere düşünce, diğer korsanlar etraflarını çevirip bağırmaya başladılar. Adamlar bir ileri bir geri yuvarlandı, birbirlerine yumruklar ve dirsekler attılar. Diğerleri onlara tezahürat yaparken, Thor en sonunda aralıklardan her yana kanlar saçıldığını ve bir korsanın diğerinin başına birkaç kere ayağıyla bastığını gördü.

Diğerleri bundan büyük bir keyif alarak bağrıştılar.

Kavgayı kazanan gömleksiz, sıska, göğsünde uzun bir yara izi olan adam nefes nefese ayağa kalkıp, Ölüler Kılıcı’na doğru gitti. Thor adamın eğilip kılıcını almasını ve zafer kazanmış gibi kaldırmasını izledi. Diğerleri yine bağrıştılar.

Thor bu manzara karşısında çıldırdı. O rezil herif bir karalın kullanması gereken bir kılıcı tutuyordu. O kılıcı alabilmek için hayatını tehlikeye atmıştı. O kılıç başkasına değil, sadece ona verilmişti.

Derken, ani bir çığlık duyuldu ve Thor korsanın acıyla suratını buruşturduğunu gördü. Adam bağırıp kılıcı bir yılanmış gibi yere fırlattı. Thor kılıcın havada uçtuğunu ve büyük bir gümbürtüyle güverteye düştüğünü gördü.

“Beni ısırdı!” diye bağırdı korsan diğerlerine. “O lanet olasıca kılıç elimi ısırdı! Bakın!”

Elini uzattığında, parmaklarından biri yoktu. Thor deliklerden kabzası görünen kılıca baktı. Bunun üstüne kazınmış olan suratlardan birinde ufak ve sivri bir diş olduğunu ve kanlar aktığını gördü.

Diğer korsanlar dönüp kılıca baktılar.

“Şeytanın kılıcı!” diye bağırdı birisi.

“Ben ona dokunmam!” diye bağırdı bir başka korsan.

“Boş verin,” dedi bir diğeri arkasını dönerek. “Aralarından seçebileceğimiz daha birçok silah var.”

“Parmağım ne olacak?” diye bağırdı korsan acı içinde.

Diğer korsanlar gülüp onu duymazdan geldiler ve diğer silahları incelemeye başlayıp kendi aralarında tartıştılar.

Thor dikkatini yine kılıcına verdi; orada, ona o kadar yakın bir yerde duruyordu ve aralıkların diğer tarafında onunla alay eder gibi duruyordu. Bir kez daha var gücüyle iplerden kurtulmaya çalıştı, ama ipler çok sıkıydı. Çok iyi bağlanmıştı.

“Bir silahlarımızı alabilsek,” dedi Indra öfkeyle. “O pis ellerin mızrağıma dokunmasına dayanamıyorum.”

“Belki ben bu konuda bir şey yapabilirim,” dedi Angel.

Thor ve diğerleri şüpheyle ona baktılar.

“Beni sizler kadar sıkı bağlamadılar. Cüzzamdan korktular. Ellerimi bağladılar, ama sonra vazgeçtiler. Bakın.”

Angel ayağa kalkıp arkasında bağlı olan ellerini, ama serbest olan bacaklarını gösterdi.

“Bunun bize pek bir faydası olmaz,” dedi Indra. “Hala bizimle birlikte burada tutsaksın.”

Angel başını salladı.

“Anlamıyorsunuz. Hepinizden daha ufaktefeğim. O aralıklardan geçebilirim.” Thor’a baktı. “Kılıcını alabilirim.”

Thor onun cesaretine hayret ederek ona baktı.

“Çok cesurdun,” dedi. “Bu yönünü çok seviyorum. Ama kendini tehlikeye atmış olursun. Seni orada yakalarlarsa, derhal öldürebilirler.”

“Daha kötüsü de olabilir,” dedi Selese.

Angel gururla ve inatçı bir ifadeyle onlara baktı.

