Kitabı oku: «Silahlarin Teslimi »

Yazı tipi:
Morgan Rice Hakkında

Morgan Rice, 1 numaralı çok satanlar ve USA Today çok satanlar listesinde yer alan on yedi kitaplık epik fantezi serisi FELSEFE YÜZÜĞÜ'nün; 1 numaralı çok satanlar listesinde yer alan on bir kitaplık seri (devamı geliyor)  VAMPİR GÜNLÜKLERİ'nin; 1 numaralı çok satanlar listesinde yer alan iki kitaplık (devamı geliyor) kıyamet sonrası gerilim serisi KÖLE TÜCCARLARI ÜÇLEMESİ’NİN ve iki kitaplık  (devamı geliyor)  yeni epik fantezi serisi KRALLAR VE BÜYÜCÜLER'in yazarıdır. Morgan’ın kitapları hem basılı hem de sesli olarak bulunabilir ve 25'ten fazla dile tercüme edilmiştir.

Morgan sizi dinlemeyi çok seviyor, dolayısıyla lütfen www.morganricebooks.com adresini ziyaret edip eposta listesine katılarak ücretsiz kitap ve hediyeler kazanın, ücretsiz uygulamaları indirin, Facebook ve Twitter ile bağlanın ve irtibatta kalın!

Morgan Rice İçin Yazılan Övgülerden Bazıları

“FELSEFE YÜZÜĞÜ ani bir başarı için her şeye sahip: olay örgüsü, karşı tema, gizem, yürekli şövalyeler, kırık kalplerle dolu yeşeren aşklar, dalavere ve ihanet.Her yaştaki okuyucuya hitap ediyor ve saatlerce zihninizi meşgul tutabiliyor.  Tüm fantezi okurlarının kütüphanesinde bulunmasını tavsiye ettiğimiz bir kitap.”

–-Books and Movie Reviews, Roberto Mattos

“Eğlenceli bir epik fantezi.”

–Kirkus Reviews

“Dikkate değer bir şeylerin başlangıcı burada.”

–-San Francisco Book Review

“Aksiyon dolu …. Rice'ın yapıtı oldukça sağlam ve olay örgüsü merak uyandırıcı.”

–-Publishers Weekly

“Sürpizlerle dolu bir fantezi …. Bu, genç yetişkin fantezi serisi olma belirtisinin sadece başlangıcı.”

–-Midwest Book Review

Morgan Rice Kitapları
KRALLAR VE BÜYÜCÜLER
EJDERHALARIN YÜKSELİŞİ (1. Kitap)
CESURUN YÜKSELİŞİ (2. Kitap)
ONURUN BEDELİ (3. Kitap)
KAHRAMANLIK GEÇİŞİ (4.Kitap)
FELSEFE YÜZÜĞÜ
KAHRAMANLARIN GÖREVİ (1. Kitap)
KRALLARIN YÜRÜYÜŞÜ (2. Kitap)
EJDERHALARIN KADERİ (3. Kitap)
BİR ŞEREF HAYKIRIŞI (4. Kitap)
ŞEREF YEMİNİ (5. Kitap)
KAHRAMANLIK SALDIRISI (6. Kitap)
KILIÇ AYİNİ (7. Kitap)
SİLAHLARIN TESLİMİ (8. Kitap)
BÜYÜLÜ GÖKYÜZÜ (9. Kitap)
KALKAN DENİZİ (10. Kitap)
ÇELİĞİN HÜKÜMDARLIĞI (11. Kitap)
ATEŞ ÜLKESİ (12. Kitap)
KRALİÇELERİN YÖNETİMİ (13. Kitap)
KARDEŞLERİN YEMİNİ (14. Kitap)
ÖLÜLERİN DÜŞÜ (15. Kitap)
ŞOVALYELERİN MIZRAK DÖVÜŞÜ (16. Kitap)
SAVAŞIN ARMAĞANI (17. Kitap)
KÖLE TÜCCARLARI ÜÇLEMESİ
ARENA 1: KÖLE TÜCCARLARI (1. Kitap)
ARENA 2 (2. Kitap)
VAMPİR GÜNLÜKLERİ
DÖNÜŞÜM (1. Kitap)
SEVİLMİŞ (2. Kitap)
ALDATILMIŞ (3. Kitap)
YAZGI (4. Kitap)
ARZULANMIŞ (5. Kitap)
NİŞANLI (6. Kitap)
YEMİNLİ (7. Kitap)
BULUNMUŞ (8. Kitap)
CANLANDIRILMIŞ (9. Kitap)
GÖMÜLMÜŞ (10. Kitap)
KADER (11. Kitap)
FELSEFE YÜZÜĞÜ serisini sesli kitap formatında Dinleyin!

Telif Hakkı Sahibi Morgan Rice © 2013

Tüm hakları saklıdır. Bu yayının herhangi bir bölümü, 1976 ABD Telif Hakları Kanunu ile izin verilenin dışında, yazarın önceden izni olmaksızın, hiçbir formatta ve hiçbir amaçla çoğaltılamaz, dağıtılamaz veya yayılamaz veya bir veri tabanı ya da bilgi kurtarma sisteminde saklanamaz.

Bu e-kitap sadece kişisel kullanımınız için lisanslanmıştır. Bu e-kitap başkalarına tekrar satılamaz veya verilemez. Eğer bu kitabı paylaşmak istiyorsanız lütfen paylaşmak istediğiniz kişiler için birer ek kopya satın alın. Eğer bu kitabı okuyorsanız fakat satın almadıysanız veya sadece sizin kullanımınız için satın alınmadıysa lütfen  iade edin ve bir kopya satın alın. Yazarın emeğine saygı gösterdiğiniz için teşekkür ederiz.

Bu kitap kurgusal bir eserdir. İsimler, karakterler, işletmeler, kuruluşlar, mekânlar, olaylar ve durumlar yazarın hayal ürününün eserleridir ve kurgusal amaçla kullanılmıştır. Gerçek hayattaki ölü veya yaşayan herhangi biri ile benzerlik tamamen tesadüfîdir.

Telif hakları Razzomgame’e ait Jacket resmi, Shutterstock.com lisansı ile kullanılmıştır.

 
“Onurum, hayatımdır ve her ikisi de birlikte büyür.
Onurumu alırsanız, yaşamım da biter.”
 
--William Shakespeare
II.Richard


BİRİNCİ BÖLÜM

Gwendolyn, Kanyon’un kenarında durup Kuzey Geçişine uzanan kemerli köprüye ilk adımını attığında kendini soğuğa ve suratına vuran rüzgara hazırladı. Buzla kaplı bu köhne köprü, yıpranmış ahşap kalas ve iplerden yapılmıştı, onları taşıyacağı şüpheliydi. Gwen daha ilk adımında tedirgin oldu.

Uzanıp sallanan ve pek de yardımı dokunmayan tırabzanları tuttu. Argon’u bulmak için Kanyon’un kuzeyine geçerek Dipdünya’ya girmenin tek yolunun bu uyduruk köprü olduğunu düşününce kalbi duruyordu. Yukarı bakınca uzakta kör edici bir battaniye gibi yeryüzünü örten karlı havanın işaretlerini gördü. Bu geçiş hiç olmadığı kadar uğursuz hissettiriyordu.

Aniden çıkan bir rüzgarla ipler şiddetli bir biçimde sallandı. Gwendolyn, kendini iki eliyle tırabzanı tutarken dizlerinin üstüne çökmüş buldu. Bir anlığına köprüyü geçmek şöyle dursun, daha fazla tutunabileceğinden bile emin olamadı. Bunun, düşündüğünden de tehlikeli bir yol olduğunu ve denerlerken bile hayatlarını riske attıklarını fark etti.

“Leydim?” dedi bir ses.

Gwen yüzünü o tarafa döndüğünde bir kaç adım ötede onu takip etmeyi bekleyen Steffen, Alistair ve Krohn’un yanında duran Aberthol’ü gördü.  Beşi, dünyanın bir ucundaki bu köprüde tünemiş, belirsiz bir gelecek ve hatta olası ölümlere yüz yüze bakan alışılmadık bir grubu oluşturuyordu.

“Burayı gerçekten geçmeyi denememiz gerekli mi?” diye sordu.

Gwendolyn önünde uzanan hırçın karın ve kırbaçlayan rüzgarın içinden dönüp ona baktı, titriyordu, kürkünü omuzlarına daha sıkı yerleştirdi. İçten içe bu köprüyü geçmeyi o da istemiyordu, hatta bu seyahate çıkmayı da. Ona kalsa, çocukluğunda hissettiği güveni ona veren Kraliyet Sarayı’na çekilir, rahat surları arkasında, sıcak ateşin önünde oturur, kraliçe olduğundan beri etrafını sarmalayan tehlike ve endişelerden kendini soyutlardı.

Ama tabii ki bunu yapamazdı artık. Kraliyet Sarayı artık yoktu; çocukluğu gitmişti ve o bir Kraliçeydi. Hayata getireceği bir bebeği, nerede olduğunu bilmediği bir kocası vardı, ona ihtiyaç duyuyorlardı. Thorgrin için gerekirse ateşlerde yürürdü. Gwen bunun gerekli olduğunu hissediyordu. Sadece kendisi ve Thor değil, tüm Halka Argon’a ihtiyaç duyuyordu. Yalnız Andronicus’la değil aynı zamanda Thor’u tuzağa düşüren kudretli büyüyle de karşı karşıyalardı ve Argon olmadan bununla nasıl savaşacaklarından emin değildi.

“Evet,” diye cevap verdi. “Gerekli.”

Gwen bir adım daha atmaya hazırlandı, bu sefer Steffen öne atılıp yolunu kesti.

