Kitabı oku: «Şafak Sökmeden »

Yazı tipi:
Morgan Rice

Morgan Rice, USA Today’in 1 numaralı çok satan destansı on yedi Kitaplık FELSEFE YÜZÜĞÜ; on iki kitaplık (ve hala devam eden) genç yetişkin serisi 1 numaralı çok satan VAMPİR GÜNLÜKLERİ; 2 Kitaptan oluşan (ve devam eden) kıyamet sonrası gerilim, 1 numaralı çok satan KÖLETÜCCARLARI ÜÇLEMESİ; ve yeni destansı fantezi serisi KRALLAR VE BÜYÜCÜLER Kitaplarının 1 numaralı çok satan yazarıdır. Morgan’ın Kitapları hem basılı hem de sesli olarak bulunabilir ve çeviriler 25 dilde mevcuttur.

Morgan’ın yeni destansı serisi TAÇLAR VE GÖRKEM, 2016 Nisan’ında 1.kitabı olan KÖLE, SAVAŞÇI, KRALİÇE ile yayında olacak.

Morgan sizi dinlemeyi çok seviyor, dolayısıyla lütfen www.morganricebooks.com adresini ziyaret edip eposta listesine eklenin, ücretsiz bir Kitap kazanın, ücretsiz hediyeler alın, ücretsiz uygulamaları indirin, Facebook ve Twitter ile bağlanın ve irtibatta kalın!

Select Acclaim for Morgan Rice hakkındaki yorumlar

“ALACAKARANLIK ve VAMPİR GÜNLÜKLERİNE rakip bir kitap, en son sayfasına kadar başınızı kaldırmadan okumak isteyeceksiniz! Macerayı, aşkı ve vampirleri seviyorsanız, bu tam size göre bir kitap!”

–-Vampirebooksite.com (Dönüşüm için)

“Rice, daha baştan sizi hikâyenin içine çekiyor, mekânın sade görüntüsüne baskın çıkan inanılmaz betimleyici gücü, hikâyeye yedirme konusunda harika bir iş çıkarıyor… Zevkle yazılmış ve bir solukta okunuyor.”

–-Black Lagoon Reviews (Dönüşüm için)

“Genç okuyucular için harika bir hikâye. Morgan Rice ilginç bir girdabı daha da derinleştirerek harika bir iş çıkarmış… Canlandırıcı ve eşsiz. Bu seriler bir kızın etrafında yoğunlaşıyor…sıradışı bir kız!…Okunması kolay ve bir solukta bitiyor…Derecelendirilmiş Kitaplardan.”

–-The Romance Reviews (Dönüşüm için)

“Daha başında beni içine aldı ve bir daha da bırakmadı…Bu hikaye nefes kesici bir macera, bir solukta okunuyor ve en başından sizi heyecana boğuyor. İçinde tek bir sıkıcı an yok.”

–-Paranormal Romance Guild (Dönüşüm için)

“Heyecan, romantizm, macera ve sürprizlerle dopdolu. Elinize aldığınızda tekrar tekrar âşık olacaksınız.”

–-vampirebooksite.com (Dönüşüm için)

“Harika bir konu ve özellikle bu, geceleri elinizden bırakamayacağınız türden bir kitap. Sonu o kadar heyecanlı bir yerinde bitiyor ki sırf neler olduğunu görmek için derhal bir sonraki kitabı almak isteyeceksiniz.”

–-The Dallas Examiner (Sevilmiş için)

“Morgan Rice bir kez daha inanılmaz derecede yetenekli bir hikaye anlatıcısı olduğunu kanıtlıyor…Bu kitap vampir/fantezi türü kitapların genç yaştaki severleri dahil geniş bir okuyucu kitlesine hitap ediyor. Sizi şok edecek ve beklenmedik bir yerde bitecek.”

–-The Romance Reviews (Sevilmiş için)

Morgan Rice Kitapları
TAÇLAR VE GÖRKEM
KÖLE, SAVAŞÇI, KRALİÇE (Book #1)
KRALLAR VE BÜYÜCÜLER
EJDERHALARIN YÜKSELİŞİ (1. Kitap)
CESURUN YÜKSELİŞİ (2. Kitap)
ONURUN BEDELİ (3. Kitap)
BİR KAHRAMANLIK OCAĞI (4. Kitap)
GÖLGELER DİYARI (5. Kitap)
CESURUN GECESİ (6. Kitap)
FELSEFE YÜZÜĞÜ
KAHRAMANLARIN GÖREVİ (1. Kitap)
KRALLARIN YÜRÜYÜŞÜ (2. Kitap)
EJDERHALARIN KADERİ (3. Kitap)
GURUR AĞLAYIŞI (4. Kitap)
ŞEREF YEMİNİ (5. Kitap)
KAHRAMANLIK SALDIRISI (6. Kitap)
KILIÇ AYİNİ (7. Kitap)
SİLAHLARIN TESLİMİ (8. Kitap)
BÜYÜLÜ GÖKYÜZÜ (9. Kitap)
KALKAN DENİZİ (10. Kitap)
ÇELİĞİN HÜKÜMDARLIĞI (11. Kitap)
ATEŞ ÜLKESİ (12. Kitap)
KRALİÇELERİN YÖNETİMİ (13. Kitap)
KARDEŞLERİN YEMİNİ (14. Kitap)
ÖLÜLERİN DÜŞÜ (15. Kitap)
ŞOVALYELERİN MIZRAK DÖVÜŞÜ (16. Kitap)
SAVAŞIN ARMAĞANI (17. Kitap)
KÖLETÜCCARLARI ÜÇLEMESİ
ARENA 1: KÖLETÜCCARLARI (1. Kitap)
ARENA 2 (2. Kitap)
VAMPİR GÜNLÜKLERİ
DÖNÜŞÜM (1. Kitap)
SEVİLMİŞ (2. Kitap)
ALDATILMIŞ (3. Kitap)
YAZGI (4. Kitap)
ARZULANMIŞ (5. Kitap)
NİŞANLI (6. Kitap)
YEMİNLİ (7. Kitap)
BULUNMUŞ (8. Kitap)
CANLANDIRILMIŞ (9. Kitap)
GÖMÜLMÜŞ (10. Kitap)
KADER (11. Kitap)
TAKINTII (12. Kitap)
VAMPİR MEKTUPLARI serisini şimdi sesli kitap formatında dinleyin!