“Her halükarda öleceğim, Thorgrin. Bunu uzun zaman önce öğrendim. Hayatım bana bunu öğretti. Hastalığım bunu öğretti. Ölmek benim için önemli değil, sadece yaşamak önemli. Özgür yaşamak, başkalarının tutsağı olmadan yaşamak önemli.”

Thor ilhamla, o genç yaşta o kadar bilgelik dolu olduğuna şaşırarak ona baktı. Angel hayat hakkında çoktan o güne dek karşılaştığı muhteşem öğretmenlerden çok daha fazlasını biliyordu.

Thor tamam der gibi ciddiyetle başını salladı. Angel’ın bir savaşçının ruhuna sahip olduğunu görebiliyordu ve ona engel olmayacaktı.

“Tamam, o zaman. Ama hızlı davran ve sessiz ol. Herhangi bir tehlikeyle karşılaşırsan hemen geri gel. Seni o kılıçtan daha çok umursuyorum.”

Angel sevinçle cesaret topladı. Hızla arkasını döndü ve tutsak edildikleri alandan ellerini beceriksizce arkasında tutarak aralıklara kadar ilerledi. Orada eğildi, dışarıya baktı ve ter içinde, korkuyla olanları izledi.

En sonunda, Bir fırsat yakaladığını düşününce aralıklardan birinin arasından başını çıkardı. Aralık ancak onun geçebileceği genişlikteydi. Kıvrılarak ve ayaklarıyla kendisini iterek aralıktan geçti.

Bir saniye sonra, tamamıyla dışarıdaydı. Thor onun güvertede olduğunu görebiliyordu. Onun güvende olması, kılıcı alıp çok geçmende geri dönebilmesi için dua ederken kalbi çılgınlar gibi atmaya başladı.

Angel ayağa kalktı, Eğildi ve hızla kılıca gitti. Çıplak ayağını kabzasına koyup itti.

Kılıç güvertede tutsak oldukları odaya doğru kayarken epeyi ses çıkardı. Aralıklara tam birkaç santim kala, birden bir ses duyuldu.

“Seni küçük pislik!” diye bağırdı bir korsan.

Thor bütün korsanların Angel’a dönüp ona doğru koştuklarını gördü.

Angel koşarak geri dönmeye çalıştı, ama bunu başarmasına fırsat kalmadan yakalandı. Adamlar onu yakaladıkları gibi ayaklarını yerden kestiler. Thor onu denize atacaklarmış gibi tırabzanlara götürdüklerini gördü.

Angel topuğunu savurup sert bir tekme atmayı başardı. Ayağı bacaklarının arasına isabet eden korsan acıyla haykırdı. Onu tutmakta olan korsan inleyip onu düşürdü ve Angel hiç tereddüt etmeden koştu, kılıca gitti ve bir tekme attı.

Thor kılıcının aralıklardan içeri düştüğünü, bir gümbürtüyle ayaklarının dibine geldiğini görünce çok heyecanlandı.

Derken, korsanlardan biri elinin tersiyle Angel’a vurunca bir çığlık duyuldu. Diğer adamlar onu yakaladılar ve denize atmaya hazırlanarak tırabzanlara götürdüler.

Thor ter içinde, kendisinden çok Angel için endişelenerek kılıcına baktı ve bununla arasında derin bir bağ hissetti. Aralarındaki bağ öylesine güçlüydü ki, Thor’un büyülü güçleri kullanmasına bile gerek yoktu.

Bununla bir arkadaşıyla konuşur gibi konuştuğunda, kılıcın onu dinlediğini hissetti.

“Bana gel, dostum. İplerimi kes. Yine birlikte olalım.”

Kılıç dediğini yaptı. Birden yerden havalandı, onun arkasına süzüldü ve iplerini kesti.

Thor derhal arkasına dönüp havada olan kılıcın kabzasını kavradı ve aşağı indirdi. Sonra, ayak bileklerindeki ipleri kesti.

Bunun ardından, ayağa fırladı ve diğerlerinin iplerini de kesti.

Thor arkasını dönüp aralıklara yöneldi, çizmesini kaldırdı ve ahşap kapıya bir tekme indirdi. Kapı paramparça oldu ve Thor elinde kılıcıyla günışığına fırladı… Angel’ı kurtarmaya kararlıydı.