“Leydim, lütfen önden benim gitmeme müsaade edin,” dedi. “Bu köprüde bizi ne tehlikelerin beklediğini bilmiyoruz.”

Steffen'ın bu teklifi onu duygulandırsa da uzanıp kibarca onu yana itti.

“Hayır,” dedi. “Ben gideceğim.”

Daha fazla beklemeden ip tırabzanı sıkı sıkı tutarak öne adımını attı.

Bir adım attığında, ellerinde dondurucu bir soğuk hissetti, buz delip geçiyordu; bu soğuk avuçlarını ve kollarını sarıyordu.Derin bir nefes aldı, dayanabileceğinden emin değildi.

Sert başka bir rüzgar, köprüyü bir beşik gibi salladı, tırabzana daha sıkı tutunması ve buzun verdiği acıya daha fazla dayanması gerekti. Buz kaplı kalas ve ipler ayağının altında kayarken tüm sahip olduğu güçle dengesini korumaya çalıştı. Köprü sertçe sola savrulduğunda bir anlığına o yana düşeceğinden emindi. Köprü dengesine kavuştu, diğer tarafa doğruldu.

Gwen yeniden dizlerinin üstüne çöktü. Daha on adım bile gitmemişti ama kalbi o kadar hızlı çarpıyordu ki zar zor nefes alabiliyordu ve elleri o denli katılaşmıştı ki onları artık hissedemiyordu.

Gözlerini kapadı ve derin bir nefes alarak Thor’u düşündü. Yüzünü ve yüzünün her açısını resmetti zihninde. Ona karşı duyduğu aşk için yaşıyordu. Onu özgür kılmanın kararlığıyla. Her ne pahasına olursa olsun.

Her ne pahasına olursa olsun.

Gwendolyn gözlerini açtı ve öne bir kaç adım daha atmak için kendini zorladı, tırabzana sıkı sıkı tutunuyor artık ne olursa olsun durmak istemiyordu. Rüzgar ve kar, onu Kanyon’un derinliklerine gönderebilirdi ama artık umrunda değildi. Artık bu kesinlikle onunla ilgili değildi, bu hayatının aşkıyla alakalıydı. Onun için her şeyi yapardı.

Gwendolyn, köprünün arkasında kalan bölümünde ağırlığın değiştiğini hissettiğinde dönüp onu takip edenlere;  Steffen, Aberthol, Alistair ve Krohn’a baktı.Krohn patileri üzerinde kaymış diğerlerini geçerek Gwendolyn’in yanına kadar ulaşmıştı.

“Bunu yapabileceğimizden emin değilim,” dedi Aberthol, bir kaç dengesiz adım attıktan sonra yüksek ve gergin sesiyle.

Orada ip tırabzana sıkı sıkı tutunup kolları titreyen, çelimsiz yaşlı bu adam zar zor dayanarak duruyordu.

Yanına giderek “Yapabilirsin,” dedi Alistair, bir kolunu beline dolayıp. “Ben tam burdayım, endişelenme.”

Grubun geri kalanı her defasında tek bir adım atarak köprü üzerindeki yürüyüşlerine devam ederken Alistair ilerlemesinde ona yardımcı oldu.

Gwen bir kez daha zorluklar karşısında Alistair’in gösterdiği dirayete, sakin doğasına ve korkusuzluğuna hayranlık duydu. Gwendolyn’in anlayamadığı bir gücü dışa yayıyordu. Gwen kendini ona neden bu kadar yakın hissettiğini açıklayamıyordu ama onu tanıdığı şu kısa sürede kardeşi gibi hissediyordu. Varlığı ona güç katıyordu. Steffen’ınki de.

Rüzgar yatışınca biraz rahat nefes aldılar. Kısa süre sonra köprünün yarısına gelmişlerdi, artık daha hızlı hareket ediyorlardı. Gwen kaygan kalaslara alışmıştı. Kanyon’un diğer tarafı artık görünüyordu, sadece otuz metre kadar uzaktaydı ve Gwen’in kalbi iyimserlikle doldu. Nihayetinde galiba başaracaklardı.

Bir rüzgar daha çıktı, bu seferki diğerlerinden de güçlüydü; o denliydi ki rüzgar Gwen’i iterek dizlerinin üstüne düşürüp her iki eliyle iplere tutunmak zorunda bırakmıştı. Köprü neredeyse tersine dönüp yeniden eski halini aldığında Gwen hayatı pahasına tututundu. Ayağının altından bir kalas uçmuştu, bacakları boşluğa girip de kalçasına değdiğinde bir çığlık koparttı.  Hareket etmeye çalışsa da oradan çıkamıyordu.

Gwendolyn, Aberthol’ün de tutunma gücünün yok olmasını izledi, Alistair’e tutunamıyor ve köprünün kenarına doğru kayıyordu. Alistair hemencecik müdahale ederek, tek eliyle uzanıp Aberthol köprüden uçmadan hemen önce bileğinden kavradı ve onu tuttu.

Alistar köprünün kenarına yaslandı, Aberthol altında sallanırken tutunmaya çalışıyordu; Kanyonun dibiyle arasında hiç bir şey yoktu. Alistair esnedi ve Gwen ipin kopmaması için dua etti. Gwen sıkışmış haliyle o kadar çaresiz hissediyordu ki! Bacağı kalasların arasındaydı. Oradan çıkmaya çalışırken kalbi deli gibi çarpıyordu.

Köprü çok şiddetli sallanıyordu, Alistar ve Aberthol da onunla beraber gidip geliyorlardı.

“Bırak!”diye bağırdı Aberthol. “Kendini kurtar!”

Aberthol’un bastonu elinden fırladı ve gökyüzünde salına salına Kanyon’un derinliklerine doğru yol aldı. Şimdi elinde kalan tek şey sırtına bağladıklarıydı.

“Her şey yoluna girecek,” dedi Alistair sakince.

Gwen Alistair’in bu kadar sakin ve kendinden emin durmasına şaşırmıştı.

“Gözlerime bak,” diyerek kendinden emin bir şekilde onu yönlendirdi Alistair.

“Aberthol “Ne?” diye rüzgarın içinde bağırarak seslendi.

“Gözlerime bak,” diye emretti Alistair, sesindeki ciddiyet artmıştı.

Sesindeki bir şey erkeklere emrederken etkiliydi, Aberthol ona baktı. Gözleri birbirlerine kilitlendiğinde, Gwendolyn, Alistair’in gözlerinden sızan bir ışığın Aberthol’ünkilerin üzerine yayıldığını hissetti. Işığın Aberthol’ü sarmalamasını gözlerine inanamadan izledi, Alistair geriye esneyip tek bir hamleyle Aberthol’u yeniden köprüye çekti.

Aberthol sersemlemiş bir halde orada uzanırken zor nefes alıyor ve hayretler içinde Alistair’e bakıyordu sonra, başka bir rüzgar daha başına bela olmadan aniden dönüp iki eliyle birden iplere sıkıca tutundu.

“Leydim!” diye bağırdı Steffen.

Steffen çömelerek Gwen’in yanına gitti, sonra uzanarak omuzlarından tuttu ve tüm gücüyle çekti.

Gwen yavaşça, kalaslardan sıyrılmaya başladı ama tamamen kurtulacağı sırada buzlu zeminde kayarak gerisin geri olduğu yere oturdu, hatta bu sefer daha derine takılmıştı. Aniden Gwendolyn’in altındaki ikinci kalas da kurtulunca yere çakılacağını hisseden Gwendolyn çığlığı bastı.

Uzanarak bir eliyle ipi, diğeriyle de Steffen’ın bileğini tuttu. Havada sarkık dururken, omuzlarının yuvalarından çıkacağını hissediyordu. Steffen de ona uzanırken sallanıyordu, o kadar kenara yanaşmıştı ki bacakları arkasından salınıyordu, onun düşmesini engellemek için kendininkini tehlikeye atıyordu, onlar öylece havada asılı dururken onları tutan tek şey yıpranmış eski iplerdi.

Bir hırlama duydular, Krohn öne atıldı ve dişlerini Gwen’in kürküne geçirip hırıldanma ve homurtularla geri çekmeye başladı.

Yavaşça ve santim santim Gwen kalktı ve nihayet köprüdeki kalasları tuttu. Kendini yukarı çekti, yüzükoyun uzandı, nefesi kesilmişti.

Krohn, Gwen’in yüzünü yalamaya başladı; Gwen nefes nefeseydi, ona ve şimdi yanında yatan Steffen’a minnettardı. Hayatta olduğu ve onu korkunç bir ölümden döndürdükleri için çok mutluydu.

Fakat Gwen aniden bir kopma sesi duydu ve tüm köprünün sallandığını hissetti. Arkasına dönüp baktığında kanı dondu: köprüyü Kanyon’a bağlayan ipler kopmuştu.

Tüm köprü birden bire sarsılmaya başladı ve Gwen bir kalasın hızlıca diğerini takip ederek yerinden söküldüğünü dehşetle izledi.

Hepsi birden çığlık atmaya başladı, aniden köprünün yarısı Kanyon duvarından ayrıldığında, köprü hepsini o denli hızlı havaya attı ki Gwen havada sallanırken nefes alamadı, son sürat Kanyon duvarının kenarına doğru ışık hızında yol aldılar.

Gwen, kaya duvarının son hızla onlara yaklaştığını gördü, kısacık bir süre sonra darbeden dolayı hepsinin öleceklerini, vücutlarının paramparça olacağını ve onlardan geriye kalan son parçaların da toprağın derinliklerine gömüleceğini biliyordu.

“Kaya, çekil önümüzden! SANA EMREDİYORUM!” diyen kadim hakimiyete haiz bir ses havayı doldurdu, Gwen daha önce hiç böyle bir tonlama duymamıştı.

Gwen, Alistair’i ipe sıkı sıkı tutunurken bir avucunu ileri uzatarak çarpmakta üzere oldukları kayayı korkusuzca sabitlediğini gördü. Alistair’in avucundan sarı bir ışık yayıldı, Kanyon duvarına hızla ilerlerken Gwendolyn kendini darbe için hazırlamıştı ama az sonra olanlar onu hayrete düşürdü.

Gözlerinin önünde, Kanyon’un bu sağlam duvarı kara döndü- çarpma sırada Gwendolyn tahmin ettiği gibi kırılan kemiklerin sesini duymadı. Aksine, tüm vücudu bir ışık duvarına, kabarık karın içine sokuldu. Dondurucuydu, her yanını sarmaladı; gözlerine, burnuna ve kulaklarına dolduysa da ona zarar vermedi.

Yaşıyordu.

Kendilerini, kardan oluşan bir duvarın içinde Kanyonun tepesindeki ipte salınarak buldular. Gwendıolyn bileğinde güçlü bir kavrama hissetti. Alistair. Elleri çok garip bir biçimde sıcaktı, dondurucu soğuğa rağmen. Alistair diğerlerini de tutmayı başarmıştı ve az sonra sanki  hiç bir şey olmamış gibi iplerden tırmanırken  Krohn da dahil hepsi Alistair tarafından yukarı çekildi.

Nihayet tepeye ulaştılar, Gwen, Kanyon’un en uzak tarafındaki sert zemine çöktü. Ulaşır ulaşmaz kalan ipler çözüldü ve köprünün kalanı da girdaplı sisin eşliğinde Kanyon’un derinliklerine uçtu.

Gwendolyn zor nefes alıyordu, tekrar zeminle buluştuğu için çok mutluydu ve az önce olanları merak ediyordu. Yer dondurucuydu, buz ve karla kaplıydı ama nihayetinde yine de sağlam bir zemindi. Köprüyü geçmişti ve hayattaydı. Başarmışlardı. Alistair sayesinde.

Gwendolyn döndü ve Alistair’e baktı ona karşı hissettiği merak ve saygı yeni bir boyuta kavuştu. Yanında olduğu için minnetten daha fazlasını duyuyordu. Daha önce hiç sahip olmadığı bir kız kardeş gibi hissediyordu ve Gwen, Alistair’in sahip olduğu gücün derinliklerini hakkında henüz hiç bir fikri olmadığını hissediyordu.

Gwen, burada işleri bitince, -tabii eğer bitirirlerse, Argon’u bulup dönüş yoluna geçebilirlerse- Halka topraklarına nasıl dönecekleri hakkında hiç bir fikre sahip değildi. Dönüp kör edici parlaklıktaki kardan duvara, Dipdünya’nın girişine baktığında en zor engellerin henüz önlerinde aşılmamış olarak durdukları hissine kapıldı

İKİNCİ BÖLÜM

Reece, Kanyon’un Doğu Geçişi’nde durdu. Köprünün taştan tırabzanlarına tutunarak sarp kayalıklara dehşetle baktı. Zor nefes alıyordu. Az önce gördüklerine hala inanamıyordu: Kader Kılıcı, bir kayaya yerleşik, ucu dibe doğru döne döne düşüyor karanlıkta kayboluyordu.

Parçalanma sesini duymayı, ayaklarının altında bir sarsıntı oluşmasını bekledi durdu fakat bu ses hayret verici şekilde hiç gelmedi. Kanyon gerçekten dipsiz miydi? Konuşulanlar doğru muydu?

En sonunda Reece tırabzanı bıraktı, parmak boğumları beyazlamıştı, nefesini verdikten sonra dönüp yoldaş Lejyon'a baktı. Hepsi; O'Connor, Elden, Conven, Indra, Serna ve Krog da orada durmuş dehşet içinde olana bakıyorlardı. Bu donmuş yerde, olan biteni anlayamadan öylece dikiliyorlardı. Kader Kılıcı, hepsinin çocukluklarından beri duydukları efsane, yer yüzündeki en önemli silah, kralların mülkü. Ve tabii Kalkan'ı yukarıda tutan tek şey.

Ellerinden kayarak boşluğa terk edilmişti.

Reece başarısız olduğunu hissetti. Sadece Thor'u değil tüm Halka'yı hayal kırıklığına uğratmış gibiydi. Neden buraya biraz daha önce gelememişlerdi? Sadece biraz önce burada olsa Kılıcı kurtarabilirdi.

Reece dönüp Kanyon'un diğer ucuna İmparatorluk tarafına bakıp kendini hazırladı. Elde Kılıç yokken Kalkan'ın ineceğini, diğer tarafta duran tüm İmparatorluk askerlerinin aniden izdiham yaratarak Halka'ya geçmelerini bekledi. Fakat şaşırtıcı bir şey oldu: Reece bu sahneyi izlerken, hiç biri köprüden geçmeye yeltenmedi. Biri denedi ama başarılı olamadı.

Bir şekilde Kalkan hala yukarıdaydı. Anlayamadı.

"Çok saçma," dedi Reece diğerlerine. "Kılıç Halka'yı terk etti. Kalkan hala nasıl yukarıda olabilir?"

"Kılıç Halka'yı terk etmedi," dedi O'Connor. "Henüz Halka'nın diğer tarafına geçmedi. Doğrudan aşağıya düştü. İki dünya arasına sıkıştı."

"O zaman Kılıç ne burada ne oradaysa Kalkan'a ne olacak?" diye sordu Elden.

Hepsi merak içinde birbirine baktı. Kimse cevabı bilmiyordu, bu keşfedilmemiş bir alandı.

"Öyle çekip gidemeyiz," dedi Reece. "Halka, Kılıç bizim tarafımızdaysa güvende ama aşağıda ne olacağını bilmiyoruz."

"Elimizde tutmadığımız sürece, diğer tarafa ulaşıp ulaşmayacağından emin olamayız," diye ekledi Elden, hemfikir olarak.

"Bunu şansa bırakamayız," dedi Reece. "Halka'nın kaderi buna bağlı. Ellerimiz boş, başarısız dönemeyiz."

Reece döndü ve kararlı bir ifadeyle diğerlerine baktı.

"Onu geri almalıyız," diye sonuca vardı. "Başkası davranmadan."

"Geri almak mı?" diye sordu Krog hayretle. "Aklını mı kaçırdın? Bunu tam olarak nasıl yapmayı planlıyorsun?"

Reece dönüp Krog'a baktı, o da her zamanki gibi savunmaya geçerek bakışlarıyla cevap verdi. Krog, Reece'e giderek bela oluyordu, her seferinde emirlerini sorguluyor, her fırsatta gücüne meydan okumaya çalışıyordu. Reece sabrını kaybediyordu.

"Yapacağız," diye ısrar etti Reece, "Kanyon'un dibine ineceğiz."

Diğerleri soluklarını tuttu, Krog ellerini beline götürerek suratını ekşitti.

"Delirmişsin," dedi. "Hiç kimse Kanyon'un dibine inmemiştir."

"Kimse bir dip olup olmadığını bile bilmiyor," diyerek ekledi Serna. "Tek bildiğimiz Kılıcın buhar olduğu ve biz şu anda konuşurken bile aşağı inmeye devam ettiği."

"Saçmalık," dedi Reece karşı çıkarak. "Her şeyin bir zemini vardır. Denizin bile."

"Eğer, dibi varsa," diye çıkıştı Krog, "görüp, duyamayacağımız derinlikte olması ne işimize yarayacak? Oraya ulaşmamız günler hatta haftalar sürebilir."

"Keyifle yürüyüş yapabileceğimiz bir parkur olmadığını da eklemeden geçemeyeceğim," dedi Serna. "Uçurumları görmediniz mi?"

Reece döndü ve uçurumlara baktı, kanyonun bu kadim kaya duvarları, kısmen girdaplı sisin içinde gizlenmişti.Dikti ve yukarı uzanıyordu. Haklı olduklarını biliyordu, kolay olmayacaktı. Ancak başka şansları olmadığını da biliyordu.

"Daha da beteri var," diye yakındı Reece. "Bu duvarlar sisin içinde kayboluyor. Dibe varsak bile, hiç geri gelemeyebiliriz."

Hepsi ona hayretle baktı.

"O zaman sen de bunu denemenin delilik olduğuna katılıyorsun," dedi Krog.

"Delilik olduğuna katılıyorum," dedi Reece, sesinde hakimiyet ve kendine güven duyuluyordu. "Fakat delilik bizim dünyaya gelme amacımız. Bizler normal adamlar değiliz, bizler Halka'nın sade vatandaşları değiliz, bizler özel olarak yetiştik, bizler askeriz. Bizler savaşçıyız. Bizler Lejyon'un adamlarıyız. Bir yemin ettik, ant içtik. Bizler, bir görev safi zor veya tehlikeli  diye o görevden kaçınmayacağımıza, mücadeleden hayatlarımıza zarar verse de bir an bile dönmeyeceğimize ant içtik. Bu, bizi savaşçı yapar. Cesaretin temelinde bu yatar: imkansız olsa bile yapılması gereken doğru şey, onurlu şey bu olduğu için kendimizden bile büyük bir davanın peşine düşeriz. Ne de olsa, cesaret varılan başarıyla değil, buna girişimde bulunmayla ölçülür. Bu bizden büyüktür. Bu kim olduğumuzdur."

Çok ağır bir sessizlik çöktü üzerlerine, rüzgar sert eserken diğerleri de söylenenleri tarttılar.

Nihayet Indra öne çıktı.

"Reece'e katılıyorum," dedi.

"Ben de," diye ekledi Elden bir adım öne gelip.

"Beni de sayın," diye ekledi O'Connor, Reece'in yanını tutarak.

Conven sessizce Reece'in yanına yürüdü, kılıcının kabzasını tutuyordu; dönüp diğerlerine baktı. "Thorgrin için," dedi, "dünyanın sonuna giderim."

Reece, Lejyon’dan bu güvenilir arkadaşlarını yanına almış olmaktan dolayı cesaretlenmişti, bu insanlar ona ailesi kadar yakındı, hayatlarını İmparatorluğun sonuna kadar giderek onunla beraber tehlikeye atmışlardı. Beşi orada durup iki yeni Lejyon üyesi Krog ve Serna’ya baktı, Reece onların katılıp katılmayacaklarını merak ediyordu. Fazladan insana ihtiyaçları olacaktı ama dönmekte özgürlerdi. İki kez sormayacaktı.

Krog ve Serna orada dikilerek onlara bakıyorlardı, emin değillerdi.

Indra “Ben bir kadınım,” dedi onlara, “daha önce dalganızı geçtiğiniz gibi. Yine de burada duruyorum, bir savaşçının mücadelesine hazırım – siz ise orada alaycı ve korkak  kaslarınızla kalakalın.”

Serna homurdandı, sinir olmuştu, kahverengi saçlarını savurup gözlerini kısarak öne çıktı.

“Gideceğim,” dedi, “ama sadece Thorgrin’in hatırına.”

Krog, kırmızı suratı ve karşı duruşuyla orada kalan tek kişiydi.

“Hepiniz aptalsınız,” dedi. “Hepiniz.”

Ama yine de öne çıkarak onlara katıldı.

Reece, tatmin olmuş halde dönüp onları Kanyon’un kenarına yönlendirdi. Harcanacak vakit yoktu.

*

Reece aşağı milim milim inerken uçurumun kenarına tutunuyordu, diğerleri ondan bir kaç adım yukarıdaydı;  uzun süredir olduğu gibi acı dolu bir iniş gerçekleştiriyorlardı. Reece, ayaklarını, yaralı ve soğuktan donmuş ellerini, pürüzsüz kayalar üzerinde ilerleyebilmek için düzgün kullanmaya çalışıyordu. Bu kadar zor olacağını tahmin edememişti. Aşağı bakmış ve araziyi, kayanın şeklini incelemişti; bazı yerlerde kayanın diklemesine aşağı indiğini, pürüzsüz ve tutunmanın imkansız olduğunu görmüştü, diğer yerler ise yosun tabakasıyla kaplıydı ve bazı bölgelerde de elleri ve ayakları koyabileceği tırtıklara, eğimlere, girintilere, deliklere, kenarlara ve çatlaklara sahipti. Bazı yerlerde dinlenme yeri olabilecek çıkıntılar bile vardı.

Fakat iş pratiğe gelince durum değişmiş görünüyordu. Sis görüşünü mütemadiyen engelliyordu ve aşağı baktığında ayaklarını sokabileceği yerler gittikçe azalıyordu. İnişte onca yol kat ettikten sonra zeminin –tabii varsa- henüz görüş alanlarında olmaması da cabasıydı.

İçten içe Reece, gittikçe artan bir korku ve boğazında kuruluk hissediyordu. Bir yanı çok ciddi bir hata yapıp yapmadığını merak etmeye başlamıştı.

Tabii bu korkusunu diğerlerine göstermeye cesaret edemedi. Thor gittiğinden beri lider oydu ve diğerlerine örnek teşkil etmeliydi. Ayrıca korkularına kapılmanın bir faydası olmayacağını biliyordu. Güçlü kalmalı ve odaklanmalıydı; korkunun sadece yeteneklerini engelleyeceğinin farkındaydı.

Reece’in elleri kendini tirerken titriyordu. Aşağıda neyin olduğunu unutması gerektiğini kendine hatırlattı, sadece bir adım önündekine odaklanmalıydı.

Her seferinde bir adım, dedi kendine. Bu şekilde düşünmek ona daha iyi geliyordu.

Reece bir başka tutunma noktası bularak bir adım daha aşağı indi, sonra bir tane daha ve ritmini bu şekilde yakaladı.

“DİKKAT ET!” diye bağırdı biri.

Etrafında başlayan küçük çakıl yağmuruna anlam vermeye çalıştı Reece, kafasına ve omuzlarına düşüyorlardı. Kafasını yukarı kaldırdığında kocaman bir kayanın aşağı yuvarlandığını gördü, kendini çekti; kıl payı kurtulmuştu.

“Af edersin!” diye aşağı bağırdı O’Connor. “Gevşek bir kayaymış!”