Copyright © 2016 Morgan Rice


Her hakkı saklıdır. ABD 1976 Telif Hakları Yasasının izin verdiği maddeler dışında bu yayının hiçbir kısmı hiçbir şekilde ve hangi amaçla olursa olsun çoğaltılamaz, dağıtılamaz ve alıntı yapılamaz; yazarın önceden izni alınmaksızın bir veri tabanında ya da depolama sisteminde saklanamaz.


Bu e-kitap yalnızca sizin kişisel kullanımınız için yetkilendirilmiştir. Bu ekitap tekrar satılmamalı ya da başkalarına dağıtılmamalıdır. Başka biri ile bu kitabı paylaşmak isterseniz, lütfen her alıcı için yeni bir kopya satın alınız. Bu kitabı okuyorsanız ve satın almamışsanız ya da yalnızca sizin kullanımınız için satın alınmadıysa, lütfen geri verin ve kendi kopyanızı satın alın. Bu yazarın zorlu çalışmalarına saygı duyduğunuz için teşekkür ederiz.


Bu bir kurgu çalışmasıdır. İsimler, karakterler, işler, örgütler, mekânlar, durumlar ve olaylar ya yazarın hayal gücünün bir ürünüdür ya da kurgusal bir şekilde kullanılmıştır. Hayatta ya da ölmüş gerçek kişilere benzerlikler tamamen tesadüf eseridir.


Kapak resmi: Copyright iStock.com/nsilcock

 
“Gel, ey sevecen, karakaşlı gece;
Bana Romeo’mu ver; öldüğümde,
Al da küçük yıldızlara böl onu,
Onlar göğü öyle bir süsleyecektir ki
Bütün dünya gönül verecektir geceye…”
 
― William Shakespeare
Romeo ve Juliet


BİRİNCİ BÖLÜM

Kate on yedinci doğum gününde bir karın ağrısıyla uyandı. Heyecanlı olabilmeyi isterdi; ama ona kimsenin hediye vermeyeceğini, doğum gününe özel bir kahvaltı veya doğum günü pastası olmayacağını biliyordu. Kimse ona doğum günü kartı vermeyecekti. Hatta ailesinden herhangi birisi doğum gününü hatırlarsa şanslı sayılırdı.

Göz kapaklarında ılık Santa Barbara güneşinin ışıklarını hissetti ve gözlerini açıp kırpıştırdı. Odası hala kutulardaki eşyalarla doluydu ve kendini bir türlü toparlamaya ikna edemediği büyük bir karmaşa içerisindeydi. Bunu nedeni, belki de, burada olmak istememesiydi. Ailesiyle birlikte olmak istemiyordu – her nerede olursa olsun. Neden istesindi ki? Ondan nefret ediyorlardı.

Kate pikeyi kafasına kadar çekerek ışığın gelmesini engelledi, umutsuz bir şekilde yataktan çıkıp bütün gün yüz yüze gelmemeye çalışıyordu. Daha sonra, yapılacak en iyi şeyin evden mümkün olduğunca hızlı bir şekilde çıkmak ve okula gitmek olduğuna karar verdi. En azından arkadaşları vardı. Evdeki hayatı hakkında her şeyi biliyorlardı ve kesinkes onun için endişeleneceklerdi.

Kate sonunda kendisini yataktan dışarı attı ve en sevdiği rahat pantolonunu ve siyah tişörtünü giydi. Daha sonra eskimiş Converse ayakkabılarını giydi, koyu kahverengi saçlarını düğümlenen yerlerin açılmasına yetecek, ama bir şekle sokmayacak kadar taradı. Özel bir gün olduğundan, biraz maskara sürdü ve sürme çekti. Geriye çekilip aynada nasıl göründüğüne baktı. Annesi bu giysisini görse nefret ederdi. Bunu düşünmek onu gülümsetti.

Koridorda krep, domuz pastırması ve pekmez kokuları birbirine karışıyordu. Annesi okuldaki diğer çocukların annelerinin saç stiliyle tam bir Amerikalı anne rolü oynamayı seviyordu. Ama aslında bunu bir türlü beceremiyordu. Hepsi düzmeceydi. Her şey sahteydi. Amerikalı anneler çocuklarını severlerdi – tek bir kızlarını seçip ona hayranlık duyarken diğerinin kendini küçük ve önemsiz hissetmesine izin vermezdi.

Kate bu kreplerin kendisi için olmadığını biliyordu. Bunlar babası ve kız kardeşi Madison ve erkek kardeşi Max içindi, ama kendisi için asla. Annesinin alaylı sözleri zihninde yankılanmaya başlamıştı.

Spor yapmaya başlarsan sen de güzel bir kahvaltı yapmaya hak kazanırsın. Ama zamanının büyük çoğunluğunu içeride kitap okuyarak geçirdiğin için yediklerine dikkat etmelisin.

Kate mutfağa girerken kendini olacaklara karşı hazırladı.

Yeni evde mutfakları zevkli bir şekilde döşenmişti ve en yeni model cihazlar vardı. Sanki bir dergiden fırlayıp çıkmış gibiydi. Annesinin mükemmel aile zırvasını sürdürmesi için ihtiyacı olan her şey vardı.

Babası masadaydı, geçen gece tükettiği alkolden dolayı gözleri hala kıpkırmızıydı. Kederli kederli önündeki sade kahvesine bakıyordu. Dokunulmamış krepleri önünde duruyordu. Kate hala onları yiyemeyecek kadar alkolün etkisinde olduğunu biliyordu.

Madison da masadaydı ve küçül el aynasıyla hala makyaj yapmakla meşguldü. Koyu renk saçlarını hafif dalgalarla omuzlarına dökmüştü ve saçları güneş ışığıyla parlıyordu. Makyajını parlak kırmızı ruj ile tamamlıyor ve gerçekten olduğu lise son sınıf öğrencisi gibi değil de bir üniversite öğrencisi gibi görünüyordu. Dışarıdan bakıldığında iki kız arasında sadece on sekiz ay varmış gibi durmuyordu. Madison daha çok bir kadına benziyordu, Kate ise birçok yönden hala cılız bir çocuk gibiydi.

Kate mutfağa daldı ve yerden çantasını aldı. Max onu gördü ve gülümsedi. On dört yaşındaydı ve Kate’in ailesindeki en iyi kişiydi. En azından onu önemsemeye çalışıyordu.

Önündeki krepleri işaret ederek, “Biraz ister misin?” dedi.

Kate gülümsedi. Max’in krepleri sevdiğini biliyordu ve hepsini bir çırpıda silip süpürmemek için çok güç harcıyor olmalıydı. Kate kardeşinin bu jestinden dolayı duygulanmıştı.

“Teşekkürler, istemem,” dedi.

Ancak o zaman mutfak penceresinin yanında sürahiye meyve suyu dolduran annesi dönüp ona baktı.

“Kate’e krep yok,” dedi. “Son zamanlarda biraz kilo almış gibisin.”

Kate’i baştan aşağı düzdü ve yüzünün aldığı iğrenç ifadeyi gizlemedi bile. Kate de ona soğuk soğuk baktı.

Max, annesinin Kate’i yine eleştirmeye başlamasına neden olduğu için suçluluk duyarak kafasını öne eğip tabağına baktı.

Kate duygusuz bir şekilde, “Merak etme anne,” dedi. “Kuralları biliyorum.”

Normalde Kate annesine cevap vermemeye dikkat ederdi. Bu her şeyi daha da kötü bir hale getirirdi. Ama bugün bir şeyler farklı gibiydi. Belki on yedi yaşına girdiğindendi. Kendisini biraz daha güçlü, kuvvetli hissediyordu. Zihninin bir kenarında heyecan verici bir şeyin arifesinde odluğunu hissediyordu.

Kate buzdolabını açtı ve yoğurdu çıkarttı. Annesinin şu an kahvaltıda yemesine müsaade ettiği tek şey buydu.

Bir kaşık aldı ve yoğurdunu yemeye koyuldu, mutfak masasına oturmuş, kahvaltı masasındaki ailesine katılmak istemiyordu.

Annesi elinde portakal suyu dolu sürahiyle birlikte masaya yaklaştı ve herkese bir bardak doldurdu.

Madison aynasını kapadı ve kız kardeşine baktı.

“Seni de Max ile birlikte arabayla okula bırakmamı ister misin?” dedi, gözlerini Kate’in eskimiş ayakkabıları, yırtık kotu ve çirkin tişörtü üzerinde dolaştırıyordu.

Kate Max’a baktı. Max kendisini daha da suçlu hissetti. Max okula her zaman onunla birlikte bisikletle giderdi, ama yeni eve taşındıklarından beri yol uzamıştı ve Madison ile arabayla gitmeye başlamıştı. Bunu çok önemsemiyordu – yeni evlerinden San Marcos Lisesi’ne bisikletle bir saatte gidilirken, arabayla on beş dakika civarı sürüyordu – ama kardeşiyle birlik olma hissini özlemişti. Birlikte bisiklete binerken sanki sessiz bir şekilde, Madison’un açık bir şekilde en sütte olduğu hiyerarşiyi onaylamadıklarını gösteriyor gibiydiler. Ama şimdi bu sessiz protesto bile artık yoktu. Paranoyak düşüncelere kapıldığı zamanlarda Kate annesinin Butterfly Beach yakınındaki bu evde sırf Max ile kendisini ayırmak için mi ısrar ettiğini merak ediyordu.

Annesi, “Araba yok,” diye uyardı, Madison ile konuşurken sesi daha yumuşaktı. “Kate’in harekete ihtiyacı var.”

Kate kahvaltı masasında oturan dördüne baktı ve bir kıskançlık duydu. Ailesi tamamen işlevsiz bir topluluktu ama yine de sahip olduğu tek aileydi ve onlardan ayrı olmak acıydı.

Kate nefesini verirken, “Ben bisikletle gideceğim,” diye cevap verdi.

Madison omuz silkti. Hiçbir zaman Kate’e karşı çok acımasız değildi, ama hiçbir zaman onun tarafını tutmamıştı. Madison evde en sevilen kızdı ve bu konumu sarsılacak gibi değildi. Kate ile fazla bir arada bulunmak ona zarar verebilirdi. Annesinin gözünden düşmenin ne demek olduğunu birinci elden görmüştü ve bunu riske edecek hiçbir şey yapmazdı.

Odanın diğer köşesinde Max Kate’in bakışlarını yakaladı ve sadece dudaklarını oynatarak sessiz bir şekilde üzgünüm dedi.

Kate de kafasını salladı ve aynı şekilde sorun değil dedi.

Her zaman böyle şeylere sebebiyet vermesi Max’ın suçu değildi. Annesinin adaletsizliği yüzünden kendisini suçlu hissetmemeliydi.

Max eliyle ve hafifçe kaşlarını kaldırarak Kate’in çantasını işaret etti.

Kate kaşlarını çattı ve çantasına baktı. İçinde mavi bir zarf vardı. Yutkundu. Bu bir karttı. Kardeşine minnet duydu. Ona bir doğum günü kartı hazırlamıştı.

Kate kafasını kaldırdı ve onunla göz teması kurdu; kardeşi ona gülümsedi.

Teşekkürler, diye sessizce dudaklarını oynattı.

Kardeşi kafasını salladı ve yüzüne bir gülümseme yayıldı.

Annesi Madison’a,” Bugün antrenmanın yok mu, tatlım?” diye sordu; güzel ve yetenekli büyük kızına bakarken gözleri gururla parlıyordu.

İkisi amigoluk antrenmanı hakkında konuşmaya başladılar, sinsice hangi kızların kötü bir performans sergilediğini ve hangilerinin son zamanlarda kilo aldığını konuştular. Annesi ve Madison ayrılmaz ikili gibiydiler. Kate’in annesi lisedeyken oldukça başarılı bir amigoydu ve bu yüzden Kate’in böyle bir uğraş yerine okuma ve yazmayı tercih etmesi onun için büyük bir hayal kırıklığı olmuştu.

Daha sonra babası masadan kalktı. Herkes soluğunu tuttu. Babaları çok uzun biriydi ve hepsinin üstünde hâkimiyet kuruyor; normalde güneşli, parlak mutfağa karanlık bir gölge düşürüyordu.

“İşe geç kaldım,” diye geveledi.

Kate gerildi. Babası bu haliyle yataktan başka pek bir yere gidebilecekmiş gibi görünmüyordu.  Pantolonunun içine sokmadığı gömleği ve yüzündeki birkaç günlük sakalıyla berbat görünüyordu. Belki de babasının içli sorunu annesinin Kate’in dış görünüşünü bu kadar eleştirmesinin nedenlerinden biriydi; belki de babasının iyi görünmesini sağlayamıyordu ve bunun acısını ondan çıkartıyordu.

Herkesin nefesini tuttuğu oda hala sessizdi. Etrafta hantal hantal yürüyen babaları mutfak tezgâhındaki kavanozdan araba anahtarını ve yerdeki çantasını aldı. Hareketleri düzensizdi ve Kate bu durumda araba kullanamayacağını düşünerek kaygılanıyordu. Meslektaşlarının onun hakkında ne düşüneceğini merak ediyordu. Akşamları ne kadar içtiğini biliyorlar mıydı? Yoksa iş rol yapmaya gelince annesi kadar başarılı mıydı? İşe gittiğinde daha iyi bir adam, bir aile babası, saygıdeğer bir adam kılığına mı bürünüyordu? Bu harika mahallede bu güzel eve taşınmalarına yetecek kadar terfi etmişti, buna bakılırsa doğu bir şeyler yaptığı kesindi.

Ev kapısı çarparak kapandığında ve arabanın motoru çalıştığında herkes biraz rahatladı. Ama çok değil. Bazen annelerinin kontrolden çıkmamasını sağlayan tek şey babalarını tahmin edilmesi zor huyları olurdu. Onun olmadığı zamanlar her şeyin ve herkesin, özellikle de Kate’in, patronu o olurdu.

“Pekâlâ,” dedi soğuk gözlerini küçük kızına dikerek. “Yeni eve taşındığımızdan beri faturalarımızı inceliyorum ve üniversiteye gitme şansının pek söz konusu olmadığını söylemeliyim, Kate.”

Kate donup kaldı. Tüm vücudu buza kesti.

“Ne?”

Annesi, “Beni duydun,” dedi. “Burası pahalı bir mahalle ve ikinizi de üniversiteye gönderemeyiz. Madison’a öncelik vermemiz gerekiyor. Son sınıfı da bitirip daha sonra Madison’ın okul masraflarına yardımcı olacaksın.”

Kate yoğurdun birden midesini bulandırdığını hissetti. Bu duyduklarından öyle yıkılmıştı ki, kendisini kusacakmış gibi hissediyordu.

“Bunu… bunu yapamazsın,” diye kekeledi.

Max sandalyesinde aşağı sindi. Kate onun kendisini desteklemeyeceğini bilse de, Madison da rahatsız görünüyordu.

“Ben senin annenim ve benim evimde yaşadığın sürece istediğim her şeyi yapabilirim. Madison harika bir üniversiteye başladı ve senin yüzünden onun başarılı olma şansını tehlikeye atamam.” Annesinin yüz ifadesi çok acımasızdı. Kollarını sıkı bir şekilde göğsünde kavuşturmuştu. “Ayrıca bir tebrik etsen de fena olmazdı hani,” diye de alaylı alaylı konuştu. “Madison üniversiteden kabul mektubunu aldığından beri ağzından tek bir şey çıktığını duymadım. Kutlama pastası için bile gelmedin.”

Pazartesi günü, kabul mektubu geldiğinde, annesi Madison için bir kutlama düzenlemişti. Bir pasta yapmıştı -Kate yine de bir dilim bile yemesine izin olmadığını biliyordu- ve hatta bir ilan asmıştı. Madison’ın kutlaması tam da Kate’in hiç olmayan doğum günü partisinin olması gerektiği gibiydi.

Kate’in kalbi hızlı hızlı çarpıyordu. Zihnini kıpkırmızı bir sis kaplıyordu.

Bir anda ağzından kontrol edemediği şeyler çıkmaya başladı.

“Peki ya ben?” diye bağırdı. “Ya siz doğum günümü kutlamaya ne dersiniz? On yedi yaşına girdiğimiz farkında bile değilsiniz! Neden Madison’ın her şeyi bu kadar önemli oluyor? Bir değişiklik yapıp bana da önem vermeye ne dersin?”

Max’in ve Madison’ın gözleri korkuyla ardına kadar açıldı. Kate daha önce hiç kendisini savunmamıştı ve ikisi de bunun nasıl bir sonuç verebileceğini düşünerek endişeleniyordu.

Annesinin yüz ifadesinden bugün Kate’in doğum günü olduğunu unuttuğu açıkça görülüyordu. Ama hatasını asla kabul etmeyecekti – hiçbir zaman da etmemişti.

“Seninle tartışacak değilim, genç bayan. Madison’ın okul giderlerini karşılamak için benimle temizliğe geleceksin ve bu son sözüm.” Ses tonu duygusuz ve soğuktu. “Bu konuyla ilgili başka itiraz duyarsam seni okuldan alırım ve bir lise diploman bile olmaz. Anladın mı?” Kate’e tiksinti dolu gözlerle baktı. “Okula geç kalmıyor musun?” diye ekledi.

Kate öfkeli bir şekilde orada kalakaldı. Gözlerinde yaşlar birikmişti. Diğer çocuklara doğum günlerinde partiler düzenlenir, hediyeler verilirdi. Onun payına ise geleceğinin ondan çalındığı haberini almak düşmüştü.

Elindeki yoğurt kurusunu yere çaldı ve evden hızla dışarı çıktı. Mayıs ayıydı ve güneş cildini yakıyordu. Bisikletini dün okuldan sonra bıraktığı yerden aldı ve mümkün olduğunca hızlı bir şekilde pedal çevirerek içinde kabaran öfkeyi dışarı atmaya çalıştı.

Annesinden nefret ediyordu. Yeni evinden nefret ediyordu. Ailesinden nefret ediyordu. Bütün hepsi bir yalandı. Bütün bu yıllar boyunca sadece buradan, o berbat, bunalıcı annesinden ve hiçbir işe yaramayan, sarhoş babasından kaçma düşüncesiydi. O gün üniversiteye gideceği gündü. Buradan mümkün olduğunca uzağa, Doğu Yakasına gitmek istiyordu.

Ama artık bu hayali sona ermişti.

İKİNCİ BÖLÜM

Kate okula bisikletle en kısa sürede gitme rekorunu kırmıştı. Genellikle bir noktada Madison’a geçilirdi, ama o kadar öfkeliydi ve bu ona öyle bir güç vermişti ki tüm yolu kırk beş dakikadan kısa bir sürede kat etmişti.

Bisikletini otoparkın yanındaki bisiklet park yerine kilitlerken sırtı ter içinde kalmıştı. Kendi kendine yüzünün de şimdi kıpkırmızı olduğunu biliyordu.

O sırada bir araba tam arkasında durdu ve içinden Tony fırlayarak indi.

Kate “Aman Tanrım,” diye sesli bir şekilde mırıldandı.

Tony sevdiği çocuktu. Futbol takımında oynuyor ve hep havalı çocuklarla takılıyordu, ama bütün bunlara rağmen, her nasılsa gerçekten iyi birisiydi. Herkese zaman ayırmayı başaran çocuklardan biriydi. Lisedeki çocukları mensup oldukları sosyal sınıflara göre değerlendirmiyordu. Kate onun için varoşlarda yaşayan bir kız değildi – sadece Kate Roswell’di. Bazen Kate Tony’nin kendisini daha güzel, daha popüler ve daha komik kız kardeşiyle kıyaslamayan tek kişi olduğunu düşünüyordu.

“Kate,” dedi arabanın kapısını çarparak kaparken. “Nasıl gidiyor?”

Kate utanmaktan kendini alamadı. Keşke böyle ter içinde batmayıp yorgun görünmeseydi.

Kate, “İyi,” dedi, aklına gelen tek şey buydu.

“Hey,” dedi, yüzünde sorgulayan bir ifadeyle. “Bugün farklı görünüyorsun. Gözlerine bir şey yapmışsın.”

“Maskara,” diye yanıt verdi ve daha da utandı.

Sıradan bir şekilde “Güzel görünüyor,” dedi. “Gözlerinin ne kadar mavi olduğunu daha önce fark etmemiştim.”

Kate midesinde bir karıncalanma hissetti. Eğer amacı ona iltifat etmekse, oldukça iyi bir iş çıkartıyordu.

Tony, “Bugünün doğum günün olduğunu düşünmekte haklı mıyım?” diye sordu.

Neredeyse bayılacaktı. Bunu nereden bilmişti? Ona söylediğini hatırlamıyordu.

“Evet, öyle,” dedi.

Tony güzel, inci gibi dişlerini göstererek gülümsedi. “Doğum günün kutlu olsun.”

Ona yaklaştı ve sarıldı. Kate orada hareketsiz kalakaldı. Bütün vücudu elektrikle çarpılmışçasına titriyordu. O da ona sarılmak istiyor, ama koltuk altlarında terden oluşmuş ıslaklığın görünmesini istemiyordu.

Tony onu bıraktı ve geri çekildi.

“Teşekkürler,” diye mırıldandı, kendisini dünyadaki en büyük ahmak gibi hissediyordu. Daha soğukkanlı davranabilmeyi isterdi. Madison’ın sevdiği çocuk ona sarıldığında kendini kaybetmeyeceğini biliyordu.

Tony, “Baksana,” dedi, gözleriyle Kate’in omzunun üzerinden otoparkta aylak aylak dolaşan futbol takımına bakarken. “Şimdi acelem var. Güzel bir doğum günü geçir, tamam?” Yürümeye başlamıştı bile; uzaklaşırken omzunun üzerinden konuşuyordu. “Öğle yemeğinde görüşürüz, sana küçük bir pasta getireceğim.” Bunları söyledikten sonra gitmiş, arkadaşlarıyla koşmaya başlamıştı.

Kate her şeyi berbat ettiğinin fakına vararak çantasına sıkıca sarıldı. Aklını başından alan, gözleri hakkında yaptığı iltifattı. Tony’nin onu ayartmak isteyip istemediğini merak etmekten kendisini alamıyordu. Belki o da kendisine âşık olmuştu.

“Kate!” birisinin bağırdığını duydu ve dönünce en iyi üç arkadaşını ona doğru koşarak geldiğini gördü.

Dinah Higgins, Nicole Young ve Amy Tan dokuzuncu sınıfta tanıştıklarından beri en iyi arkadaşları olmuştu. Dinah Afrika asıllı bir Amerikalıydı ve Kate için kendi ailesinden daha çok zaman ayıran büyük, sıcak bir ailesi vardı. Saçlarını Afrikalılara has bir şekilde ince ince örmüştü ve aralarında kırmızı ve mavi renkler görülüyordu. Nicole babasıyla yalnız yaşıyordu; annesi o çok küçükken kanserden ölmüştü. Tam anlamıyla bir Kaliforniyalıydı, ama bunu siyah giysiler ve motosikletçi çizmeleriyle saklıyordu. Saçları doğal olarak sarı olduğundan, şehre inerken genellikle saçını birçok farklı renge boyuyordu. Şu anda saçlarının ucu açık turuncu renkteydi. Amy içlerinde Kate’in kendisini ne yakın hissettiği kızdı. Anne ve babası Çinliydi ve hem ona hem de abisine fırsat yaratabilmek için Amerika’ya taşınmışlardı. Bundan dolayı Amy ve ebeveynleri arasında büyük bir kültürel fark vardı. Pop kültürünü sevmesi, TV şovlarına kafayı takması ve kaçık kişiliğiyle onu biraz garip buluyorlardı. İşte bu yüzden Kate ve Amy birbirlerine çok yakınlardı. Amy de kendisini ailesinden dışlanmış hissediyordu.

Üç kız Kate’i yakaladı ve hep birlikte ona sarıldı.

Aynı anda, “Doğum günün kutlu olsun!” diye bağırdılar.

Otoparktaki havalı çocukların birçoğu iğrenç yüz ifadeleriyle onlara bakıyordu – bunlar herkesin içinde böyle davranmayacak kadar havalıydılar. Ama bu Kate’in umurunda değildi. Arkadaşlarını ve Madison’a kıyasla sıradan ve sıkıcı olmasına rağmen kendisini özel hissetmesini sağlamalarını seviyordu.

Dinah gülümseyerek, “Senin için hediyelerimiz var!” dedi ve çantasından kötü paketlenmiş bir hediyeyi çıkartıp Kate’e verdi.

Nicole, “Önce benimkini aç,” dedi ve Kate’e doğru küçük bir kutu uzattı.

Amy kitaba benzer bir paket uzatarak, “Bunun ne olduğunu tahmin bile edemezsin,” dedi.

Kate bütün bu hediyelerden dolayı minnettarlık duyuyordu. “Teşekkürler kızlar,” dedi gözlerinin içi gülerek. “Ne diyeceğimi bilemiyorum.”

Nicole, “Sadece hediyelerimizi aç!” diye bağırdı.

Tenis kortlarının yanındaki çimenliğe oturdular. Kate tüm hediyelerini açtı – Dinah’tan çikolata, Nicole’dan kurukafa ve kemik figürlü küpeler ve Romeo ve Juliet’in ikinci el bir kopyası. Kate Shakespeare’i ve romantik trajedileri seviyordu ve elinden gelse tüm akşamı okuyarak geçirirdi.

Hepsini kucaklayarak, “Sizi seviyorum,” dedi.

Any arkadaşını dürterek, “Peki… Canavar Anne bu sabah ne yaptı? Doğum gününü kutladı mı?”

Kate kafasını iki yana salladı. “Hayır.” Daha sonra Max’ten aldığı kartı hatırladı. “Doğum günümü sadece Max hatırladı.”

Kartını çıkarttı. Çantasında biraz katlanmıştı. Mektubu açtı ve önünde çiçek bulunan ve parıl parıl parlayan pembe bir kart çıkarttı. Bu ancak dört yaşındaki bir çocuğa verilecek bir karttı ama Kate yine de bunun için minnettardı. Max bunun için tüm harçlığını harcamış olmalıydı; annesi ona borç vermiş olamazdı.

Kartın içinde “Doğum gününde, kız kardeşim için,” yazıyordu. Max karta herhangi bir mesaj yazmamıştı, sadece üstüne “Kate” ve altına da “Max” yazmıştı. Bu basit karta bakmak ona acılı, berbat sabahı hatırlatmış ve kalbinin yeniden sıkışmasına neden olmuştu. Kate’in alt dudağı titremeye başlamış ve Kate buna engel olamamıştı.

Dinah kollarıyla arkadaşını sararak, “Kate!” diye bağırdı. “Sorun nedir?”

Gözyaşları içinde konuşmaya çalıştı ama başaramadı. Üç kız da evdeki hayatının ne kadar zor olduğunu biliyordu – üç yıldır onu dinliyor ve ona yardımcı olmaya çalışıyorlardı – ve arkadaşları için gerçekten endişeleniyorlardı.

“Annem dedi ki,” diye başladı Kate güçlükle nefes alarak, “üniversiteye gidemeyecekmişim. Madison’ın okul masraflarını karşılamak için çalışmak zorundaymışım.”

Amy’nin ağzı şaşkınlıktan açık kaldı. Dinah Kate’e acı dolu bir ifadeyle baktı. Nicole kolunu sıktı.

Amy, “Bunu yapamaz!” diye bağırdı.

Nicole kaşlarını çatarak, “Bu hiç adil değil,” dedi. “Evden kaçmak istersen her zaman bizimle kalabilirsin.”

“Veya bizimle de,” diye Dinah ekledi. “Annem seni seviyor. Bunu biliyorsun.”

Kate “Teşekkürler,” diye mırıldandı. “Ama üniversiteye gidemezsem ne yapacağımı bilmiyorum. B planım yok yani, anlıyorsunuz ya?”

Kızlar kafalarını salladılar. Daha önce üniversite hakkında çok konuşmuşlardı, hatta aynı üniversiteye giderek ayrılmamak gibi bir planları da vardı.

Kate, “Ne yapacağımı bilmiyorum,” dedi ve yeniden gözyaşlarına yenildi.

Any, “Tahminime göre Madison yine sana arka çıkmamıştır, dedi. Kate’i desteklemediği için Madison’dan nefret ediyor ve her zaman Kate’e kız kardeşine o kadar yüz vermemesini söylüyordu. Amy’ye göre Madison övgülerini ve ilgisini toplamak yerine, annelerinin Kate’e o kadar kötü davranmasına engel olmalıydı.

Kate somurtkan bir şekilde, “Hayır,” diye yanıt verdi.

Nicole, “Hey,” dedi arkadaşına sarılarak. “Her şey iyi olacak. Biz yanındayız ve seni kollayacağız. Her şeyi yoluna koyacak bir şey gerçekleşecek. Söz.”

Kate onun nasıl böylesine emin olabildiğini bilmiyordu. Nicole her zaman bir şeyleri değiştirmekten ve yoluna koymaktan bahsederdi, ancak Kate için değişen her şey daha da kötüye gidiyordu. Babasının içki sorunu kötüye gidiyor, annesinin hayatı üzerindeki tahakkümü daha güçlü hale geliyor, Madison altın çocuk rolünü daha çok oynayıp daha da el üstünde tutuldukça giderek daha da uzaklaşıyordu. Kate’in hayatı sürekli yokuş aşağı gidiyordu ve üniversiteye gitme şansını yitirmesi de son perde olmuştu.

Nicole hala konuşmaya devam ediyordu. “Okul balosu yaklaşıyor,” diyordu. “Orada ne olacağını kim bilebilir?”