Hızla güverteye atılıp Angel’ı tutan adamlara doğru gitti. Angel adamların arasında kıvranıyor, tırabzana doğru gittikleri için korkuyla oraya bakıyordu.

“Bırakın onu!” diye bağırdı Thor.

Thor hızla Angela’ gitti ve ona dört bir yandan saldıran korsanlara kılıcını savurup tek bir darbe bile savurmalarına izin vermeden hepsinin göğsünü kesti… Hiçbiri ona ve Ölüler Kılıcı’na karşı gelecek güçte değildi.

Adamların arasına dalıp son iki kişiyi de öldürdü ve son korsan Angel’ı denize atmadan önce adamı yakasından kavradı. Onu kendisine doğru çekince, Angel da kenardan uzaklaşmış oldu. Thor onu tutabilmek için kolunu indirdi. Angel da güven içinde güverteye düştü.

Thor daha sonra damı kaptığı gibi suya fırlattı. Adam çığlıklar içinde buz gibi sulara gömüldü.

Thor ayak sesleri duydu ve düzinelerce korsanın ona saldırdığını fark etti. Ufak bir teknede değil, kocaman, herhangi bir savaş gemisi kadar büyük profesyonel bir gemideydiler ve gemide her biri azılı, denizde başkalarını öldürerek yaşamaya alışık en azından yüz korsan vardı. Adamların hepsi büyük bir şevkle saldırıya geçmişti.

Thor’un Lejyon kardeşleri tutsak oldukları yerden fırladılar ve korsanlar onarla ulaşmanda silahlarını alabilmek için koştular. Elden boynuna bir pala darbesi indirmek isteyen bir korsandan kaçmayı başardı, sonra onu tutup bir kafa attı ve burnunu kırdı. Adamın elinden palayı alıp onu ikiye ayırdı. Sonra, derhal savaş baltasına doğru gitti.

Reese baltalı kargısını, O’Connor yayını, Indra mızrağını, Matus ucu topuzlu zinciri ve Selese kum kesesini alırken, Angel aralarından hızla geçip bir korsanın baldırına tekme attı ve onun Thor’a bir hançer fırlatmasını engelledi. Adam çığlıklar arasında bacağını tuttu ve elindeki hançer başka bir yere fırladı.

Thor hızla öne atılıp grubun arasına daldı; bir korsanın göğsüne bir tekme attı, bir başkasını kılıcıyla öldürdü. Hızla arkasına dönüp Reece’e palasını indirmek isteyen bir diğer korsanın da kolunu kesti. Bir korsana daha saldırıya geçip sopasını başına savurdu. Thor eğilip kaçınca, sopa vın diye üstünden geçti. Adam onu bıçaklamaya hazırlanıyordu, ama bu sefer de Reece öne çıkıp baltalı kargısıyla onu öldürdü.

O’Connor Thor’un yanından hızla geçen iki serseri ok fırlattı. Thor arkasına bakınca, peşinden gelen iki korsanın oklara hedef olup öldüklerini gördü. Bir korsanın Angel’a saldırdığını gördü ve tam onun peşinden gidecekken, O’Connor öne çıkıp adamın sırtına bir ok fırlattı.

Thor yine ayak sesleri duydu. Bir korsanın elindeki sopayla O’Connor’a arkadan yaklaştığını gördü. Öne atıldı ve Ölüler Kılıcı’nın titrediğini hissetti; adamın kalın sopasını ikiye ayırıp adamın bir şey yapmasına fırsat vermeden kılıcını kalbine sapladı. Sonra, tekrar hızla arkasına dönüp bir başka adamın kaburgalarına bir tekme indirdi. Ölüler Kılıcı ona yol göstererek adamın kafasını kopardı. Thor çok şaşırdı. Sanki kılıç canlıydı ve Thor’a istediklerini yaptırıyordu.

Thor öfkeyle her yöne kılıcını sallarken, bir düzine kadar adam önünde yığıldı ve dirseklerine kadar kanlar içinde kaldı… Derken, bir korsan arkasından sıratına atladı. Paralı asker bir hançeri havaya kaldırıp Thor’un omzunun arkasına indirdi. Adam hem Thor’a çok yakındı, hem de Thor’un ona bir karşılık verebilmesi için geç kalınmıştı.