Reece, yeniden aşağı dönüp sakin kalmaya çalışırken kalbinin ağır geldiğini hissetti. Dibin nerede olduğunu öğrenmeye can atıyordu, uzandı ve omzunda duran küçük kaya parçasını aldı, aşağı bakarak yuvarladı.

Bir ses çıkarıp çıkarmayacağını görmek için bekledi.

Hiç ses gelmedi.

Şüpheleri güçlendi. Kanyonun nerede bittiği ile ilgili hala hiç bir işaret yoktu. Ellerinde bu gerçekle ve şimdiden titreyen bacaklarıyla bu inişin sonunu getirebileceklerinden emin değildi. Reece yutkundu, inişe devam ederken kafasına türlü türlü düşünceler üşüştü. Ya Krog haklıysa? Ya burası dipsizse? Ya bu hesapsız bir intihar göreviyse?

Reece bir adım atarak bir kaç adım birden indi, yeniden hız kazandığı sırada, bir vücudun kayaya sürtme sesini duydu ve ardından da bir çığlık geldi. Yanı başında bir hareket hissettiğinde döndü ve Elden’ı gördü, yanından çok hızlı geçerek düşüyordu.

Reece içgüdüsel olarak elini uzattı ve tam yanından kayarken Elden’ın bileğini tutmayı başardı. Neyse ki Reece diğer eliyle kayayı sıkı sıkı tutuyordu ve dolayısıyla Elden’ı tüm gücüyle yakaladı böylece aşağıya kaymasını engelledi. Elden çabalasa da ayağını koyacağı bir yer bulamıyordu, iri cüsseli ve ağırdı; Reece gücünün tükendiğini hissediyordu.

Indra çabucak aşağı indi ve Elden’ın diğer bileğine uzanıp onu tutu, Elden çırpınsa da ayak yeri bulamıyordu.

“Çıkıntı bulamıyorum!” diye bağırdı Elden, sesinde panik vardı. Güçlü tekmeler savurdu, Reece artık onu daha fazla tutamayacağından ve onunla beraber dibi boylayacağından korkuyordu. Çabucak düşündü.

Reece aşağı inmeye başlamadan önce O’Connor’ın gösterdiği ipi ve kancayı, kuşatma anında surlara tırmanmalarına yardım eden aracı hatırladı. Belki ihtiyacımız olur, demişti O’Connor.

“O’Connor, ipi ver!” diye bağırdı. “Aşağı at onu!”

Reece yukarı baktı ve O’Connor’un belinden ipi çıkarmasını, kaykılarak  kancayı kayaya gömmesini izledi. Tüm gücüyle soktu, bir çok kez denedi ve aşağı sarkıttı. İp Reece’in yanından aşağı sallandı.

Daha geç gelse hiç şansı olmayacaktı. Elden’ın kaygan avuçları Reece’in elleri arasından kayıyordu, geriye doğru düşüşe geçtiği sırada Elden uzanıp ipi tuttu. Soluksuz kalan Reece, onu taşıması için dua etti.

Taşıdı da. Elden yavaşça kendini yukarı çekti ve nihayet geniş bir ayak yeri buldu. Çıkıntıda durarak nefesini geri almaya, eski dengesini bulmaya çalıştı. Derin bir nefes aldı, Reece de rahatlamıştı. Ucuz atlatmıştı.

*

İnişlerine durmaksızın ne kadar süre geçtiğini bilmeden devam ettiler. Gökyüzü karardı, Reece soğuğa rağmen ter döküyordu, her anı sanki son anı olabilir gibi hissediyordu. Elleri ve ayakları şiddetle titriyordu, kendi sesi kulaklarını dolduruyordu. Daha ne kadar dayanabileceğinden emin değildi. Eğer yakın bir sürede dibi bulamazlarsa hepsinin özellikle de gece çökerken durup dinlenmeleri gerekecekti. Ama sıkıntı, durup dinlenecekleri bir yerin olmamasıydı.

Reece merak etmeden duramadı, eğer çok bitkin düşerlerse diğerleri birer birer düşmeye mi başlayacaktı?

O sırada kayadan çıkan bir gürültü duyuldu, sonrasında küçük çapta bir çığ, tonlarca çakıl taşı aşağı dolu gibi yağıyor, Reece’in kafasına, yüzüne ve gözlerine geliyordu. Bir çığlık duydu ki bu diğerlerinden farklıydı, sanki bir ölüm çığlığıydı, işte o zaman kalbi duracak gibi oldu. Göz ucuyla tam da anlam veremediği bir hızda onu geçen bir vücut gördü.

Reece uzanıp onu yakalamaya çalıştı ama olay çok hızlı gelişmişti. Tek yapabildiği dönüp Krog olduğunu anladığı vücudun havada uçmasını, sağa sola çarpmasını, bağırarak sırt üstü doğrudan hiçliğe doğru gitmesini izlemek oldu.