Kate, “Ah, lütfen,” diye yanıt verdi. “Şu anda erkekler düşünebileceğim son şey.”

Amy, “Gerçekten mi?” diye şaşırarak sordu. “Çünkü otoparkta Tony Martin’in Kate Roswell’e sarıldığını görür gibi oldum da.”

Üzüntüsüne rağmen bunun düşüncesi bile Kate’e iyi geldi. Yüzüne bir gülümsemenin yayıldığını hissetti. “Evet. Şey, maskara ile gözlerimin çok güzel göründüğünü söyledi.”

Dinah, “Aman Tanrım!” diye bağırdı. “Senden kesinlikle hoşlanıyor!”

Kate güldü ve kafasını salladı. “Bilmiyorum. Herkese karşı çok nazik.”

Amy, “Evet, nazik,” dedi, “ama baştan çıkartıcı değil!”

Nicole’ün üzerinde zafer kazanmış edası vardı. “Her şeyin çok yakında yoluna gireceğini söylememiş miydim?”

Kate elini sallayarak arkadaşlarının heyecanını dağıtmak istedi.

“Bence her şey sandığınız gibi değil,” dedi.

Dinah kaldığı yerden devam etti: “Belki de okul balosu için sana teklifte bulunacaktır.”

Bunun düşüncesi Kate’in içinde bir heyecan patlamasına yol açtı. Ona teklifte bulunma ihtimali var mıydı? İşte o an maskarayı ve nasıl ağladığını hatırladı.

Kate panik halinde, “Aman Tanrım, gözlerim akmış mı?” diye sordu.

“Hayır kızım,” diye yanıt verdi Dinah. “Gayet iyi görünüyorsun. Ama öğle yemeği için doğum günü hediyesi olarak seni biraz süsleyip püsleyeceğim!”

Dinah makyaj yapmayı seviyordu. Ailesi çok büyük olduğundan modaya uygun ayakkabıları ve elbiseleri alamıyordu ve bundan dolayı giysilerini kendisi tasarlayıp makyajını kendi yapıyordu. Çok yaratıcıydı. Her zaman başkalarını görünüşleri üzerinde deney yapmaya teşvik ederdi. Nicole diğerleri arasında iddialı görünmeyi seven tek kişiydi. Amy ailesini çıldırtmamak için sadece görünmeyi tercih ediyor, ama yine de şans bulduğunda mini etekler ve yüksek topuklu ayakkabılar giymeyi seviyordu.

Kate kimliğini moda üzerinden ortaya koymayan tek kişiydi. Yaptığı seçimlerin büyük çoğunluğunun annesini kızdırma amacını güttüğünü hissediyordu. Annesinin ipeksi, süslü, pastel renkli elbiselerini giymeyi ve geçit törenlerine gitmeyi bıraktığından beri erkeksi bir görünüme bürünmüştü. Ama gerçekten erkeksi mi olduğunu, yoksa böyle giyindiğinde annesini kızdırmaktan hoşnutluk mu duyduğunu tam olarak bilmiyordu.

Kate gülümsedi. Tony’nin kendisini okul balosuna davet etme şansı varsa, bunun için her şeyi yapardı. Oldukça sıkıntılı geçen sabahın ardından kendisini çok daha iyi hissediyordu. Arkadaşlarının her zaman yanında olacağını biliyordu.

Kate, “Bakın, eğer Tony bana bugün baloya birlikte gitmeyi teklif etmezse de sorun değil,” diye ekledi. “Baloya her zaman birlikte gidebiliriz.”

Amy, “Bunu söylediğine çok sevindim,” diye cevap verdi. “Ailem bir erkekle aynı arabaya binmeme izin vereceğini sanmıyorum.”

Hep birlikte güldüler. Birbirlerine güvenebileceklerini bilmek harikaydı, okul balosunda eğlenmek için erkeklere güvenmek zorunda değillerdi.

Zil çaldı ve kızlar kalkıp her biri kendi yoluna gitti. Amy ve Kate’in birlikte matematik dersleri vardı; kol kola koridorlarda yürümeye başladılar.

Kate birden Amy’nin kolunu sıktığını hissetti. Kaasını kaldırınca Madison’ın arkadaşı amigo kızlarla birlikte dolapların çevresinde dolaştıklarını gördü. Arkası Kate ve Amy’e dönüktü ve onların arkasında olduğunu bilmeden kızların katıla katıla gülmelerine neden olan bir hikâye anlatıyordu.

“Daha sonra annem dedi ki, ‘Genç bayan, Madison’ın üniversiteye gidebilmesi için benim gibi bir temizlikçi olacaksın.’ Buna inanabiliyor musunuz? Ben de kendi kendime dedim ki, ‘Aman Tanrım, kız kardeşimi bir köleye dönüştürüyor!’ Ve bütün bunlar onun doğum gününde oldu! On yedinci yaş günümde bana araba almışlardı. Ona ise hiçbir şey alan olmadı.”

Bir kahkaha kopardı ve diğer kızlar da onu izledi. Kate’in midesine kramplar girmeye başladı. Madison ona nasıl böyle gülebilirdi? Madison’ın evde ona arka çıkmadığını biliyordu, ama arkadaşlarıyla onun başına gelenler hakkında dedikodu yaptığının farkında değildi.