Thor gözünün ucuyla kendisine doğru uçan bir nesne gördü ve birden adamın elinin gevşediğini ve yere düştüğünü hissetti. Arkasına bakınca, Angel’ın adama bir taş fırlatmış olduğunu gördü. Angel taşı adamın tam şakağına isabet ettirmeyi başarmıştı. Korsan Thor’un ayaklarının dibinde kıvranmaya başladı. Thor hayretler içinde Angel’ın öne çıktığını, güverteden bir kanca aldığını ve bunu havaya kaldırıp adamın göğsüne sapladığını gördü. Bu, korsanların onları denizden ağla çekmek için kullandıkları kancaydı. Thor adaletin yerini bulduğunu düşündü.

Angel’ın bunu yapabileceği hiç aklına gelmemişti; Angel tepesinde dikilmiş dururken bakışlarındaki vahşiliği görmüş, onun gerçek bir savaşçının ruhuna sahip olduğunu ve düşündüğünden çok daha karmaşık bir yapısı olduğunu anlamıştı.

Thor dönerek kendini mücadelenin ortasına attı ve o ve adamları daha önce başka yerlerde yaptıkları gibi bir bütün olarak ve birbirlerinin arkasını kollayarak ince ayarlı bir ölüm makinesi gibi acımasız bir şekilde saldırdılar. Birbirlerinin ritmini bildiklerinden çok güzel savaştılar. Elden savaş baltasını savururken Indra da mızrağını fırlatarak Elden’ın ulaşamadıklarını öldürdü.  Matus elindeki orağı savurarak bir seferde iki korsanı birden öldürürken Reece de baltalı kargısını onlar daha Selese’ye ulaşamadan üç korsanı öldürmek için kullandı.  Selese ise onlar savaşırken çuvalından yaralarına toz serpiştirerek bütün yaralarını iyileştirdi ve güçlerini korumalarını sağladı.

Onlar birbiri ardına adamları kılıçtan geçirdikçe rüzgâr yavaş yavaş tersine döndü. Cesetler üst üste yığıldı ve sonunda düşmanları sadece bir düzine kadar kaldılar.

Geride kalan bir düzine korsan, gözleri korkudan fal taşı gibi açılmış bir şekilde kazanamayacaklarının farkına vararak hançerlerini ve palalarını ve baltalarını atarak dehşet içinde ellerini havaya kaldırdılar.

Bir tanesi titreyerek “Bizi öldürmeyin!” diye haykırdı. “İsteyerek yapmadık! Sadece diğerlerine uyduk!”

Elden “Eminim öyledir,”dedi.

Thor “Endişelenmeyin” dedi, “sizi öldürmeyeceğiz.”

Thor kılıcını kınına geçirdi, ilerledi ve korsanı yakaladı, başının üzerinde kaldırarak onu gemiden aşağıya denize fırlattı.

“Bunu bizim yerimize balıklar yapacak.”

Diğerleri de ona katılarak geride kalanları ellerindeki silahlar aracılığıyla denize attılar ve Thor deniz suyunun kısa zamanda kırmızıya boyanmasını ve köpekbalıklarının halkalar çizerek korsanların çığlıklarını bastırmalarını izledi.

Thor diğerlerine döndü, onlar da ona baktılar. Gözlerinden kendisiyle aynı şeyi düşündüklerini görebiliyordu: Zafer, tatlı zafer onlarındı.

Ücretsiz ön izlemeyi tamamladınız.

₺70,35
Yaş sınırı:
16+
Litres'teki yayın tarihi:
10 eylül 2019
Hacim:
244 s. 8 illüstrasyon
ISBN:
9781632916877
İndirme biçimi:
Metin PDF
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 5, 2 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Ses
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 3, 1 oylamaya göre
Metin PDF
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 4,6, 5 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 4,8, 6 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 5, 1 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 5, 1 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 4,8, 5 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 5, 2 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre