Kitabı oku: «Savaşin Armağani »
SAVAŞ ARMAĞANI
(FELSEFE YÜZÜĞÜ 17. KİTABI)
MORGAN RICE
Morgan Rice Hakkında
Morgan Rice, USA Today’in 1 numaralı çok satan destansı on yedi Kitaplık FELSEFE YÜZÜĞÜ; on iki kitaplık (ve hala devam eden) genç yetişkin serisi 1 numaralı çok satan VAMPİR GÜNLÜKLERİ; 2 Kitaptan oluşan (ve devam eden) kıyamet sonrası gerilim, 1 numaralı çok satan KÖLETÜCCARLARI ÜÇLEMESİ; ve yeni destansı fantezi serisi KRALLAR VE BÜYÜCÜLER Kitaplarının 1 numaralı çok satan yazarıdır. Morgan’ın Kitapları hem basılı hem de sesli olarak bulunabilir ve çeviriler 25 dilde mevcuttur.
Morgan sizi dinlemeyi çok seviyor, dolayısıyla lütfen www.morganricebooks.com adresini ziyaret edip eposta listesine eklenin, ücretsiz bir Kitap kazanın, ücretsiz hediyeler alın, ücretsiz uygulamaları indirin, Facebook ve Twitter ile bağlanın ve irtibatta kalın!
Morgan Rice İçin Yazılan Övgülerden Bazıları
“FELSEFE YÜZÜĞÜ ani bir başarı için her şeye sahip: olay örgüsü, karşı tema, gizem, yürekli şövalyeler, kırık kalplerle dolu yeşeren aşklar, dalavere ve ihanet.Her yaştaki okuyucuya hitap ediyor ve saatlerce zihninizi meşgul tutabiliyor. Tüm fantezi okurlarının kütüphanesinde bulunmasını tavsiye ettiğimiz bir kitap.”
--Books and Movie Reviews, Roberto Mattos
“Eğlenceli bir epik fantezi.”
—Kirkus Reviews
“Dikkate değer bir şeylerin başlangıcı burada.”
--San Francisco Book Review
“Aksiyon dolu …. Rice'ın yapıtı oldukça sağlam ve olay örgüsü merak uyandırıcı.”
--Publishers Weekly
“Sürpizlerle dolu bir fantezi …. Bu, genç yetişkin fantezi serisi olma belirtisinin sadece başlangıcı.”
--Midwest Book Review
Morgan Rice Kitapları
TAÇLAR VE GÖRKEM
KÖLE, SAVAŞÇI, KRALİÇE (Book #1)
KRALLAR VE BÜYÜCÜLER
EJDERHALARIN YÜKSELİŞİ (1. Kitap)
CESURUN YÜKSELİŞİ (2. Kitap)
ONURUN BEDELİ (3. Kitap)
BİR KAHRAMANLIK OCAĞI (4. Kitap)
GÖLGELER DİYARI (5. Kitap)
CESURUN GECESİ (6. Kitap)
FELSEFE YÜZÜĞÜ
KAHRAMANLARIN GÖREVİ (1. Kitap)
KRALLARIN YÜRÜYÜŞÜ (2. Kitap)
EJDERHALARIN KADERİ (3. Kitap)
GURUR AĞLAYIŞI (4. Kitap)
ŞEREF YEMİNİ (5. Kitap)
KAHRAMANLIK SALDIRISI (6. Kitap)
KILIÇ AYİNİ (7. Kitap)
SİLAHLARIN TESLİMİ (8. Kitap)
BÜYÜLÜ GÖKYÜZÜ (9. Kitap)
KALKAN DENİZİ (10. Kitap)
ÇELİĞİN HÜKÜMDARLIĞI (11. Kitap)
ATEŞ ÜLKESİ (12. Kitap)
KRALİÇELERİN YÖNETİMİ (13. Kitap)
KARDEŞLERİN YEMİNİ (14. Kitap)
ÖLÜLERİN DÜŞÜ (15. Kitap)
ŞOVALYELERİN MIZRAK DÖVÜŞÜ (16. Kitap)
SAVAŞIN ARMAĞANI (17. Kitap)
KÖLETÜCCARLARI ÜÇLEMESİ
ARENA 1: KÖLETÜCCARLARI (1. Kitap)
ARENA 2 (2. Kitap)
VAMPİR GÜNLÜKLERİ
DÖNÜŞÜM (1. Kitap)
SEVİLMİŞ (2. Kitap)
ALDATILMIŞ (3. Kitap)
YAZGI (4. Kitap)
ARZULANMIŞ (5. Kitap)
NİŞANLI (6. Kitap)
YEMİNLİ (7. Kitap)
BULUNMUŞ (8. Kitap)
CANLANDIRILMIŞ (9. Kitap)
GÖMÜLMÜŞ (10. Kitap)
KADER (11. Kitap)
TAKINTII (12. Kitap)
FELSEFE YÜZÜĞÜ serisini sesli kitap formatında Dinleyin!
Morgan Rice © 2014
Tüm hakları saklıdır. Bu yayının herhangi bir bölümü, 1976 ABD Telif Hakları Kanunu ile izin verilenin dışında, yazarın önceden izni olmaksızın, hiçbir formatta ve hiçbir amaçla çoğaltılamaz, dağıtılamaz veya yayılamaz veya bir veri tabanı veya bilgi kurtarma sisteminde saklanamaz.
Bu eKitap sadece sizin kullanımınız için lisanslanmıştır. Bu eKitap başkalarına tekrar satılamaz veya verilemez. Eğer bu kitabı paylaşmak istiyorsanız lütfen her birey için birer ek kopya satın alın. Eğer bu kitabı okuyorsanız fakat satın almadıysanız veya sadece sizin kullanımınız için satın alınmadıysa lütfen satın alan kişiye iade edin ve kendinize bir kopya satın alın. Yazarın emeğine saygı gösterdiğiniz için teşekkür ederiz.
Bu kitap kurgusal bir eserdir. İsimler, karakterler, işletmeler, kuruluşlar, mekânlar, olaylar ve durumlar yazarın hayal ürününün eserleridir ve kurgusal amaçla kullanılmıştır. Gerçek hayattaki ölü veya yaşayan herhangi biri ile benzerlik tamamen tesadüfîdir.
Telif hakları RazoomGame’e ait Jacket adlı eser, Shutterstock.com lisansı ile kullanılmıştır.
İÇİNDEKİLER
BİRİNCİ BÖLÜM
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
BEŞİNCİ BÖLÜM
ALTINCI BÖLÜM
YEDİNCİ BÖLÜM
SEKİZİNCİ BÖLÜM
DOKUZUNCU BÖLÜM
ONUNCU BÖLÜM
ON BİRİNCİ BÖLÜM
ON İKİNCİ BÖLÜM
ON ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
ON DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
ON BEŞİNCİ BÖLÜM
ON ALTINCI BÖLÜM
ON YEDİNCİ BÖLÜM
ON SEKİZİNCİ BÖLÜM
ON DOKUZUNCU BÖLÜM
YİRMİNCİ BÖLÜM
YİRMİ BİRİNCİ BÖLÜM
YİRMİ ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
YİRMİ DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
YİRMİ BEŞİNCİ BÖLÜM
YİRMİ YEDİNCİ BÖLÜM
YİRMİ SEKİZİNCİ BÖLÜM
YİRMİ DOKUZUNCU BÖLÜM
OTUZUNCU BÖLÜM
OTUZ BİRİNCİ BÖLÜM
OTUZ İKİNCİ BÖLÜM
OTUZ ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
OTUZ DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
OTUZ BEŞİNCİ BÖLÜM
OTUZ ALTINCI BÖLÜM
OTUZ YEDİNCİ BÖLÜM
OTUZ SEKİZİNCİ BÖLÜM
OTUZ DOKUZUNCU BÖLÜM
KIRKINCI BÖLÜM
KIRK BİRİNCİ BÖLÜM
KIRK İKİNCİ BÖLÜM
KIRK ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
KIRK DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
KIRK BEŞİNCİ BÖLÜM
KIRK ALTINCI BÖLÜM
Jake Maynard için.
Gerçek bir savaşçı.
“Sen üstüme bir kılıçla, mızrakla ve palayla geliyorsun… Ama ben sana Tanrı’nın ismiyle, Lejyonların Efendisiyle ve taburların Tanrısıyla geliyorum.”
--Davut’tan Calut’a
I Samuel, 17:45
BİRİNCİ BÖLÜM
Thorgrin şiddetle sallanan gemide ileriye baktı ve dehşet içinde ağır ağır ne yaptığını fark etmeye başladı. Şok içinde hala Ölüler Kılıcı’nı tutan eline baktı, sonra başını kaldırıp sadece birkaç santim ötede duran en iyi arkadaşı Reece’in yüzüne baktı. Reece gözleri acı içinde ve ihanete uğramış gibi bir ifadeyle ona bakıyordu. Thor en yakın arkadaşını göğsünden yaraladığını fark edince elleri kontrolsüzce titredi ve gözlerinin önünde ölüşünü izledi.
Neler olduğunu anlayamamıştı. Gemi azgın dalgalarda savrulup dururken, akınlar onları Çılgınlık Boğazı’na doğru sürüklemeye devam ediyordu. En sonunda, diğer taraftan çıktılar. Akıntılar duruldu ve gemi dengesine kavuştu. Son kez ileriye atıldıklarında, yoğun bulutlar dağılmaya başladı ve durgun ve sakin sulara vardılar.
Bu sırada, Thor’un zihnine çökmüş olan puslar dağıldı ve kendisini eskisi gibi hissetmeye ve dünyayı yine zihin açıklığıyla görmeye başladı. Önünde duran Reece’e bakınca, karşısında bir düşman değil de en yakın arkadaşı olduğunu anladı ve yüreği paramparça oldu. Ne yaptığını anlamaya başladı ve kendisinden daha güçlü, kontrol edemediği ve onu bu korkunç şeyi yapmaya zorlayan bir çılgınlık ruhunun eline düştüğünü fark etti.
“HAYIR!” diye bağırdı acı dolu bir sesle.
Thor Ölüler Kılıcı’nı en yakın arkadaşının göğsünden çıkardı ve Reece nefes almaya çalışıp yere yığıldı. Thor kılıca bakmak istemediği için bir kenara itti ve Reece’i kollarına alarak kararlılıkla kurtarmak istedi.
“Reece!” diye bağırdı suçluluk duygusuyla.
Thor elini uzatıp arkadaşının yarasını kapattı ve kanamayı durdurmak istedi. Ama ılık kanın parmaklarının arasından aktığını, Reece’in yaşam gücünün onun kollarında zayıflamaya başladığını hissedebiliyordu.
Elden, Matus, Indra ve Angel da onları etkileyen çılgınlık halinden nihayet kurtulup hemen yanına geldiler ve Thor’un etrafını sardılar. Thor gözlerini yumdu ve her şeyiyle arkadaşının ona geri gelmesi ve hatasını düzeltme şansının olması için dua etti.
Thor ayak sesleri duydu ve Selese’nin daha da solgun bir suratla, gözleri o dünyaya ait olmayan bir parıltıyla hızla yanına geldiğini gördü. Selese Reece’in yanında dizlerinin üstüne çöktü ve onu kollarına aldı. O bunu yaparken, Thor arkadaşını bıraktı. Selese’nin etrafındaki ışıltıyı görünce, onun bir şifacının güçlerine sahip olduğunu hatırlamıştı.
Selese gözlerinde ateşli bir ifadeyle Thor’a baktı.
“Onu bir tek sen kurtarabilirsin,” dedi telaşla. “Lütfen, elini hemen yarasının üstüne koy!” dedi.
Thor elini uzatıp avucunu Reece’in göğsüne dayadı. Selese de kendi elini onunkinin üstüne koydu. Thor onun avucundan yayılan ısıyı ve gücü kendi elinin üstünde hissetti ve Reece’in yarasına doğru gittiğini anladı.
Selese gözlerini yumup bir şey mırıldanmaya başladı. Thor arkadaşının bedenine bir sıcaklık dalgasının yayıldığını hissetti. Thor tüm kalbiyle arkadaşının ona geri gelmesini, onu ele geçiren çılgınlıkla ona bunu yaptığı için kendisinin affedilmesini diledi.
Reece gözlerini aralayınca, Thor derin bir oh çekti. Reece gözlerini kırpıştırıp göğe baktı, sonra da yavaşça doğrularak oturdu.
Thor hayretler içinde Reece’in şaşkınlıkla birkaç kere gözlerini kırpıştırıp yarasına baktığını gördü; yarası tamamıyla iyileşmişti. Thor dili tutulmuş bir halde şaşkınlıkla Selese’nin ne kadar güçlü olduğunu fark etti.
“Kardeşim!” diye bağırdı Thorgrin.
Uzanıp ona sarıldı ve Reece sersemlemiş bir durumda ona geri sarıldı. Thor daha sonra arkadaşının ayağa kalkmasına yardım etti.
“Hayattasın!” diye bağırdı. Buna inanamıyordu. Arkadaşının omzunu sıktı. Thor birlikte savaştıkları onca savaşı, yaşadıkları tonla macerayı düşündü ve onu kaybetme düşüncesine bile katlanamadı.
“Neden olmayayım ki?” dedi Reece şaşkınlıkla gözlerini kırpıştırıp. Etrafındaki Lejyon kardeşlerinin hayret dolu suratlarına bakınca, daha da şaşırdı. Diğerleri öne çıkıp ona teker teker sarıldılar.
Diğerleri ona sarılırlarken, Thor etrafına bakındı ve birden dehşet içinde birisinin eksik olduğunu fark etti: O’Connor.
Thor derhal tırabzanlara gidip çığınlar gibi dalgaların arasına baktı. O’Connor’ın çılgınlığın doruğundayken, gemiden azgın dalgaların arasına atladığını hatırladı.
“O’Connor!” diye bağırdı.
Diğerleri de yanına koşup dalgalara baktılar. Thor eğildi ve başını çevirip Boğaz’a, kanla kaynayan azgın sulara baktı… Tam o sırada, O’Connor’ın Boğaz’ı sınırına doğru suda sürüklendiğini gördü.
Thor hiç vakit kaybetmedi; içgüdüleriyle hareket edip tırabzana fırladı ve baş üstü denize atladı.
Suya batınca ne kadar sıcak olduğuna ve adeta kanların arasında yüzüyormuş gibi kıvamlı olduğuna şaştı. Su çamurların arasında yüzüyormuş gibi fena halde sıcaktı.
O azgın sularda yüzmek için tüm gücünü harcayıp yüzeye çıktı. Batmaya başlamış olan O’Connor’a baktı ve gözlerindeki panik ifadesini gördü. Aynı anda, O’Connor’ın sınırdan açık denize sürüklendiğini ve çılgınlığın onu terk etmeye başladığını da gördü.
Ama O’Connor ellerini ve kollarını salladığı halde batmaya devam ediyordu ve Thor ona bir an önce ulaşmazsa, arkadaşının Boğaz’ın dibini boylayacağını ve onu bir daha bulamayacaklarını biliyordu.
Thor iki misli çaba sarf ederek e var gücüyle yüzerek, müthiş bir acı içinde yüzdü. Omuzlarının ne kadar yorulduğunu hissetti. Ama arkadaşına yaklaşırken, O’Connor suya batmaya devam etti.
Thor arkadaşının dibe doğru gittiğini görünce, içine adrenalinin akın ettiğini hissetti. Ya şimdi, ya da hiç diye düşündü. Öne atıldı, suyun altına daldı ve bacaklarını sertçe çırptı. Suyun altında yüzerken gözlerini açık tutmaya ve koyu sıvıda önünü görmeye çalıştı, ama bunu başaramadı. Gözleri çok yanıyordu.
Thor gözlerini yumup onu içgüdülerinin yönlendirmesine izin verdi. Gözlerini açmadan da görmesini sağlayan, o içinin derinliklerindeki gücü çağırdı.
Çaresizlik içinde ayaklarını bir kez daha çırparak elini suda öne uzattı ve bir şey hissetti: bir gömlek yakası.
Büyük bir mutlulukla O’Connor’ı yakaladı ve batan arkadaşının ne kadar ağır olduğuna şaştı.
Thor onu çekti ve arkasını dönerek var gücüyle suyun yüzeyine çıkmaya çalıştı. Acı içindeydi ve ayaklarını çırparken ve kurtulmak için yüzerken bedenindeki tüm kaslar ona itiraz ediyor gibiydi. Sular o kadar yoğundu ve basınçlıydı ki, ciğerleri patlayacak hale gelmişti. Attığı her kulaçla birlikte dünyayı çekiyormuş gibi hissediyordu.
,Asla başaramayacağını ve O’Connor’la birlikte derinlere batacağını, o berbat yerde öleceklerini düşünürken, aniden suyun yüzeyine çıkmayı başardı. Soluklanmaya çalışarak döndü ve etrafına bakınınca çılgınlık Boğaz’ın diğer tarafına çıktıklarını görüp rahatladı.
Thor arkadaşının o çılgınlık halinden kurtulduğunu ve bakışlarının odaklanmaya başladığını gördü.
O’Connor birkaç kere gözlerini kırpıştırdı, öksürdü ve nefes almaya çalıştı. Sonra da şaşkınlıkla Thor’a baktı.
“Burada ne işimiz var?” diye sordu hayretle. “Neredeyiz?”
“Thorgrin!” diye seslendi birisi.
Thor suda bir ses duydu ve dönünce yanında suda kalınca bir halat olduğunu gördü. Başını kaldırınca tırabzanlarda Angel’ı ve onları almak için geri gelen diğerlerini gördü.
Thor halatı kavradı e diğer eliyle O’Connor’ı tuttu; halat geriye doğru çekildi ve Elden var gücüyle uzanıp onları gövdeye doğru çekti. Diğer Lejyon askerleri de ona katılıp halatı teker teker çekmeye başladı. En sonunda, Thor havalandıklarını ve tırabzanlardan gemiye çıktıklarını hissetti. İkisi de küt diye bir sesle güverteye yığıldılar.
Thor bitkin ve nefes nefese bir halde, hala deniz suyunu kusarak O’Connor’ın yanına devrildi. O’Connor dönüp ona baktı. O da bir o kadar bitkin durumdaydı ve Thor onun minnetle baktığını görebiliyordu. Arkadaşının ona teşekkür ettiğini görebiliyordu. Bir şey söylemesine gerek yoktu… Thor onun ne demek istediğini anlamıştı. Aralarında sessiz bir kod vardı. Onlar Lejyon kardeşleriydi. Birbirleri için fedakârlık yaparlardı. Bunun için yaşarlardı.
Birden, O’Connor gülmeye başladı.
Thor ilk önce endişelendi ve onun hala çılgınlığın etkisi altında olduğunu sandı, ama sonra onun iyi olduğunu fark etti. Arkadaşı eski haline dönmüştü. Rahatladığından ve hayatta olduğuna sevindiğinden gülüyordu.
Thor da stresten kurtularak gülmeye başladı. Diğerleri de onlara eşlik ettiler. Her şeye rağmen hayatta kalmayı başarmışlardı, yaşıyorlardı.
Diğer Lejyon askerleri öne çıktılar ve ikisini birden kapıp ayağa kaldırdılar. Hepsi ellerini kenetlediler, sevinçle sarıldılar ve gemileri nihayet durgun sularda ilerlemeye başladı.
Thor ileriye bakınca, Boğaz’dan giderek daha da uzaklaştıklarını ve hepsinin zihninin açılmaya başladığını görüp rahatladı. Başarmışlardı; Ağır bir bedel ödedikleri halde oradan kurtulmuşlardı. Thor oradan bir daha geçebileceklerini sanmıyordu.
“İşte!” diye bağırdı Matus.
Thor diğerleriyle birlikte dönüp Matus’un işaret ettiği noktaya baktı ve karşısındaki manzara onu hayretler içinde bıraktı. Ufukta yepyeni bir manzara belirmişti; Kan Diyarı’nda yepyeni topraklara varmışlardı. Kasvetli bir kapkara bulutlar alçakta duruyordu ve sular hala kanla kaynıyordu, ama buna rağmen kıyı daha yakın ve görünür durumdaydı. Kapkaraydı, ağaçlar veya hayat belirtisi yoktu. Her Yer kül ve çamurla haplı gibiydi.
Thor bu manzaranın ardında ufukta siyah bir şato görünce kalbi hızla atmaya başladı. Şato toprak, kül ve çamurdan inşa edilmiş gibiydi ve adeta yerle birmiş gibi yükseliyordu. Thor bundan yayılan kötülüğü hissedebiliyordu.
Şatoya doğru uzanan, iki yanında meşaleler önünde de bir asma köprü bulunan dar bir kanal gördü. Şatonun pencerelerinde de meşalelerin yandığını fark etti ve biden neler olduğunu anladı: Tüm kalbiyle Guwayne'in o şatoda onu beklediğinden artık emindi.
“Yelkenler fora!” diye bağırdı. Yine kontrolü ele aldığını ve yeni bir amacı olduğunu hissetti.
Kardeşleri derhal harekete geçere arkadan gelen güçlü bir rüzgârı yakaladılar ve geminin hızla ileri atılmasını sağladılar. Thor bu Kan Diyarı’na girdiğinden beri ilk kez bir iyimserlik hissetti. Oğlunu gerçekten de bulup kurtarabileceğini hissetti.
“Hayatta olduğuna sevindim,” dedi birisi.
Thor dönünce Angel’ın ona gülümsediğini gördü. Thor’un gömleğini çekiştiriyordu. Thor gülümseyip yanına eğildi ve ona sarıldı.
“Ben de senin hayatta olduğuna sevindim,” dedi.
“Neler olduğunu anlamadım,” dedi Angel. “Kendimdeyim, ama bir anda… Bambaşka birisi oluverdim sanki…”
Thor ağır ağır başını sallayıp olanları aklından atmak istedi.
“Çılgınlık en kötü düşmandır,” dedi. “Kendimiz de başa çıkamayacağımız tek düşmanız.”
Angel endişeyle kaşlarını çattı.
“Tekrar aynı şey olacak mı?” diye sordu. “Burada da o tür bir şey var mı?” dedi korkuyla ufka bakarak.
Thor da ufka baktı ve aynı şeyi düşündü… Ama yanıt onu endişelendirerek bir anda geliverdi.
Bir balina suyun yüzeyine çıkıyormuş gibi müthiş bir ses geldi ve Thor o güne dek gördüğü en çirkin yaratıkla karşılaştı. Dev bir mürekkep balığını andırıyordu; on beş metre boyunda, parlak kan kırmızısı renkli bir şeydi ve sudan yukarı fırlayıp geminin tepesine dikilmişti. Çok sayıdaki dokunaçları dokuz metreye ulaşıyordu ve düzinelercesi dört bir yana dağılmıştı. Pörtlek sarı gözlerini öfkeyle onlara dikmişti; kocaman ağzında sıra sıra keskin ve sarı dişler vardı ve ağzı insanın içini bulandıran bir sesle açılmıştı. Yaratık kasvetli havanın cılız ışığını da örttü ve onlara doğru alçalırken, korkunç bir ses çıkardı. Dokunaçları etrafa yayıldı ve tüm gemiyi sarmalamaya hazırlandı. Thor bunu dehşet içinde izledi, diğerleriyle birlikte yaratığın gölgesinde kaldı ve kesin bir ölümden diğerine geçtiklerini anladı.
İKİNCİ BÖLÜM
İmparatorluk komutanı zertasını tekrar tekrar kamçılayarak Büyük Hiçlik’te günlerdir yaptığı gibi çölün zeminindeki izlerin peşinden gidiyordu. Adaları da nefes nefese, yorgunluk yıkılmak üzere peşinden geliyorlardı, çünkü komutan onlara yola çıktıklarından beri dinlenme molası vermemişti. Gece boyunca bile ilerlemişlerdi. Zertaları nasıl son nefeslerine kadar kullanacağını biliyordu… Aynı şeyi insanlar içinde yapmasını biliyordu.
Kendisine de adamlarına da acımıyordu. Onların yorgunluğa, sıcağa ve soğuğa karşı dayanıklı olmalarını istiyordu… Özellikle de bu gibi kutsal bir görevdeyken. Ne de olsa, bu izleri düşündüğü yere, efsanevi Yamaca gidiyorsa, İmparatorluğun tüm kaderini değiştirebilirdi.
Komutan zertayı cıyaklatana dek topuklarıyla yaratığın böğrüne vurdu ve tökezleyip düşecek raddeye gelene dek daha hızlı gitmeye zorladı. Gözlerini kısarak güneşe baktı, ilerlerken izleri inceledi. Hayatı boyunca çok iz sürmüştü ve izlerin sonuna vardığında birçok kişiyi öldürmüştü… Ama asla bu denli zorlu bir iz peşinden gitmemişti. İmparatorluk tarihindeki en büyük keşfi yapmaya ne kadar yaklaştığını hissedebiliyordu. İsmi anılacak, nesiller boyu ondan söz edilecekti.
Çölde bir yamaca tırmandılar ve komutan cılız bir sesin tıpkı çölde kopmak üzere olan bir fırtına gibi yükselmeye başladığını duydu; yamacın tepesine çıkarken ileriye baktı ve bir kum fırtınasının onlara doğru yaklaştığını göreceğini düşündü, ama bunun yerine yüz metre ileride sabit bir kum duvarı görünce şaşırdı. Duvar yerden doğruca göğe doğru yükseliyor, olduğu yerde kıvrılıp dönerek sabit bir girdabı andırıyordu.
Yanında adamlarıyla durdu ve duvar yerinden kımıldamadığı için merakla buna baktı. Buna bir anlam verememişti. Hızla dönen bir kum duvarıydı, ama onlara yaklaşmıyordu. Diğer tarafında ne olduğunu merak etti. Nedense orada Yamacın olduğunu hissetti.
“İzler burada sona eriyor,” dedi askerlerden biri hayal kırıklığıyla.
“Bu duvarı aşamayız,” dedi bir başka asker.
“Bizi sadece daha fazla kumun bulunduğu bir yere getirdiniz,” dedi birisi.
Komutan kararlı bir biçimde kaşlarını çatıp, ağır ağır başını salladı.
“Ya o kum duvarının diğer tarafına bir başka diyar varsa?” dedi.
“Diğer tarafı mı?” dedi bir asker. “Çıldırdınız herhalde. Orası bir kum bulutundan, bu çölün geri kalanı gibi uçsuz bucaksız bir hiçlikten ibaret.”
“Başarısız olduğunuzu itiraf edin,” dedi başka bir asker. “Hemen geri dönelim… Yoksa siz olmadan geri döneceğiz.”
Komutan dönüp askerlerine baktı. İtaatsizlikleri onu şok etmişti. Bakışlarından onu kınadıklarını ve isyan etmek üzere olduklarını anladı. Buna bir son verecekse, derhal bir şeyler yapması gerektiğini biliyordu.
Ani bir öfkeyle eğilip kemerinden bir hançer aldı ve bunu tek bir hareketle hızla arkasındaki askerin boğazına sapladı. Asker nefessiz kalıp zertasından arka üstü yere düştü ve çölün zemininde yeni bir kan birikintisi meydana geldi. Saniyeler içinde, bir sürü böcek bir yerden çıkıp adamın cesedini kapladı ve onu yemeye başladı.
Diğer askerler bu sefer korkuyla komutanlarına baktılar.
“Emirlerime karşı gelmek isteyen başkası var mı?” diye sordu komutan.
Adamlar endişeyle ona baktılar, ama kimse bir şey demedi.
“Ya çöl sizi öldürür, ya da ben. Karar sizin.”
Komutan başını önüne eğip ilerlemeye devam etti ve ölebileceğini bile bile kum duvarına doğru giderken muazzam bir savaş çığlığı attı. Adamlarının peşinden geleceğini biliyordu. Bir saniye sonra, zertalarının sesini duydu ve memnuniyetle gülümsedi. Bazen adamların hizaya getirilmesi gerekiyordu.
Kum girdabına girerken çığlık attı. Üstüne adeta milyon kilo kum binmiş gibiydi ve kum duvarının daha da derinlerine girerken tenini dört bir yandan sıyırıyordu. Ses o denli yüksekti ki, kulaklarında bin tane eşek arısı vızıldıyor gibiydi. Buna rağmen, zertasını tekmeleyerek saldırmaya devam etti. Zertası ona direndiği halde duvarın daha da içine ilerledi. Kumun başını, gözlerini ve suratını tırmaladığını hissediyor, paramparça olacağını düşünüyordu.
Yine de durmadı.
Tam adamlarının haklı çıktığını, bu duvarın ardında hiçbir şey olmadığını hepsinin orada öleceğini düşünürken, aniden kum duvarının diğer tarafında gün ışığına çıktığını görünce rahatladı. Tenini tırmalayan kumlar, o yoğun ses dinmişti ve etrafında berrak bir gökyüzüyle açık bir alandan başka bir şey yoktu. Hayatında bu tür bir manzarayı gördüğüne hiç o kadar sevinmemişti.
Adamları etrafından onun gibi üstleri başları sıyrıklar ve kanlar içinde zertalarıyla birlikte duvardan çıktılar ve hepsi hayatta olduğu halde daha ziyade ölü gibi gözüküyorlardı.
Komutan yukarıya ve ileriye bakarken, hayretler verici bir manzarayı gördü ve kalbi çılgınlar gibi atmaya başladı. Manzaraya bakarken nefes bile alamadı. Ama kalbi ağır ağır ama gördüğü şeyden emin bir biçimde ani bir zafer ve galibiyet sevinciyle doldu. Görkemli tepeler göklere kadar yükseliyor ve bir halka oluşturuyordu. Orası tek bir yer olabilirdi:
Yamaç.
Yamaç ufukta göklere yükselmiş, muhteşem, engin bir manzara oluşturuyor ve her iki yanlarına gözlerinin alabildiğince uzanıyordu. En tepesinde, güneşin altında ışıldayan parlak zırhlarıyla vardiya gezen binlerce asker görünce şaşırdı.
Bulmuştu. Sadece kendisi orayı bulabilmişti.
Adamları yanında aniden durduğunda, komutan onların da şaşkınlıkla ve hayretle, ağızları açık kalmış halde oraya baktıklarını gördü. Adamların hepsi de aynı şeyi düşünüyordu: o an tarihe yazılacaktı. Hepsi kahraman olacak ve İmparatorluk halk öykülerinde nesillerce anlatılacaklardı.
Komutan suratında kocaman bir gülümsemeyle dönüp adamlarına baktı. Askerler artık ona saygıyla bakıyorlardı. Sonra, zertasına binip geri çevirdi ve kum duvarından tekrar geçmeye hazırlandı… İmparatorluk karargâhına varana dek durmayacak ve şahsen Yediler Şövalyeleri’ne bu keşfini anlatacaktı. Günler içinde İmparatorluğun tüm güçlerinin oraya gelebileceğini ve bir m
Milyon askerin orayı talan etmeye hazır olacağını biliyordu. O kum duvarını aşacaklar, Yamaca tırmanacaklar ve o şövalyelerle savaşıp İmparatorluğun sona kalan tek özgür diyarını da ele geçireceklerdi.
“Askerler, vakit geldi,” diye seslendi. “İsimlerinizin sonsuzluğa yazılmasına hazırlanın.”